24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cuma 28 Temmuz 2017 haber 10 EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: BAHADIR AKTAŞ Haberlerim, iddialara karşı savunmamdır 271 gündür özgürlüğünden yoksun... ADLİYEDEN İZLENİM Bugünün ‘esası’ savunmada Duruşmanın ilk günü içeri önce sanıkların yakınları, yerli ve yabancı gazeteciler ve avukatlar alınmış, tutuklular sonradan getirilmişti. Salona tek tek girmeleriyle büyük bir alkış koptu. Bu alkışta araya giren dokuz ayın biriktirdiği hasret, öfke ve yeniden görmenin heyecanı vardı. Bir gurur vardı ayrıca; onların yakınları, dostları, meslektaşları, okur ları olmaktan duyulan gurur. Eller sallandı, gözler doldu. İkinci günden sonra koca Adalet Sarayı’nın en büyüğü olmasına rağmen 200 PÖınğaürnç kişiyi dahi sığdıramayan salona ayakta izleyici alınmaması kararının ve her de fasında tutukluların herkesten önce içeri yerleştirilmesinin, o ilk sahnenin görkemine bir daha mahal vermemek olduğunu düşündü çok kişi. Demek bu tekrarlanmamalıydı. Günler içinde mahkeme heyetinden sanıklara yöneltilen kimi sorular, hukuki dayanaksızlıkları, kasıt içeren yönlendi ricilikleri, hatta düpedüz saçmalıklarıyla salondakilerin gayriihtiyari homurtula rına neden oluyordu. Herkes duruşma kurallarını biliyor, bazı hareketlerin salonun boşaltılmasıyla sonuçlanabi leceği ihtimalini akılda tutarak kendine mukayyet olmaya çalışıyordu. Bazıları ancak “Sana ne?” cevabını hak eden kimi sorulara rağmen refleksle gelişen tepki, yine de iç geçirmeleri, küçük söy lenmeleri aşmadı. Bunun istisnası Ahmet Şık’ın yaptığı tarihi savunma, aslında “itham” ko nuşmasının sonrasında yaşandı. Şık, savcının “Bize ders vermeye kalkmayın. Seminer dinlemek istemiyoruz” uyarı sına, mahkeme başkanının “Bize köşe yazısı yazmayın” müdahalesine rağmen Cemaat’in kamu kurumlarında örgütleniş mekanizmasını, AKP’nin buradaki dahlini, cezaevi koşullarında sadece zihin internetine dayanarak yapmış, 15 Temmuz darbe girişiminin karanlıkta bı rakılmak istenen noktalarını tarihe kay detmişti. Güç ve cesaret veren konuşması bittiğinde çok kişi kendine engel olamayarak alkışladı. Mahkeme başkanı tüm günlerin en sert cümlesini kurdu bağırarak: “Bu ne? Burası gösteri yeri değil!” Çünkü sahne çok görkemliydi. Başkanın küçük gördüğü manada değil ama hakiki tanımıyla bu bir gösteriydi. Bugünler geçtiğinde kerteriz niyetine geriye kalacaklardan biri Cumhuriyet savunmaları olacak. Bir araya getirildi ğinde gazeteciliğin kaidesi olan ilkeler, hukukun unutturulmak istenen nosyon ları, talebi lüks haline getirilen insan hak ve özgürlükleri, politik ahlakın tasviri var bu savunmalarda. Yakın dönemin siyasi tarihini bu iddianame tek başına anlata maya yetecek. Mahkeme heyeti, bilhassa Bülent Utku’nun ve Ahmet Şık’ın savunmalarını “esasa ilişkin olmamakla” itham etmişti. Hukuk dilinde “esasın” bir tanımı ve gerekleri var. Sana yönelttiğimiz suçlamalara cevap ver diyorlardı muhtemelen içlerinden, onlarsa “suçun” nasıl imal edildiğini tarif ediyorlardı. Cumhuriyet savunmaları bir araya gel diğinde bugünlerin “esasına” dair hakiki bilgi kalacak geri. Bugün verilecek ka rar, gözaltı gerekçesi dahi olamayacak nedenlerle dokuz aydır süren tutukluluk larını ortadan kaldırmaya yetmeyecek belki, yetmeli oysa, ama bu görkemli gösterinin kaydıyla tarih oluşacak. Gazetemiz yazarlarından Hikmet Çetinkaya savunmasında, 1966 yılında Cumhuriyet gazetesin de çalışmaya başladığını belirterek, “51 yıldır Cumhuriyet gazetesindeyim. Laik, demokratik, hukuk devleti ilkele rinden asla vazgeçmem” dedi. Hayatın her ala nında haber yazdığını, röportaj yaptığını anla tan Çetinkaya, ilk önem li haberlerinden birinin ALİCAN ULUDAĞ Fethullah Gülen ile ilgili olduğunu belirterek şöy le devam etti: “Bornova’da başlayan örgütlenmesini ve va iz olarak İzmir Kesta nepazarı Camii’ne atan masını, Akevler Yapı CANAN COŞKUN Kooperatifi’nde, Yaman Koleji’nde, Maltepe As keri Lisesi, Işıklar ve Kuleli Liseleri’nde sah te sağlık raporları ile ör gütlendiklerine kimseyi inandıramadık, inanmak SİNAN TARTANOĞLU istemediler. Bütün siyasal iktidarlar cemaatin ne kadar masum olduğu nu ve benim ne kadar haksızlık yaptı ğımı sürekli söylediler. Hakkımda ‘Ho caefendiye’ karşı yazdıklarımdan ceza davaları açtılar.” Poliste, yargıda, eğitimde örgüt lenmelerini haberleştirdiği yıllarda Türkiye’nin Fethullah Gülen’i tanıma dığını ifade eden Çetinkaya, “Gülen, 12 Mart döneminde ünlü TCK 163. madde sine muhalefetten laik, demokratik, hu kuk devletini ortadan kaldırarak İslam devleti kurma suçundan İzmir sıkıyö netim askeri mahkemesinde yargılan dı. Mahkum oldu, afla kurtuldu, unut tular” dedi. Birçok ceza davasında sanık olarak yargılandığına dikkat çeken Çetinkaya, şunları anlattı: “Gülen sürekli hakkım da şikâyet dilekçeleri verdi, tazminat davaları açtı. Ama Cumhuriyet gazetesi olarak yılmadan yazdık. Türkiye Cum huriyeti için ne kadar büyük bir tehli ke olduğunu yıllarca anlattık. Devlet ten 15 Temmuz 2016’ya kadar emekli maaşı alan bu imamın gerçek yüzünü FETÖ’nün gerçek yüzüne ilişkin binlerce haber ve yazı kaleme alan Hikmet Çetinkaya, açılan davalara karşın FETÖ’yü anlatmaya yılmadan devam ettiğini ancak kimseyi inandıramadığını söyledi ortaya çıkardık. Altın nesil adı altında Amerika’da örgütlenmesini yazdığımızda kimse olup bitenleri görmedi. Yurtdışında açılan okulların açılışına davet edilen gazetecilerden olmadık. Gülen’e methiyeler düzen gazetecilerden değildik. Yıllarca peşimizden koştular, aldırmadık. Ama gerçek yüzlerini açığa çıkardık, gazetecilik yaptık. Yazılarımıza haberlerimize itibar etmeyenler tarafından sürekli tehdit edilik.” Ben yazdım, yargılandım İddianamede FETÖ’ye yakın bir vakfı ziyaret ettiği gerekçesiyle suçlandığını anımsatan Çetinkaya, “Onların vakfı davet etti, gittim. Bu tek ziyaret suç sayılıyor. Ben Gülen’in terör örgütü olmadığını hiçbir yerde söylemedim, yazmadım. Savcılar merak ediyorlarsa yazdığım haberler ve köşe yazıları, DGM savcılarının Gülen iddianamesinde alıntı olarak yer aldı. Bulup okuyabilirler. İleri sürdüğüm görüşlerim nedeniyle Gülen örgüt kurmak ve yönetmekten yargılandı. Şimdi geçmişi unutmuş savcıların iddianamesiyle FETÖ’ye yardım ve yataklıktan yargılanıyorum” Çetinkaya, savunmasını “Yazdıkla rım, haberlerim, iddianameye karşı savunmam ve sorgumdur. Yaşamın olağan akışına aykırı böyle bir iddianameyi kendim, yazılarım, yaptıklarım ve gazeteciliğim adına reddediyorum. Mahkemenizden beraat kararı verilmesini talep ederim” dedi. Adliye onların elindeydi Mahkemenin kıdemli üyesi Halit İçdemir, Çetinkaya’nın “Dünya değişiyor FETÖ hakkında ne yazdıysam yazdım, adam 1998’den beri yurtdışında yaşıyor” dediğini anımsatarak, “Tamam yurtdışında yaşıyor da Türkiye’den gerçekten gitmiş midir?” diye sordu. Bu soruya itiraz eden avukat Fikret İlkiz, “1989’dan sonra Gülen’in gittiği belli. Sorduğunuz soru herkes tarafından bilinen bir şeydir. Sanığın buna yanıt vermesi kast unsuru açısından bir sonuç çıkarmaz. Orada yaşadığını devlet biliyor biz de biliyoruz” açıklamasını yaptı. Bunun üzerine üye hakim İçdemir, “Cevap verip vermeye bilir. Zaman gazetesinde yazısı yayımlanmış. Siz kabul etmemişsiniz” dedi. Çetinkaya, bunu kabul etmediğini, böyle bir demecinin olmadığını söyledi. Çetinkaya, hâkim İçdemir’in “Tekzip geldi mi yazınıza?” sorusuna, “Yazı dizisi çıkmış, sonun ne olacağı belli değil. Bir dava ile tedbiren durduruldu. Yıllar sonra onu kitap haline getirdim. Adliye onların elindeydi. Türk Silahlı Kuvvetleri onların elindeydi. Nasıl tekzip edeyim” diye yanıt verdi. Kara propaganda Söz alan Avukat Bahri Belen ise Çetinkaya’ya “İddianameye göre son 3 yıldır gazetenin yayın politikası vakfın ele geçmesinden sonra değişti. Siz Nadir Nadi, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Arcayürek’le çalışan bir gazeteci olarak gazetede böyle bir değişikliği izlediniz mi?” sorusunu yöneltti. Çetinkaya ise “Cumhuriyet gazetesinde böyle bir şey izlemedim çünkü Cumhuriyet’in bir anayasası vardır, vakıf senedi. ‘Cumhuriyet gazetesi Atatürkçü çizgiden, laiklikten ayrıldı’ diyorlar. Bunlar kara propagandadır, aslı astarı yoktur” yanıtını verdi. Hikmet Çetinkaya Hukuk adına utanç vericiAYDIN ENGİN’DEN İDDİANAMEYE TEPKİ: Gazetemiz yazarlarından Aydın Engin savunmasında, “Böyle bir iddianame ile benim ve arkadaşlarımın sanık iskemlesine oturtulmuş olmamız bana hukuk adına utanç, ülkem adına acı veriyor” dedi. Cumhuriyet operasyonunun yapıldığı 31 Ekim 2016’da gözaltına alınan ve yurtdışı çıkış yasağı ile serbest bırakılan yazarımız Aydın Engin, savunmasında şunları söyledi: “Şu anda üçü tutuklular arasında, ötekiler savunma sıralarında yer alan müdafiiler benim kadim avukatlarımdır, yakın arkadaşlarımdır. Onların mesleki yeteneklerine, hukuk ve demokrasi kültürlerine güvenim tamdır. O yüzden iddianameyi bir de ben ele alıp üstünde konuşmaya, sizleri de yormaya hiç niyetim yok. Başlıkları okumuş İddianameye suç kanıtı gibi yerleşti rilmiş ve yasal süre içinde basın savcı lığınca herhangi bir soruşturmaya ko nu edilmemiş dokuz makalemle ilgili herhangi bir açıklama yapmayı da an lamsız buluyorum. O yazılar zaten be nim ek cümleler kurmama gerek bı rakmayacak bir açıklıkla iddianame ye cevap veriyorlar. Soruşturma savcı sının yazıların başlıklarına bakıp ama içeriğini bile okuma zahmetine girme den iddianameye yerleştirdiğini dü şünüyorum. Aksi tak dirde ‘Savcı yazıları okumuş ama anla yamamış’ demek zorunda kalırım ki hukuk eğiti mi görmüş bir savcının bu du ruma düşeceği ni düşünmek bile istemem. Bu ko nuda ben bir karar vermeyeceğim. Se çimi soruşturma savcısına bı rakıyorum. Ancak tu tanağa Aydın Engin geçme si için tek bir cümleme izin vermenizi diliyorum: Böyle bir iddianame ile benim ve arkadaşlarımın sanık iskemlesine oturtulmuş olmamız bana hukuk adına utanç, ülkem adına acı veriyor. Söyleyeceklerim bundan ibarettir.” Bu meslek böyle yapılır Savunmasının ardından mahkeme başkanı Abdurrahman Orkun Dağ, Engin’e, iddianamedeki ByLock kullanıcısı kişilerle iletişim kaydının bulunduğu iddiasını sordu. Engin, şöyle yanıt verdi: “Ben ancak böyle mesleğimi yaparım. Harun Tokak, cemaatin yani FETÖ’nün önde gelenlerinden biridir. Eğer Harun Tokak ve benzerleri ile ilişki kurmaz, konuşmazsanız bu meslekte cemaat nedir sorularına cevap veremezsiniz. Ayrıca savcı görevini tam yapmamış. Cemaatinin vitrininde yer alan birçok kişiyle görüştüm, mesleğimi yaptım.” Tüydüklerini yazdım Üç Abant toplantısını takip ettiğini belirten Engin, şunları söyledi: “Savcı eksik bırakmış. ‘Orada Cemil Çiçek de vardı, açılış konuşması yaptı’ demeyeceğim. Bana ne, gelsinler. Devletin derinlerine girmiş bir örgütün ne olduğunu anlamak için konuşmak zorundasınız. Bakire gazeteci olmaz. Son Abant toplantısına gittiğimde cemaat vitrinindekilerini artık orada olmadıkları nı, amiyane tabirle tüydüklerini yazdım. Ocak ayındayken vitrindekilerin tüydüğü bir işarettir. 15 Temmuz’a hiç şaşırmadım. Çünkü bir şeyler hazırlıyorlardı. İlhan Selçuk’un önerisiyle mesela Gülen okullarını ziyaret ettim Uganda ve Moskova’da. Cemaatin sızmak istediği topluma nasıl sızabileceğini orada gözlerimle gördüm. Babası alkolik, annesi hayat kadını olan Slav çocuğuna İstiklal Marşını ezberletmekle övünen savcı bunları bulamamış.” Cemaat rekabeti Başkan Dağ’ın “Sizde 007 Bond ruhu izliyorum” demesi üzerine Engin, şu ifadeleri kullandı: “Savcıdan daha çok insan tanırım, gazeteciyim. Ben sadece cemaatle de yetinmedim. İnsanların ihtiyacı olan bilgileri toplamak benim amacım. Eğer bir terör örgütü ile Abant toplantılarına gittiğim için bağlantı kuruluyorsa eksik kalmış. Aczmendilerle ilk röportajı ben yayımladım, ödül de aldım, onların tekkesinde onlarla konuştum. Cemaatten bir Asliye Ceza yargıcı da bu suçu işlediğim için ceza verdi bana. Aralarındaki rekabetin kurbanı ben oldum. Ama ne yaptıklarını benden öğrendi cemaat. Bitmedi, Batman’da 203 yargısız infazın, enseden tek kurşunun sahibi olan Hizbullah’la onlara ait gizli bir evde röportaj yaptım. Ondan da ödül aldım. HDP kongresini, MHP ku rultayını, CHP kongrelerini izledim. Daha da ileri gideyim. Afganistan’ta Birleşmiş Milletler’in terör şefi olarak belirlediği Hikmetyar ile de konuştum. Amerikalı subayların mücahitlere yakın dövüş öğrettiğini fotoğrafladım. Hamas şefleri ile de görüştüm. Gazetecilik mesleği ile teröristliği birbirinden ayıralım.” Cemaatin başı karşınızda Başkan Dağ, “Cihanda sulh peki yurtta ne” yazısını anımsatarak, “15 Temmuz’u önceden gördünüz mü” sorusunu sorması üzerine Engin, şunları söyledi: “Kandırıldım mazeretinin arkasına gizlenmedim. Bir silahlı girişime başvuracaklarını 14 Temmuz’da sorsaydınız, ‘Hayır, silahlı darbeler dönemi kapandı’ derdim. Bu nedenle hayır öngörmedim. ‘Çok sert YAŞ toplantısı olacak, ordudaki cemaate yakın kişiler ayıklanacak. Radikal ayıklama olacak’ derdim. Ama bunun bir darbeye yol açıp açmayacağını sezemedim. Savcının çok sevdiği yazının başlığı Atatürk’ün sözüdür. Bu sözü rehber kabul etmesi alkışlanması gereken bir şeydir. AKP’nin ikinci dönemine kadar ‘cihanda sulh’ sağlanmış, kimseye savaş açılmamıştır. Ama ‘yurtta sulh’ aynı şey değil. 1984 yılında hayatımıza giren Kürt sorununu keşke 2000’lerde çözebilseydik. ‘Kürt sorununu silahla çözemezsiniz’ demekten kalemim bitti. ‘İspanya’nın silahla çözemediğini siz çözemezsiniz’ dememize rağmen bizimkiler ‘silahla çözeceğiz’ dediler. Yazdığım yazı bununla ilgilidir. Darbeyle ilgili değildir. Yurtta sulh yara alıyor, bunu önlemek gerekir. Bu mantıkla gidersek cemaatin başı Pensilvanya’da değil karşınızda duruyor, çünkü sinyal vermişim ‘haydi’ diye.” Cumhuriyet’te yoktur Başkan Dağ’ın “Buradan çıkarılacak yaşamsal ders, kendinize o kadar güveniyorsunuz ki FETÖ her yerde var diyorsunuz” demesi üzerine, “Bir yerde yoktur: Cumhuriyet’te” dedi. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle