28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 28 Şubat 2017 14 ÖzAgecanr 1 Mart Tezkeresi, Irak, Suriye ve Tek Adamlık 1Mart 2003’te eğer, ağır aksak da olsa işleyen demokrasi olmasa, 18 maddelik yeni öneri yürürlükte bulunsa ne olurdu: 1 Mart 2003 tezkeresi derhal yürürlüğe konur, Türkiye, Suriye bataklığından çok daha büyük Irak bataklığının içine, hiç çıkamayacak bir biçimde gömülür, Türkiye’nin bütünlüğü kaybolur ve BOP kısa yoldan, ülkeyi parçalayacak biçimde uygulamaya girer, Türkiye ve İran askeri olarak da kapışmaktan kendilerini kurtaramazdı. Bugün Suriye’de BOP uğruna Ankara son 6 yıldır Şam ile karşı karşıya getirildi: Türkiye içeride ve dışarıda IŞİD kıskacı içine sokuldu: Washington ve Moskova arasında Şam, Tahran, PYD ve IŞİD üzerinden yönlendirilen bir konuma sokuldu. 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi ile askeri olarak zaafa uğratıldı. 3 milyon göçmen bir ur gibi sırtımıza bindirildi. Biz Suriye’ye değil, Suriye bize girmiş oldu. 1 Mart 2003’te TBMM’nin AKP’li bazı üyelerinin de katılımı ile bir felaketten dönülmüştü. TBMM, 1 Mart tezkeresini reddettiği için, TSK ile birlikte BOP projesindeki engellerden biri olarak görüldü. C. Rice 14 yıl önce zaten, Ortadoğu’da 23 ülkenin rejimlerinin ve sınırlarının değiştirilmesi gerektiğini söylerken bunu kastediyordu. Yeni tek adam formülü eğer geçerse, son halka tamamlanmış olur. Önce Ergenekon ve Balyoz operasyonlarını FETÖ ile başlattılar. Sonra sıra 15 Temmuz’a geldi. Bütün kumpaslar rejimlerin ve sınırların BOP doğrultusunda değiştirilmesine yöneliktir. TSK ve TBMM’yi bunun için hedef almışlardı. TBMM’yi bunun için bombaladılar, TSK’yi FETÖ ile zaafa uğratmaya bunun için giriştiler. AKP milletvekillerinin, teşkilatlarının ve tabanının bu gerçekleri göz önüne alarak değerlendirme yapmaları gerekir. Son 15 yıldır yaşanan iç, dış ve bölgesel gelişmeleri üst üste koyarak değerlendirmek zorundayız. Mesele AKP veya Recep Tayyip Erdoğan meselesi değildir; mesele BOP’un ucuna bir fitil gibi yerleştirilen Türkiye meselesidir. Önce Türkiye Bizim “Önce Türkiye”miz, Trump’ın “Önce Amerika”sından çok farklı; bizimki bir bütün olarak ayakta kalma, Cumhuriyetimizi ve bağımsızlığımızı koruma meselesidir. Bu coğrafyanın bataklıklarına gömülmekten kurtulma sorunudur. Türkiye yoksa, AKP, CHP, MHP ve HDP kalır mı? Başındaki siyasiler de torunlar da ileride Abdülhamit’in torunları durumuna düşerler, artık bu gerçeği görelim. Suriye’de yaşadıklarımız bize hâlâ göstermedi mi? Şam’la güllük gülistanlık dostluk yaşanırken birdenbire düşman yapıldık, “aldatıldık”, tuzağa düşürüldük; sonuçta Kürt kantonu Suriye’de Batı desteği ile kuruldu. Ekonomimiz, askeri güvenliğimiz berbat oldu. İlkel mezhep savaşlarının bataklığına çekildik, dinci örgütlenmeler siyasete egemen oldu. Müslüman Kardeşler, El Nusra ve IŞİD ile aynı havuzun içine sürüklendik. 3 milyon göçmen bir kambur gibi sırtımıza yüklendi. İşsizimize ayıracağımız desteği onlara verir hale geldik. Türkiye fakirleşti. 16 Nisan’da yalnız AKP dışındakilerin değil, AKP içindekilerin de bütün bu gerçekleri göz önünde tutmaları gerekir. Özellikle de 1 Mart tezkeresini hatırlayarak. 1 Mart 2003’te Türkiye’yi TBMM kurtarmıştı, ona dört elle sarılmamız gerekir; çünkü ülkemiz Lozan’dan Sevr’e götürülmek isteniyor. Siyasiler yine “kandırıldık” demesinler, çünkü ilerde kimse kalmayabilir, kandırılanlar da dahil... AKP teşkilatı ve tabanı acaba bu gerçeği görebilecek mi? Defteri kapanmış “tek adam rejimini” esrarengiz bir biçimde Bahçeli tek başına mı gündeme getirdi? Aynı vukuatı Bahçeli, Ecevit koalisyonunu 2002’de dağıtırken de görmedik mi? Ne tesadüf, o zaman da MHP’yi bitirmişti... Hem de “tek başına”! Her iki sonuç da BOP’a yaramıyor mu? 28 ŞUBAT 2017 SAYI: 33382 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Haber Koordinatörü Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Danışmanı Ayşe Cemal Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06.08 05.53 06.16 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi Akşam 07.34 13.24 16.27 19.02 07.17 13.08 16.13 18.47 07.39 13.31 16.38 19.11 Yatsı 20.21 20.05 20.27 yorum EDİTÖR: HAKAN AKARSU TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ 1935… 1. Dünya Savaşı’nda Ruslara esir düşen Ernest Reuter, Adolf Hitler iktidara geldiğinde, Magdeburg belediye başkanı idi. 1939’da Ankara’ya göçtü, o günkü adıyla Siyasal Bilgiler Okulu’nda (SBO), 1945’e kadar “şehircilik dersleri” verdi. 1948’de Batı Berlin’in beledi yKe abavşşkaankı oldu…HHH 1937… Fehmi Yavuz, Siyasal Bilgiler Okulu’nu (MM SBF) bitirerek “maliye uzmanlığını” öğrenmek için Almanya’ya gitti. 2. Dünya Savaşı çıkınca “Hitler’in, ne mal olduğunu!” algılayıp doktora çalışmasını yarıda bırakıp Türkiye’ye dönmek zorunda kaldı. Maliye Bakanlığı’nda “maliyeci” olarak çalıştı, köy öğretmenliği yaptı, SBO’ya “asistan” (1942) oldu. Maliye eğitimi gördüğü halde, “şehircilik” alanında yetişmiş uzman olmadığı için, asistanı olma önerisini Reuter kabul etti. Reuter’le 4 yıl çalıştı. Şehircilik Kürsüsü’nde 1945’te doçent, 1953’te profesör oldu. 1960’ta Milli Birlik Hükümeti’nde önce Milli Eğitim, sonra İmar ve İskân Bakanı oldu. HHH 5 Şubat 1960… Demokrat Parti’nin (DP) yayın organı Zafer Gazetesi 1. sayfada, 10 Demokrat milletvekilinin, SBF’yi Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı “Yüksek Okul” yapmayı öngören yasa teklifinin TBMM’ye sunduğunu duyurdu. Aynı haber, Ankara Radyosu’nda da yayımlandı. 28 Nisan 1960… DP Genel Başkanı ve Başbakan Adnan Menderes “Muhalefetin ve basının faaliyetlerini tahkik için” 15 DP’li milletvekilinden oluşan bir komis Özgen Acar Kavşak Nazizm... Kemalizm... Rabiaizm... (5) ReuterYavuz 60 yıl sonra KüçükAcarYıldız yon kurdu. “Yasama” ve “yargı” ayrı olması gere kirken, günümüzde önerilen anayasa tasarısına benzer kurallarla donatılan, bu komisyonun “yargı” yetkisi vardı. Amaç, Cumhuriyet Halk Partisi ile bazı gazeteleri kapatmaktı! Komisyonun kurulması ile ilgili önerge DP oyları ile 27 Nisan’da kabul edildi, ertesi sabah Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi! O sabah… İstanbul: Anayasaya aykırı bu gelişmeye tepki olarak İstanbul Üniversitesi (İÜ) öğrencilerinin gösterilerine polisin müdahalesinde olaylar çıktı. Güvenlik güçlerinin üniversiteye izinsiz girmesine rektörlük tepki gösterdi. Rektör Prof. Sıddık Sami Onar, “polisin, özerk üniversiteyi terk etmesini” isteyince sürüklenerek Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü! Gösteriler, Beyazıt Meydanı’na yayıldı. Polis kurşunuyla Turan Emeksiz öldü, yaralanan Hüseyin Onur’un bacağı kesildi. Menderes, İstanbul’da sıkıyönetim ilan etti, gece sokağa çıkma yasağı kondu. Öğrenciler iktidara tepkilerini 2 gün daha sürdürdüler. Sultanahmet Meydanı’ndaki gösterilerde öğrenci Nedim Polat öldü. 29 Nisan… Ankara: Biz SBF öğrencileri de yerleşkemizde (kampus değil) komşu Hukuk Fakültesi’nin ön bahçesin de İstiklal Marşı söyleyerek, İstanbul’daki olaylara tepki göstermeye başladık. Polis, ateş açmaya başlayınca SBF’ye kaçtık. SBF mezunu olan Emniyet 1. Şube Müdürü Niyazi Bicioğlu ve süvari Binbaşı Vehbi Ersü polislerin ateşini durdurdular. Ancak Korgeneral Namık Argüç, piyade mangasını SBF bahçesine sokarak ateş açtırdı. Sınıflara sığındık. Arkadaşımız Altan Güven ve Tülay Demokan yaralandılar. Kurşunlar, binanın ön cephesini delik deşik etti. Menderes, Ankara’da da sıkıyönetim ilan edip sokağa çıkma yasağı koydu. SBF’ye komşu binalarda oturanlar, kızerkek gözetmeksizin öğrencileri gece evlerinde sakladılar! HHH O gece… “Tahkikat Komisyonu” toplanarak SBF’li sınıf arkadaşı şu 3 öğrenci hakkında “gıyaplarında tutuklama kararı” yayımladı. CHP Gençlik kolları Sekreteri Hikmet Çetin, yıllar sonra TBMM’ye başkan seçildi. SBF Fikir Kulübü Başkanı Yalçın Küçük profesör oldu ve yıllarını cezaevlerinde geçirdi. SBF Öğrenci Derneği Başkanı Özgen Acar, Cumhuriyet gazetesinde karınca kaderince bir şeyler yazıyor… Bu karar, Komisyondan çıkan ilk ve son “karar” oldu! HHH 19 Mayıs… Menderes, SBF Dekanı Prof. Fehmi Yavuz’u telefonla arayıp sordu: “Fehmi Bey! Fakülte binasında kurşunlardan zarar gören yerleri tamir ettirmek istemiyor muşsunuz?” Prof. Yavuz’un tepkisi “Bu kurşun delikleri, Mülkiye için şereftir!” oldu. (Devam edecek) Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN [email protected] Hukuk devleti ile hukukun üstünlüğünün başkalıkları SAMİ SELÇUK Prof. Dr., Hukukçu Türkiye halkı, demokratik rejimin ve kendinin alınyazısını etkileyecek önemli bir sorunu tartışıyor. Halkın kararı üzerine ya var olan iki yüz yıllık parlamenter sistem sürecek ya da dünyada yaşanan sistemlerden hiçbirine benzemeyen bir sisteme, daha doğrusu bir sistemsizliğe geçecek. Anayasa hukukçusu değilim. Ama anayasa hukuku uzmanlarına soruyorum: “Dünyada hazırlanan taslağa göre bir sistem ya da benzeri var mı?” “Yok” diye yanıt veriyorlar ve ekliyorlar: “Benzeri de yok!” Evet, kendinden menkul bu düzenlemenin bir adı yok, belirsiz. Bu yüzden uzmanlar şaşkın. Her şeyden önce bir parlamenter sistem ya da türü değil. Ancak başkanlık sistemi de değil. Çünkü başkanlık sisteminin yaşandığı ve başarılı olduğu biricik örnek ABD. Başarılı. Çünkü ABD’ki sistem, 1federal devlet yapısına, 2başkanları bile belirsiz esnek yapılı partilere, 3katı bir erkler ayrılığı ilkesine ve güçlü bir yargı sistemine, 4hukukun egemenliği/üstünlüğü ilkesi üzerine kurulan bir hukuk sistemine, 5güçlü mü güçlü bir kamuoyu demokrasisine dayanıyor. Yarı başkanlık sistemi de değil. Çünkü yarı başkanlık sisteminin yaşandığı, ancak başarılı olup olmadığı tartışmalı en önemli örnek Fransa. Tartışmalı, çünkü 1federal devlet yapısı yok, 2başkanları belli katı partilere sahip. Ama hukukun üstünlüğü ilkesine dayanmasa da, hukuk devleti ve gevşek bir erkler ayrılığı ilkelerine dayanan bir hukuk sistemi var Fransa’da. Fransa’da durum Bu ülkede yarı başkanlık sisteminin sancılı da olsa sürmesinin nedeni de belli: Fransa, 1789’dan bu yana üç kez krallık devirmiş, iki kez krallığa yeniden dönmüş, dört kez cumhuriyet yıkmış, beşincisini yaşamaktadır. Dokuz kez (1830, 1848, 1851, 1870, 1873, 1887, 1889, 1934, 1958) darbe girişimi yaşamış, 15 kez anayasa değiştirmiştir. Bugün bile zaman zaman Jakoben devletliği depreşen bir ülkedir. 90615 sayılı ve 13.07.1990 tarihli Yasa’nın 9. maddesiyle 1881 Basın Özgürlüğü Yasası’na eklenen bir maddeyle (24 bis) Yahudilik karşıtı propagandayı suç saymış, Roger Graraudy’yi cezalandırmış, düşünceyi açıklama özgürlüğünü çiğnemiş, Ermeni soykırımının yadsınmasını suç saymıştır. Cumhuriyetten tam demokrasiye hâlâ geçememenin sancılarını bugün de yaşamaktadır. Kısaca iki Fransa tarih boyunca sürgit kavga etmiştir: Birincisi, giyotinle beslenen ilk Anayasa’sını insan derisiyle kaplamış, Baudelaire’i cezalandırmış, yar Referanduma sunulan taslak, başkanlık sistemlerinden esinlenmiş görünüyor. Ama asla ve kata demokrasiyi amaçlamıyor. Hukuku egemen ve üstün kılmıyor. Bir ölümlüyü ölmeyecekmiş gibi her şeye kadir, kadiri mutlak, tümerkli kılan (omnipotent) bir sistem. gı öncesi insanları giyotine gönderen Savcı Foulquié’yi çıkarmış Jakoben Fransa’dır. İkincisi, “özgürlük istiyorsanız, iktidarı parçalayınız!” diye haykıran SaintJust’ün, akılcılığın piri Decartes’ın, erkler ayrılığının büyük ustalarından Montesquieu’nün, Aydınlanmanın hırçın düşünürü Voltaire’in, edebiyatın, bilimin ve felsefenin öncüleri Balzac’ın, Hugo’nun, Sartre’ın, Camus’nün, Foucault’nun, Lyotard’ın, Lacan’ın, Morin’in, Derrida’nın, Baudrillard’ın, Attali’nin Fransa’sıdır. Bu beriki Fransa, kendi ülkesine ve bütün dünyaya ışık saçan bir Fransa’dır. Bu beriki Fransa sayesinde halkın demokrasi bilinci çok yüksektir. Bu yüzden Fransa, güçlü bir kamuoyu demokrasisi ve bilinciyle açmazların üstesinden gelebiliyor. Evet, görünen köy, kılavuz istemez: Türkiye’de halk oylamasına sunulan taslak, başkanlık sistemlerinden esinlenmiş görünüyor. Ama asla ve kata demokrasiyi amaçlamıyor. Hukuku egemen ve üstün kılmıyor. Bir ölümlüyü ölmeyecekmiş gibi her şeye kadir, kadiri mutlak, tümerkli kılan (omnipotent) bir sistem. İktidar parçalanmıyor, tek elde toplanıyor; dolayısıyla özgürlük getirmiyor, baskının yolunu döşüyor. Sistemi savunanlar da esasen bunu itiraf ediyorlar. Sürekli “ben dinin sadece tebliğcisiyim” diyen Hz. Muhammet’in; “siz isterseniz ayeti bile değiştiririz” diyen Diyanet İşleri Başkanlarının isteklerini, bu doğrultuda padişahlık ve halifelik önerilerini reddeden M. Kemal Paşa’ların bile meydan okuyup reddettikleri bir sistem bu. Dahası sistem, aldatıcı da. “Güçlü Türkiye” diye yola çıkıyor, ama “güçsüz Türkiye”yi yaratıyor. Çünkü demokrasiye kapısını kapatıyor. Çevrenize bakınız: Ekonomik bunalım yaşayan Yunanistan ya da komşularıyla sürekli çatışan İsrail, dünyanın gözünde İran’dan, Irak’tan, Azerbeycan’dan daha güçlü ve güvenilir. Çünkü insanlarının hak ve özgürlükleri, yarınları, güvenilen bir hukuka ve yargıya emanet. Demokrasileri gelişmiş. Peki, adı konulamayan, ama halk oylamasına bu durumuyla sunulmasında sakınca görülmeyen, deyiş yerindeyse, bu “Seyyar Tayyar Taslağı”, nasıl bir ortamda tartışılıyor? Her şeyden önce olağan dönemde değil, hak ve özgürlüklerin sınırlandırıldığı ya da durdurulduğu OHAL döneminde. Dahası mantık çarpıtmalarıyla çirkinleştirilerek başvuruluyor halka. Bir taraf, terör suçuyla yargılanıp hüküm giyen bir hükümlünün “özerklik” sözü verildiğini kitabında aktardığını ve “evet”in ülkeyi böleceğini; karşı taraf da tam ter sine “hayır”ın bu sonucu doğuracağını, hayır diyenlerin terörist olduklarını, en azından terör odaklarıyla bütünleştiklerini ileri sürüyor. Taraflar, sunulan sistemi tartışacak yerde, dikkatleri başka yönlere çekerek ve kimin neyi savunduğuna bakarak birbirini yurda ihanetle suçluyor. Bu arada sık sık çarpık akıl yürütmelerine, açmazlara, paradokslara, yanıltmacalara, paralojizmlere, sofizmlere başvurulmakta. Sözgelimi, mantıktaki Latince anlatımlarla belirtmek gerekirse, kendinden menkul sistem, hukuk dışlanarak ve çekici kılınarak duygu sömürüsüne (argumentum ad misericordiam) başvurularak eşsiz ve ulusal bir buluş gibi sunulmaktadır. Bundan başka “eğer şunları yapmazsan başına şunlar gelir” gibi baskıcı, yanıltıcı akıl yürütmelerinden (argumentum ad baculum), kişiliği çürüterek kanıtlama (agumentum ad hominem, şahsiyat yapma) yöntemlerinden yarar umulmakta, Paul Valéry’nin dediği gibi “düşüncenin üstesinden gelemeyince düşünenin üstesinden gelinmeye çalışılmakta”; yeterince bilgilendirilmeyen halkın “bilgisizliğine yaslanan sonuçlar” (argumentum ad ignorantium) çıkarılmaya çalışılmaktadır. Dahası asıl konuyu, yani demokrasiyi gözden kaçırma yoluyla akıl yürütmelerle (ignoratio elenchi), totolojilerle, “tarifi muarrefle tarif” gibi kısır döngülerle asıl tartışma yörüngesinden saptırılmaktadır. Nesnellik, çıkarsızlık Biz, bu yazımızda konuyu özelikle hukuk sistemleri açısından soğukkanlı bilimin temel etik ilkelerine uyarak ele almak istiyoruz. Bu ilkeler kısaca şunlardır: Nesnellik, yansızlık, çıkarsızlık (hasbilik). İyi yöneticilerin ve iyi bilginlerin niteliklerini büyük düşünür vezir Nizamül Mülk şöyle özetler: “İyi sultanlar bilginlerle, kötü bilginler sultanlarla düşüp kalkarlar.” Elbette sultanların danışmanlarının hepsi kötü bilgin değildir. İyileri bulmak ise sultanlara kalmıştır. Yeter ki, yönetenler kendilerine danışman bilim adamları seçerken bu özdeyişi hiç unutmasınlar. Çünkü bilim insanının efendisi yalnızca bilimdir; sultan, kral ya da cumhurbaşkanı değil. Ancak özellikle de bizde ve doğu ülkelerinde yaşananlar, çoğu kez bu kuralı çürütmekte; doğrulayanlar az görülmektedir. Pek çok örnek arasından sadece İslam dünyasından ikisiyle yetinelim. Birincisi Nizamül Mülk’ü destekler: “Bende bir eğrilik görürseniz beni doğrultunuz” diyen Halife Hz. Ömer’e “Eğer sende bir eğrilik görürsek kılıçlarımızla düzeltiriz” yanıtını veren, özgür, özgür olduğu için de korkusuz halkını görünce Halife, “Halkı arasında Ömer’i kılıcıyla doğrultacak insanlar ihsan eden Allah’a hamdolsun” diyerek dua etmiştir. Bu, sağduyunun zaferidir. İkincisi ise Nizamül Mülk’ü çürütür: Bir uyuşmazlığı çözmek için alanda toplanan halka erkek devenin erkek mi dişi mi olduğunu soran Muaviye ağızbirliğiyle “dişi” yanıtını alınca Hz. Ali yanlısı erkek devenin sahibi Kufeli’ye şöyle der: Ey Küfeli, beni iyi dinle! Sen de ben de biliyoruz ki, bu deve dişi değil, erkektir ve senindir. Ama sen Küfe’ye dönünce gördüklerini Ali’ye anlat ve de ki: “Ey Ali, Muaviye’nin, o ne derse evet, dişi deveye bile erkek diyen on bin adamı var!” Bu da çürümüşlüğün kanıtıdır. Bunlara aklımızda tutarak konumuza dönelim. Dünyada ortaya çıkan kapsamlı hukuk sistemlerini, genellikle Kara Avrupa, AngloSakson, toplumcu (sosyalist), Müslüman ve başkaca (Hint, Uzakdoğu vb.) sistemler diye ayırmak gelenek olmuştur. Bizi ilgilendiren hukuk sistemi ise ilk ikisidir. Türkiye hiç kuşkusuz Kara Avrupa’sı hukuk sistemini benimsemiştir. Ancak zaman zaman AngloSakson sisteminden de esinlenmekte ve bu durum tartışmalara yol açmaktadır. Sözgelimi, şu anda tartışılan başkanlık yönetimi, hiç kuşkusuz AngloSakson sisteminin ürünüdür ve tartışma yanlış bir temelde yürütülmekte, bir başka deyişle sorun, sistem gözetilmeden irdelendiği için, belkiler (sorunsal) çoğalmakta, daha da sorunsallaşmaktadır. Oysa Kara Avrupa’sı hukuk sistemi ile AngloSakson hukuk sisteminin iki ayrı ilke ve anlayışın ürünü olduğunu, dolayısıyla demokratik gelişmenin, özellikle erkler ayrılığı ilkesinin sistemlerde birbirinden değişik biçimlendiğini gözden kaçırmamak gerekir. Sözgelimi, ülkemizde Kara Avrupa’sı hukukunun oturduğu temel hukuk devleti ilkesi ile AngloSakson hukukunun oturduğu hukukun egemenliği ya da üstünlüğü ilkesi eşanlamlı görüldüğünden sık sık birbirinin yerine kullanılmış; dolayısıyla sık sık açmazlara düşülmüştür. Nitekim 1961 ve 1982 Anayasalarında Cumhuriyetin nitelikleri sayılırken “hukuk devleti”nden söz edilmiş, ama ant içme maddelerinde “hukukun üstünlüğü”ne vurgu yapılmıştır (1961 Anayasası, m. 77, 92; 1982 Anayasası, m. 81, 103) Bu tam bir kavram, ilke, dolayısıyla sistem kargaşasıdır. Oysa Fransız yazarı CohenTanugi’nin vurguladığı üzere, her iki ilkenin nedenleri de, sonuçları da birbirinden değişiktir. Yarın: Hukuk devleti ilkesi C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle