20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 7 Mart 2017 14 ÖzAgecanr ‘İçimizdeki Danimarkalılar’dan ‘İçimizdeki Araplaşma’ya AB ile 1990’lı yıllarda, üye olmadan hiçbir ülkenin imzalamadığı bir biçimde tek yanlı gümrük birliğine 1995’te imza atılırken “içimizdeki Danimarkalılar”ı gündeme getirmiştim. Kimdi benim bu adı taktığım çevreler? TürkiyeAB ilişkilerine biraz çarpık bakan: AB bizi tam üye yapmasa da tek yanlı bağlanalım; yani “kumalığı” kabul edelim diyenler. Bir söyleşim daha sonra Die Welt’te, “Kuma mı metres mi” diye çıkmıştı.(*) Medeni nikâh olmasa da kumalığı kabul eden çevrelere “İçimizdeki Danimarkalılar” adını takmıştım, bayağı da tutmuştu. Kumalığı savunup bizi Batı’ya yaklaştırdıklarını sananlar maalesef bugünkü Ortadoğululaşma ve Araplaşma zemininin yolunu açtılar. Medeni nikâh olmadan (üye olmadan) kumalık kabul edilince Ankara ile Brüksel arasında sorunlar çıkacaktı; bu sorunları kullanan İslamcı çevreler Türkiye’yi Avrupa’dan (ve çağdaşlıktan) uzaklaştırma fırsatını elde edeceklerdi. Bunları binlerce defa yazdım(**), televizyonlarda ve konferanslarımda anlattım ama bazı “aydın” çevreler bile göremediler ya da görmek istemediler (Halide Edip’in kulakları çınlasın). Kumalık düzenine karşı çıktığım ve “önce medeni nikâh yapılması, tam üye olunması gerekir” tezini savunduğum için, beni Avrupa karşıtı, AB karşıtı gösteren, bilgisi yetersiz ya da istismarcı çevreler oldu. Bu yüzden Türkiye’de, kimi İslamcı çevreler, “Görüyorsunuz Avrupa bizim düşmanımızdır, Ortadoğu’ya, Araplara dönelim” diyenler zemin kazandı ve bugünlere geldik: Avrupa’nın değerlerine yakınlaşmak yerine Katar’a, S.Arabistan’a yamandık. ABD, Türkiye’yi tek yanlı bağlarla AB’ye bağlayıp Batı Kulübü’ne kilitlemek istiyordu. Holbrook, Çiller’e gönderdiği özel not ile(!) “tek yanlı gümrük birliğini imzala, arkanda biz varız” diyordu.(***) ABD bir süre sonra politikasını değiştirip, “Ilımlı İslam” formülü ile Türkiye’yi BOP’un ve Ortadoğu bataklığının içine gömme yolunu seçti. Bugün işin son noktası Irak’ta Barzani Devleti(!), Suriye’de ABD ve Rusya destekli Kürt kantonu ile yürümektedir. Mesud Barzani’nin son Türkiye ziyaretinde asılan bayraklar bu gidişin son adımıdır. Çağdaşlaşma mı? Körfezleşme mi? 16 Nisan’daki halkoylaması sadece tek adamlık ve parlamenter rejim arasındaki tercih olmayacaktır; aynı zamanda, çağdaşlaşma ve demokratikleşme ile Ortadoğululaşma ve federalleşme arasındaki seçimdir. 1990 sonrasında, 1991’de Çekiç Güç geldi. Batı’nın sevmediği Ecevit’in 2002’de, Erbakan’ın 28 Şubat’ta tasfiyeleri; AKP iktidarının desteklenmesi; Türkiye’nin siyasi, iktisadi, askeri ve kültürel olarak Avrupa ve çağdaş dünya yerine S.Arabistan ve Katar ile bir araya getirilmesi; 2002’de biten PKK terörünün 2003’te AKP iktidarı ve Irak’ın işgali ile yeniden başlaması; S.Arabistan’ın liderliğindeki Arap Sünni ordusuna Türkiye’nin dahil edilmesi ve Suriye’deki parçalanma süreci göz önüne alındığında, Türkiye çağdaş uygarlık değerleri yerine Körfezleşme arasında sıkıştırılmıştır. 16 Nisan’da halk çağdaşlaşmayı mı, yoksa bölünme ve Körfezleşmeyi mi seçecek? Herkes işin boyutlarını buna göre değerlendirmek zorundadır. Bu son çıkıştır. (*) Die Welt, 22 Şubat 2004’te benimle yaptığı söyleşiyi, “Die EU behandelt die Türkei wie eine Mâtresse” başlığı ile verdi. (**) 5 kitaplık “Hayatım Avrupa” serisinde tüm belgeleri ile bu gerçekler yazılmıştır. Cumhuriyet Kitap, 2008 (***) Erol Manisalı “Türkiye’nin Askersiz İşgali, Gümrük Birliği” syf. 45, Cumhuriyet Kitap, 2009 7 Mart 2017 SAYI: 33389 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Haber Koordinatörü Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Danışmanı Ayşe Cemal Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 05.59 05.44 06.08 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 07.24 13.22 16.32 07.08 13.07 16.18 07.30 13.30 16.42 Akşam 19.08 18.53 19.17 Yatsı 20.27 20.11 20.33 yorum TASARIM: BAHADIR AKTAŞ 1938… Leipzig Üniversitesi’nde sosyoloji bölümünü kuran Prof. Dr. Hans Freyer, “Nazizm” nedeniyle Almanya’dan ayrılıp 1944’e kadar Budapeşte’de Alman Enstitüsü’nün başına geçti. Prof. Freyer, kilise öğretisinin yalnızca İncil’e dayanmasını isteyen, Ka 1tKo5li4ak6lvi)kkşkuaarrdkşuıtğı uM, aPrrtointeLstuatnhleıkr’mine(z1h4e8b3i bağlantılı reformcu bir teolog olmak istemişti. Sosyolojide karar kılınca Leipzig Üniversitesi’nde bu bölümü kurdu. Anımsanacağı üzere Papa, “Roma’da Şeytanın Kurduğu Papalığa Karşı” kitabı olan Luther’i aforoz etmişti. 9 Nisan 1957… Ankara ve İstanbul üniversitelerinde ordinaryüs profesör olarak 3 yıl ders veren Freyer, Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) Fikir Kulübü’nde yaptığı “Demokrasi ve Kitle” konuşmasında söylediği şu sözler günümüz olaylarına da ışık tutuyor: “İktidarlar seçimle başa geçmiş olsalar bile, kendisini denetlemekle görevli muhalefet partilerinin çalışmalarını sınırlandırdıkları takdirde, o ülkede demokrasi vardır denilemez! Uygun koşullarda iktidara geçen partiler, daha sonra kendisini o mevkie yükselten merdiveni yıkar ve başka partilerin de aynı merdivenden yararlanmalarını olanaksız kılarsa, o ülkede demokrasinin gerçekleşmesinin bir süre için kesintiye uğramasına sebep olurlar.” Freyer’in, biri SBF ve biri de İlahiyat Fakültesi’nce yayımlanmış beş kitabı Türkçeye çevrilmiştir. HHH 1953… Bahriye Üçok, AÜ İlahiyat Özgen Acar Kavşak Nazizm… Kemalizm… Rabiaizm… (6) Tırmanış Fakültesi’nin ilk kadın öğretim üyesi ve “İslam Devletlerinde Kadın Hükümdarlar” adlı çalışmasıyla doçent oldu. Kuranıkerim’e bağlı kalarak İslam dinini çağdaş, gerçekçi ve dinin özünde bulunan hoşgörüyle yorumladı. Tehditler üzerine akademik çalışmalarına ara vermek zorunda kaldı. 1971’de “kontenjan senatörü” seçildi. 1977’de CHP’ye katıldı. 1983’te Ordu milletvekili oldu. 1988’de TV’de bir açık oturumda, “İslam’da örtünmenin ve oruç tutmanın zorunlu olmadığını” söyleyince, yeniden tehditler aldı. 6 Ekim 1990... Ankara’da evine gönderilen bir kargo paketindeki bomba patlayınca öldü. Cumhuriyet gazetesine, “İslami Hareket” adına telefon eden kişi “tesettür konusundaki düşünceleri yüzünden” cezalandırıldığını söyledi. HHH Benzer olayları anımsayalım… Abdi İpekçi (1 Şubat 1979), Çetin Emeç (7 Mart 1990), Turan Dursun (4 Eylül 1990), Muammer Aksoy (31 Ocak 1990), Uğur Mumcu (24 Ocak 1993),  Ahmet Taner Kışlalı (21 Ekim 1999), Necip Hablemitoğlu (18 Aralık 2002) öldürüldüler. İpekçi’yi öldüren Mehmet Ali Ağca, Türkiye’nin en iyi korunan cezaevlerinden Maltepe Askeri Cezaevi’nden kaçırıldı. Cumhuriyet yazarı Uğur Mumcu, olayı ayrıntılı araştırdı. 13 Mayıs 1981… Ağca, Roma’da Papa 2. Jean Paul’a suikast düzenle di. İtalyan Savcı, Ağca’nın 128 kez aldığı ifadesindeki çelişkiler nedeniyle Roma’ya davet ettiği konunun uzmanı Mumcu’dan yardım istedi. 27 Aralık 1983… Mumcu, Ağca ile cezaevinde görüştü. 22 Mart 1986… Ağca ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. HHH 24 Ocak 1993… Mumcu, Karlı Sokak’taki evinin önünde arabasına konulan bombanın patlaması sonucu öldürüldü. Suikastı; “İslami Hareket”, “İBDAC”, “Hizbullah” gibi örgütler üstlendi. O tarihte Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni idim. SBF’den sınıf arkadaşım olan MİT Müsteşarı, Büyükelçi Sönmez Köksal ile görüştüm. Köksal, suikastın İran’ın Kum kentinde eğitilen İslami kökenli Türk teröristlerince işlendiğine ilişkin veriler olduğunu söyledi. İçişleri Bakanlığı da, sınıf arkadaşım olan, Müsteşar Yardımcısı Rıza Akdemir’i olayı incelemesi amacı ile Kum kentine gönderdi. Diyanet İşleri Başkanlığı’nca yayımlanmış kitapları da bulunan Akdemir, İran’dan döndükten sonra Mumcu suikastı dosyası kapatıldı. 29 Nisan 1960… Akdemir, SBF olaylarında sınıf arkadaşlarım Hikmet Çetin, Yalçın Küçük ve beni Adnan Menderes’in “Tahkikat Komisyonu’na” ihbar ederek “gıyabımızda tutuklama kararı” çıkmasına neden olmuştu! (Devam edecek) Düzeltme: Geçen salı günkü yazımda Hikmet Çetin’in soyadı, resim altında her nasılsa Yıldız olarak çıkmış! Düzeltir Çetin’den ve okurlarımızdan özür dileriz. Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN [email protected] Demirtaş ve TCK 301 FETHİYE ÇETİN Avukat Doğubayazıt 2. Asliye Ceza Mahkemesi, hükümetin politikalarını eleştirdiği için Selahattin Demirtaş’ın TCK 301/1 gereğince cezalandırılmasına karar verdi. Oysa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), Akçam/Türkiye kararından sonra, mevcut haliyle 301, hiçbir şekilde uygulanamaz bir madde. Zira “yasa niteliğinde” değildir. Ceza kanunundaki yerini muhafaza etse de “kanunilik ilkesi” gereğince artık soruşturmaların ve kovuşturmaların konusu ve dayanağı yapılamaz. Bu maddeye dayanılarak ceza verilemez. Yani Adalet Bakanı, “yasa niteliği” taşımayan bir maddeden soruşturma izni vermiş, bir savcı dava açmış, bir hâkim de yasa niteliği taşımadığı halde bu maddeye dayanarak ceza tayin etmiş oluyor. Üstelik sadece Demirtaş hakkında benzer nitelikte 102 dava dosyası bulunuyormuş. Demirtaş ve vekilleri, yargılamanın hukuksuzluğunu kuvvetli argümanlarla dile getirmişler, savunmalarının dayanaklarını isabetli bir biçimde ortaya koymuşlar. Karar, pek çok yönden hukuka aykırı ancak ben bu yazıda, 301’in neden uygulanamaz bir madde olduğu üzerinde duracağım. Neden uygulanamaz? AİHM, 25 Ekim 2011’de, yani 301’le ilgili son değişikliklerin yapıldığı 2008’den üç yıl sonra, bütün değişiklikleri değerlendirerek, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 301’in yasa niteliği taşımadığına, ifade özgürlüğü hakkının kullanımının sınırlandırılması açısından “yasayla öngörülme” şartına uygun olmadığına karar vermiş ve bu karar kesinleşmişti. Kararın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve anayasa düzenlemeleri gereğince bağlayıcı olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Üç zorunluluk Kuşkusuz uluslararası hukukta, ifade özgürlüğünün mutlak olmadığı, bu özgürlüğün kullanımının sınırları olduğu kabul edilir. Ancak bu sınırlamaların meşru sayılabilmesi için AİHS 10. maddenin 2. fıkrasında yer alan koşullara cevap verir nitelik taşıması; yani yöntem (kanunla öngörülmüş olma), amaç (güdülen amacın yerindeliği) ve ölçü (demokratik toplumda gereklilik) bakımından fıkra gereklerine uygun olması lazım. Sınırlandırmaların ifade özgürlüğünün kullanımı açısından sorun yaratmaması için bu üç koşulu taşımaları gerekir ve bu koşulların birlikte bulunması bir zorunluluk. Yasayla öngörülmüş olma Bu yazıda yukarıda sayılan koşullardan ilki üzerinde durulacaktır. Yani sınırlamanın ulusal hukukta, yasayla öngörülmüş olması, yani bir yasanın varlığına ilişkindir. Ancak yasayla öngörülmüş olma koşulunun yerine getirilmesi için parlamento tarafından kabul edilmiş aleni bir yasanın mevcudiyeti tek başına yeterli değil. Yasanın varlığı yanında niteliği de önem taşır, yasanın yasa sayılabilmesi için aranan koşullara da uygun olması gerekir. ‘Yasayla öngörülmüş olma’ koşulunun AİHM içtihatlarında açıklanan anlamı, özgürlüklere müdahale oluşturan (sınırlandıran) önlem veya kuralın, iç hukukta yasal dayanağının bulunması yanında bu kuralın (yasa maddesinin) açık, ilgililerce ulaşılabilir, anlamının anlaşılabilir olması gerektiği şeklindedir. Hrant Dink kararı AİHM, Hrant (Fırat) Dink kararında, AİHS’nin 10. maddesi dahil olmak üzere dört kez ihlal edildiği sonucuna vararak Türkiye’yi oybirliği ile mahkum etmiş ancak “yasayla öngörülmüş olma” koşulu açısından şu değerlendirmeyi yapmıştı: “Mahkeme, bu açıdan başvurucu Fırat Dink’in TCK’nin 301. maddesinden suçlanma Doğubayazıt 2. Asliye Ceza Mahkemesi, tutuklu HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın TCK 301/1 gereğince cezalandırılmasına karar verdi. Oysa AİHM’nin 2011’deki kararından sonra mevcut haliyle 301, hiçbir şekilde uygulanamaz bir madde. Zira “yasa niteliğinde” değil. 5 Kasım 2016’da tutuklanan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuluyor. sının öngörülebilirliği konusunda ciddi şüpheler ortaya çıkabileceği görüşündedir. Bununla birlikte, Mahkeme, müdahalenin gerekliliği konusunda vardığı sonucu dikkate alarak, sorunu burada incelememiştir.” Yani Mahkeme, Dink’in ifade özgürlüğünün sınırlanmasını, ‘demokratik bir toplumda müdahalenin gerekliliği’ koşulu açısından değerlendirip sözleşmenin 10. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştı ama TCK 301’in niteliklerinin ‘yasayla öngörülmüş olma’ şartına uygun olup olmadığı konusunda ciddi şüpheler taşıdığını belirtmekle yetinmişti. Taner Akçam kararı Söz konusu karar bu açıdan hukuk çevrelerinde haklı olarak eleştirilmiş, mahkemenin önemli bir fırsatı elinin tersiyle ittiği yorumları yapılmıştı. AİHM, bu eksikliği Taner Akçam kararında giderdi ve çok önemli bir karara imza attı. (27520/07, 25 Ekim 2011, Akçam/Türkiye) Mahkeme, Taner Akçam’ın başvurusunu iki adımda inceledi, ilk adımda mağdur statüsü ve potansiyel mağduriyet konusunda çok önemli tespitlerde bulunduktan sonra ikinci adıma geçti ve müdahalenin ‘yasayla öngörülmüş olma’ şartına uygun olup olmadığını, yani 301’i analiz etti. Hükümet, 301’inci madde metnindeki son değişikliklerin takibatları önemli ölçüde azalttığını savunmuş ise de mahkeme, yargıçların bu madde hükmünü taciz edici veya keyfi olarak uyguladıklarını kaydetti, yapılan değişikliklere rağmen yasanın bu haliyle keyfi ve haksız müdahalelere yol açtığı, kullanılan terimlerin kapsamlarının belirsiz olduğu sonucuna vardı ve şöyle devam etti: “Mahkemenin görüşüne göre yasama organının amacı, devlet kurumlarını kamusal iftiralardan korumak ve değerleri muhafaza etmek olsa da, Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesi kapsamındaki terimlerin kapsamı, yargı organlarının yorumladığı üzere, çok geniş ve belirsizdir ve bu nedenle madde, ifade özgürlüğü hakkının kullanımına yönelik süregelen bir tehdit oluşturmaktadır. Başka bir ifadeyle madde lafzı, kişilerin eylemlerini düzene koyma ve hareketlerinin sonuçlarını öngörme olanağı vermemektedir. Bu hüküm kapsamından birçok soruşturma ve kovuşturma açıldığı açık olduğu gibi, incitici, şoke edici, rahatsız edi ci olarak görülen fikir veya düşünceler, cumhuriyet savcılarınca kolaylıkla cezai soruşturmaya tabi tutulmaktadır.” 301’inci maddede yapılan değişiklikle getirilen Adalet Bakanlığı izninin, yargı organları tarafından keyfi kullanımının önlenmesi için güvenilir ve sürekli bir güvence sağlamadığı veya riski ortadan kaldırmadığı da şu cümlelerle ifade edildi: “Yukarıda kaydedildiği gibi, 301’inci maddenin yargı organları tarafından keyfi kullanımının önlenmesi için yasama organınca kayıtlamalar getirilmesi, güvenilir ve sürekli bir güvence sağlamamaktadır veya doğrudan etkilenilme riskini ortadan kaldırmamaktadır, çünkü ilerleyen zamanda herhangi bir siyasal değişiklik, Adalet Bakanlığı’nın yorumlayıcı tutumunu etkileyebilir ve keyfi takibatların yolunu açabilir.” Nitekim tam da böyle oldu. 2008’deki değişikliklerin ardından soruşturma sayısında azalma görülmüşken son zamanlarda bu sayı olağanüstü bir artış gösterdi. Mahkeme, Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesinin “yasa niteliği” ile buluşmadığını, söz konusu müdahalenin hukuken öngörülebilir olmadığını ise kararın 95 ve 96. paragraflarında aynen şöyle belirtti: “Bu nedenle, Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesinin, mahkemenin yerleşik içtihatlarının gerektirdiği ‘yasa niteliği’ ile buluşmadığı anlaşılmıştır, çünkü kabul edilemez genişlikteki terimler, bunların etkilerinin öngörülebilir olmaması sonucunu doğurmaktadır.” “Yukarıdaki düşünceler, mahkemenin söz konusu müdahalenin hukuken öngörülebilir olmadığı sonucuna ulaşabilmesi için yeterlidir.” Kesinleşen bu karardan sonra yapılması gereken, 301’i kaldırmak ya da maddeyi karara uygun biçimde yeniden düzenlemek olmalıydı. İkisi de yapılmadı. Artık yasa değil TCK 301’i mevcut haliyle artık soruşturmaların, kovuşturmaların dayanağı yapmak mümkün değil. Çünkü 301 artık ‘yasa’ değil. Olmayan yasaya göre ceza vermek, ceza hukukunun en temel ilkesini, “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesini ihlal etmek anlamına gelir. AİHM kararları bağlayıcıdır, Türkiye, bu kararı yerine getirmekten kaçınamaz. Mevcut haliyle 301 uygulanamaz. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle