22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 20 Mart 2017 söyleşi KEMAL GÖKTAŞ kemal.goktas@cumhuriyet.com.tr TASARIM: ZARİFE SELÇUK 11 zor soru ‘Türkiye, AB’ye üyelikten vazgeçmeye hazırlanıyor’ Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler’den Doç. Dr. Özlem Kaygusuz: Türkiye’nin Avrupa Birliği’nden uzaklaşmasının nedeni başkanlık sistemi Referanduma giderken toplumda heyecan yerine kaygı yaratan sistem değişikliği teklifinin ihtiyaç duy AB, AKP için bir duğu gerilim, yurtdışından bulunmuş görünüyor. Hollanda ile yaşanan krizin, re iktidar projesiydi ferandumdan ne sonuç çıkarsa çıksın Tür kiye ile AB ilişkilerinde önemli bir dönüm noktası olacağına kuşku yok. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Özlem Kaygusuz ile Türkiye’nin AB ile ilişkilerini ve bunun iktidarın içerideki po NECATİ SAVAŞ n Referandumdan sonra Hollanda ile barış veya AB ile ilişkilerde düzelme olabilir mi? Siyasetin pragmatizmi içinde bekleyebiliriz bunu ama san litikaları ile olan bağını konuştuk. ki Avrupa ile ilişkilerini kopar n Türkiye’nin AB ile ve genel olarak Ba ma konusunda net bir Türki tı ile ilişkilerinin de önemli bir dönüşüm ye görmeye başladık. Hollanda geçirdiği söylenebilir. Hollanda krizi bu ile ilgili olarak Srebrenitsa me dönüşümün neresinde duruyor? selesinin gündeme getirilmesi, Bu kriz elbette referandumda AKP’nin Türkiye’nin yaşadığı bu krizlerin avantajına işleyecek bir mesele. Bu şekilde hep İslam karşıtlığı içine çekil ele alındı ve yönetildi. İç siyasetin ve dış mesi, soykırım, nazizm, faşizm politikanın, orta ve uzun vadeli amaçlarla gibi ifadeler kolay telafi edile kurgulanmasından çok, bir kriz yönetimi bilir olmasa gerek. Rusya’ya mantığı içinde ele alınması yeni bir şey de karşı, hatta İsrail’e karşı bi ğil. Bu krizin tırmandırılması, devlet ada le bu kadar sert söylemler yok bından uzaklaşan söylemler, beklenen ge tu. Bu söylemlere bakınca ben lişmelerdi ve oldu. Türk düşmanlığı, İslam Türkiye’nin üyelik müzakerele düşmanlığı, Avrupa’da yükselen yabancı rini sonlandırmaya hazırlandığı düşmanlığı içinden kurgulanan söylemler nı düşünüyorum. Nitekim Cum sonuç verebilir ama referanduma daha bir hurbaşkanı Erdoğan bunu telaf ay var. Dolayısıyla bu geri planda kalabilir fuz etti. Referandum sürecin ve yeni bir kriz çıkmazsa unutulabilir. de benzer krizler olursa bundan Avrupa Birliği’nin tavrı çok daha emin olabiliriz. Türkiye, Avrupa’nın çok önemli bir ti n O zaman yeni bir kriz mi beklememiz gerekir? Bu eğilim sürdürülmek isteniyorsa, beklenebilir. İsveç’e, İsviçre’ye, Fransa’ya yanıtlar verilmeye çalışılırsa bir miktar uzayabilecek bu süreç ama asıl mesele, AB’de ne olduğu. Başlangıcından bu yana ABTürkiye ilişkileri, AB’nin siyasal bir yapı olarak çelişkilerini de okuyabileceğimiz Doç. Dr. Özlem Kaygusuz, Türkiye’nin Avrupa ile yaşadığı siyasal krizi arkadaşımız Kemal Göktaş’a değerlendirdi. AB, Arap ayaklanmalarının patlak vermesinden sonra Türkiye ile ilişkilerini tamamen güvenlik, mülteci meselesinin başarılı bir şekilde yönetimi meselesine indirgemek durumunda kaldı. Bu sorun, Kesinlikle değil. Bu vazgeçme meselesine katılırım. Aslında tarihsel olarak daha çok birbirini besleyen süreçlerden bahsedebiliriz. AB yönetim düzenlerini değiştirmek istediği ülkelerle angaje olur, ön artık bir eksen kayması olarak niteleyebilir miyiz? Böyle bir dış politika yönetilebilir mi? Yönetilemediğini görüyoruz. Eksen kayması tartışması 2010’da İsrail krizi caret ve dış yatırım ortağı. Körfez ülkeleri ile daha çok finansal alanda bir ilişki var. Hızlı bir finansal akış söz konusu. Bu sürdürülebilir değil Türkiye açısından, çünkü bu ekonomik bir ilişki değil. Ne Şangay ne Avrasyacılık, Türkiye için AB ile ilişkilerin yerini alamaz. turnosol kâğıdıdır. AB’nin kimlik, İslam TürkiyeAB ilişkilerinin yeterince siya celikle ekonomik ve güvenlik çıkarları ile başladı ama 2011 seçimlerinden son dünyası ile ilişkileri, temel değerlerini dış sallaştırılmaması sorunudur. Türkiye’nin nı gözetir ama siyaseten de dönüştürmek ra başlayan ‘Yeni Türkiye’ inşası için AKP’nin MHP’leşmesi politikasında da işlerliğe sokması gibi me üyeliği meselesi Avrupa kamusal ala ister. Batı Balkanlar’da, Doğu Avrupa ile de, dış politikadaki bu yön değişikliğini n AİHM sürecinden çıkmayı seleler bakımından kendini test edebilece nında tartışılmış bir mesele değil. Avru böyleydi, Türkiye ile de bu şekilde böy hızla deneyimlemeye başladık. Gelinen da getirir mi bu? ği bir mesele. AB’nin bu testlerde başarı pa elitleri bu tartışmaları engelledi. Avru le yola çıkıldı. Ama AKP, 2008’den son noktada Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönel Başkanlık sisteminin en sız olduğunu görüyoruz bu örnekle de. AB pa Komisyonu genişlemeden sorumlu es ra, Avrupa’da yükselen sağ siyasetin Tür mesinden çok, bu siyasetin yürütülüşün önemli altyapısı, iktidarın de postnasyonal ve normatif bir model olarak ki üyesi olan Günter Verheugen’in çıkı kiye karşıtlığını avantaja çevirdi. AB’den deki yöntem farklılığına dikkat çekmek netlenebilirliği meselesini hu dünya siyasetinde alternatif bir güç olma perspektifinden giderek uzaklaşıyor. Bu krizde de görüldüğü gibi tek tek devletler reel politik tutumlar aldılar, alıyorlar. Bu durum AB’nin de Türkiye ile ilişkilerini bir kriz yönetimine indirgemiş olduğunu gösteriyor. Hollanda hükümetinin Türk göstericilere karşı takındığı tutum çok olumsuz oldu. Bu noktada Avrupa açısından gerçekten anlaşılabilir bir şey değildir. Türkiye içindeki Avrupa’dan uzaklaşma söylemine muazzam bir zemin kazandırdı. n İki taraf da kriz istiyor ve kriz üretiyor yani. şı bu anlamda önemliydi. “Türkiye ile AB ilişkileri temel meselelere çekilmelidir. Türkiye’ye karşı dürüst olunması, bir üyelik perspektifi verilmesi ya da üyelik olmayacaksa da bir ilişki perspektifi verilmesi gerekir” dedi. AB kendi siyasal geleceğini tartışmadığı ve Türkiye’nin adaylığını gerçekçi bir tartışma içine konumlandırmadığı için bu noktaya savruldu. Ortadoğu’ya dönüş n Türkiye de AB perspektifinden vazgeçmedi mi? AB’de bu sorunlar olmasa dahi AKP’nin siyasal programı AB üyeliğine uygun mu? uzaklaşma politikasını Avrupa ile ortak sorumluluk içinde yürüttüler. Türkiye’nin 2008’den sonra Batı’dan uzaklaştığını, tarihsel aidiyet ve etki coğrafyası olarak tanımladığı İslam coğrafyası ve Ortadoğu’ya döndüğünü görüyoruz. Bu çerçevede üç şeyin örtüştüğünü görüyoruz aslında. AKP’nin iktidar konsolidasyonu süreci, yeni Türkiye’nin inşası ve dış politikadaki dönüşüm. Bu vazgeçiş Arap ayaklanmaları ile hızlandı. Türkiye, bölgede model ülke olma için uygun bir konjonktür yakaladığını düşündü. Bütün bunlar içerdeki yeni Türkiye inşası süreciyle de uyumluydu. n Türkiye’nin dış politik tutumunu gerekir. Ahmet Davutoğlu ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yöntemleri bu açıdan çok farklı. Davutoğlu, Batı ile ilişkileri iyi bir Türkiye’nin Ortadoğu’da lider olabileceğine inanıyordu. Şu anki hükümet bu perspektifi tamamen bıraktı. n Davutoğlu’nun gönderilmesinde bunun etkisi var mıdır? Olabileceğini düşünüyorum. Görevden alınmadan hemen önce geri kabul sözleşmesi ve vize serbestisi konusunda önemli girişimleri olmuştu. Merkel’le yaptığı görüşmede bunu ciddiyetle ele almıştı. Bu çerçevede Davutoğlu’nun gidişi bunu tamamen ortadan kaldırdı. kuken ve siyasal olarak ortadan kaldırmaktır. Esas olarak bundan kurtulmak istiyor hükümet. Siyasal denetlenebilirliği sağlayan, hukuk devleti ilkelerini sağlayan ulus aşırı mekanizmalardan kurtulmak istiyor. AB, AKP için bir iktidar projesiydi. 2002’den sonra içeride ve dışarıda bütün ittifaklarını AB söylemi üzerinden kurdu ve sağlamlaştırdı. AB üyeliği süreci bu partiye merkez sağ kitle partisi olma yolunda çok önemli bir kapı açtı. Bugün artık bu ittifaklara ihtiyaç duymayan bir Gezi’yle güvenlik devleti yükseldi siyasal irade var. Buna AKP’nin MHP’lileşmesi de denilebilir. n Türkiye siyasal ilişkilerini kesse de AB ekonomik çıkarları gereği ticarete ve ya tırımlara devam edemez mi? n Türkiye bugün bir güvenlik devleti mi oldu? Güvenlik devleti, hayatın tüm alanlarına, çevreden eğitime, hukuktan sağlığa, dış politikadan aklınıza gelebilecek her alana güvenlik önceliği ile siyasetler üretmek demek. Bu konuda çok yol aldığını söyleyebiliriz Türkiye’nin. Hem kamusal, toplumsal ve siyaset alanına tamamen güvenlik açısından bakış anlamında, hem de yönetimi esas olarak güvenlik ay gıtı üzerinden gerçekleştirme anlamında. Özellikle 2013’teki Gezi olaylarından itibaren Türkiye’de güvenlik devleti yükseldi. Güvenlik devleti, devletin şiddet kullanabilen tek aktör olarak iç siyasal alanını şiddetten arındırması vaadi üzerinden tanımlanmıştır. Thomas Hobbes’un kurduğu güvenlik devleti formülasyonu budur. Bugün ise dev letler, güvenlik vaat etmeden, korku üreterek, korku üzerinden yönetmeyi idealize etmiş durumdalar. 11 Eylül’den beri korkuyu besleyerek yönetmeye çalışan bir devlet mantığı ön plana çıktı. Schmitt’çi formülasyondaki ‘Egemen hukuku askıya alabilen güç odağıdır’ tanımı ‘Egemen kalabilmek için hukuku askıya alıyorlar’a dönüştü. Başkanlık sistemleri arayışları, OHAL pratiklerinin hukuksal çevreye kavuşturularak uygulanması aslında küresel birer meseledir. Biz buna neoliberal güvenlik devleti diyoruz. Türkiye’de bunun birçok özelliğini görmeye, tanımlaya başladık. Siyasal ittifaklara ve siyasal bir tabana dayanarak yönetmek, bu çerçevede de hukuk önünde hesap verir olmak yerine güvenlik aygıtına dayanarak, içeride ve dışarıda hiçbir hukuksal ayak bağı olmadan yönetmek isteyen iktidar projelerinin arttığını görüyoruz. Bunun popülizmle birleşmesi ve 2008’den beri devam eden ekonomik kriz, toplumsal bir taban yarattı. Orta sınıfların gelecek kaygısı, hukuk denetiminden uzaklaşmış iktidarların bu korku ve kaygıları kullanmasını kolaylaştırdı. Başkanlık tasarısı da buna karşılık geliyor. İçeride ittifaklara ihtiyaç duymayan, dışarıda da hukuksal denetlenebilirliği garantileyen uluslararası hukuksal angajmanlar olmadan, AİHM içtihatları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin kısıtla maları olmadan yönetmek. Liberal demokrasi nBu bir küresel eğilim ise Türkiye’nin ve dünyanın bundan kurtulması zaman alacaktır. Dünyada demokrasi kesinlikle iyi bir yere gitmiyor. Fakat demokratik kazanımların anayurtlarındaki tepkiler çok çok önem kazanacak. Hollanda’daki seçimde kısmen onu gördük. Liberal demokrasinin kurumsal koruma yöntemleri, frendenge sistemleri ve bağımsız yargı, sivil toplumun demokrasi duyarlılığı bu küresel eğilimi tersine çevirebilecek en önemli dinamikler. ABD’de gündemin en önemli maddesi, Trump’un nasıl denetleneceği, nasıl sınırlanacağı. Avrupa’da liberal demokrasinin girdiği bu olumsuz güzergâh geri çevrilebilirse ve Avrupa, Türkiye’nin Avrupa’daki yerini reel politikaya kurban etmeden tartışmaya başlarsa, bu Türkiye’ye de çok olumlu şekillerde yansıyabilir. n Liberal demokrasi kurumlarıyla, işleyişiyle, ekonomisiyle bizi bu noktaya getirdi. Buradan çıkış adresinin yeniden liberal demokrasi olması mümkün mü? Bu süreç daha farklı ütopyalar açısından da bir zemin sağlamıyor mu? Kesinlikle sağlıyor ama Yeşil hareketin, solsosyalist hareketlerin, küreselleşme karşıtlarının siyaset oluştura cak güce ulaşması yakın zamanda çok mümkün görünmüyor. Kuşkusuz, liberal demokrasi yetersizlikleri, sorunları, çelişkileri üzerinden tartışmamız gereken birçok kuruma sahip. Mesela hukuk devleti hızla güvenlik devletine dönüşebilen bir yapıdır. Hele hele hukuk devletini biçimsel hukuk devletine indirgediğinizde, yasaları uygun bir şekilde yapmanız güvenlik devletine gidişin hukuksal altyapısını kolaylıkla kurar. Küresel ölçekteki eşitsizlikler, adaletsizlikler, yoksullaşma, yozlaşma liberal demokratik kurumların köklü eleştirisini yapmayı zorunlu hale getiriyor. Yine de çare, kısa vadede liberal demokrasi içerisinde olmak zorunda. Dayanabileceğimiz şeyler, insanlığın bugüne kadar ürettiği evrensel insan hakları metinleridir, bu metinler çerçevesinde oluşturulmuş kurallardır, normlardır. Evet, onların tam anlamıyla işlememesi ve temel eşitsizliklere, adaletsizliklere yanıt üretememesinin bizi getirdiği nokta da budur. Sola iadei itibar verecek kavramsal sorgulanmaların tam da vaktidir. Çünkü bu süreçte farklı sol ve sosyalist perspektifler de kendilerini sorguladılar ve eşitsizliğin ayrımcılıkla, kimlikle ve sınıf dışındaki farklı kategorilerle de ilişkilendirilmesi anlamında politikalar üretmeye çalıştılar. Bu anlamda siyaset küresel ölçekte kritik bir eşiktedir. AB’nin yakın çevresi ile ilişkilerini düzenlerken esas kriteri, ekonomik ve stratejik çıkarlardır. Fakat Türkiye’deki siyasal istikrarsızlığın demokratik olmayan bir sürece evrilmesi, sancısız bir süreç olamaz. Türkiye’deki toplumsal, siyasal altüst oluşlar, ekonomik ilişkilerin sürdürülebilirliğini de engeller. AB açısından Türkiye’nin siyasal istikrarının güvence altına alınması çok önemli. Demokratik, denetlenebilir bir iktidarın olması ve bunun siyasal istikrarı getirecek olması, ekonomik çıkarlarının gerçeklenebilir olmasını sağlar. AB modeli dediğimiz şey bu aslında. n AKP’nin iç siyasi hedefleri, dış politikasını nasıl etkiliyor? İçdış politika ilişkisi birbirlerinden ayrılabilir alanlar değil. Devletin iç ve dış siyaseti bir bütündür. AB, AKP için bir iktidar projesiydi. Son derece işlevsel de oldu. 2008’den itibaren yeni Türkiye dediğimiz şey, iktidarı gelecek 10 yıllara taşıma projesiydi. Başkanlık bu yüzden hep gündemde tutuldu. İçeride iktidarın güçlendirilmesi projesi, AB’den uzaklaşma ve yönünü Ortadoğu’ya dönme seçeneğini de getirdi. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle