18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 9 Ocak 2018 14 1 Mart 2003’ten bugüne AKP A KP dün ABD’nin Ortadoğu politikasının destekçisi (ve ortağı) idi. 1 Mart tezkeresinin geçmesi için elinden geleni yaptı. ABD, AKP’yi (ve siyasal sistemi) var gücüyle destekliyordu. TBMM, bazı AKP’lilerin de sağduyusu sayesinde ABD’nin (ve emperyalizmin) dayatmasını reddetti. Bu duruş Ankara ve Şam’ı, “ortak hükümet toplantısı” yapacak bir noktaya taşıdı. ABD sonra, 1 Mart’ta yapamadığını, AKP’yi (ve Ankara’yı) Suriye savaşına sokarak Kürdistan politikasına PYD ve YPG maşaları ile adeta ortak etti. Ankara (ve Erdoğan), 1 Mart 2003’te TBMM’nin aldığı ABD’ye ret kararından “dönmek zorunda” kaldı. Moskova ve Tahran’a, hatta Bağdat ve Şam’a yanaştı. Ancak Ankara’nın 20102016 arasında Gülen ve Suriye konularında yürüttüğü akıl almaz yanlış uygulamalar Türkiye’yi büyük bedel ödemeye sürükledi. 1 Mart 2003’teki gibi bir Meclis’in 2010’dan itibaren tamamen ortadan kalkmaya başlaması, “bugünkü kimi doğru kararların bile yanlış sonuçlar vermesine yol açacaktır”. Meclis’siz ve tek adamlı uygulamaların bedeli 80 milyona ödetilecek; Ankara’nın Suriye’ye “dahli” dolayısıyla ithal etmek zorunda kaldığımız “4 milyon kişinin siyasi, iktisadi ve güvenlik bedelleri” çok büyüyerek sürecek. İçeride üstünü örttüğümüz için, “ihraç ettik sanılan” Sarraf olayı, yalnız iktidara değil, halkın tümüne de büyük bir bedel ödetecek. Batı karşıtlığını “akılcı dengelerden kopararak 67 Eylül olaylarına benzetmek isteyenler ortalığı kaplayacak”. Ege adalarımızı Yunan işgal ederken biz Afrika’nın Sudan gibi çağdışı ülkelerinden “ada kiralayacağız”. İşler “kanun benim, devlet benim” noktasına getirilince, koskoca Türkiye Cumhuriyeti bir kabile devleti gibi algılanmaya başlar. 1 Mart 2003’ün Meclis’inden, tek adam ve tek otoriteye gelmiş oluruz. Polisin nasıl hareket edeceğini de kanunlar değil, siyasi güç belirlemeye başlar. Abdüllatif Şener ve AKP Şener’in son zamanlarda Halk TV’deki konuşmalarını ilgiyle izliyorum. Onunla yolum 12 defa kesişti. 2003 yılı 20 Temmuz kutlamaları için AKP hükümetini temsilen KKTC’ye gelmişti. Dome Oteli’ndeki resepsiyonda sohbet ediyoruz; kendisine ‘Başbakanınız bu iş Denktaş’la yürümez, 40 yıllık Kıbrıs politikamızı değiştireceğiz’ dedi. Anlaşılan artık bugün Girne semalarında izlediğimiz ‘Türk yıldızları’ birkaç yıl sonra LefkoşaMagosa hattında uçamayacaktır” dedim. Bana, hocam çok karamsarsınız diye yanıt verdi. Birkaç yıl sonra dediklerim çıktı: daha da ötesi Şener de AKP’nin uygulamaları ile çatıştığı için ayrılmak zorunda kaldı. Şener, İslami kesimden bir mütedeyyindir. Bugün Halk TV’de yaptığı değerlendirmelerin yüzde 99’una destek veririm: kuvvetler ayrılığı, Cumhuriyetin değerleri, kamu yararının önceliği, ulusal değerler ve dengeli dış politikası konusunda söylediklerine Ecevit de Demirel de Erdal İnönü de imza atarlardı. Özal ve Çiller için tereddütlerim var. Ve Şener’in kuruluşta etkili olarak yer aldığı AKP nasıl bugünkü duruma geldi? Uygulamalar hukukun üzerine çıktı. Özellikle de dini (ve dinci) örgütlenmelerin bu olumsuz gelişmedeki işlevleri açısından Şener, çok önemli ipuçlarını da sıralama cesaretini gösterdi. Dinin siyasete alet edilmesinin AKP’yi nasıl etkilediğinin ipuçlarını açık açık söylüyor. Şener’le yüzde 99’dan arta kalan yüzde 1’lik ayrılığıma gelince: ben yüzde 100, sonuçların öbür dünyaya bırakılmadan “bugünkü dünyada” alınmasına inanıyorum. Allah insana akıl vermiş: “Sana akıl veriyorum, aklını bulunduğun dünyada kullan, benden başka yardım isteme” demiş. Buna uyarak işleri bu taraftayken halletmek tek çıkar yoldur diye düşünüyorum. Yoksa, “onları Allah’a havale etmek, bu dünyada zarar gören insanlara bir şey kazandıramaz”. Adaleti, insanca ve demokratik örgütlenmelerle bu dünyada çözmek zorundayız. 1600’de Engizisyon’un yakarak öldürttüğü Giordano Bruno’nun sözünü etmeden geçemeyeceğim: “Tanrı iradesini, yeryüzündeki iyi insanlar aracılığı ile gösterir: dünyadaki kötü insanlar da dini (ve Tanrı’yı) kullanarak insanları sömürürler… 9 OCAK 2018 SAYI: 33697 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Bülent Özdoğan Faruk Eren Aykut Küçükkaya Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06:32 06:23 06:53 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 08:03 13:03 15:27 07:54 12:50 15:10 08:22 13:25 15:54 Akşam 17:50 17:32 18:17 Yatsı 19:14 18:57 19:38 yorum TASARIM: ZARİFE SELÇUK Türkiye, Rusya’dan faturası 2.5 milyar dolar tutan, S400 füzelerinden satın alıyor. Türkiye, Fransa ve İtalya’nın SAAM füze yapımına katılma anlaşması imzaladı. Türkiye’nin, ABD’den füze alımı ÖzAgecanr Üssü’nde, Ukrayna’dan ilhak ettiği Kırım’da da S400 savunma sistemi bulunuyor. Ayrıca KAAÖ üyesi Yunanistan’a bir önceki model olan S300 füzelerinin satışında “hülle için sözleşme yaptığı duyuruldu! yöntemi” uygulanmıştı. HHH Türkiye’nin, uzun bir süredir yeni bir hava savunma düzeni kurmak istediği biliniyor. Bu amaçla 2015’te uzun menzilli füze sistemi ihalesi açtı. İhaleyi, 3.4 milyar dolar ile Çin kazandı. Çinli Kavşak Füzelerle Ördük Anayurdu (1)… (Gençlerin bilgisine: Hülle, İslamiyette boşanan bir kadın, tekrar kocasıyla evlenmek isterse, önce bir başka erkekle evlenip ondan da boşanması gerekir!) şirket, Türkiye’ye füze yapım tek nolojisini de verecekti. Ancak, ABD’nin girişimiyle “Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü S400 Füzesi (KAAÖ –NATO)” tepki gösterince ihale iptal edildi. Bunun üzerine, çeşitli ülke lerle füze savunma sistemi için görüşmelere başlandı. ABD sa vunma şirketi Lockheed Martin ve Avrupa füze ortak girişim grubu MBDA’dan füze satın alınması gündeme geldi. Kasım 2016’da, Rusya ile de S400 için görüşmeler yapıldığı açıklandı. Eski Savunma Baka nı Fikri Işık, Nisan 2017’de, bir KAAÖ üyesi olarak öncelikle itti fak içerisinde temaslar yapıldığını, ancak bunun gerçekleşememesi üzerine değişik arayışlara gidildi ğini açıklamıştı. HHH Türkiye’nin Rusya’dan S400 sistemi bağlamında, 24 batarya ve 96 uzun menzilli füze alımı anlaşmasını imzaladığı açıklandı. 2.5 milyar dolarlık füzelerin bedeli; yüzde 45’i peşin, yüzde 55’i ise Rusya’nın açacağı kredi ile ödenecek. Bu füzeler eşzamanlı olarak 80 Bir füzenin ağırlığı; 1.8 ton, uzunluğu 8 m ve çapı da yaklaşık 50 cm, ayrıca 145 kiloluk savaş başlığı da taşıyabiliyor.  HHH Rusya, 2015’te Çin’e altı tabur, 2016’da Hindistan’a 6 milyar dolar karşılığında beş tabur S400 füzesi Rusya, bu füzeleri önce KAAÖ üyesi olmayan Güney Kıbrıs’a satmış. Yunanistan da füzeleri Kıbrıs’tan almıştı! HHH ABD Hava Kuvvetleri Müsteşar Yardımcısı Heidi Grant, “Türkiye, Rusya’dan S400 füze savunma sis hedefi vurabiliyorlar. 3 bin 500 km satımı anlaşması imzaladı. Bir tabur, temleri satın alırsa, önce KAAÖ tek uzaklıktan fırlatılan orta menzilli sekiz fırlatıcıdan oluşuyor.  nolojilerine erişimi kısıtlanır, sonrasın balistik füzeleri imha edebiliyorlar. Rusya’nın; Suriye’deki Tartus Hava da F35 tipi 5. kuşak bombardıman uçaklarını edinemez!” dedi. HHH ABD; KAAÖ’ye karşı kurulmuş eski Varşova Paktı’nın üyelerinden Özgen AcUkrayna’ya, ülkenin doğusundaki Rus destekli ayrılıkçılara karşı savaşına yardımcı olmak için “47 milyon dolarlık, 210 tanksavar füze ve 35 fırlatıcısını” satacağını açıkladı. Ukraynalı askerlerle, Rus destekli ayrılıkçılar arasındaki çatışmalarda Nisan 2014’ten bu yana 10 binin üzerinde kişi ölmüştü. KAAÖ üyesi olmayan Ukrayna’ya, Batılı ülkelerin askeri yardımda bulunmalarında bazı yasal sınırlamalar var. Rusya Dışişleri Bakanı Yardımcısı Sergey Ryabkov, “Amerika, net olarak Ukraynalı yetkilileri daha fazla kan dökmeye doğru itiyor. Amerikan silahları yeni kurbanlara neden olabilir!” diye tepki gösterdi. Şubatta süren protestoların ardından Ukrayna’nın eski Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç, Kiev’i terk ederek Rusya’ya kaçmıştı. Martta Rusya’nın Ukrayna’dan ilhak ettiği Kırım’a S400 füzelerini yerleştirmesi, bölgedeki gerilimi artırmış, nisanda, Rus yanlısı Ukraynalı silahlı muhalifler Donestk ve Luhansk’ta hükümet binalarını ele geçirmişlerdi. Yunanistan’daki Rus S300, Türkiye’deki S400 füzeleri ve Ukrayna’nın ABD silahları ile donanması, Varşova Paktı’ndan sonra KAAÖ’nün de çökmeye başladığını mı ortaya koyuyor? ABD Başkanı Donald Trump’ın, AKP Reisi Umumisi ile yaptığı görüşmede verdiği, “PKK’nin Suriye’deki uzantısı YPG’ye silah yardımı kesilecek” sözünden 3 gün sonra, silah yüklü yaklaşık 100 TIR gönderdiğinin saptanması da bu oluşumu doğrulamıştı. Bir an için, ABD’nin KAAÖ üyesi olmayan Ukrayna’ya silah yardımını kabul edelim! Türkiye, KAAÖ’de ABD’nin ortağı değil mi? Peki, ABD, ortağı Türkiye’nin düşmanı PYD’ye neden silah yardımı yapıyor? (Devam edecek…) Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN [email protected] Tek tip elbise zorunluluğu Prof. Dr. KÖKSAL BAYRAKTAR Son günlerde 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanuna Ek Madde 1 olarak getirilen bir düzenleme kamuoyunda tartışma konusu oldu. Söz konusu kanunun ek maddesi aynen şöyle: “3713 sayılı kanun kapsamına giren suçlar nedeniyle tutuklu veya hükümlü bulunanlar, duruşmaya sevk nedeniyle ceza infaz kurumu dışına çıkarılmaları durumunda, ceza infaz kurumu idaresince verilen giysileri giymek zorundadır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 309 ila 312. maddelerinde düzenlenen suçlardan tutuklu ve hükümlü olanlar badem kurusu; bu maddede belirtilen diğer suçlardan tutuklu ve hükümlü olanlar ise gri rengi göğüs ve pantolon bölümü bitişik (tulum) giysiler giyer. Ancak kadın tutuklu ve hükümlülerin giysileri bitişik şekilde (tulum) olmayabilir. Bu madde hükümleri çocuklar ile hamile kadınlar hakkında uygulanmaz.” Tarihin kalıntıları Bu madde ile görüldüğü gibi Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan tutuklu ve hükümlü olanlar, duruşmalara mutlaka belirli tipte bir giysi ile gitmek zorunluluğu altında tutulacaklar. Ceza İnfaz Hukuku’nda tutuklu ya da hükümlülerin giysilerinin bir örnek olup olmaması XVIII. ve XX. yüzyıllarda uygulanan yöntemdi. Kısaca, geçmiş yüzyıllarda cezaevlerine giren kişilere aynı biçimde elbise giyme zorunluluğu getirilir ve bu kişiler son derece ağır koşullarda cezaevlerinde tutulurlardı. Geçmiş zamanların örnekleri, Ceza İnfaz Hukuku’nda bugün “tarihin kalıntıları” olarak anlatılıyor. Nitekim Fransız Philippe Poisson’un bir yazısında XIX. yüzyılın sonlarına doğru Fransa’da mahkum erkek ve kadınların nasıl giyindikleri, bir çeşit üniforma şeklindeki giysileri nasıl kullanmak zorunda bırakıldıkları resimlerle açıklamıştı. 20. yüzyılda durum XX. yüzyıl ceza infaz hukuku tutuklu ve hükümlülerin pek çok sorununu çözmeye çalıştığı gibi, Tutuklu ya da hükümlülerin farklı kıyafetle yargı organları önüne çıkarılması, Ceza Yargılaması Hukuku’nun temel ilkelerinden biri olan ‘Herkes suçluluğu tespit edilinceye kadar masumdur’ özdeyişine tamamen aykırıdır. 12 Eylül’den sonra getirilen tek tip elbise giyme zorunluluğuna mahkumlar, mahkemeye iç çamaşırıyla çıkarak direnmişti. cezaevlerindeki kişilerin barınma, sağlık, giyim, kuşam ve çalışma sorunları ile ilgilendi. Bu yeni yaklaşımda, tutuklu ve hükümlülerin tek tip elbise giyip giymemelerinin önemli olmadığı, buna karşılık cezaevlerindeki kişilerin kötü ve ağır hava koşulları karşısında korunabilmeleri amacı ile kendi giysilerinin yetersiz kalması durumunda onlara elbiselerin sağlanması gerekliliğinin önemli olduğu belirtildi. Bu nedenle kimi uluslararası kuruluşların incelemelerinde, tutukluların yargılamada öncelikle üniforma şeklinde elbiseyi giyme zorunluluğu reddedildi. Mandela kuralları Avrupa Konseyi’nin kabul ettiği “Avrupa Cezaevi Kuralları” başlıklı uluslararası belgenin 20/2. maddesi, tutuklulara cezaevlerinde uygun koşullar sağlanması gerekliliğini vurguladıktan sonra, giyim kuşamın onur kırıcı olmaması gerektiğini belirtir. Aynı şekilde Birleşmiş Milletler’in kabul ettiği ve Nelson Mandela kuralları olarak da anılan, “Tutuklular ve Hükümlüler Hakkında Uygulanacak Asgari Kurallar” başlıklı uluslararası belgenin 19. maddesinde aynı kural tekrar edildi. Bu uluslararası belgelerin yanı sıra doktrinde de aynı ilkeler açıklanmıştır. Örneğin, hukuk çu Profesör Timur Demirbaş’ın “İnfaz Hukuku” kitabında aynen şöyle denilir: “... Bir kişinin kendi giysilerini giymesi benlik duygusunun bir parçasıdır ve bu nedenle öz saygısını, bireyselliğini geliştirir. Cezaevleri üniformaları bunun tersi bir etkiye sahiptir.” Teşhir etme aracı Kişinin, yargı makamları önünde, diğer kişilerden farklı biçim ve renkte giysiyle sorgulanması, delilleri sunması, çapraz sorguda soru sorması, cevap vermemesi kısaca savunmada bulunması koşulların farklılığı nedeni ile ağır ve zor olacaktır. Bu durumdaki kişi adliyelere gidip gelirken, kalabalıklar, yargılamalarda dinleyiciler, adliye koridorlarında toplanan insanlar önünde teşhir edilmekle çeşitli ve değişik tespitlerin konusu olabilecek, bu durum psikolojik baskılar yaratacaktır. Ayrıca aynı suçtan yargılanmakta olan kişilerin farklı giysilerinin farklı tepkilerle karşılaşmaları eşitsizlik yaratacaktır. Bütün bu olumsuz yönlerin dışında bireylerin farklı biçim ve renklerdeki giysilerle topluluklar ve yargı makamları önüne çıkarılmaları insan onurunun zedelenmesi ve ihlal edilmesi sonucunu da doğuracaktır. Ayrıca, tutuklu ya da hükümlülerin farklı kıyafetle yargı organları önü ne çıkarılması, Ceza Yargılaması Hukuku’nun temel ilkelerinden biri olan “Herkes suçluluğu tespit edilinceye kadar masumdur” özdeyişine tamamen aykırıdır. Bu durumda, aynı suçtan yargılanan birden fazla kişinin bir kısmının farklı giysilerle bir kısmının ise normal kişisel giysileriyle yargıç önüne çıkması, kamuoyunda suçluluğun tespiti anlamına da gelecektir. Doğaldır ki, “Şüpheden sanık yararlanır” ilkesinin ihlali durumunu da yaratacaktır. Kısaca belirtilen bu durum, savunma hakkını ve adil yargılanma hakkını olumsuz etkileyecektir. AİHM kararı da var AİHM, 16/06/2010’da verdiği JigaRomanya’ya karşı kararda, hükümlünün kendi giysilerini giyme olanağı varken ayrı tipte elbise giyme zorunluluğunda bırakılmasının, toplum nazarında onun suçlu olarak kabul edileceği ve bu nedenle suçsuzluk karinesine aykırı olacağı belirtilerek, Romanya’nın AİHS 6/2. maddesini ihlal ettiği sonucuna ulaştı. Bugün, Ceza İnfaz Hukuku, şüpheli, sanık ya da suçluyu toplumdan ayırmayı, toplum dışına atmayı değil, topluma kazandırmayı, toplum içinde yaşamasını sağlamayı amaçlar. Tek tip giysi zorunluluğu bu amaca aykırıdır ve bu nedenle terk edilmiştir. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle