23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 6 Şubat 2017 TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ yorum 13 Güvenilmeyen ülkem! AKP iktidarının bu ülkeye yaptığı büyük kötülük içerde ve dışarda yarattığı güvensizlik ortamıdır. İster ekonomik, ister siyasal, hangi açıdan bakarsanız bakın, AKP Türkiye’si, tümüyle, güvenilmeyen bir ülkedir. Toplum, bu güvensizlik ortamının her gün artan ve yoğunlaşan zararlarını çekiyor. Ekonomide güven kalmadı! Çok değil bir hafta önce Türkiye İstatistik Kurumu, TÜİK, Ocak Ayı Ekonomik Güven Endeksi’ni yayımladı. Mal ve hizmet üreten dört ana sektörü, imalat sanayisi, hizmet, inşaat ve perakende ticaret sektörlerini içeren endeks, geçen yılın aynı ayına göre yaklaşık on puan düşüşle Ocak 2017’de 85.7’ye gerilemiş. Bu yetmezmiş gibi, son aylarda güven azalması hızlanmış, endeks Ocak 2017’de Aralık ayına göre 3.5 puan azalmış. Ürettiği istatistiklerin birçoğu ekonomiyle uğraşanların saçını başını yolduracak kadar tutarsız olan TÜİK bile, yerlisi ve yabancısıyla üretici sermayenin ülkenin ekonomi yönetimine ya da AKP iktidarına duyduğu güveni yitirdiğini çok açık bir biçimde sergiliyor. Uluslararası değerlendirme kuruluşları raporları olumsuz olduğunda bunu Türkiye düşmanlığına ya da bunların birilerinden aldığı rüşvete bağlayacak kadar ekonomik gerçeklerin dışına düşen AKP yönetimi, 15 senedir yönettiği TÜİK’i vatan haini ilan edemeyeceği için bir haftadır susuyor! Güvensizlik doları tırmandırıyor; enflasyonu, son 63 ayın; beş yılın üzerine çıkarıyor; halk yoksullaşıyor. Terörle iç içe yaşayan bu toplumda can güvenliği de yok; hukuk güvencesi de! Ancak devletin güvenlikten sorumlu kurumlarının başında bulunan iki kişi, Genelkurmay Başkanı Akar ve MİT Müsteşarı Fidan, Meclis’in bu konuyu araştıran Araştırma Komisyonu’na bilgi vermeye gelmiyor; gelmeyebiliyor. Güçlerini kimden aldıkları bilinen bu dokunulmaz ikili, Cumhuriyet karşıtı olduğu çok iyi bilinen bir din adamını, üstelik evinde, ziyaret edecek zamanı buluyor! Böyle bir yönetime nasıl güvenilir? Ya dış siyasette! Gelenektir, yeni seçilen ABD başkanları diğer ülkelerin devlet ve hükümet başkanlarını önem sırasına göre Beyaz Saray’da ağırlar ya da en azından bir telefon görüşmesi yapar. Bu kez de öyle oldu. Ancak, lideri çağrılan ya da telefonla aranan ülkeler arasında, NATO üyesi, ABD’ye üsler veren sadık müttefiki ve defalarca açıkça görüşme isteyen Türkiye yok. Üstelik, ABD, Suriye’de bir tampon bölge oluşturmak istiyor ve bu konuyu Suriye ile 910 km sınırı bulunan Türkiye ile değil de diğer ülkelerle görüşüyor. ABD Başkanı Trump’ın, halkının çoğunluğu Müslüman olan yedi ülkenin yurttaşlarına ABD’ye giriş yasağı getirmesi karşısında ABD halkı ayağa kalkarken ve dahası çok sayıda ülke ABD Başkanı’nı yerden yere vururken, bu ülkeyi yönetenler ağızlarını açmıyor; açamıyor. Bizim kendi kendine kahraman İslam koruyucularının çıtı çıkmıyor. Ey.. diye başlayan Osmanlı nutukları atmıyor; atamıyor. Bu zavallılığı görmezlikten gelen AKP destekçisi yazar ve yorumcular ise liderlerinin, büyük devletleri nasıl dize getirdiğini; ne kadar emperyalizm karşıtı bir kahraman olduğunu ve böylelikle ezilen ulusların haklarını savunduğunu, sabah akşam bu halkın aklına akıtmaya, tam bir yalancılıkla devam ediyor. Artık sermayenin ve en büyük yabancı dostunun güvenmediği bir ülkedir AKP Türkiye’si! Oysa AKP’nin iktidara gelmesinde, bu iki büyük güç, sermaye ve ABD çok etkili olmuştu. AKP o güveni de yıkmış bulunuyor. Bu kez Türkiye kendi göbeğini kendisi kesmeli, güvenilmez AKP’nin anayasa dayatmasına mutlaka hayır demelidir. 6 ŞUBAT 2017 SAYI: 33360 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Haber Koordinatörü Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Danışmanı Ayşe Cemal Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06.21 06.04 06.26 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 08.01 13.28 16.14 07.43 13.13 16.01 08.03 13.35 16.27 Akşam 18.38 18.25 18.50 Yatsı 20.06 19.51 20.15 Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN posta@cumhuriyet.com.tr Müfredatsız eğitim KEMAL İNAL İçinde yaşadığımız toplumda inanılmaz hızda değişen kültü 672 sayılı KHK ile Gazi Üniversitesi’ndeki görevinden ihraç edilen akademisyen, Doç. Dr. rel eğilimler, bilgi yapıları, meslek tercihleri, teknolojik icatlar genç kuşağı anında etkiliyor ve fakat biz onlara 10 yıl ön 2005’te Milli Eğitim Baka cesinin bilgi, değer ve becerileri ile seslenmeye çalışıyoruz. nı Hüseyin Çelik ve döne yacak ne bilgi birikime ne de isteğe teknolojik icatlar genç kuşağı anınmin Talim ve Terbiye Kurulu sahipti. Çoğu öğretmen yeni müfre da etkiliyor ve fakat biz onlara 10 Başkanı Prof. Dr. Ziya Selçuk, çok datı kısmen uygularken genellikle yıl öncesinin bilgi, değer ve beceri iddialı bir çıkış yaparak Türkiye “bildiğini okudu”. leri ile seslenmeye çalışıyoruz. eğitim sisteminde bir devrim yapmaya soyunduklarını açıklamış Başarısızlık listesi uzun Finlandiya örneği lardı. Bu cüretli tavra göre hazırlanan “yeni”, “reformist” ve “çağdaş” müfredatlarla Türkiye’nin Cumhuriyet döneminden bugüne, Osmanlı tarihini yadsıyan, çoğulcu olmayan ve antidemokratik eğitim felsefesi değiştirilecek, geçmişin türlü modernist sorunlarına (lineer düşünme, ezbercilik, dikte, öğretmen otoritesi, tek tipçilik vb.) neden olan “Davranışçı” yaklaşım yerine “İnşacı” (Yapılandırmacı) perspektif getirilecekti. Cumhuriyet döneminden bu yana sistemin merkezinde olan “otoriter” öğretmen, öğrencide sadece belli davranışlar yerleştirmek bakımından elinde tuttuğu inisiyatifi öğrenciye devredecek, kendisi sembolik bir konumda yer alacaktı. Eski eğitim felsefesi, iddiaya göre, hiyerarşik, tek yönlü ve antidemokratik idi ve Newtoncu bilim anlayışına dayandığı için tek doğru otorite olarak bilimi görüyor, diğer bilme biçimlerini (geleneksel bilgi, bilgelik, din vd.) dışlıyor, mutlaklık ve kesinlik adına hayata tek yönlü bakıyordu. Oysa görelilik teorisi ile “doğru”, bakış açımıza, zaman ve mekana göre değişiyordu; evrende “düzen” yerine azçok “kaos” vardı, düz ilerleme yerine iç içe geçmeler, salınım ve geriye dönüşler söz konusuydu. Newton fiziği üzerine temellenen modern bilim paradigması, geçerliliğini yitirmişti. O halde eğitimde öğretmenin otoritesiyle temsil edilen yukarıdan, hiyerarşik ve davranış değiştirmeye dayalı tek biçimli pedagoji yerine başka bir şey konulmalıydı. İkinci olarak, devlet yeni sistemin gerektirdiği altyapıyı okullara sağlayamadı; materyal eksikliği, okulda gerekli mekânsal düzenlemenin yokluğu gibi çok sayıda neden müfredatı uygulamada zorlaştırdı. Üçüncü olarak veliler, yeni müfredatın pratikbeceri temelli olması ile okul giriş sınavları için gereken test tipi hazırlık arasında bir tutarsızlık olduğunu öne sürüp yeni sistemi yeterince sahiplenmediler. Dördüncü olarak çoğu veli, yüksek not alsın diye çocuğunun proje ve performans ödevlerini bizzat yapma yolunu seçti; böylece sözde merkezdeki öğrenci yeni bilgiler inşa edip beceriler kazanamadı, yaratıcılık lafta kaldı. Beşinci olarak, 2005 müfredatında hedef kazanım olarak listeye çok fazla beceri konulmuştu ve bunların hepsinin gerçekleşmesi hayaldi. Başarısızlığın listesi oldukça uzun. Zamana uygun değil Şimdi aynı anlayış yeni bir müfredat hazırladı, bu gidişle daha çok hazırlanacak gibi. MEB sayfasında ilan edilen taslak programın gelen eleştiri, öneri ve değerlendirmelere göre revize edileceği duyuruldu ki, bu gayet olumlu bir adım. Fakat mesele, müfredatlarda din dersinin zorunlu olarak yer almaya devam etmesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi’nin ders olarak çıkarılması, Darwin’in evrim teorisine yer verilmemesi vb. değil. Asıl mesele, MEB’in yaptığı müfredatların statik, değişmez ve gelişimlere uymayabilecek kalıpsal yapısının hayatın Bugün Finlandiya gibi ülkeler resmi, yukarıdan ve tek tip olarak hazırlanan müfredat kalıbının hayatın canlılığı, öğrencilerin anbean değişen beceri ve eğilimleri, günlük yaşamda karşılaşılan atipik olayların çözülmesi açısından yanlış ve yetersiz görüp “müfredatsız eğitim” modeline geçmek üzere. Pratik temelli, olay bazlı ve çok nedenli yöntemlerle öğrencilere hayatın herhangi bir alanındaki sorun üzerinden deneyimlere dayanarak (learning by doing) verilecek öğrenme kalıbı, öğrencide yaratıcı, yenilikçi ve üretken bir formasyon yaratabilir. Klasik şikâyettir; çoğu öğrenci, “Bu bilgi ne işime yarayacak?” diye sorar. Haklıdır öğrenciler; bizim müfredatlar aşırı bilgi yüklüdür, o yüzden ezbercilik hâlâ temel öğrenme biçimidir. Eğer öğrenciye paketprogram bilgi yüklerseniz, o da size Paulo Freire’in “bankacı eğitim modeli”nde olduğu gibi, aldığını olduğu gibi geri vermeye çalışacaktır. En iyi yaklaşım, müfredat olarak bilgiyoğun bir program değil, kaba, genel ve evrensel bir ilkeler çerçevesi çizip müfredatı “müfredatsız eğitim”e göre dizayn etmektir. 2005 Müfredat reformu, ne eğitimde bir felsefe değişikliğini sağlayabildi ne de “öğrenci merkezli pedagoji” ile İnşacı yaklaşımı (bilgiden bilgi inşa etme) gerçekleştirebildi. Böylece ezbercilik devam etti, test türü sınavlar sistemin merkezinde yer almayı sürdürdü, akademik başarı artmadı, öğretmenler kendilerini geliştiremediler. Bunun asıl nedeni de, öğretmeni anti Neler düşünülmüştü? Böylece 2005 müfredat reformuyla öğretmen daha çok “rehber”, “yol gösteren”, “mentor” konuma itilerek öğrenci merkeze çekilecekti. “Öğrenci merkezli eğitim”, “otantik zenginliği, değişkenliği ve esnekliği karşısında kısa bir süre sonra ihtiyaçları karşılayamayacak olması. İçinde yaşadığımız toplumda inanılmaz hızda değişen kültürel eğilimler, bilgi yapıları, meslek tercihleri, demokratik ve bilim karşıtı bir çerçeve içine hapsedip onun özerk, demokratik ve gelişimsel davranmasını engellemekti. Yeni müfredat da 2005’te yapılan gibi muhtemelen başarısızlığa uğrayacaktır. değerlendirme”, “çoklu zekâ”, “bilgi inşa etme”, “beceri kazanma” gibi KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK yenilikler hep öğrencinin kendisine inisiyatif tanıyacaktı. Öğrenci, ev de ve sınıfta yapacağı proje ve per formans ödevleriyle yeni bilgiler in şa edecek, öğretmene göre inisiyatif kazanacak, kısaca yaratıcı olacaktı. Öğretmen bilgi öğretmek yerine öğ renmeyi öğretecek, öğrencinin ak tif olabilmesi için ona çeşitli beceri ler kazandıracaktı. Bu aşağıdan ku rulan yaklaşımla öğrencinin sesinin daha fazla çıkacağı, kazanacağı bil gi, değer ve becerilerle yaratıcılığı nın gelişeceği düşünüldü. Başarısızlığın nedenleri Epey emek verilen, uluslararası uzmanlara danışılan, pilot çalışması yapılan, medyada büyük sükse kazanan, liberallerin ağzını kulaklarına vardıran 2005 Müfredat Reformu başarısız oldu, ki şimdi yenisi yapıyoruz. Peki, neden başarısız oldu? İlk olarak, bu sisteme uygun öğretmen yoktu ve kısa vadede de yetiştirilemezdi. Meslekte uzun yıllar deneyim kazanmış öğretmenlerin çoğu, İnşacı yaklaşımı ya anlamadı ya da anladıysa bile gereğini yapacak ne bilgi ve bilince ne de materyal ve zamana sahipti. Yani yukarıda teorik olarak tasarlanan müfredat, aşağıda uygulamada bir karşılık bulamadı. Öğretmenler, çok fazla zaman alan çünkü her öğrenci için bir portfolyo doldurmak ve her gün çok sayıda fotokopi çektirmek, her öğrenciyi bire bir takip edip onun proje ve performans ödevlerini değerlendirmek gerekiyordu vb. emek ve dikkat isteyen yeni sistemi uygula ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI Onat Kutlar’ın düşündürdükleri... Metis Yayınları’nın “rüyanın gör dediği” başlıklı 2016 ajandasını gözden geçirirken, eylül ayında Onat Kutlar’dan (“Düşle Gerçek arasında”) yapılmış bir alıntı ile karşılaşıyorum: “Bu gördüklerimiz, görmekte olduklarımız mı düş, yoksa geçmiş yıllarda yaşadıklarımız mı? Biri doğruysa öbürü nasıl doğru olabilir? Nasıl bir alacakaranlık… Geceyle gündüzün arasına sıkışmış uzun bir kör saat. Geçmişle geleceğin, doğuyla batının, ölümle yaşamın arasına sıkışmış. Alacakaranlık görünmez bir çevrintiyle yutup götürüyor her şeyi. Bu noktada onurla alçaklığın sınırı birbirine karışır.” Elimde olmaksızın “sakın bugünlerde yazılmış olmasın bu satırlar?” diye düşünüyorum. Ama hayır. Alıntı, Onat Kutlar’ın 1989’da Can Yayınları arasında çıkan “Yeter ki Kararmasın” adlı kitabından yapılmış. Yani neredeyse otuz yılı bulacak bir geçmişe ait. Düşlerle gerçeklerin inanılmaz kargaşası… Onat Kutlar gibi en günlük, en sıradanmış izlenimini uyandıran gözlemlerini bile çok sağlam bir tarihseltoplumsal bilgi dağarcığını temel alarak değerlendiren düşünürlerin yazdıkları, çoğu zaman onyıllar sonrasına bile ancak hazin diye nitelendirilebilecek atıflarda bulunur; böylece de bir tür geleceğin tarihi diye adlandırılmayı hak eder. Hele söz konusu gözlemler, insanlığın üç bininci yılının ilk çeyreğinde bile henüz tarihin her şeyden önce bir hesaplaşma zemini olduğu bilgisinden yoksun bir halde ve hâlâ “tarih tekerrürden ibarettir” gibi dedelerin dedesinden kalma köhne özdeyişlerin(!) ışığında yaşamaya çabalayan toplumlarda yapılmışsa, durum kesinlikle böyledir. Oysa tarih, ancak ondan ders almasını bilmeyenler için tekerrürden ibarettir ve böyle umarsız bir cehaletin pençesine düşmüş olanların bırakın uzak bir tarih diliminde, henüz daha dün sayılabilecek bir geçmişte olanlarla karşılaşmaları halinde yaşayabilecekleri tek yazgı, şaşırmaktır. ‘Biri doğruysa öbürü nasıl doğru olabilir?’ Nasıl başlıyordu Onat Kutlar’dan yapılan alıntı? “Bu gördüklerimiz, görmekte olduklarımız mı düş, yoksa geçmiş yıllarda yaşadıklarımız mı? Biri doğruysa öbürü nasıl doğru olabilir? Nasıl bir alacakaranlık…” Yukarıdaki, aslında hem bir tarih, hem de bir mantık sorusudur. Çünkü düşler ile gerçekleri birbiriyle karıştırmak, özellikle siyaset alanında ülkeyi ancak bir alacakaranlığa ya da aslında kapkara bir ciddiyetsizlik ortamına sürükleyebilir. Hemen bir örnek: Ana muhalefet partisi CHP, nisan ayındaki referandumun kısaltarak söylüyorum “hukuka uygun ve demokratik” bir ortamda gerçekleşebilmesi için bir “Meclis Komisyonu” kurulması amacıyla önerge verecekmiş! Peki, hangi demokratik organa? Daha birkaç hafta öncesine kadar insanların birbirlerini dövdükleri ve ısırdıkları, gizli oylama kuralını da yürürlükteki anayasayı açıkça ihlal ederek hiçe saydıkları bir parlamentoya! Ne diyordu Onat Kutlar yukarıdaki alıntının sonunda? “Alacakaranlık görünmez bir çevrintiyle yutup götürüyor her şeyi…” behicak@yahoo.com.tr kamilmasaraci@gmail.com.tr C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle