16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumartesi 20 Ekim 2018 TASARIM: SERPİL ÜNAY haber 5 Atatürk’ü siliyorlar29EkimkutlamalarınınCumhuriyettarihindeilkkezAnkaradışınataşınmasıtepkiçekti gelecek yıl 28 araç daha alınacak Saray arabadan vazgeçemiyor MUSTAFA ÇAKIR Hükümet her fırsatta bütçede tasarruf vurgusu yapmasına karşın yeni araç alımları devam ediyor. Bu yıl 2’si “güvenlik önlemli” 16 binek otomobil alınması öngörülen Cumhurbaşkanlığı’na gelecek yıl için de 2’si “güvenlik önlemli” 17 binek otomobil daha alınacak. “Güvenlik önlemli” binek otomobillerin cins ve fiyatları Cumhurbaşkanlığı tarafından belirlenecek. Cumhurbaşkanlığı’na “diğer taşıtlar” kapsamında da 6 araç alınacak. Bu araçların cins ve fiyatlarını da yine Cumhurbaşkanlığı belirleyecek. Saray’a gelecek yıl alınacak toplam araç sayısı ise 28 olacak. Cumhurbaşkanlığı tarafından Meclis’e sunulan bütçenin T cetveli, kurumların yıl içinde alabilecekleri taşıt sayıları ile bedellerini gösteriyor. Buna göre kamu kurumlarının alabilecekleri binek otomobiller en fazla 180 bin lira olabilecek. Bu araçlar da üst makamlar için alınacak. Minibüs Diyanet’e minibüs, adalete otobüs 2019 bütçesine göre gelecek yıl Diyanet İşleri Başkanlığı’na 17’şer kişilik 5 minibüs, Adalet Bakanlığı’na 10 otobüs alınacak. Jandarma Genel Komutanlığı’na komutanlık hizmetlerinde kullanılmak üzere 20 binek otomobil, 50 “arazi binek”, Emniyet’e güvenlik hizmetlerinde kullanılmak üzere 100, ulaştırma hizmetlerinde kullanılmak üzere 240 binek otomobil alınacak. Hazine ve Maliye Bakanlığı idarelerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere 100 araç alacak. Bu araçların cinsi ve fiyatı da bakanlık tarafından belirlenecek. ler için tavan fiyat 94 bin 700 lira, 41 kişilik otobüsler için de 647 bin lira olacak. Araçların cinsi ve fiyatlarında Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından değişiklik yapılabilecek. Kamuya alınacak “güvenlik önlemli” binek otomobillerin cins ve fiyatlarını da yine Hazine ve Maliye Bakanlığı belirleyecek. Ancak Cumhurbaşkanlığı ve TBMM tarafından edinilecek taşıtların cinsi ve fiyatı, bu kurumların üst yöneticileri tarafından belirlenecek. Kamuda kiralama ile araç edinilmesinin ekonomik olmaması halinde satın alma yoluna gidilecek. Kamu idarelerinin 2019 yılında alabilecekleri taşıtları gösteren cetvele göre, Cumhurbaşkanlığı gelecek yıl toplam 28 araç alacak. Cumhurbaşkanlığı’na alınacak toplam araç sayısına bakıldığında bu yıla göre düşüş var. 2018 bütçesinde Cumhurbaşkanlığı’na bu yıl için toplam 38 araç alınması öngörülmüştü. Buna karşın gelecek yıl alınacak binek otomobil sayısı az da olsa artacak. Bu yıl için 2’si “güvenlik önlemli” toplam 16 binek otomobil alınması öngörülen Cumhurbaşkanlığı’na gelecek yıl 2’si “güvenlik önlemli” 17 binek otomobil daha alınacak. “Güvenlik önlemli” binek otomobillerin cinsi ve fiyatı da Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı tarafından belirlenecek. Cumhurbaşkanlığı’na ayrıca 1 minibüs, 1 panel, 3 otobüs de alınacak. Bunların dışında Cumhurbaşkanlığı’na “diğer taşıtlar” kapsamında 6 araç daha alınacak. Bu 6 aracın cinsi ve fiyatı da Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı tarafından belirlenecek. Araçların tamamı Cumhurbaşkanlığı hizmetlerinde kullanılmak üzere merkezi yönetim bütçesinden karşılanacak finansmanla alınacak. l ANKARA BEŞTEPe’nin, 4 ay için 213 milyonu kaldı Bütçesi yetişmedi SİNAN TARTANOĞLU Cumhurbaşkanlığı’nın 2018 yılında kendisine ayrılan bütçenin yüzde 74’ünü 8 ayda harcadığı ortaya çıktı. Ekonomik krizin patlak verdiği ağustos ayından sonra Saray’ın kasasında kalan 4 ay için 213 milyon TL para kaldı. Saray; 2017 yılında da kasasına koyduğu para ile yetinememiş 10 milyon TL fazla harcama yapmıştı. Cumhurbaşkanlığı’nın Meclis’e sunduğu bütçe önerisinin dün yayımlanan cetvelleri; dışsal şoklara karşı mali disiplinin nasıl korunduğu gözler önüne serdi. Cetvellere göre, Cumhurbaşkanlığı’na 2018 yılı bütçesinden 845 milyon 365 bin TL para ayrıldı. Ancak Saray bu paranın 632 milyon 363 bin 91 TL’sini 2018 yılının 8 ayında bitirdi. Türkiye’nin yaşadığı ekonomik kriz ağustos ayında dalgalanan döviz kurunun ardından daha da derinleşti. Kriz ortamında yılın geriye kalan 4 ayı için Cumhurbaşkanlığı’nın kasasında yaklaşık 213 milyon TL para kaldı. Cumhurbaşkanlığı, 2017 yılında da bütçesini disiplinli harcayamamıştı. 648 milyon 488 bin TL ile yıla başalyan Saray, bütçesini yaklaşık 10 milyon TL aşarak yılı 658 milyon 240 bin 290 TL’lik bilanço ile kapatmıştı. l ANKARA TURAN: 3 DÖNEMLİLER ADAY OLMASIN AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan, yerel seçimler hakkında konuştu. Turan, “Biz Meclis’te gençleştirmeyi başardık. Aynı şeyi belediyelerde de bekliyoruz. 3 dönem belediye başkanlığı yapanlar, kendi iradesiyle aday olmayarak genel merkezi rahatlatmalı. İstisna olabilir. Halkın kadrolarda gençleşme beklentisi var” dedi. Turan, “MHP’nin İstanbul için aday göstermemesi ittifak ile ilgili değil, iyi niyet göstergesidir” dedi. l ANKARA/Cumhuriyet VEFAT VE TEŞEKKÜR Aile büyüğümüz, çok sevgili babamız AHMET KAYI’nın vefatı dolayısıyla; baş sağlığı dileklerini ileterek acımızı paylaşan, çelenk gönderen, hayır kurumlarına bağışta bulunan değerli dost ve yakınlarımıza en içten teşekkürlerimizi sunarız. Ekrem KAYI ve AİLESİ “Hayat ölümden doğar…” Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bu yıl bir ilk yaşanacak. He nüz 13 Ekim’de, başkent oluşunun 95. yıldönümü kutlanan Ankara, bu yılki 29 Ekim Cumhuriyet Bayra mı kutlamaları kapsamı dı şında bırakı lacak. Bu yıl ki kutlama larda Cum hurbaşka nı Recep Tay SELDA GÜNEYSU yip Erdoğan, Ankara’da sadece Anıtkabir’i ziyaret edecek. 29 Ekim Cumhuriyet Bay ramı resepsiyonu ise ay nı gün açılışı gerçekleştiri lecek İstanbul’daki üçüncü havaalanı ve Dolmabahçe Sarayı’nda yapılacak. ‘Esaslara aykırı’ Prof. Dr. Sina Akşin, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nın “milli yönü ve anlamı” nedeniyle başkentte kutlanmasının esas olduğunu belirterek, bu yılki kutlamaların İstanbul’da yapılacak olmasının “devlet esasına aykırı olduğunu” kaydetti. Ankara’daki kutlamaların İstanbul’da, 3. havaalanının açılışı gerekçe gösterilerek yapılmasının “Cumhuriyetin değil, havaalanını kutlamaların merkezi yapmak anlamına geldiğini” belirten Akşin, “Halbuki orası sadece bir inşaat” dedi. Milli Mücadele dönemin Sina Akşin Süheyl Batum Levent Gök den örnekler veren Akşin, “İstanbul’un yeniden başkent olması söz konusu değildi. Çünkü orası bir liman kentidir. Deniz kıyısındadır ve denizlere hâkim olan da o günlerde emperyalist güçlerdir. Başkentlerin kolay erişilemeyecek yerde olması devletin güvenliği açısından son derece önemlidir. Ankara’nın tarihsel öneminin yanında, kritik önemi de vardır” görüşünü dile getirdi. de başka şehirde, bir sonraki senede de yurtdışında yapalım’ denilebilecek bir olgu değildir. Resmi törenlerin Ankara’da yapılmamasının iki anlamı vardır. Ya bu devletin devamlılık ilkesini bilmiyorsunuzdur, anlamamışsınızdır ya da bu tür tarihsel önemi haiz kutlamaları, 29 Ekim’i bilmiyorsunuzdur. Daha önemlisi ‘yeni bir devlet kurduğunuzu’ düşünüyorsunuzdur. Bu kabul edilemez” ‘Kabul edilemez’ ‘Kimliğine zarar verir’ ADD Genel Başkanı Prof. Dr. Süheyl Batum da, her devletin birtakım törenleri, eylemleri ve simgesel alametleri olduğuna dikkat çekti. Batum, şunları söyledi: “16 Nisan anayasa referandumundan sonra, özellikle iktidar kanadından, Erdoğan için ‘Birinci Cumhurbaşkanı’, sistem için de ‘yeni bir sistem’ nitelendirmelerini dinliyoruz. Bu bana göre, Ankara’da, ta 1923’ten beri yapılan kutlamaları ‘Bu sene İstanbul’da işimiz var, orada yapalım. Seneye CHP Grup Başkanvekili Levent Gök de “bu durumun doğru olmadığını umduğunu” belirterek, “Devletin bir sürekliliği ve teammülleri vardır. Bu kurallar çiğnenmeye başlandığında devlet anlayışında çöküş meydana gelir” dedi. Ankara’nın 13 Ekim 1923’te başkent olduğunu ve kısa bir süre sonra da Cumhuriyetin ilan edildiğini anımsatan Gök, “Bu nedenle Ankara’daki Cumhuriyet kutlamalarının merkezi olmak zorunda”dır dedi. l ANKARA sÖonncrea öyavkdıündı Türk üniversiteleri ‘en güçlü dönemini yaşıyor’ diyen Erdoğan, dün ilk 500’de olunmamasını eleştirdi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Erciyes Üniversitesi açılışında söylediği “Türk üniversiteleri tarihlerinin en özgür, en güçlü dönemini yaşıyor” sözünü Dokuz Eylül Üniversitesi’nin (DEÜ) akademik yıl açılış töreninde ‘tekzip’ etti. Erdoğan, Dünya’nın en büyük 500 üniversitesi arasında Türkiye’nin yer almamasını eleştirerek “Türkiye’nin, nasıl oluyor da bugün dünyanın en büyük 500 üniversitesi arasında esamisi okunmuyor? Demek ki bir şeyleri kaybettik, bir yerlerde bir sıkıntı var, bir şeyleri unuttuk, bir şeyleri ihmal ettik” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, DEÜ akademik yıl açılış törenine katıldı. Yaşamını yitiren Ara Güler, Bahattin Karakoç ve Prof. Dr. Oya Akgönenç’i anarak konuşmasına başlayan Erdoğan, eğitimde altyapı ve kapasite bakımından büyük mesafe katettiklerini, buna rağmen içerik ve sistem konusunda hâlâ sıkıntıların olduğunu söyledi. İlk 500 eleştirisi “Kendi bireysel çekişmelerinin, ideolojik saplantılarının ve kariyer hırslarının esiri kadrolarla dolu üniversitelerin hayırlı çıktılar üretmesi mümkün değildir” diyen Erdoğan, en büyük 500 üniversite arasında Türkiye’nin yer almamasını eleştirdi. Erdoğan, Şanlıurfa’daki Harran Okulu’nun dünyanın en eski üniversitesi kabul edildiğini anımsatarak, “Böylesine bir mirasa sahip Türkiye’nin, nasıl oluyor da bugün dünyanın en büyük 500 üniversitesi arasında esamisi okunmuyor? Demek ki bir şeyleri kaybettik, bir yerlerde bir sıkıntı var, bir şeyleri unuttuk, bir şeyleri ihmal ettik” dedi. l İZMİR/Cumhuriyet İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN Sıralamaya girmek mucize! FİGEN ATALAY Türk üniversitelerinde liyakat ve adalet yerine kadrolaşma olması, araştırmaya yeterince fon ayrılmaması ve akademik özgürlük eksikliği, üniversitelerimizin dünya üniversiteleriyle rekabet edebilmesinin önündeki en büyük engeller olarak görülüyor. Türkiye’de son iki yılda binlerce akademisyen çeşitli gerekçelerle ihraç edildi. Akademisyenler, açığa alınma, kadro hakkını kaybetme, işsiz kalma korkusuyla seslerini hiç çıkaramaz hale geldi. Akademik özgürlükten söz edilemeyeceğini gösteren örneklerden biri de 404 öğretim üyesinin “Ba rış Bildirisi”ne imza attıkları için meslekten ihraç edilmesi oldu. Akademisyenler haksız yere mesleklerinden olurken, yerlerini akrabalar, eşler, çocuklar, eski müsteşarlar doldurdu! Buna en son örneklerden biri, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi için açılan kadro sınavını öğretim üyelerinin eş ve çocuklarının kazanması oldu. Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile “Rektörlük için üç yıl profesörlük yapmış olmak” şartının kaldırılmasının ardından henüz bir ay önce profesör olan eski Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Yusuf Tekin’in Ankara Hacı Bayram Üniversitesi’ne rektör olarak atanması da tepkilere neden olmuştu. Onların suçu yok ama cezaları AÇLIK! Ateş düştüğü yeri yakıyor; 80 milyon nüfusun içinde 125 bin küsur kişi, aileleriyle birlikte hiç kuşkusuz, yarım milyon insan, işsizliğe, yani açlığa mahkum edilmiş, kimsenin umrunda değil; bir avuç insan dışında kimse onların yanında durmuyor, sesleri olmuyor. Açıkçası ben de Cem TV’de Kadir Polat’la birlikte yaptığımız “En Açık Görüş” programı için bu konuyu seçmemiş olsaydık, durumun vahametinin bu kadar farkında olmayacak, konuyu gündeme getirmeyecektim. Oysa yakınımda yöremde KHK’lerle işi elinden alınmış insanlar var, herkesin illa ki Nuriye Öğretmen gibi kendisini öldürtmeye mi çalışması lazım? Onun derdiyle ilgilendik pekâlâ, ya ötekiler? Konuyu benim gibi az bilenler için net ve açık koyalım ortaya: 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra ilan edilen Olağanüstü Hal döneminde, çoğu anayasaya aykırı olmak üzere onlarca kanun hükmünde kararname çıkarıldı. Bunlardan en acıklısı 672 sayılı olanı. Buna göre kamu görevlilerini, herhangi bir somut delil ve soruşturma olmaksızın, terörle ilişkilendirerek görevden uzaklaştırdılar. Bunlar içinde öğretmen, öğretim üyesi, polis, hâkim, savcı, doktor, mühendis, maliyeci, aklınıza gelen her meslekten kişi var. KHK’li olmakla yaşama tutunmanız engelleniyor. Sadece işinizden olmuyorsunuz. İnsanca yaşamak için gerekli neredeyse bütün haklarınız elinizden gidiyor. Öğretmenseniz, özel bir okulda da işe giremiyorsunuz; doktorsanız, özel bir hastanede çalışamıyor, hukukçuysanız, avukatlık bile yapamıyorsunuz. Özel sektör sizi çalıştırmaya korkuyor ya da SGK primi ödemeden, düşük ücretle kaçak çalıştırıyor. Emeklilik hakkınız bile gitmiş, sosyal yardımlarınız kesilmiş; pazarda limon satmaktan başka çareniz kalmıyor. Üstelik, suçun şahsiliği ilkesi de çiğneniyor. Eşinizi de işten atıyorlar. Hatta çocuklarınız bile ceremesini çekiyor. “Madem burada yaşam hakkı kalmadı, gidelim başka bir ülkeye” deme şansınız da yok, görevden atılmayla birlikte varsa pasaportunuza şerh düşülüyor, yoksa da yurtdışına çıkışınız engelleniyor. Yurtdışında okuyan çocuğunuz varsa onun da pasaportu gittiği için hakları yanıyor. Bunca mağduriyetle bitti mi? Bitmedi: Psikolojik olarak da baskı ve zulüm görüyorsunuz. Vebalı gibi tarif ediyor kendilerini KHK’liler, toplumdan tam bir itilmişlik, soyutlanmışlık, hain damgası yemişlik. En yakınlarınız bile sizinle görüşmek, hatta görülmek istemiyor. Suçu ne? Peki bunun için ne yapmış olabilir bu KHK’liler? Örneğin akademisyenler için en büyük suç, “Barış İstiyoruz” bildirisine imza atmış olmak. Yani bir bildiriye imza atmakla hayatınız altüst oluyor! Daha basit suçlar da var: Açılışına devlet erkânının tümünün katıldığı Bank Asya’ya para yatırmış olmak, bu bir kira hesabı bile olsa. Ya da bir zamanlar yasal olan herhangi bir cemaat okulunda veya dershanesinde öğretmen, ya da üniversitesinde öğretim üyesi olmak. Sonradan komplo olduğu ortaya çıksa da telefonunuzda bir program çıkması. Bu hesapla aslında darbe girişimine kalkışanların sempatizanları olduğu varsayılan yarım milyon insan çok büyük rakam değil mi? Hele FETÖ’yle çok yakın ilişkiler içinde olan birçok siyasetçi halen üst makamlarda görev sahibiyken? Haksızlık yok mu? Bu “devlete sızmış hainlerin temizlenmesi” bir süre sonra aslında iktidara muhalif olanların temizlenmesi operasyonuna dönüşüp süre uzayıp tahammülsüzlük başlayınca, dahası insanlar bunun insan haklarına aykırı olduğu savıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yolunu tutunca, aceleyle bir komisyon kuruluyor ve AİHM’ye, “İç hukuk yolları tükenmedi, siz değil, biz bakacağız şikâyetlere” denilebiliyor. OHAL Komisyonu’nun kurulması, çalışmaya başlaması kaplumbağa hızıyla yürümesinin dışında, incelediği dosyalar da olumlu sonuç vermiyor. Bugüne kadar sadece 36 bin kişinin durumu incelenmiş ve bunlardan da sadece 2 bin 300 kişi göreve iade edilmiş. Oysa diğerleri hakkında da soruşturma yok, ceza yok, hatta takipsizlik ve beraat kararları var. Ama bunlar özel sektörde bile işe giremiyorlar. Konuyla ilgilenen kimse yok mu? Var: TBMM’de üç ayrı partiye mensup tam 10 milletvekili var ki bunlar da KHK’li. Ama YSK tarafından sakınca görülmemiş ki seçime girmiş ve milletvekili olmuşlar. Bunlardan HDP Sakarya Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, İnsan Hakları Komisyonu üyesi de olduğu için konunun yakın takipçisi ve her türlü girişimi yapıyor. En son 10 Ekim’de TBMM’de altı milletvekili bir basın toplantısı düzenleyip duruma dikkat çekti, ama hangi medya yazacak değil mi? Konuya devam edecek ve insanların beraat ettikleri halde nasıl geri dönemediklerini yazacağım. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle