28 Mart 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 4 Eylül 2017 8 dizi EDİTÖR: MÜNEVVER OSKAY/ ELİF TOKBAY TASARIM: İLKNUR FİLİZ Aklımız firar ediyorduCumhuriyet Gazetesi Okur Temsilcisi Güray Öz anlattı: Hapishane bülteni ve mazeret tezkeresi Önceki gün gazetenin birinci sayfasını elbirliği ile bitirdik. Arkamıza yaslanıp ekrandaki sayfaya alıcı gözüyle baktık. Biri “Cezaevi bülteni gibi gazete yapmışız abi” diye mırıldandı... Baktım. Doğru. Birinci sayfada ağırlık cezaevlerinden gelen haberlerde. Sürgün yerine dönüşmüş cezaevleri; neredeyse ölümü bekleyecek ölçüde ağır hasta tutuklu ve mahkumları hâlâ ve ısrarla cezaevinde tutan “infaz hukuku” ve “insaf yoksunları”; yer kalmadığı için bazı hükümlüleri açık cezaevlerine nakletme formülleri; cezaevlerinde büyüyen çocuklar... Evet, arkadaş haklı. Cezaevi bülteni gibi gazete yapmışız. İyi de ne yapsaydık? Genç bir oyuncuyu vuran bir kadının, ekranlara çıkmak için birbiriyle yarışan yeğenlerinin, kardeşlerinin, arkadaşlarının zırvalarını, ayıp sınırındaki sözlerini mi sayfalara taşısaydık? Bu ülkede dokunulmazlıkları alavere dalavere, pazarlık, hesap kitap yapılıp kaldırılmış Selahattin Demirtaş ve onu aşkın HDP milletvekili hapiste. Cep telefonunu Cumhuriyet gazetesi çevresinde açık tutmak gibi vahim bir suç işlemiş Enis Berberoğlu hapiste. Bu ülkede hapisteki gazetecilerin sayısı yakında iki yüze ulaşacak. Bu ülkede akademisyenler hapiste. Bu ülkede telefonunda ByLock programı taşıyan bir uğursuzun şu ya da bu nedenle telefon ettiği kadın ve erkekler hapiste. Bir ara Bank Asya’nın önünden geçmişler hapiste. Kestirme söyleyeyim: Bu ülke, nüfusuna oranla en çok kişinin hapiste olduğu ülkeler liginde açık ara ile şampiyon olmuş. Cumhuriyet, birkaç sayfasını bu konuya ayırmayacak da ne yapacak? Eğer bir gazete adalet arayan yurttaşların sesi olmayacaksa niye yayınlanır ki? Ortada bir kusur varsa “cezaevi bülteni” gibi çıkan Cumhuriyet’te değil, bu ülkeyi dört duvarı olmayan bir hapishaneye ve hapishaneleri cehenneme çevirenlerde aransa gerek. HHH Gelelim yazının başlığındaki mazeret tezkeresine... Şimdi hâlâ isteniyor mu bilmiyorum, benim çocukluğumda okula gelmeyen öğrenci babasından ya da velisinden bir mazeret tezkeresi getirmek zorundaydı. “Oğlum Aydın Engin hasta olduğu için iki gün okula gelememiştir. Bilgilerinize sunarım” diyen ve velinin imzasını taşıyan bir pusulaydı. Şimdi de Cumhuriyet okurlarına kendi mazeret tezkeremi kendi imzamla sunuyorum. Bir yıl kadar önce, 2016’nın 5 Temmuz’unda “Genç arkadaşlara yazıişlerinde destek kontenjanı”nda çağrıldım ve işe koşuldum. Haftada dört Tırmık’ı internetten yollayıp sonra da yan gelip yatma günleri böylece sona erdi. Üstelik Cumhuriyet’te kilit görevler üstlenmiş arkadaşlarım Silivri’de volta atmaya yollandı. O gün bugündür haftalık izin bile yapamadan çalışıyorum (Düzeltme: Çalıştırılıyorum). Sonuç: Altı günlüğüne kendimi kızağa çekiyorum. Altı gün boyunca cep telefonum kapalı olacak. Bilgisayarımın kapağı da öyle... “Oh be, Cumhuriyet nihayet bu herifi kapının önüne koydu” diyecekler sevinmesin, Tırmık okurları “N’oldu, bunun başına bir şey mi geldi” diye kaygılanmasın diye bu mazeret tezkeresini bilgilerinize sunuyorum. Haftaya pazartesi günü siz yine Tırmık okuyabilirsiniz. O saatlerde ben, “içerideki” ve “dışarıdaki” sanık arkadaşlarımla birlikte, Silivri’ye taşınmış 25. Ağır Ceza Mahkemesi’nin karşısında dikiliyor olacağız. Akşamına “içerideki” arkadaşlarımızı da kapıp dönebilirsek sizlere yeni bir mazeret tezkeresi daha sunacağım. “Aydın Engin evden dört Tırmık yazmaktan ibaret ağır görevinin başına dönmüştür. Bilginize sunarım” diyen bir mazeret tezkeresi... her gün dışarıdaydık Güray Öz, tutuklandığında gazetenin ombudsmanıydı. Öz, 12 Mart ve 12 Eylül’ün de hışmına uğrayan kuşaktan. Öz’ün gözüyle Silivri: 12 Mart’ta 1 ay tutuklu kaldım: 12 Mart darbesinde genç bir hukuk öğrencisiydim. Darbeden sonra aranan listelerinde adımı gördüm. Ünlü Sansaryan Hanı’ndaki 1. Şube’de 3 gün, Selimiye Kışlası’nda 5 gün zorunlu “konukluktan” sonra tutuklandım. 1 ay Maltepe Askeri Cezaevi’nde kaldıktan sonra askeri mahkemeye çıkardılar. Arkadaşım Vedat Demircioğlu’nun öldürüldüğü gün, Vilayet önünde yaptığımız bir gösteriye katıldığım için 1 aya mahkum edip bıraktılar. Daha sonra da hakkımda yeni bir dava açtılar. O davada Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Magdelana Rufer gibi edebiyat dünyamızın ünlüleriyle birlikte yargılandım. 1974’te afla dava düştü. 12 Eylül’de arananlar listesindeydim: 12 Eylül’de de sokaklardaki afişlerde oldukça yakışıklı o zamanlar saçlarım dökülmemişti fotoğraflarım vardı. Uzun bir sürgün döneminden sonra 1993’te ülkeme dönebildim. Bu dava çürük: Cumhuriyet davası, önceki davalardan daha çürüktür. O yıllarda askeri mahkemeler en azında daha ciddi olmaya çalışırlardı, özellikle 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün mahkemeleri siyasi davalar konusunda çok deneyimsizdiler. Ama intikamcıydılar. Yurtsever gençlere tahammülleri yoktu. Yargıdan çok infaz etmeye, öldürmeye kurgulanmışlardı. Mahirleri, İbrahim’i, Deniz’leri böyle öldürdüler. 12 Eylül onlarca genci işkencede, sokakta, idam sehpasında yok etti. Şimdikiler ise “biz yaptık oldu” mantığı ile içi boş iddianamelerle iş görmeye çabalıyorlar. Aslında siyaset, savcılara birebir yansımış gibi. Hukuk kurallarına en azından biçim olarak uyma çabası bile kalmamış. Fethullahçılarca da yargılandım: Önceki dönemde yani siyasi iktidarın özel yetkili mahkemesinde Fethulllahçı savcıların talebiyle Fethullahçı hâkimlerce yargılandım. Fethullahiktidar kavgası başladı ve bizim dava sona ermeden özel yetkili mahkemeler ortadan kalktı. Yazıişleri müdürlüğü döneminde de pek çok kez savcı karşısına çıktım. Ne tesadüf son davanın duruşma savcısı da o dönemin basın savcısı idi. Duruşma savcısının da yargıçların da iddianameye sahip çıkmakta zorlandıkları belli oluyordu. İçi tamtakır bir iddianame, sanırım onların da canını sıktı. Devamını hep birlikte göreceğiz; ya siyaset ya hukuk ağır basacak. Avukatlarımızın ve bizim savunmalarımız hukuk literatürüne geçecek, iddianame ise ancak bir utanç belgesi olarak okutulabilir. Tam tecrit: Silivri’de ilk başta bir tecrit hücresinden söz ediliyor. Ama gerçekte tüm koğuşlar tecrit esasına göre yapılmıştır. Dışarı ile ilişki minimum düzeydedir. Hele bizim durumumuzda tam tecrit söz konusuydu. Avukat görüşü kameralı, ailelerle kapalı görüş sınırlı, mektup göndermekalmak yasak, havalandırma çatısı da tel örgülerle kapatıl Hapiste berbere gitmek Sakal, benim açımdan biraz zorunluluktu. Oldum olası berbere gitmeyi sevmem. Belki saçım az olduğundandır. Ama bir süre sonra gitmek istedim. Önder’le Hakan sık sık gittiler, en sonunda berberin de çağrısıyla inadım kırıldı. İyi de oldu, çünkü berber dışarıdaki berberlerin havasını birebir yansıtıyordu; bir an dışarıda bir berberde olduğumu düşündüm. Sohbet de makasın şıkırtısı da aynıydı. Adalet yürüyüşü Tutuklu kolay sevinir, kolay üzülür. En üzücü olaylar, Oğuz’un, Emre’nin, tutuklanması oldu. Beş arkadaşımızın tahliye edilmemesi de çıkanları çok üzdü. Dayanışma haberleri ise bizi çok sevindirdi. Uluslararası Ombudsmanlar Birliği’nin benimle ilgili başvurusuna da çok sevindim; çünkü bu kuruluşun tarihinde böyle bir olay yoktur, ilk kez siyasi bir protesto yaptılar. Kuşkusuz Adalet Yürüyüşü ve Maltepe mitingi büyük olaydı. Deniz’in kelebeği: Torunum Deniz’in çizdiği Kelebek resmini vermediler. Çok sinirlendim. En çok torunlarım Deniz ve Ege’yi özledim. Yanacak elleri Güray Öz, torunu Deniz’in çizdiği kelebek resminin kendisine verilmemesini yazdığı bir şiirle anlattı: “Yanacak elleri Kelebek Geçemedi Tel örgüyü Hoyrat muhafızı Öyle duruyor gökyüzünde Bir kül halinde duruyor Hercai menekşe bir renk halinde Sonunda inecek Yeşilin içine kuşların arasına Okşayacak Deniz’in dedesi Kelebeği Yanacak elleri.” mış tam bir beton bahçe. Belge bırakmak istemiyorlar: Fotoğraf çektirmemize izin vermediler. Fotoğraf, belge demektir. Ceza ve tutukevleri uğraşmazsanız size bu anıları, belgeleri vermezler. Hele olağanüstü haller belgeleri hiç sevmez. Aklımız firardaydı: Akın (Atalay) Almanya’dan kalktı tutuklanacağını bile bile geldi. Biz çıktık o hâlâ içerde. Firar, firaklı bir sözdür. Ama şunu söyleyebilirim, aklımız her gün firar ediyordu, her gün dışarıdaydık biz. Beton bahçenin üstünü de tel örgü ile kapattılar ama oradan uçup yıldızla ra, öteki hayatlara ulaşmamızı engelleyemediler. İddianame itiraftı: İddianameyi okuduk. Yalnız onunla yetinmedik, davayı şişirmek için kurumlar arası yazışmalarla doldurulmuş 30 klasörü de inceledik. Boşluğun, hiçliğin bir anlamı olabileceğini de orada gördük. Boşluk anlamlıdır, itiraftır. İddianame savcının itirafıydı. Sıkıcı mıydı; hayır eğlenceliydi. Savunmalarımızı hazırlarken de bu hiçlik işimizi kolaylaştırdı. Adeta eğlendik. Savcının resmedilecek bir yanı yok. Cumhuriyet için kaygılandık: Gazete için kaygılandığımızı söylemiştim. Dava siyasiydi ve siyasetin gazete ile ilgili ne gibi planları olduğunu bilmek de zordu. Gazeteyi okurken bir ölçüde eleştirel bakış alışkanlığımı yitirdiğimi itiraf etmeliyim. Ben gazeteyi okurken önce işim gereği hataları yanlışları görürüm, ama Silivri’de öyle yapamadım. Gazetenin çıkıyor olması, savaşın sürdüğünü, hiç kimsenin teslim olmadığını gösteriyordu. Bizi tutuklayanlarla uzlaşan arkadaşlar: Yalnızca bazı arkadaşların bizi hapse tıktıranlarla ilişki kurarak uzlaşma yolunu aramaları can sıkıcıydı. Çok canım sıkıldı. Kendimi bu arkadaşlarla vedalaşırken buldum. Biliyorsun şairim ben. Bu olayla ilgili bir şiir yazdım ve çok zor, çok canım sıkılarak yazdım. Yazı yazmayı özledim: Yazı yazmayı özledim. Yazmak denilince yayımlanmıyorsa yazı yazı sayılır mı bilmiyorum. Bizim koğuş kitap konusunda çok mücadele etti. Öteki koğuşlardaki arkadaşlar da epeyce uğraştılar. Tutukevinin pek cılız kitaplığı özellik le Turhan sayesinde sanırım zenginleşti. Ama ilk başlarda 23 ay kadar kitapsız kaldık, sonra o sınırlı kitaplıktan bir iki kitap alabildik. Hakan’ın her nasılsa çantasında kalmış “6. Yok Oluş” adlı kitabı üçümüz de en az ikişer kez okuduk. Daha sonra ise savaşımız, avukatlarımız ve milletvekili arkadaşlarımızın da desteği ile sonuç verdi. Eşlerimiz istediğimiz kitapları getirebildiler. Özellikle Lucretius’un eşsiz şiiri “Evren’in Yapısı” beni sonsuz mutlu etti. Kitabı sahaflarda bulan, fotokopisini çeken Hüseyin kardeşime ve daha sonra kitabı gönderen yayınevine müteşekkirim. Çok kitap okuduk, evet, her kitap bize özgürlük getirdi. Hapiste eyleme saygılıyım ama: Ölüm oruçlarını doğru bulmam. Ama yalnız kendileri için değil, hakları, işleri ellerinden alınan binlerce kişi için, akademisyenler için inatçı bir açlık grevine, ölüm orucuna yatanlar en büyük saygıyı hak ediyor. Bizim açımızdan en büyük eylem duruşmaya hazırlanmaktı. İddianameyi lime lime etmeyi başardığımızı düşünüyorum. Akın’a, Murat’a, Kadri’ye, Ahmet’e, Emre’ye: İlk gün söylediğimiz sözü yinelerim: “Bizi kimse tutamaz.” Önünde sonunda özgürlük bizimdir, mücadele hep kazanır. Umutlu bir inatla yürümeli insan, yılgınlık öldürür. Öfkem korkarım yazıma yansıyacak: Sevdiklerimden arkadaşlarımdan işimden uzak kaldım. Yazı yazma hakkım elimden alındı. Öfkelendim, bu öfke yazılarıma korkarım yansıyacak, nesnellikten uzaklaşmak istemem. l ANKARA Kadri Gürsel: Türkiye adaletsiz yaşayamaz CHP Çanakkale Milletvekili Muharrem Erkek, Silivri Cezaevi’nde Cumhuriyet yöneticilerini ziyaret etti. Yayın danışmanımız Kadri Gürsel, CHP’li Erkek aracılığı ile, “Türkiye adaletsiz yaşayamaz. 11 Eylül’deki Cumhuriyet davası duruşmasından çıkacak olan sonuç, adalet açığını daha da büyütmemeli ve yaralı vicdanları bir nebze olsun teskin edici bir şekilde tecelli etmelidir” mesajını verdi. CHP milletvekili Erkek, dün, Silivri Cezaevi’nde tutulan arkadaşlarımız Akın Atalay, Murat CHP’li Erkek, Silivri’deki arkadaşlarımızı ziyaret etti. Kadri Gürsel ‘11 Eylül duruşmasından çıkacak sonuç, adalet açığını daha da büyütmemeli’ dedi Sabuncu, Kadri Gürsel, Ahmet Şık ve Emre İper’i ziyaret etti. Yayın danışmanımız Kadri Gürsel, şu mesajı verdi: Adalette çöküş “Türkiye’nin en büyük sorununun adalette çöküş olduğunda çok geniş bir toplum kesimi hemfikir. Mesleki faaliyetlerinden dolayı gazetecilerin terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardımcı olmakla suçlanarak hapse atılıp aylar boyunca demir parmaklıklar ardında tutulmalarının da toplum vicdanında derin bir yara açtığı inkâr edilemez. Türkiye adaletsiz yaşayamaz. Dolayısıyla 11 Eylül’deki Cumhuriyet davası duruşmasında çıkacak olan sonuç adalet açığını daha da büyütmemeli ve yaralı vicdanları bir nebze olsun teskin edici bir şekilde tecelli etmelidir. Bunu, sadece ve sadece mesleki faaliyetlerinden ötürü suçlanarak hapsedilmiş bir gazeteci olarak söylüyorum.” Erkek ise ziyaret sırasında ga zetecilerle ayrı ayrı bayramlaştıklarını, Cumhuriyetçilerin “iyi olduğunu” aktardı. Erkek, ziyaretin ardından, şu değerlendirmeyi yaptı: “11 Eylül’de haksız tutuklamaların son bulacağını düşünüyorum. Basın özgür ise toplum özgürdür. Gazetecilik suç değildir. 11 Eylül’de umarım özgürlüklerine kavuşurlar. Çünkü aileleri ile birlikte giderilmesi çok zor mağduriyetler yaşıyorlar. Bir hukukçu olarak, suçsuz bir insanın cezaevinde bulunmasının, ağır ve adaletsiz bir durum olduğunu biliyorum. Suçsuz bir insanın cezaevinde olması kadar ağır ve adaletsiz bir durum yoktur. Onlar gazeteci. 11 Eylül’de umarım adaletsizlik, haksızlık daha da büyümez, mağduriyetler giderilmesi imkânsız boyutlara ulaşmaz, vicdanlardaki yara bir nebze de olsa giderilmiş olur.” lANKARA / Cumhuriyet C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle