23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR ‘Köşedeki Kadın’ sergisi 6 Mayıs’a kadar uzatıldı Kare Art Gallery’deki “Köşedeki Kadın” karma sergisi 6 Mayıs’a kadar uzatıldı. Sanatçılara; farklı disiplinlerde hazırladıkları eserlerle kendini ifade etme imkânı sunan sergide yapıtları yer alan sanatçı lar: Rafet Arslan, Nazan Azeri, Beyza Boynudelik, Manolya Çelikler, Leyla Emadi, Arzu Eş, Gül Ilgaz, Mehwish Iqbal, Hayal İncedoğan, Bahar Oganer, Deniz Sağdıç, Meltem Sırtıkara, Yeşim Şahin. Pazartesi 1 Mayıs 2017 EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK kultur@cumhuriyet.com.tr Paraya dokunm.ayan12.UluslararasıİşçiFilmleriFestivaliyarınbaşlıyor. ‘Sponsorsuz, yarışmasız, ücretsiz festival’ mottosuyla yola çıkan festivali etkinliğin festIvalkoordinatörü Önder Özdemir ile konuştuk Afiş bir hayli çarpıcı. Daha doğrusu afişteki cümle: “Dikkat Cesaret Ögeleri İçerir”. Sahi, bir yıl hatırlayın “Toz Bezi” (Ahu Özyurt), “Sarmaşık” (Tolga Karaçelik), “Abluka” (Emin Alper) bunların hepsi işçi çok şey artık ciddi bir cesaret gerekti filmidir. “Babamın Kanatları” (Kıvanç riyor memleketimiz Sezer) bu yıl... de ve bir şekilde bu n Gösterim salonlarınız da ge cesareti büyütmek, nellikle bugün alternatif sayılan çoğaltmak şart ol mekânlar. Hiç AVM’lere girmiyorsu du. Uluslararası İşçi nuz mesela. Filmleri Festivali de Hiç girmiyoruz. Belli standartlarımız bunu misyon edin var: Sponsorumuz, yarışmamız yoktur. EKMORLUAKHISA miş işte bu yıl. 1 7 Mayıs tarihleri arasında yapılacak festi Gösterimler ücretsizdir. Lütfi Kırdar’da açılış yapmıyoruz mesela. Olanağımız olsa da yapmayız. Teknoloji anlamında valin etkinlik koordi da herkesle yarışırız. Kötü kalitede de natörü Önder Özdemir ile konuştuk. n 12 yıl önceye dönersek, nasıl başladı İşçi Filmleri Festivali? Dünyada var mı benzeri etkinlikler yoksa tamamen size ait bir fikir miydi? Bizler, arkadaşlarımla birlikte, teknoloji, internet, sinema toplumsal hareketlerde nasıl kullanılır meselesine kafa yoran bir gruptuk. Dünyada 94’te başlamış bir işçi filmleri festivali var, Amerika’da. Kore’de de var ve biz onların düzenlediği konferanslara konuk olarak katıldık. Onları gözlemledik, onların bir modeli ve kendi aralarında bir zinciri var. Onlarla tanıştık. Ben 97’de ABD’ye, 99’da Güney Kore’ye gittim ama biz 2006’da başlattık, çünkü Türkiye’deki model özgündü. Sadece adı İşçi Filmleri olan farklı bir model bizimki. Tabii ki aramızda onlarla network sürüyor, biz Türk işçi filmlerini oraya gönderiyoruz, onlar kendi gösterdikleri filmlerin bilgilerini veriyorlar, biz o yönetmenlerle iletişime geçip onları getiriyoruz. Her sene ABD’deki festivalde Türkiye’den birkaç tane işçi filmi gösterilir. Dolayısıyla dünyada var olan bir şeyi biz Türkiye’ye özgü hale getirdik. n Türkiye’de film bulmak zorladı mı sizi? Bu tartışmayı yaptık gerçekten de. Kategorik olarak kaç tane işçi filmi olabilir Türkiye’de diye düşündük çok. Vedat Türkali’nin “Karanlıkta Uyananlar”dan (Ertem Göreç) başlayın, “Güneşli Bataklık” (Süreyya Duru), saydık 5 çıktı, 6 çıktı. Kaç kere daha yapabiliriz bunu diye sorduk ve sürdüremeyiz herhalde bulamayız dedik. Ama kim kimi etkiledi bilinmez, her sene çok fazla işçi filmi geliyor. Geçen ğil yaptığımız hiçbir şey. Çünkü orada da sanki AVM’deki daha kaliteliymiş gibi bir algı var ama değil. n Sponsorunuz yok, üstelik gösterimler de ücretsiz... Sponsorumuz yok ama bazı belediyeler (CHP’li belediyeler) destekliyor bizi. Afişlerimizi basıp asıyorlar mesela. n Peki festival ekibi? Nasıl geçiniyorlar, nasıl geçiniyorsunuz? Bu işten para alan hiç arkadaşımız yok. Herkes kendi işinin dışında ayrıca bu festivalle ilgileniyor. Modelimizde de şu var; asla mesela biz paraya dokunmayız. Giderlerin büyük bir kısmı ‘Kibar Feyzo’dan u‘Dzaanniaenl Bylealkpea’eze zaten gönüllü emekle gidiyor. İKSV’ye çeviri yapan ekip ücretsiz olarak çevirilerimizi yapıyor. Sinema salonunu kiralıyoruz diyelim, oraya para ödenecekse bizi o konuda destekleyene diyoruz ki fatura sana kesilsin, sen öde. Bize dokunmadan yani. Bizde hiç maaş alan yok... Paranın dokunulmadığı bir festival bizimki. n Cesaret temasına da değinelim. Neden bu tema, neden cesaret, neyin l Festivalin açılış filmi “Kibar Feyzo” ve açılış gecesinin konuğu da ünlü oyuncu Müjde Ar olacak. l Festival bu yıl İstanbul, Ankara, İzmir ve Diyarbakır’da eşzamanlı olarak düzenlenecek. l 15 ülkeden 61 film gösterilecek bu yıl. l İsveç’in Yılmaz Güney’i Bo Widerberg’in 1969 tarihli filmi “Adalen 31” Türkiye’de ilk kez festival kapsamında izleyiciyle bulu şacak. l Ken Loach’un son filmi “Ben, Daniel Blake”, ‘Ben, Daniel Blake’ Çin’deki App le fabrikasın l Ercan Kesal ile “Sinema, Edebi da çalışırken intihar eden işçi yat ve Cesaret” üzerine bir soh nin hikâyesini anlatan belgesel bet 7 Mayıs saat 13.30’da Yeşil “Demirden Ay”, Gezi direnişi ile çam Sineması’nda sinemaseverle 1984’deki açlık grevleri arasında ri bekliyor. köprü kuran belgesel “Kutup Yıldı (Detaylı bilgi için: http://www.iff. zı” bu yılın öne çıkan filmlerinden. org.tr) cesareti? Bu dönemde neye en çok ihtiyacı mız var diye sorduğumuzda cesaret biraz daha fazla öne çıktı diğerlerinden. Mesela Cumhuriyet gazetesinin son dönemdeki cesareti, gazetenizin tutuklu gazetecileri, KHK ile atılan akademisyenler... Farkındaysanız insanların üzerine üzerine gidiliyor. Faşizmin zaten temel meselesi korkutmak üzerine kurulu. Ama insanlar korkmuyor. Çünkü artık bıçak kemiğe dayanmış. İşte biz de bunun, bu cesaretin dile getiril 45 yıl sonra bir arada mesine ihtiyaç olduğunu düşündük. TÖREN YARIN Harbiye Muhsin Ertuğrul “The Godfather Baba” filminin yönetmeni Francis Ford Coppola ve filmin başrol oyuncuları tam 45 yıl sonra tekrar bir araya geldiler. New York’ta düzenlenen Tribeca Film Festivali’nin kapanış gününde festivalin Başkanı Robert De Niro’nun düzenlediği bir etkinlikte bir araya gelen grupta Al Pacino, Robert Duvall, James Caan, Diane Keaton ve Talia Shire da vardı. Filmin ana kadrosundan tek eksik 2004 yılında hayata veda eden Marlon Brando’ydu. Radio City Music Hall’da bir araya gelen kadro arka arkaya gösterilen “Baba” ve “Baba 2” filmleriyle ilgili konuştular ve yaklaşık 9 saat süren (Soldan sağa) Diane Keaton, Robert De Niro, Robert Duvall, Francis Ford Coppola, James Caan, Al Pacino, Talia Shire. geceyi unutulmaz kıldılar. The Guardian’ın haberine göre filmin hayata geçirilişine dair hikâyelerin anlatıldığı gecede bol bol da Brando yâd edildi. Sık sık adı geçen bir başka kişiyse 1978 yılında hayata veda eden filmde Fredo’yu canlandıran John Cazale idi. Öğrencilerden ‘Barış İçin Tasarlıyoruz’ sergisi İstanbul Kültür Üniversitesi İşletmecilik Meslek Yüksekokulu Grafik Tasarımı Programı öğrencilerinin, Proje Hazırlama derslerinde yarattıkları projelerden oluşan, Büyükçekmece Belediyesi tarafından düzenlenen “Barış İçin Tasarlıyoruz” sergisi 3 Mayıs’a kadar görülebilir. Öğrenciler; Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere bıraktığı değerli düşüncelerinden birini yansıtan “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” sözünden yola çıkarak toplumsal barışı farklı konseptler ile ele almışlar. Ağırlıklı olarak afiş tasarımlarından oluşan bu sergide, doğayla barış kategorisinde yer alan kavramsal sanat çalışmaları ve illüstrasyonlar da yer alıyor. Sahnesi’nde YAPILACAK Tiyatro sanatçısı Ergün Işıldar yaşamını yitirdi İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları (İBBŞT) oyuncusu Ergün Işıldar hayatını kaybetti. Sanatçı için yarın saat 11.00’de Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde tören düzenlenecek. Sanatçının cenazesi ise Teşvikiye Camisi’nde kılınacak öğle namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilecek. Yönetmen, çevirmen... Sanat hayatı boyunca yönetmen, çevirmen, sahne ve kostüm tasarımı ve oyunculuk yapan Işıldar, İstanbul Belediyesi Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nden mezun oldu. Liselerarası Şenliği ve İLTO Şenliği ile Turgut Özakman’ın “Ocak” isimli oyunuyla “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” ve “En İyi Dekor” ödülü aldı. Sanatçı, “Kısasa Kısas”, “Düğün ya da Davul”, “Sabahat”, “Kendini Yazan Şarkı”, “Bir Şeftali Bin Şeftali”, “Sakarca”, “Kurtuluş Savaşından Müzikli Belgeler”, “Eşeğin Gölgesi” gibi birçok oyunda rol aldı. Işıldar, “İlk Evlilik”, “Tahteravallide Üç Kişi”, “Belden Aşağı Vurmak”, “Eskici Dükkânı”, “Meraklısı İçin Öyle Bir Hikâye” ve “Gizli Oturum” tiyatro oyunlarının yönetmenliğini üstlendi. 15 Orası 1 Mayıs Alanı Romalılar ayların, mevsimlerin, yılların ilk günlerine çok önem verirlerdi. O gün nasıl olursa, başlattığı dönemin de öyle geçeceğine inanırlardı. Acaba 1 Mayıs 1977 için de aynı şey düşünülebilir mi? Mayısın ilk günü Mayıs aylarını severim ben. Erik ve elma ağaçlarının ardından, çiçek açma sırası ayva ağaçlarına gelmiştir. Nisanda en umulmadık yerlerden bir renk cümbüşü gibi kendini gösteriveren erguvanlar artık solmaya başlamış, ama onların yerini ağaçlarda olgunlaşan çeşitli meyveler almıştır. Mayıs, toprağa düşmüş tohumların meyveye yürümeye başladığı dönemdir. Tam kırk yıl önceydi. Barbaros Bulvarı’nda toplanan kortejin başı sonu görünmüyordu. Taksim meydanına yürüyecek diğer kortej ise Saraçhane’den gelecekti. Sonra yürüyüş başladı. O büyük insan kalabalığı tek bir gövde gibi dalgalanarak yokuş aşağı ilerledi. TİSAN (Tiyatro Sanatçıları Derneği) kortejindeydim. 1 Mayıs öncesinde çeşitli sol örgütler arasındaki restleşmelerin, “...tırtmayacağız”, “...tirtmeyeceğiz” tehditlerinin yarattığı bir gerginlik vardı belki, ama öyle bir insan denizi kalkmış yürüyordu ki bir müddet sonra gerginlik duygusu yersizleşiyor, bütün o tartışmalar önemini yitiriyordu. Mahşeri derler ya, öyle bir kalabalık vardı. O zamanki adıyla Dolmabahçe Stadı’nın yanından Gümüşsuyu’na yöneldik. Ne önümüzdeki yürüyüş kolunun başını, ne de Dolmabahçe Sarayı’ndan Beşiktaş’a doğru uzanan ağaçlıklı yoldaki sonunu görmek mümkündü. İnsanların yüzüne gerilim izlerinden çok, mevcut düzene alternatif bir alan açabilmenin coşkusu, “ben de varım” diyebilmenin sevinci yansıyordu. Mayıs ayında çiçekten meyveye yürüyen ağaçlar gibiydik. En fazla üç dört saat sonra Intercontinental Oteli’nden (bugünkü “The” Marmara) ve Sular İdaresi’nden üzerine yağacak kurşunlardan, polis panzerlerinin altında çiğnenecek kadınlardan, Kazancı yokuşunun başında üst üste yığılıp dehşet tabloları oluşturacak ölülerden habersiz coşkulu bir kalabalık halinde Taksim’e doğru çıkıyorduk. Bir ruh hali Ama ben size o üç dört saat sonrasını anlatmayacağım. O acıyı, o dehşeti, hem düzenin güçlerine hem sol içindeki bölünmelere karşı o anda duyduğum hıncı, çaresizliği sözcüklere dökmeye çalışmayacağım. Yıllar sonra “Solun büyük yalanı, 1 Mayıs 1977’yi derin devlet değil solcular yaptı” gibi saçmalıklarla “sahne almaya” çalışan akademik kalleşliklerden de söz etmeyeceğim. O meydanda üstünden vızır vızır geçen kurşunlardan korunmak için yere yapışmış yüz binler gibi ben de gayet iyi biliyorum, tanıyorum bu kalleşliği... Beni bugün, tam 40 yıl sonra, Gümüşsuyu’ndan yukarı yürüyüp Taksim’e girdiğimizde karşılaştığım, aniden soluğumu kesen görüntü ve meydanı kaplayan ruh hali ilgilendiriyor. Bütün meydanı ama hıncahınç dolduran bir kalabalık ve inanılmaz bir “tasvir” ormanı. Bir orman gibi, Macbeth’in finalindeki “Birnam ormanı” gibi dalgalanan insan yüzleri ve ellerinde taşıdıkları resimler ormanı... Bütün bölünmüşlüklerin üzerine çıkan o paylaşma ve “ben de varım” deme, tarihi yapma duygusu... O gün, 1 Mayıs 1977’de Taksim meydanını dolduran mahşeri kalabalık böyle bir duyguyu paylaştı. Ve o ruh hali de, en az o kanlı katliam kadar, tarihte yerini aldı. İlk günlere büyük önem veren Romalıların gözüyle bakacak olursak, acaba Mayısın o ilk gününe, 1 Mayıs 1977’ye anlam olarak katliam tınısını mı, yoksa o dalgalanan insan ormanı duygusunu mu yüklemek gerekir? Cevap ne olursa olsun şu gerçek değişmeyecek: Orası o günden sonra 1 Mayıs Alanı oldu. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle