03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Perşembe 13 Temmuz 2017 10 haber EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: ZARİFE SELÇUK İtiraf gibi tutanak İktidar açlığından tıka basa tıkınmaya... Siyasal İslam terminolojide yaygın kullanılan bir terim. Onu “dini siyasete alet etmek” olarak tanımlayamayız. Bu siyasal İslam diye adlandırılan hareket(ler) i fazlaca yüzeysel kavramak, fazla yalınkatlaştırmak olur. Siyasal İslam, dini (İslamı) referans olarak kabul eden, siyasal iktidarı ele geçirmek için örgütlenen, iktidarı ele geçirebilirse devleti tüm kurumlarıyla İslami esaslar, ilkeler, dogmalar üstüne inşa etmeyi öngören siyasal hareketlere deniliyor. En bilinen örneği “Müslüman kardeşler” diye de anılan Mısır’daki İhvan hareketi. Türkiye’de siyasal İslam, çok uzun süre, bırakınız iktidarı ele geçirmeyi, toplumsal alanda varlığını korumakta bile zorlanan bir “iktidar açlığı” dönemi yaşadı. Sadece Cumhuriyet döneminden söz etmiyorum. Osmanlı’nın son döneminde de siyasal İslam iktidar yarışını kaybetti, yüzü batıya dönük siyasal güçler karşısında yenik düştü. Cumhuriyetle birlikte varlığını bile koruyamayacak ölçüde bastırıldı. Cumhuriyetin en temel ilkeleri arasında “Laiklik”in başat bir ilke olarak kavranması bunda belirleyici oldu. Halk kitlelerinden laiklik yönünde bu yönde bir talep gelmediği belli. Ancak aynı halk kitlelerinde buna karşı güçlü bir dirence de rastlanmadı. Varlığını güçlü tarikatlarda, siyasal terminolojide “illegal” terimi ile nitelenecek yöntemlerle sürdürmeye çalıştı. Burada Nakşibendi tarikatı ile kendini tarikat olarak tanımlamayan Nurculuk hareketi başı çekiyorlardı. Siyasal İslam, çekildiği karanlık dehlizlerden gün ışığına Nakşibendi tarikatı mensubu Necmettin Erbakan önderliğinde 1970’in başında kurulan Milli Nizam Partisi ile çıktı. Gerçi bu parti uzun ömürlü olamadı, bir yıl sonra Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Ancak anlaşılan maya tutmuş; toplumsal taban yeterince olgunlaşmıştı. Selamet Partisi, Saadet Partisi gibi farklı adlarla, kapatılarak, yeniden açılarak, seçimlerde koalisyon ortağı olacak ölçüde milletvekili çıkarmayı başararak varlığını 2001 ilkbaharına kadar sürdürdü. Ancak 2001 yazında Türkiye’de siyasal İslam nitel bir dönüşüm ve sıçrama yaşadı. Adalet ve Kalkınma Partisi kuruldu. Bir yıl sonraki genel seçimlerde ise tek başına iktidar olabilecek bir seçim zaferi elde etti. İlk altı, hatta sekiz yılı iktidarını pekiştirebilecek, devletin kilit kurumlarını kendi zihniyeti doğrultusunda düzenleyecek manevralarla geçti. Geleneksel olarak siyasal İslamın karşı cephesinde yer alan ordu ve laik eğitim sistemi bu manevraların ilk hedefleriydi. 2010’dan bugüne ise devletin dizginlerini tümüyle ele geçirdi. Bugün iktidarının 15. yılını yaşıyor ve olası bir seçimde iktidarı kıl payı da olsa kazanabilecek kadar büyük seçmen tabanına sahip. Şimdi artık siyasal İslam ideolojisinin içerdiği hedefler doğrultusunda devleti ve toplumu yeniden inşa etmek için önünde aşamayacağı engel kalmadığı kanısında, inancında, özgüveninde. Burada, Cumhuriyet Türkiye’sinin “muasır medeniyetler seviyesine çıkmak” olarak tanımladığı hedefin siyasal İslam tarafından yorumlanışının, algılanışının önemi var. Siyasal İslama göre laiklik ilkesiyle beslenen, desteklenen bu hedef aslında İslamdan uzaklaşma, Hıristiyan Batı’nın değerlerini Türkiye toplumuna devlet zoruyla benimsetmektir. (Erdoğan’ın sık sık “Toplum mühendisliği yaptılar” suçlamasını hatırlayın). Oysa asıl şimdi siyasal İslam çok ciddi, çok kararlı ve çok tehlikeli bir “toplum mühendisliği”ne girişti. Yüz yıldan çok sürmüş, 1826’da ordunun Batı modeliyle yeniden örgütlenmesini başlangıç sayarsak 190 yıldır süren bir iktidar açlığı şimdi tıka basa tıkınarak giderilmekte. Hukukun yok edildiği, çağdaş devletin olmazsa olmazı kuvvetler ayrılığının kelimenin tam anlamıyla iğdiş edildiği, parlamentonun göstermelik bir kuruma dönüştürüldüğü bir dönemdeyiz. Özetle: Siyasal İslam çağdaş devletten, ille de laisizmden ve çağdaş değerlerden intikam için atağa kalktı. Tayyip Erdoğan siyasal İslamın etkili bir figürü. Ama o kadar... Başkanlığa açılan anayasa değişikliği referandumu “Erdoğan’a hayır” ekseninde yürümüştü. Ama mücadele artık “Siyasal İslama hayır” eksenine oturmak zorunda... Büyükada’da insan hakları savunucularının toplantısına yapılan baskında tutulan polis ya kalama ve el koyma tutanağı, soruşturmaya ilişkin yeni soru işaretlerine yol açtı. Soruşturmanın terör suçlarına bakmakla görevli İstan bul Başsavcılığı Anaya sal Suçlar Bürosu’na ha ber verilmeden doğrudan Adalar Başsavcılığı’nca KEMAL GÖKTAŞ açıldığını ortaya çıkaran tutanakta, ‘delil kaybı yaşanmaması için toplantıya baskın yapıldığı’ belirtil di. Oysa polisin toplantı halinde olan hak savunucuları ile ilgili delil topla mak ve izlemek yerine doğrudan bas kın yapması, toplantıda konuşulanla rın kayda alınmasını engellemiş oldu. Polis: Baskın niteliğinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Bü yükada baskını ile ilgili olarak eldeki bilgilerin polis tutanaklarından ibaret olduğunu belirtmiş ve yargının kararı nı beklediklerini ifade etmişti. Üzerin de kısıtlılık kararı bulunan soruşturma dosyasında yer alan polisin yakala ma ve el koyma tutanağında ise Adalar Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 5 Temmuz 2017 tarihli yazısında Ascot Otel’de te rör örgütüne üye olma soruşturması kapsamında otel toplantı odası ve otele bağlı oda ve müştemilatlarda arama ya pılması ve elde edilecek suç unsurları na el konulmasının istenildiği belirtil di. Tutanakta şöyle denildi: “Personelce görevin önemi göz önüne alınarak savcılık müzekkeresin de belirtilen hususların doğruluğu göz önüne alınarak herhangi bir delil kaybı yaşanmaması adına bahse konu otele baskın niteliğinde gidilerek otelin giri şinin üst katında bulunan toplantı oda sının önüne gidilmiş, şahısların toplantı halinde olduğu görülmüş, şahıs ların toplantı odasında oval şekilde oturdukları görülmüş, şahıslara yük sek sesle polis diye seslendikten son ra polis tanıtma kartlarımız gösteril miş ve şahıslara Adalar Cumhuriyet Başsavcılığı kararımız olduğu açıkça söylenmiş ve karar numarası yüzle rine karşı okunmuş, toplantı odasın da aşağıda açık kimlik bilgileri yazılı olan 12 şahsın kontrolü sağlanmış ve şahısların kimlik tespiti ve üst arama işlemine geçilmiş(tir).” Haklar umursanmadı Tutanağa göre Büyükada soruştur ması Adalar Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatıldı. Bunun bir ‘ihbar’ üzerine yapıldığı söyleniyor. Soruştur manın, ihbar veya istihbarat bilgisi te rör suçlarını soruşturmakla görevli İs tanbul Başsavcılığı Anayasal Suçlar So ruşturma Bürosu’na bildirilmeden doğ rudan Adalar Başsavcılığı tarafından yürütülmesi soru işaretlerine yol açtı. Kaçan, mekân değiştirme ihtimali olan bir grup değil, bir otelde toplantı halin deki insanlar söz konusuydu. Dolayı sıyla bu durum polis için delil toplama avantajı yaratıyordu. Ayrıca gözaltı iş lemi yapılmadan ihbarın içeriğine iliş kin bir inceleme yapılması soruşturma yı daha az tartışmalı hale getirecekti. Teknik takip yapılmadı Buna rağmen Adalar Başsavcılığı ve polis, oldukça aceleci davrandı. Polisin yakalama ve el koyma tutanağında bu duruma ilişkin “görevin önemi” gerekçesi ileri sürüldü. Oysa bu kadar Büyükada baskınında tutulan polis tutanağı, suçlanan insan hakları savunucuları hakkında delil toplanmadığını, baskın yapılarak şüpheliler hakkında şaibe yaratıldığını ortaya koydu 5 Temmuz günü Büyükada’da gözaltına alınan insan hakları savunucuları, 7 Temmuz’da terörle mücadele şube müdürlüğüne sevk edildi. İdil Eser: Adalet herkese gerekir Büyükada’da gözaltına alınan insan hakları savunucularından biri olan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Direktörü İdil Eser, avukatı aracılığıyla mesaj iletti. Eser mesajında “Mağdurun kimliğinden bağımsız olarak insan haklarını savunmak dışında bir suçum olmadı. İnsan hakları, hukuk ve adalet herkese bir gün gerekir. Aziz Nesin’in bile aklına gelmeyecek absürdlükte bir hukuksuzluğun, kâbusun içine düştüm ama insan haklarının / doğrunun yanında olmanın huzuru içindeyim. Bu sürrealist tablonun bir linç atmosferine dönüşmeden önce, gerçeğin üzerindeki bulutun kalkacağına, hukukun ve adaletin tecelli edeceğine inanmak istiyorum” dedi. “önemli bir görev” söz konusu idiyse soruşturma işlemlerinden İstanbul Başsavcılığı’nın haberdar edilmesi ve gözaltı işleminden önce delil toplama için harekete geçilmesi gerekirdi. Polis oteli gözlem altına alıp “giren çıkanları” tespit etse ve toplantıyı dinleseydi toplantıda neler konuşulduğunu kaydedebilecekti. ‘Gizli bölüm’ çöktü Tutanak, toplantının AKP milletvekili Orhan Deligöz’ün iddia ettiği gibi otelin gizli bir bölümünde yapıldığı iddiasını da çökertti. Tutanağa göre toplantı odası otelin girişinin üst katındaydı. Yine tutanağa göre polis toplantı odasının önüne gittiğinde katılımcıların “oval şekilde oturduklarını” görmüştü. Yani “kaos planı” yapıldı ğı iddia edilen toplantı kapısı açık bir mekânda yapılıyordu. Delil güvenliği tehlikede Yine tutanaklara göre katılımcıların cep telefonu, bilgisayar ve diğer elektronik aletlerine el konuldu. Bu aletlerin imajları yani içeriklerinin kopyası alınmadan yapılan bu işlem “delil güvenliğini” de tehlikeye soktu. Oysa “önemli bir görev”de polisin usul kurallarına uyması soruşturmanın selameti açısından büyük önem taşıyordu. Meçhul terör örgütü Tutanakta dikkat çeken bir ayrıntı ise soruşturmanın “terör örgütü üyeliği” suçundan yürütüldüğünün belirtilmesine rağmen herhangi bir terör örgütü ismine yer verilmedi. l ANKARA Dünyadan ‘bırakın’ çağrısı İnsan hakları savunucularının gözaltı sürelerinin uzatılmasının ardından, beş kıtadan 41 hak örgütü ve hak savunucusu, serbest bırakılmaları talebiyle açıklama yayınladı. Plaza de Mayo Anneleri, Avrupa Gazeteciler Federasyonu, PEN Amerika, PEN İngiltere, PEN Norveç’in de aralarında bulunduğu 41 imzalı açıklamada, Türkiye Hükümetine, İçişleri Bakanlığı’na ve Adalet Bakanlığı’na çağrı yapıldı. Çağrı metninde şu ifadeler yer aldı: “Gözaltında tutulan kişiler, gerek Türkiye’de gerek başka ülkelerde iyi bilinen sivil toplum örgütlerinin üyeleri ve önde gelen insan hakları savunucularıdır. Gözaltına alınmaları, ifade ve örgütlenme özgürlüğü haklarının ihlalidir. Ayrıca şurası son derece açıktır ki, bu olay BM İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesi’yle koruma altına alınan hakları çiğneniyor. Bu hakların derhal iadesi ve meslektaşlarımızın daha fazla erteleme olmaksızın serbest bırakılması için çağrıda bulunuyoruz” denildi. l İSTANBUL / Cumhuriyet 24 Temmuz yalanı çöktü Yandaş basında, kısıtlılık kararına rağmen soruşturmanın içeriğine ilişkin manipülatif haberler devam etti. Türkiye gazetesinde, istihbarat birimlerinin Büyükada’daki toplantıyı hazırlık aşamasından itibaren izlemeye başladığı iddia edildi. Oysa polis tutanağında soruşturmanın “baskın” şekilde yapıldığı belirtildi. Ayrıca aynı haberde, hak savunucularının telefonlarında “24 Temmuz Birlikte Özgürüz” isimli Whatsapp grubuna üye oldukları, böylece toplantıda 24 Temmuz’da yasa dışı bir şey yapılacağının konuşulduğu ima edildi. Oysa bu Whatsapp grubu, ‘Dışardaki Gazeteciler’ grubunun kendi aralarında Cumhuriyet davasının ilk duruşmasına çağrı yapılması için oluşturulmuştu. Gözaltındaki hak savunucularından Özlem Dalkıran da bu Whatsapp grubuna üyeydi. Konuya ilişkin ‘Dışarıdaki Gazeteciler’ adına yapılan açıklamada “Türkiye Gazetesi, Cumhuriyet Gazetesi’ndeki tutuklu meslektaşlarımızın masumiyetini anlatmak için çalışan biz “Dışarıdaki Gazeteciler”i hedef aldı. ‘24 Temmuz Planı Çöktü’ başlıklı yazıda Büyükada’da gözaltına alınan ve iftiraflara maruz kalan bir hak savunucusunun dahil olduğu ‘24 Temmuz Birlikte Özgürüz’ isimli whatsapp grubumuz insan aklıyla alay eden bir biçimde suç gibi sunuldu” denildi. Grubun Çağlayan Adliyesi’nde 24 Temmuz’da yargılanacak Cumhuriyet yazar ve yöneticilerine destek olmaya çağrı yapmak için kurulduğu belirtilen açıklamada “Hep söylüyoruz: ‘Onlar hapisken biz de özgür değiliz’. Bu nedenle WhatsApp grubumuzun adı ‘24 Temmuz Birlikte Özgürüz.’ Çok affedersiniz, birbirimize mesaj bile yazıyoruz! Hatta Maçka Parkı’nda piknik de yaptık! Yıllarca Fethullah Gülen çetesine verdiği destekle bilinen bir gazetenin, hayatını çetelerle mücadeleyle geçirmiş arkadaşlarımızı suçlaması hiç de masum değildir” denildi. Bizi burada öldürecekler Tarsus T Tipi Kadın Cezaevi’nde 3 kişiye 1 kişilik yemek dağıtıldığı, 1517 kişilik koğuşlara bir damacana içme suyu verildiği öne sürüldü ABİDİN YAĞMUR İnsan Hakları Derneği (İHD) Akdeniz Bölge Temsilciliği, Tarsus C Tipi Kadın Cezaevi’nden yeni açılan Tarsus T Tipi Kadın Cezaevi’ne sevkler sırasında yaşanan işkence ve kötü muamele iddialarıyla ilgili suç duyurusunun ardından Tarsus T Tipi Kadın Cezaevi’nde hak ihlallerinin sürdüğü belirtildi. Gazetemize konuşan avukat Mehdi Zana Akkaya, sevk sırasında gardiyanların “Dayak için izin veren komutanın elini öpmek lazım” diye konuştuğunu belirtti. Akkaya, tutuklulara gazete ve televizyon verilmediğini, cezaevine günde 4 saat verilen suyun çamurlu aktığını, 3 kişiye bir kişilik yemek, 1517 kişilik koğuşlara ise 1 damacana su verildiğini, bir müvekkillerinin kendisine “bizi burada yavaş ya vaş öldürecekler” dediğini söyledi. Tarsus T Tipi Cezaevi’nde müvek killeriyle görüşen Akkaya, “İHD raporuna yansıyan darp ve işkence bildirimleri C tipi cezaevinden T tipi cezaevine sevkler sırasında yaşanmış. Bu sevk sırasında müvekkilimin de aralarında olduğu bazı tutuklulara zorla marş söyletilmek, slogan attırılmak istenmiş. Cezaevinde görevli gardiyanların, tutukluların duyabileceği şekilde ‘Dayak için izin veren komutanın elini öpmek lazım’ diye konuştukları da müvekkiller tarafından bize aktarıldı” diye konuştu. Dilekçeler gitti mi? Tutuklu ve hükümlülerin başta işkence ve darp olmak üzere, cezaevindeki durumla ilgili olarak Adalet Bakanlığı’na dilekçe gönderdiğini belirten Akkaya, “Bu dilekçelerin ce zaevi idaresi tarafından muhatabına gönderilmediğinden şüphe ediyorlar. Çünkü dilekçeler için evrak kayıt numarası istenmiş ancak müdürlük herhangi bir kayıt numarası vermediği için dilekçelerinin takibini yapamamışlar” dedi. Malzemeler depoda Cezaevinde su, yemek ve fiziki şartlarla ilgili sıkıntıların devam ettiğini söyleyen Akkaya, “Tarsus T Tipi Kadın Cezaevi yeni inşa edildi. Avukat görüşme odasında çimentolar arasında müvekkil görüşmesi yapıyorduk. Koğuşlarda serinletici cihaz, buzdolabı ve televizyon yok. Eski cezaevine 2 koğuş vardı, burada ise 6 koğuş var. Eski cezaevinden getirilen serinletici cihazlar, buzdolapları ve televizyonlar depoda bekletiliyor, koğuşlara verilmiyor” diye konuştu. Dünyadan bihaber Su ve yemek sıkıntının devam ettiğini anlatan Akkaya, sözlerini şöyle sürdürdü: “Müvekkillerin ifadesine göre koğuşlara şebeke suyu sabah 08.00 10.00 saatleri arasında, akşam 16.00 22.00 saatleri arasında veriliyor. Ancak suyun içilemeyecek kadar kötü olduğunu, çamurlu aktığını söylediler. Koğuşlarda 15 ila 17 kişi kalıyor. Her koğuşa günde bir damacana su verildiği, suyun da sıcak olduğu ifade edildi. Üç kişiye bir kişilik yemek düştüğü ifade edildi. Bir müvekkilimiz içinde bulundukları durumu ‘bizi burada yavaş yavaş öldürecekler’ sözleriyle özetledi. Tutuklular, İHD raporunu da bizden öğrendi. Çünkü kendilerine gazete ve televizyon verilmiyor. Dünyadan bihaber yaşıyorlar.” l MERSİN C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle