18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Cumartesi 20 Ocak 2018 BÜYÜK EV ABLUKADA FIRTINAYT İLE BİR KEZ DAHA BABYLON’DA Büyük Ev Ablukada, bu akşam Fırtınayt ile Babylon’da sevenleriyle bulşuşacak. Daha önce gerçekleştirdiği “Akustik” ve “Full Faça” performanslarının ardından ekim ayında çıkardığı son albümü Fır tınayt ile Büyük Ev Ablukada bir kez daha Babylon’a konuk oluyor. Grup, elektronik dünyaya adım attığı bu format ile müzikseverlerin beğenisini topluyor. Babylon’daki konserin başlama saati 22.30. EDİTÖR: EMRAH KOLUKISA TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN [email protected] 15 ‘Güz Şarkıları’nın solisti Güvenç Dağüstün, albümü dinleyenlerin şu sözlerle karşılık verdiğini açıkladı: UMUT OLDUNUZ ORHUN AtMIŞ Nâzım Hikmet, Can Yücel, Cemal Süreya, Ece Ayhan, Behçet Aysan, Ahmed Arif, Attilâ İlhan gibi şairlerin Fazıl Say tarafından bestelenen şiirleri, opera sanatçısı Güvenç Dağüstün’ün sesi, Ece Dağıstan’ın piyanosuyla “Güz Şarkıları” albümünü oluşturmuştu. Albüm, Ada Müzik etiketiyle 7 Aralık 2017’de raflardaki, 29 Aralık 2017’de de dijital platformlardaki yerini almıştı. Fazıl Say’ın “Türkiye’de ve dünyada en çok beğenilen albümüm olabilir” şeklinde bahsettiği albümü Güvenç Dağüstün’le konuştuk. Dağüstün, ilk bir ayda gelen tepkileri anlatırken şubat itibarıyla gerçekleşmeye başlayacak albüm konserlerinin de müjdesini verdi. n Nasıl tepkiler aldınız albüm hakkında? Beklediğimden çabuk güzel tepki aldık. Mesela eğer bu satış rakamıysa, martta nisanda ulaşacağımız satış rakam, birinci ayın sonunda geldi. Ondan sonra, böyle “Hangi şarkı tutar, hangisi sevilir” diye düşünülür ya, hepsinin çok seveni oldu ayrı ayrı. O da sevindirici bir şey oldu. Yani hep olumlu şimdiye kadar tepkiler. n Albümün yapım sürecinde Fazıl Say yurtdışındaydı. Nasıl bir süreç oldu bu? Zor oldu. Çünkü biz bu şarkılar bestelendikten ve bize emanet edildikten sonra Ece’yle bana, önce biz sadece piyanoyla beraber Ece’yle çalışmaya başladık. Bütün yazımız öyle geçti. Sonra Fazıl geldi, bütün ekip Fazıl’la beraber bir tane prova yapabildik. Ama herkes çok iyi müzisyen, hepsi sazının ustası olduğu için o yeterli bir prova oldu. Sonra stüdyoya girdiğimizde Fazıl Say, Çin’deydi. n Bu sizi rahatlattı mı biraz, yoksa tersi mi? Biraz rahatlığı da oldu tabii. Hem de dezavantaj yani, çünkü bestecisi yok orada, “Gelince ne diyecek bakalım” düşüncesi vardı. Ama orada İbrahim Yazıcı çok yardımcı oldu bize. O, bizim Nâzım Oratoryosu’nda da beraber çalıştığımız şef arkadaşımız. Kayıtlarda yanımızda oldu, bayağı kolaylaştırdı işimizi. Çok destek oldu. n Dönüşte Fazıl Say’ın tepkisi nasıldı? En son gün hepimiz bekliyoruz, “Gelecek bakalım ne diyecek” diye. Orhun Atmış Güvenç Dağüstün ‘Babamın okuduğu şiiri seslendirdim’ n Sizin için de albümdeki Nâzım Hikmet şarkılarının özel bir anlamı var sanırım. Babamın 1977 yılında yaptığı bir “longplay (uzunçalar)” var. Onda bir yüzünde türküler, bir yüzünde besteler var. İki yüzünde de birer şiir var. Birinde “Bugün Pazar” şiiri. Sonra Nâzım Oratoryosu’nu bestelediğinde Fazıl, benim sololarımdan biri, “Bugün Pazar”dı. Bu albümde de “Akrep Gibisin” var. O da yine babamın plakta ikinci yüzde okuduğu bir şiirdi. O da bu albümde geldi. Tesadüf oldu. Bayağı büyük bir gerginlik. Ondan sonra “Ben stüdyoya gelirim, siz gelmeyin, dinleyeyim tek başıma” dedi. Stüdyoya gittikten 1 saat sonra aradı bizi, gittik. Çok beğenmiş. Tebrik etti. “Söyleyeceğim hiçbir şey yok, çok mutluyum sonuçtan” dedi. n O an ne hissettiniz? Çok rahatladım. Ben zaten bir gün önce uyuyamadım bütün gece. Ondan sonra bayağı bir rahatladım. n Bir de kısa bir stüdyo dönemi geçirmişsiniz sanırım? Ben zaten şunu hiç anlamıyorum. Yani, bir albüm için giriyorlar, “6 aydır stüdyodayız” diyorlar. Herhalde besteleri bile stüdyoda yapıyorlar diye düşünüyorum. Biz güzel güzel provalarımızı yaptık, çalıştık. Stüdyoda kaydetmek kaldı. 6 günde kaydedildi. Pieter Snapper gibi harika bir tonmaysterimiz vardı. Onunla da daha önce beraber çalışmıştık. Nâzım Oratoryosu’nu canlı kaydetmişti. Öyle profesyonel bir ekiple çalışmak işi hızlandırdı. n Fazıl Say, bu albümden hep “Aile işi” şeklinde bahsediyor. Siz ne düşünüyorsunuz? Evet, öyle. Çok eski arkadaşız. Yirmi yılı aşkın bir sürelik dostluğumuz var. Ben Ece’yle de 99 yılında Viyana’dan tanışıyorum. Ece’yle Fazıl da öyle. O zamandan beri hep beraberiz. Beraber müzik de yaptık. Ben daha önce Fazıl’ın eserlerini de söyledim. Ondan sonra Ece’yle beraber çok konser yaptık. Bu üçlü bir araya gelip müzik yapınca normalde birbirini tanımayan üç kişinin hızından biraz daha hızlı ve kolay çalıştık tabi. ‘Operaya çalışır gibi...’ n Galiba albümden önce kampa girmişsiniz... E tabii. Sıradan bir pop albümü değil bu. Sekiz tane şarkı var sekizinin de farklı farklı söylenmesi gerekiyordu. Hepsi başka bir şan tekniği kullanarak söylenmeliydi. Onun için de opera temsiline çalışır gibi ciddi çalışmak gerekiyordu. Ben belki uzun zamandır öyle bir çalışma yapmamıştım. Çünkü uzun zamandır opera söylemiyorum. Ben de gereğini yaptım. Sonuç da sürpriz olmadı. n Ece Dağıstan ile çalışmak nasıldı? Onunla yakın dostuz zaten. Birlikte Viyana’da da Türkiye’de de çok konser yaptık. Hiç yadırgamadım ben. Fazıl Say’ın şarkılarını yıllarca Fazıl Say’la söyledim. Ece, hiç Fazıl Say’ı aratmadı diyebilirim bu projede. n Fazıl Say, albümünden “En sevilen albümüm bu olabilir” şeklinde bahsediyordu. Gerçekten de yakaladı insanları diye düşünüyorum. Böyle bir albümün böyle bir Türkiye’de başarıya ulaşması umut verici. Dinleyenlerin de söylediği bir şey bu: “Umut oldunuz.” Böyle bir karşılık alınca biz de böyle iyi yapılan, kaliteli yapılan şeylerin de değer gördüğünü anlamış oluyoruz. O da gerçekten umut verici. n Bunun nedeni halka yakın olması mı sizce? Bence yakın. Şairler de zaten çok yakın ve o şairleri çok iyi anlayıp bestelemiş bir besteci var. Yani, şiir kötü bestelendiği zaman çok kötü duyulabilir. Zarar da verebilir. Ama burada şiiri, şairi çok iyi anlamış bir besteci var. Hsealpaimsteki gazetecilere n Son olarak söylemek istekleriniz var mı? Cezaevindeki bütün gazeteci dostlara selam gönderiyorum. Okuduklarını biliyorum. Umarım çok yakın zamanda aramıza dönerler ve bu şarkıları beraber söyler, beraber dinleriz. [email protected] Bajar “Babamın Kanatları” (Kalan Müzik) Görselliği kuvvetli bir sound 2016 tarihli “Babamın Kanatları”, yönetmen Kıvanç Sezer’in ilk filmi. Bir inşaat işçisinin kadersizliğinden yola çıkan film, iş cinayetlerini ve betonlaşmaya dayalı “ekonomik büyümenin” insan ruhunda yarattığı tahribatı anlatıyor. Film bolca ödüle ulaşırken, müziklerini yapan Bajar, dört ayrı yerden “en iyi film müziği” ödülünü almıştı. O müzikler şimdi original soundtrack olarak CD’de. Üçüncü çalışmasını çıkaran Bajar, beş yıldan beri albüm yapmıyordu. Bajar’ın bu konulara değinen şarkıları daha önce de vardı, dolayısıyla filmin hikâyesi topluluğa yabancı değil. Yani film ile topluluk arasında tematik bir örtüşme var. Bajar’ın müziğinin bu film için asıl doğru yanı, hikâyedeki trajediyi basit bir drama indirgemeden, tüm gerçekliği ile yansıtabilmiş olmasında. Görselliği kuvvetli bir sound ile çizilmiş dramatik bir atmosfer var burada; koyu tonlu ses manzaraları, vurguyu derinleştiren elektronik pasajlar, filmin bazı sahnelerinden alınmış konuşmalar... Film belki yeterince salon bulamadı ama merak edenler için çare DVD. “Babamın Kanatları” filmi, rezidans, site, plaza, AVM ve gökdelen sevdalılarına; Bajar’ın müzikleri ise aynı sakızı çiğneyen müzik toplulukları ve şarkıcılardan bıkanlara tavsiye olunur. Hedonutopia “Yarı Cennet” (DokuzSekiz) Kendine has bir evrene sahip Hayat bu kadar mı hızlı akıyor! İzmirli topluluk Hedonutapia bile kurulalı 10 yıl geride kalmış. Son bir yıla kadar hiç albüm yapmayan topluluk, Arap atı gibi sonradan açılıyor. 2016 sonunda çıkan ilk albümleri “Ucube Dizayn”ın ardından yedi parçalık ikinci albümleri “Yarı Cennet” ile son düzlükte depara kalkıyor, gitar ve vokalde Fırat Külçek, synthe ve vokalde Gülden Aybar, synthe’te Kerem Feyzi’den oluşan elektroindie üçlüsü Hedonutopia. İki albüm arasında ciddi bir konsept farkı yok; Hedonutopia benimsediği tarzda taviz vermeden yol almayı sürdürüyor, ancak bu her şeyin kopyalandığı anlamına gelmiyor. Yine gitarları shoegaze vari tınlasa da, synthe’leri vızıldayarak kırılgan bir doku oluştursa da, vokalleri bir perinin ağzından fısıldansa da; gözlerine bir fer, soluklarına bir ferahlık, ciltlerine bir canlılık gelmiş. Nispeten uptempo yürüyen şarkıları biraz daha net ve temiz duyuluyor burada, ilk albüme göre şarkı sözleri de daha anlaşılır bir biçimde telaffuz ediliyor. Evet, iki albüm arasındaki zaman dilimi çok ince, ama Hedonutopia’nın kat ettiği yol oldukça fazla. Kendine has bir evrene sahip bu topluluk, girmek isteyenler için davetkâr, uzaktan bakanlar için anlaşılması zaman alan. BİLGİ’de UNESCO Kürsüsü İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin “Kültür Politikası ve Kültürel Diplomasi UNESCO Kürsüsü” kurmak üzere yaptığı başvuru UNESCO Paris tarafından kabul edildi. Kürsü, Bilgi’nin ilk, Türkiye’nin on ikinci UNESCO Kürsüsü olma özelliğini taşıyor. UNESCO Paris Yüksek Öğretim Birimi tarafından gerçekleştirilen değerlendirme süreci sonucunda kurulan UNESCO Kürsüsü, Bilgi Kültür Politikaları ve Yönetimi (KPY) Araştırma Merkezi bünyesinde faaliyet gösterecek. Bilgi UNESCO Kürsüsü ile birlikte UNESCO çatısı altında uluslararası alanda yeni işbirlikleri kurularak çok ortaklı kültür projeleri gerçekleştirilecek. Türkiye’de kültür politikalarıyla alakalı çalışma yapan akademisyenler ve öğrenciler için de yeni bir uluslararası platform oluşturulmuş olacak. Ayrıca, kültürel diplomasi alanında ilgili kurumlarla işbirliği içinde yeni atılımlar gündeme gelecek. Ada: Kültürel diplomasiye katkı Projenin hazırlanmasına ön ayak olan BİLGİ İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi, Kültür Politikaları ve Yönetimi Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Serhan Ada, kurulan UNESCO Kürsüsü’nün Bilgi’nin uluslararası akademik ortamdaki başarılarına bir yenisini eklediğini belirtti. Doç. Dr. Ada, “Kültür politikaları alanında yaptığımız çalışmaları ulusal ve uluslararası ölçekte geliştirerek sürdürmek ve ülkemiz için yeni sayılabilecek kültürel diplomasi alanında akademik çalışmalara katkıda bulunmak üzere bu yeni unvanın eşsiz imkânlar sunacağı kanısındayız” dedi. l Kültür Servisi Rum Yetimhanesi ‘tehlike altında’ Avrupa’nın kültürel mirasının korunması yönünde çaba gösteren Europa Nostra kuruluşu ile Avrupa Yatırım Bankası Enstitüsü, “2018 yılı Tehlike Altındaki 7 Kültür Varlığı” programının listesi için aday gösterilen 12 kültürel miras arasına Büyükada’daki Rum Yetimhanesi’ni de dahil etti. Avrupa’nın tehlike altındaki 7 kültürel miras alanından oluşacak kesin liste 15 Mart’ta açıklanacak. ‘Yapı çökebilir’ Prens Adaları’nın en büyüğü Büyükada’da yer alan Rum Yetimhanesi Avrupa’nın en büyük, dünyanın ise ikinci en büyük ahşap yapısı olarak kabul ediliyor. Yapı, İstanbul’un önemli mimarlarından Alexander Vallauri tarafından 1899 yılında, lüks bir otel ve kumarhane olarak inşa edilmişti. 1900’lerin başında Prens Adaları kentin kozmopolit karakterini yansıtan, İstanbul’daki değişik dini ve etnik kökenden gelen cemaatlerin tercih ettiği yazlık bir mekâna dönüşen yetimhane, o dönemi ve dönemin toplum yapısını yansıtması açısından önemli sayılıyor. 1980’deki yangın ile zarar gören yapının bugün olumsuz hava şartlarına tümüyle açık durumda olduğu ve denize yakın oluşunun durumunu daha da kötüleştirdiği belirtiliyor. Çatısının bazı bölümleri ve köşe dikmeleri düşmüş durumda olan yapının bütünüyle çökme tehlikesi ile karşı karşıya olduğu bildiriliyor. Yapıyı “2018 yılı En Tehlikede 7 Kültürel Miras” programına aday gösteren Europa Nostra Türkiye / Bizim Avrupa Derneği, yapının acil onarım ve bakımının yapılmasını ve bu amaçla, ilgili bütün tarafların kaynak ve çabalarının bir araya getirileceği bir kampanyanın öncelikle yürütülmesini öneriyor. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle