29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 21 Şubat 2017 EDİTÖR: ÖZGÜR ÖZKÜ TASARIM: EMİNE BİLGET Gidiş değil, ara verişKHKİLEİHRAÇEDİLENPROF.DR.ÖZDEMİRAKTAN,vedaöncesiCUMHURİYET’EKONUŞTU: haber 11 SiBEL BAHÇETEPE Son çıkarılan KHK ile ihraç edilenler arasında bulunan Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, eski Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan, 30 yıla yakın zamandır görev yaptığı üniversitesine bugün veda edecek. Aktan, son kez öğrencileri, hastaları ve meslektaşları ile birlikte olacak. “Bu bir gidiş değil, ara veriş” diyen Aktan, ihraç kararına şaşırmadığını ancak üzüldüğünü söylüyor. Ülkenin içinde bulunduğu durumu ise Prof. Aktan “Ülkece depresyondayız. Çevremize baktığımızda herkesin morali bozuk, motivasyonu düşük, kimse birşey yapmak istemiyor, kuşkuculuk arttı. Herkes dünyasını küçülttü, etrafı ile daha az ilgilenerek yaşamaya çalışıyor” diye özetliyor. Barış İçin Akademisyenler bildirisine imza atan akademisyenler arasında da yer alan Aktan ekliyor: “Barış istemek suç mu? Yine olsa yine o metni imzalarım.” Bugün tören var TTB ve İstanbul Tabip Odası, bugün Aktan için saat 10.30’da Aktan’ın Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü’ndeki odasında buluşacak ve saat 12.30’da hastane önünde bir tören yapılacak. Aktan ile bundan sonraki planlarını, yaşadıklarını ve üniversitelerin durumunu konuştuk. n KHK ile ihracınızı ilk duyduğunuzda ne hissettiniz? M E S L E K T E 4 0 Y I LL I K E M E Ğ İ V A R Prof. Dr. Aktan, 1977 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu. Marmara Üniversitesi ile yolu 1988 yılında kesişiyor. O günden bu yana da hastanede. Çok sayıda yayına da imza atan Aktan, geçen günlerde yayımlanan 686 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile üniversitedeki görevinden “ihraç” edildi. 2006 2010 dönemi İstanbul Tabip Odası ve 20102012 döneminde TTB İkinci Başkanı olarak da görev yapan, Gezi Parkı direnişinde de aktif olarak yer alan bir hekim. Aktan ile üniversitedeki son gününde odasında bir araya geldik. Aktan, odasındaki pek çok eşyasını toplamış, birkaç koli dışında pek bir şey yok. Duvarlar diplomalar ve aldığı belgeler ile dolu. Onbinlerce hasta, binlerce ameliyatın ardından üniversitesini bırakmanın hüznünü yaşayan Aktan, “Umut olmadan yaşanmaz” diyor. Şöyle bir durum vardı. Üniversitede Barış İçin Akademisyenler bildirisini imzalayan akademisyenler hakkında, bir yıl kadar önce bir soruşturma başlatılmıştı. Yazılı ifademizi vermiştik. Mahkeme dosyasında, rektörlükten YÖK’e giden bir belge ele geçti. Bu şuydu. Üniversitede 5 kişilik soruşturma heyeti vardı. Bu heyetten 4 kişi ‘bu imzacılar memuriyetten ihraç edilmeli’ demiş. Bu belge rektörlük tarafından onaylanmış ve YÖK’e gönderilmiş. Yani bir ihbar. Marmara’dan 34 kişilik bir liste var. Listenin tamamı için memuriyetten ihracı için YÖK’e yazı gönderilmiş. Bu nedenle sıranın buraya da geleceği belliydi. Beklenmedik bir durum değildi. Onun için ilk duyduğumda şaşırmadım ama üzüldüm, incindim diyebilirim. n İhraç edilmenizde somut gerekçe nedir? Terör örgütü ile ilişkili gibi bir suçlama var. Tuhaf günlerden geçiyoruz. nYargıdan umudunuz var mı? Hukuki yollara başvurduk. Ama 1960’larda da, 1980’lerde de bu kadar büyük akademik kıyım olmamıştı. O yıllarda insanların hukuka güveni vardı. Şimdi öyle değil. Sürece baktığımızda bu itirazları incelemek için bir komisyon kuruldu ancak o komisyon oluşmadı bile... Komisyon oluştuğu zaman da önlerinde aşağı yukarı 250 bin dosya olacak. Bu kadar dosyayı nasıl inceleyecek? Güvenebileceğimiz tek mahkeme AİHM gibi gözüküyor. Türkiye’deki hukuka hiç kimsenin ne yazık ki güveni kalmadı. n Bugün üniversitede son gününüz. Bundan sonraki planınız ne? TTB ve İstanbul Tabip Odası’nda iyi ve doğru bildiğimiz şeyleri savunmaya devam edeceğiz. Ben bir klinisyenim, cerrahım. Şuna inanıyorum ki bu yanlışın geri dönüşü olacaktır. Bu bir ara veriş. Bunun ne zaman olacağını kestiremiyoruz, yakın zamanda olmasını pek ummuyoruz tabii. Çünkü önceden cezalandırma söz konusu olduğundan en azından sembolik dönüş olacaktır. l İSTANBUL Edward Said örneği Bu süreçte eğitimi yarım kalan asistanlar ile tedavisi yarım kalan hastalarınız var. Bunlar ne olacak? Bu belki en önemli sorun. Öğrencilerimi, asistanlarımı ve hastalarımı seviyorum. Onlardan uzaklaştırılmak beni üzdü. Daha fazla üzen ise barış, insan haklarına saygı ve daha demokratik bir ülke istediğimiz için ihraç edilmemiz. Bunu istemeyecek bir doktor var mıdır? Bir daha olsa bir daha düşünmeden barış bildirisini imzalarım. Biz şunu söylüyoruz, savaş bir halk sağlığı sorunudur. Bir hekim sonuna kadar barışı savunmak, insan yaşamını korumak zorundadır. Bu tür ortamlarda hep Edward Said örneğini hatırlamak gerek. Edward Said Amerikalı ve Filistinli bir yazar. İsrail’in Filistin’e yaptığı baskıları protesto için İsrail sınırına 23 km mesafede sembolik bir taş atma gösterisine katılıyor. Bu olunca ABD’deki Yahudi lobileri Said’e linç girişimi başlatıyor. Columbia Üniversitesi’nden görevden uzaklaştırılması talebinde bulunuyorlar. Burada rektörlük devreye giriyor ve açıklama yapıyor. Said’i koruyan, üniversitenin her türlü fikre açık olması gerektiğini ve bunun arkasında durması gerektiğini anlatan bir yazı... Bence o yazıyı tüm rektörlere göndermeli. Her rektör yatmadan evvel bunu bir kez okumalı. Bizde maalesef rektörler ihbarcı pozisyonda. ‘Yine didinmeye devam’ KHK ile ihraç edilen Dr. Utku Uraz Aydın, “Müstahdem bir abimizin yaşlı gözlerle bakışını ve iki liselinin bizlere beyaz gül getirmesini hiç unutmayacağım” diyor Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden ihraç edilen Dr. Utku Uraz Aydın’ın, 17 yıllık emeği bir gecede gasp edildi. Bir önceki KHK, doçent lik başvurusunu askıya almış tı. Son darbe 8 Şubat’ta vurul du. Aydın, yayım lanan her liste de adını aradığını söylüyor. Sınav HİLAL sonuçlarında no KÖSE tunu arayan bir öğrenci gibi bak mış listeye: “Çünkü beklemek de yıpratıcıydı... O hafta sonun da Hollanda’da bir konferan sa gidecektim. Neoliberalizm ve kültür üzerine bir sunum yapa caktım. Pasaport iptali nedeniy le o iş de olamadı. İçeri kapattı lar yani bizi. Ama Ünsal hoca nın dediği gibi en azından ‘düş lerimizin özgür kalması için’ di dinmeye devam” diyor. n Akademisyenliğe adım at tığın zamanlarda fakülte ne durumdaydı? 1999 yılıydı. Yeni mezun ol muş, asistanlık sınavını geçmiş, atamamın yapılmasını bekliyor dum. Binamız depremden zarar görmüştü. Satılmaya karşı dire niş sonuç verdi ve bina baştan aşağı tekrar yapıldı. Dekanlığın, Dişhekimliği fakültesinin çama şırhanesine taşındığı ve hoca lar için tek bir odanın ve iki sı nıfın bulunduğu geçici bir bina da ders yaptığımız ilginç bir se ne geçirdik. Biz merdivenlerde oturma eylemi yaparken, Ünsal hoca yanımızda olduğunu açık ladı. Hocası, öğrencisi ve taşıdı ğı kolektif hafızayla eğitim ku rumunun bir bütün olduğunu vurguladı. Eğitim ve bilim faa liyeti açısından illa ki binalara ve duvarlara ihtiyaç olmadığını ekledi. Bilgisini paylaşmak için hiçbir mekânsal sınırlamayı ka bul etmiyordu. Yan sokaktaki esnaf lokantasında, sandalyeyi ortaya çekip, sigarasını yakıp, öğle yemeğini yiyen inşaat işçi leri ve öğrencilere Zweig’ın Dü nün Dünyası’ndan yola çıkarak ‘Hayır’ moral üstünlüğü olur n Referandum süreci de ilerliyor. Ne düşünüyorsun bu konuda? Referandumda Hayır çıkması demokratik güçlere bir moral üstünlüğü olur. Bütün baskıya rağmen insanların hayır dediklerini kamusal alanda ifade etmekten çekinmediği bir duruma tanık oluyoruz. Bu çok değerli bir dinamik bence ve referandum sonrasının otoriter dalgasına karşı direnişe daha hazırlıklı girmeyi sağlayabilir. Dr. Utku Uraz Aydın modernliğin ikili doğası, hem özgürleştirici hem tahakkümcü boyutları üzerine konuşmasını hiç unutmam... n Marmara İletişim’de sol görüşlü hocalara yönelik baskılar ne zaman başladı? 2011’e kadar geçen süre açıkçası rüya gibiydi. Yaşam alanımız gibi olmuştu fakülte. 2011’de Yusuf Devran, dört dörtlük bir operasyonla fakülteye getirildi ve dekan oldu. Ve şu anda toplum olarak yaşadığımız siyasal evreyi, mikro ölçekte yaşamaya başladık. Sadece bana 5 soruşturma açıldı o dönem. Gezi Direnişi sırasındaki grev nedeniyle aldığımız ceza haricinde, ki sonra YÖK iptal etti, hiçbirinden ceza almadım. Akıl almaz bir durumdu. Kendileri hâlâ RadyoTelevizyon anabilim dalı başkanı. Bu baskı süreci de bizi, bir avuç araştırma görevlisini inanılmaz yakınlaştırdı, zor deneyimlerden geçirdi. Bence o dönemin, üniversitelerdeki direniş tarihi açısından önemli bir yeri vardır. Ve o dostlarım hâlâ orada, mevcut ve gelecek yönetimler ayaklarını denk alsın, onlara bulaşılmaz (gülüyor). Bin kere söyledik n Barış bildirisine imza atarken, böyle yoğun bir saldırıyla karşı karşıya kalacağınız aklına gelir miydi? Açıkçası beklemiyordum. Metni kesinlikle radikal bulmuyorum, bin kere söylediğimiz, yazdığımız şeyler. Bir sene öncesine kadar iktidarın da söyleyebileceği şeylerdi. Ama tabii zamanlama önemli. Erdoğan’ın 7 Haziran seçimlerinin sonuçlarına göre, zaten Mart 2015’ten itibaren aldığı, müzakere sürecini sonlandırarak benimsediği yeni milliyetçi yönelimini pekiştirdiği ve ülkeyi savaşın içine attığı bir dönemdi bu. n İhraç listesinde adını gördüğünde ne hissettin? Hemen hemen iki buçuk aydır isimlerimizin gönderildiğini biliyorduk, dolayısıyla KHK Can erok bekler hale gelmiştik. Açıkçası ben ‘umarım bu sefer adım vardır’ duygusuyla baktım listeye. Çünkü beklemek de yıpratıcı. Böyle sert bir dönemde imzacıları üniversitede bırakmayacakları aşikârdı, yani atılacağımız belli ama bekleyiş devam ediyor. ‘Bitse de önümüzü görsek’ demeye başlıyorsunuz bir yerden sonra. Ve birçok arkadaşımla konuştuğumda aynı duyguları paylaştığımızı fark ettim. n Odayı boşaltmak çok mu zordu? Uğurlamaya gelen çok kişi vardı, hocaların, öğrencilerin... Daha çok sıcak, açıkçası üzülecek veya duygulanacak vakit bulamadım henüz, koşturmaktan. Ama daha sonra vuracaktır elbette. 1995’ten beri içinde yaşadığım, çalıştığım, hatta büyüdüğüm bir yer nihayetinde. Ama dayanışma kısmı çok şaşkınlık veriyor. Oradan anlıyorsunuz insanların nasıl canına tak ettiğini, o bıkkınlığın, öfkenin nasıl biriktiğini. Ama bütün TARİHİN AKIŞI DEĞİŞMELİ n Bundan sonra ne yapacaksın? ‘Geri döneceğiz’ diyerek ayrılıyorsunuz, geri dönmenin yolu nereden geçiyor? Elbette ki tüm hukuki süreçler değerlendirilecek. En nihayetinde tarihe not düşmüş oluyoruz. Suç işlemedik ve gözlerimizin önünde meydana gelen bir büyük suça ortak olmaya razı olmayan yurttaşlar olarak görüşlerimizi belirttik. Durum bundan ibaret. İsimlerini hiç duymadığımız yüzlerce EğitimSen’li öğretmeni de unutmamak lazım. Birkaç isimin geri alınmasıyla çözülecek bir mevzu değil bu. Tarihin aktığı yönün değiştirilmesini gerektiren bir durum bu. o dayanışma, sarılmalar içinde, müstahdem bir abimizin yaşlı gözlerle okulun parmaklıklarının arkasından bakışını ve de hiç tanımadığım iki liseli genç kadının bizlere beyaz gül getirmesini hiç unutmayacağım. Bir de tabii ki bütün eski dostlarımızın (sen mesela) yanı sıra, Ünsal hocanın oğlu Çınar’ın gelmesi de çok mutlu etti beni. Ağır darbe ama.. n Akademi bitiyor mu sahiden de? Benim için bitti gibi görünüyor. Ağır darbe yediği aşikâr fakat hâlâ içerde, çok değerli meslektaşlarımızın olduğunu unutmayalım. Emekten ve özgürlükten yana bilim insanları olarak inandıkları biçimde işlerini yapmaya devam edeceklerinden kimsenin şüphesi olmasın. Ece Ayhan’ın, ‘büyük suçların uzaktaki küçük ortakları’ maalesef çoğunlukta ve hiç de uzakta değil, yanıbaşımızda. l İSTANBUL ‘İktidarı bozan kaybetme korkusudur’ İnsanlığın çok eski zamanlardan beri bildiği bir gerçektir. İktidar, yani başkaları üzerinde karar alabilme yetkisi, bu yetkiyi kullananları bozar. 19. yüzyılda Lord Acton bunu, “İktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar” diyerek özetledi. İşin aslı, iktidarın mutlaklaşmasıyla birlikte bu mutlak yetkileri kullanan kişi veya grubun da giderek daha fazla korkmaya başlamasıdır. Bu nedenle, iktidarın bozma kapasitesi, iktidardan düşme, iktidarı kaybetme korkusuna paralel olarak artar. Platon, Devlet’in 8. ve 9. bölümlerinde, yönetimi bozulmuş kentleri anlatır. Bu kentlerde yöneticiler ahlaksızlıklarını yurttaşların fark etmeleri ve otoritelerini yitirmekten korkarlar. Bu korku yöneticileri daha fazla baskı ve şiddet yöntemleri benimsemeye götürür. İktidarın şiddeti ve hukuksuzluğu arttıkça, yönetenler yönetilenlerin öç alma arzularından giderek daha fazla korkarlar. İktidarı kaybetmemek artık onlar için hayat memat meselesi haline gelir. İktidarı kaybetme korkusu arttıkça, iktidarda kalma çabası iktidardakileri artarak bozar. Artık iktidarı kaybetme korkusunun esiri olmuşlardır ve bu nedenle akılcı olanı değil, korkunun emrettiklerini yaparlar. Birmanya’da askeri diktatörlüğe karşı yıllarca mücadele etmiş olan Aung San Suu Kyi, 1990 yılında verdiği bir konferansta, “Bozan iktidar değil, korkudur” deyip devam eder: “İktidarı elinde tutanların bunu kaybetme korkusu ve iktidarın şiddetine boyun eğenlerin korkusu onları bozar.” İktidarın mutlaklaşması kimseye hesap vermemesi demektir. Hesap vermeme ayrıcalığını suiistimal etmek, iktidarı kaybedince hesap verme korkusunu katbekat arttırır. Eğer mutlak iktidarın şiddetine maruz kalanlar da korkudan boyun eğerler ve iktidarın mutlaklığına, hesap vermezliğine rıza gösterir veya gösterir gibi yaparlarsa, iktidar yönetenleri daha da fazla bozar. Bu nedenle iktidarın belli zaman aralıkları içinde el değiştirmesi, demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olmasa da demokrasi için son derece önemli bir dirilik kaynağıdır. Dün Cumhuriyet gazetesinde yer alan bir haber, iktidarı kaybetme korkusunun bugün yönetimdekilerin esas endişesi haline geldiğini açık biçimde gösteriyor. Anayasa değişikliği paketinde bütün gücü tek bir elde toplayan cumhurbaşkanına göreviyle ilgili soruşturma açılması neredeyse imkânsız hale getiriliyor. Bununla yetinmeyip, bu koruma cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanları da kapsayacak biçimde genişletiliyor. Bu yöneticiler için Meclis soruşturması açılması önerisi Meclis üye tam sayısının salt çoğunluğu tarafından verilebilecek. Şimdiki halde 55 milletvekilinin bunu talep etmesi yeterli. Sonra soruşturma komisyonu kurulması için Meclis üye tam sayısının beşte üçünün oyu gerekecek. Bu engel de atlanır, çoğunluk partisinin hâkim olduğu soruşturma komisyonu Yüce Divan’a gönderme kararı alabilirse, o zaman Meclis üye tam sayısının yüzde 66’sının (400 vekil) evet oyu vermesi gerekecek. Yürürlükteki kural, Yüce Divan için Meclis salt çoğunluğunu yeterli görüyor. Bütün bunlar gelecekle ilgili denebilir. Ancak anayasa paketi halkoylamasında kabul edilip, yürürlüğe girerse, bu kuralın eskiye dönük işlemlerle ilgili soruşturmalar için de geçerli olacağı iddiası bu güçlendirilmiş “koruma zırhı”nın esas nedenini ele veriyor. İktidarı kaybetme korkusunun kaynağı artık sadece iktidar olanaklarını kaybetme endişesi değil, esas neden hesap verme korkusu. İktidar mutlaklaşıp, hukuk devleti dışına çıktıkça, iktidardan düşüp hesap verme korkusu artar. Bu korku arttıkça hukuk dışılığa daha fazla yönelinir ve iktidarda mümkün olan en uzun süre kalmak için her yol mubah olarak görülmeye başlanır. Yakın tarih diktatörlüğe, hukuksuzluğa doğru bu “ileri kaçış”ın onlarca örneğiyle doludur. Türkiye’de seçmenlerin elinde bu korku fasit dairesini kıracak son derece önemli bir fırsat var. Bu fırsat, Cumhurbaşkanı’nın açıkça söylediği gibi, “gücü tek kişiye veren” bu anayasa değişikliği önerisine hayır oyu vermektir. Hayır oyu vereceğini ilan edenlere, bunun kampanyasını yapanlara karşı yürütülen büyük korkutma ve sindirme operasyonu, esas korkanın iktidardakiler ve onların işbirlikçileri olduğunu apaçık gösteriyor. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle