23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cuma 17 Mart 2017 12 Silivri 9 No’lu Kapalı Cezaevi Bilmem anımsayanlar var mıdır, Peyami Sefa’nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” adlı ünlü romanını? Yayınlandığı yıllarda dillerden düşmez olmuş; daha sonraları da uzun yıllar sürdü ünü; dahası dönemin siyasi yaşamında da yer aldı, özellikle yazarı dolaysiyle. Geçen hafta cumartesi günü (11.3.2017) yazarımız Mine Söğüt’ün çağrısıyla, Cumhuriyet’in “132 gündür” tutuklu yazarı, çizeri, yöneticisi, savunmanı, “Akın Atalay’a, Bülent Utku’ya, Güray Tekin Öz’e, Hakan Kara’ya, Kadri Gürsel’e, Murat Sabuncu’ya, Musa Kart’a, Mustafa Kemal Güngör’e, Önder Çelik’e, Turhan Günay’a ve “71 gündür” tutuklu Ahmet Şık’a”, “Tecride Karşı Mektup” eylemiyle, Kadıköy Postahanesi’nde buluştu gazeteciler. Mine Söğüt, bu çağrıyı, bir gün önce köşesi “Uykusuzluk”da şöyle dile getirdi: “...Ve onlara yazmayı ve okumayı yasaklayan iktidarı takmayın. Kelimelerinizi dilediğiniz gibi dizin. Sonra zarfa koyun. Üzerine adreslerden adres seçin!” dedikten sonra da, adres olarak, “Silivri 9 No’lu Kapalı Cezaevi” yazıp, tam “on bir” kez, inci dizer gibi sıraladı bu adresi tutuklu canlarımızın adlarıyla birlikte. İlk basımı “1930”da yapılan “9. Hariciye Koğuşu”nu anımsamamın ilk nedeni bu koğuş sayısı dolaysiyle. Dönemin bu ünlü romanında yoksul bir çocuğun dizindeki sakatlığın hastahanede giderilmesi sürecinde yaşananları anlatan bölümü büyük yer tutar; bu bölümü oluşturan sayfalardaki, insanı insan yapan duyguların, tutumların anlatımı okuyanları derinden etkilediği gibi yaşanan kimi acımasızlıklar, insanlıktan uzaklaşmalar da aynı etkiyi yapar, nerede olursa olsun. Ve “87 yıl” sonra bugün de, “Silivri Kapalı Cezaevi”nin, “9 No’lu” koğuşundaki “on bir” hücresinde yaşananların, yaşatılanların yalnızca birini bir kez daha kısaca anımsayalım. İddianame hazırlanmadan tutuklandılar; aylardır neredeyse “beş aydır”, hüküm giymiş gibi tutuklular. İddianame neden yazılmıyor? Ya da, neden yazılamıyor? Üstüne üstlük, “yazdırılmıyor (!)” sözü, “ayyuka” çıkmış durumda... Anayasamızda ülkemizin, “çağdaş bir hukuk devleti” yazılı, ayrıca bu konuda bir kural daha var; Anayasa, yargılamayı yapanların, yargıçların “vicdani kanaatı”ndan açıkçası “insansal tutumundan” da söz eder. Yoksa bu kural kaldırıldı mı? Olabilir, çünkü “yargı”da yaşananların, yaşatılanların artık iyice zulümleştiğini görmemenin olanağı yok. Günlerce, aylarca tutuklusun. Neden? Bilmiyorsun, bilemiyorsun tam olarak... Peki, bu durum işkence değilse, nedir? “Hukuk” bu mudur? Böyle bir düzenin geçerli olduğunu devlete, “Hukuk Devleti” denebilir mi? Cumhurbaşkanı Recep Tayyib, başta Hollanda’da yaşananlara karşı kimi “AB” ülkeleri için de geçerli olmak üzere haykırıyor, “Faşizm, Avrupa’nın sokaklarında kol geziyor!” diye... Kuşkusuz haklı. Yapılan bu “çiğliğe”, hak ettikleri ölçüde uygulamalarla ve tam bir “devlet” diliyle karşılık verilmeli. Yoksa onlar da, ülkemizde yapılacak referandumda kullanılacak, “Hayır!” oyları için düzenlenen yasal eylemlere yapılan üstelik güvenlik güçleri tarafından yalnızca izlenen saldırıları ve tutukevlerinde tutuklulara uygulananları dile getirip “sizin ülkenizde de yalnız sokaklarda değil, tutukevlerinizde bile faşizanca uygulamalar kol geziyor!” derlerse... Üstelik yalnızca bu “iki konu” için... Peki, “haksızlar” diyebilir miyiz? Bilmem ki ne dersiniz? Ayrıca değerli dostlar, doğal olarak ve uluslararası ilişkiler yönünden de Hollanda’nın özür dilemesi isteniyor; yalnızca Bakan Fatma Kaya’dan değil; “TC Devleti”nden de, kısacası bizlerden de... Kuşkusuz bu “özür” dilenmeli. Bu kesinlikle istenmeli... Ne ki, “Atatürk” dönemindeki “TC Devleti”nin saygınlığının, bugün ülkemizi “şamar oğlanı” durumuna getirip dayatanın; başında olduğu “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”nin “Kurucu Başkanı”na nasıl seslendiği, ne dediği bilinir; bundan dolayı “özür dilemediği” de.... Hollanda, “TC Devleti”nden; “Türk Halkı”ndan özür dilemeli... 17 MART 2017 SAYI: 33399 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Haber Koordinatörü Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Danışmanı Ayşe Cemal Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 05.40 05.26 05.51 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 07.06 13.20 16.39 06.50 13.04 16.24 07.13 13.27 16.48 Akşam 19.20 19.05 19.28 Yatsı 20.40 20.23 20.44 yorum TASARIM: SERPİL ÜNAY Bir süredir birçok Avrupa ülkesi ırkçılık, yabancı düşmanlığı gibi milliyetçilikten kaynaklanan akımlarla baş etmeye çalışıyor. Bu ülkelerden biri de Hollanda. İki gün önce yapılan, Hollanda Temsilciler Meclisi’nin 150 üyesini belirleyen seçimlerde ırkçı bir politikacı olan Geert Wilders başa güreşmekteydi fakat umduğunu bulamadı Yabancı düşmanı, ırkçı Wilders’e karşı mücadele veren sağ liberal Özgürlük ve Demokrasi İçin Halk Partisi lideri Başbakan Mark Rutte seçimlerden kazançlı çıktı, yeniden birinci parti oldu. Bu başarıda hiç kuşkusuz Türkiye ile patlak veren krizin de payı vardır. Rutte’nin tırmandırdığı kriz sandığa ona oy olarak yansıdı. HHH Bu arada Türkiye, Hollanda’ya karşı uygulayacağı yaptırımları açıkladı. Başbakan Rutte’nin bu yaptırımlara karşı tepkisi ise “Yaptırımlar hiç de kötü değil!” şeklinde oldu. Gerçekten de diplomatik uçuşları engelleme, Hollanda’nın Ankara Büyükelçisi’nin Türkiye’ye gelmemesini istemek, resmi ziyaretler için Türkiye’ye gelecek üst düzey yetkililerin engellenmeleri, TBMM’deki Hollanda dostluk grubunun lağvedilmesi, Rotterdamİstanbul kardeş şehir anlaşmasının İstanbul tarafından feshi gibi yaptırımların can acıtıcı bir yanı yoktur. Türkiye kamuoyunda Hollanda’ya karşı bir hesap kesme beklentisi oluşturulmuş, bu meyanda İstanbullu taksiciler Hollanda Başkonsoloslu Büyük lokma büyük söz (2) ğu önünde gösteri yapmışlar, bundan böyle araçlarına hiçbir Hollanda vatandaşını almayacaklarını açıklamışlardır. İzmit’te AKP’li gençler Hollanda’nın simge rengini aldığı portakalları sıkıp suyunu içerek tepkilerini ortaya koymuşlardır. Bir de Kangal cinsi köpek sahipleri köpekleriyle Hollanda Başkonsolosluğu’nun önünde eylemde bulunmuşlar, bu arada da “Bu köpekler insan yer!” diye bağırarak Rotterdam’daki polis köpeklerine nazire yapmışlardı. Bu tepkiler bir zamanlar Fransa ve İtalya’ya karşı çeşitli nedenlerle yapılan protestolarda gördü ğümüz kravat kesme, buzdolabı, çamaşır makinesi gibi beyaz eşyayı sokağa atma eylemlerini andırmaktadır. Sonuçta o zaman da bu zaman da toplumun hükümetlerden beklentileri boşa çıkmıştır. HHH Hollanda ile Türkiye arasında 400 yıllık bir hukuk vardır. Türkiye her yıl yaklaşık olarak bir milyon Hollandalı turist ağırlamaktadır. Bu gelirden vazgeçmek kolay değildir. Türkiye’de 2 bin 700 Hollanda şirketi faaliyet göstermektedir. Bu şirketlerin ülkemize yaptıkları yatırımların hacmi 22 milyar dolardır. İki ülke arasındaki dış ticaret hacmi ise 7 milyar dolardır. Her iki ülke arasında ithalat ve ihracat 3.5 milyarlık düzeyiyle dengelidir. Hollanda, NATO’da müttefikimizdir. İncirlik Hava Üssü’nde Hollanda uçakları konuşlanmıştır. Böyle bir ülkeye nasıl can acıtıcı bir yaptırım uygulayabilirsiniz? Hollandalı turistin ülkemize gelişini mi engelleyeceksiniz? İki ülke arasındaki dış ticareti mi kısıtlayacaksınız? Yoksa ülkemizde faaliyet gösteren Hollandalı şirketlere “gidin” mi diyeceksiniz? Bunları yapamayacaksanız büyük konuşmayacaksınız! Adama “Büyük lokma ye büyük söyleme” derler. Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN posta@cumhuriyet.com.tr Krizin hukuksal boyutu RIZA TÜRMEN Eski AİHM Yargıcı Türkiye ile Hollanda arasında meydana gelen gelişmelere gösterilen duygusal tepkiler, sorunun hukuksal boyutları üzerinde soğukkanlı bir değerlendirme yapılmasına engel olmamalı. Sorunun hukuksal boyutlarına baktığımızda şöyle bir görünüm çıkıyor: Uluslararası hukuk açısından Uluslararası hukuk bakımından, bir devletin yabancıları ülkeye kabul edip etmemesi ya da kabul ederse bazı koşullar ileri sürmesi, o devletin iç işidir. Devletin uluslararası sözleşmelerden doğan tersine bir yükümlülüğü olmadıkça, bu yetkisi sorgulanamaz. Devletin bu yetkisi, ülkesi üzerinde egemenlik hakkından kaynaklanır. Egemen devletler arasındaki ilişkilere dayanan uluslararası hukukta, bir devlet başka bir devletin egemenlik hakkını kullanmamasını talep edemez. Ne bireylerin ne de devletlerin böyle bir talep hakkı vardır. Devletin sahip olduğu bu egemenlik hakkı, kendi varlığını sürdürmesiyle de yakından ilgilidir. Egemen bir devlet, yabancıları ülkeye sokmama hakkına sahip olmazsa, yabancı bir ülkenin kontrolü altına girme tehlikesi doğar. Mesela Türkiye bu egemenlik hakkını kullanarak, Alman milletvekillerinin İncirlik Üssü’ndeki Alman askerlerini ziyaretine uzun süre izin vermedi. Devlet yabancı bir kişiyi ülkesine kabul etse bile, o yabancı kişinin ülkesindeki etkinliklerine sınırlamalar getirebilir. Örneğin, “siyasal etkinlikler yapmayacaksın” diyebilir. Temel hak ve özgürlüklerini sınırlayabilir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 16. maddesi, yabancıların ifade ve toplantı özgürlüklerinin sınırlandırılabileceğini ve bunun bir ayrımcılık oluşturmayacağını öngörüyor. Aile Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’ya Hollanda’ya giriş izin verilmemesinin 1961 tarihli Viyana Diplomatik İlişkiler Sözleşmesi’ne aykırı olduğu savına da bakmak gerek. Diplomatik ilişkiler, karşılıklı rızaya dayanır. Devletlerin başka bir devletin gönderdiği diplo KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI Uluslararası hukuka göre, bir devletin yabancıları ülkeye kabul edip etmemesi ya da kabul ederse bazı koşullar ileri sürmesi, o devletin iç işidir. Devletin bu yetkisi sorgulanamaz. Türkiye bu hakkını kullanarak, Alman vekillerin İncirlik Üssün’deki Alman askerlerini ziyaretine uzun süre izin vermedi. Hollanda krizinin baş aktörü Bakan Fatma Betül Kaya. matik ajanı kabul etme zorunluluğu bulunmuyor. Sözleşme’nin 4. maddesi gereğince, bir devlet başka bir devletin gönderdiği misyon şefini reddedebilir ve bunun için bir neden göstermesi bile gerekmez. 9. madde gereğince, kabul eden devlet her zaman gönderen devletin temsilcilerini “persona non grata /istenmeyen kişi” ilan edebilir ve bunun için bir açıklama yapması gerekmez. Sözleşmenin bir diplomata uygulanabilmesi için, 10. madde gereğince, o diplomatın kabul eden ülkeye atandığının resmen bildirilmesi gerekir. Kaya için bu koşul yerine getirilmiş gibi gözükmüyor. Buna karşılık konsoloslukta görevli diplomatların gözaltına alınması, 1963 Viyana Konsolosluk İlişkileri Sözleşmesi’ne aykırı. Böyle bir davra behicak@yahoo.com.tr kamilmasaraci@gmail.com.tr nış, kabul eden devletin sorumluluğuna yol açar. Hollanda’nın bundan dolayı özür dilediğini basından öğreniyoruz. Ulusal hukuk açısından 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri Kanununun 94/A maddesinin 5. fıkrasına göre “Yurtdışında ve yurtdışı temsilciliklerde seçim propagandası yapılamaz”. Söz konusu yasak Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) 15 Şubat 2017 tarihli 109 No’lu kararında daha ayrıntılı biçimde yineleniyor. Buna göre yurtdışında, açık ya da kapalı yerlerde, sözlü ya da yazılı ya da görüntülü propaganda yapılması yasaklanıyor. Ancak, bu yasakların yaptırımı yasada öngörülmemiş. O nedenle, yasaya aykırı davranışlar ancak Kabahatler Kanunu çerçevesinde küçük bir para cezası ile cezalandırılabilecek. Ama bu böyle diye, yasanın açık hükmünü ve YSK’nin kararını görmemezlikten gelerek, “yabancı ülkelerde kampanya yapacağım” diye tutturmak hukuk devletiyle bağdaşır mı? Bu hukuk tanımazlığın bir bedeli olmaz mı? AİHM açısından Bir ayrım yapmak gerekiyor: Cumartesi gecesi, polisin Rotterdam’daki gösteriyi dağıtırken copla, köpekle kalabalığın üstüne saldırması ve orantısız güç kullanması, çok açık bir biçimde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) insanlık dışı ve aşağılayıcı muameleyi yasaklayan 3. maddesinin ihlali. Aynı zamanda toplantı ve gösteri yürüyüşünü düzenleyen 10. maddesinin ihlali. Hollanda hükümetinin AİHS’den doğan bir soruşturma açma ve orantısız güç kullanan polis memurlarını cezalandırma yükümlülüğü var. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi de ayrıca 3 maddenin ihlaline yol açar. Polisin insanlık dışı muamelesinden zarar görenlerin (örneğin, köpek tarafından ısırılanların) doktor raporu alıp Hollanda makamlarına, savcılığa şikâyette bulunmaları gerekir. Hollanda’daki yargı organlarından sonuç alınamazsa AİHM’ye başvurmalılar. Gösteriyi dağıtırken polisin orantısız güç kullanmasına ilişkin, 3 ve 10 maddelerin ihlaliyle sonuçlanan Türkiye’nin mahkum olduğu pek çok dava var. O davalara bakılabilir. Aile Bakanı Kaya bakımından durum farklı. Bir kere AİHM, Chahal/İngiltere (1966) kararında ve bunu izleyen benzer kararlarda, devletlerin yabancıların ülkeye girişlerini kontrol etme yetkisi bulunduğunun altını çizer. Bununla birlikte, bir yabancının yasal olmayan yollardan ülkeye girmiş olmasının onun 3. maddede öngörülen haklarını etkilemeyeceğini belirtir. Aynı görüş 5. madde (özgürlüğünden yoksun bırakılma) için de geçerli. Başka bir deyişle, bir yabancı ülkeye yasadışı yollardan girse bile, ona insanlık dışı muamele yapılamaz ya da hukuka aykırı olarak özgürlüğü sınırlanamaz. Dolayısıyla, Bakan’a Hollanda makamları tarafından aşağılayıcı muamele yapılmışsa ya da özgürlüğü sınırlanmışsa, ortada Sözleşme’nin 3 ve 5 maddelerine aykırı bir durum bulunur. Bakan, Hollanda’daki iç yargı yollarını tükettikten sonra AİHM’ye başvurabilir. Bütün bunlar, AİHM’de bir devlet başvurusunun da konusu olabilir. Türkiye, Hollanda’ya karşı bir devlet başvurusu da yapabilir. Bu durumda iç yargı yollarını tüketmek de gerekmez. Ancak, Hollanda’nın sistematik olarak insan haklarını ihlal ettiğini, bunun bir idari uygulama niteliği taşıdığını somut olaylarla kanıtlamak gerekir. Ayrıca devletten devlete açılacak bir davanın siyasal sonuçlar doğurması kaçınılmaz. Türkiye’nin Avrupa ile sorunlarının giderek büyüyerek bir ‘uygarlık çatışması’ boyutuna erişmesi kaygı verici. Ama bu çatışmanın temelinde Türkiye’nin demokrasiden uzaklaşmasının yattığı gerçeğini de görmek gerekir. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle