04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 12 Şubat 2017 12 Hop dedik beyler, o kadar kolay değil! Siz bu ülkeyi yönettiğini sananlar, siz sadece orta ölçekli bir kasabada bakkal dükkânı yönettiğinizi sanıyorsunuz. Öyle olmasaydı, CIA başkanının bu ülkede ne işi vardı? Altı yaşındaki çocuklar bile bilir, CIA 400 çokuluslu şirketin istihbarat daha da önemlisi vurucu gücüdür. Kapitalist dünya nerede bir milli hareket olsa, nerede bir sol başkan seçim kazansa hemen o an orada biter. İşi yok etmektir. Bu uğurda kendi başkanlarını bile öldürürler. Kennedy misali. Ancak hiçbir şeyin farkında olmadığınız için, TSK Suriye topraklarında savaşırken ve Rusya devredeyken, CIA başkanını ağırlamaya kalktınız. Kurnazsınız ya, kasaba kurnazı, aklınızca hem Rusya’yı hem Amerika’yı idare edebiliriz diye düşündünüz. Dünyanın yeniden bir soğuk savaş dönemine girdiğini görmeniz, sizin aklınızca mümkün değil. Ama işte böyle 3 askerinizi vurarak size “hop!” derler, gerçi sizin için Suriye bataklığında ölen yurttaşların hiçbir anlamı yok. Çocukları ölen ailelere “Onlar şehit oldular, Allah katında en yükseğe çıktılar” diyerek durumu idare etmeye çalışıyorsunuz. Biz sıradan yurttaşlar sizin yerinize utanıyoruz. Çünkü sizde bu duygu da yok! Rusya resmen alay ediyor ya da doğruysa çok daha fena, “Koordinatları Türk Silahlı Kuvvetleri’nden aldık” diyor. Bu durum eminim CIA başkanını pek bir mutlu etmiştir. Adamların derdi bir zamanlar NATO’nun en güçlü ordusu olan Türk ordusunu cılız, istihbaratsız ve etkisiz bir ordu haline getirmekti. Getirdiler de! Bu arada sanırım temizleye temizleye bitiremediğiniz FETO’cular, siz farkında olmadan size tuzak kuruyorlar. Geçmişleri pek de temiz olmayan rektörler, size yaranmak için acayip bir akademi temizliğine kalktılar. Ve gerçekten başınıza belayı aldınız. En koyu yandaşlarınız bile “bu kadarı da olmaz!” diyerek tweet attılar. Gerçekten olmaz! FETO’cular başımıza gelseydi aynen böyle yaparlardı. Bunu gayet iyi biliyorsunuz, çünkü yıllarca onlara yol verdiniz, bu yollarda beraberce yürüdünüz! Amaç, bir din devleti kurmak ve üniversiteleri yandaşlarla doldurmaktı. Ne gerek vardı doktora, mühendise, kimyagere, bilgisayarcıya, tiyatroya, baleye, müziğe, tarihçiye, ne gerek vardı. İslam bunların hepsine yeterdi. Bu öylesine bir dangalaklık ki, İslam Cumhuriyeti İran bile bize gülüyor. Birçok kere İran’a gittiğim için dostlarıma hep şöyle derim, “Biz artık İran bile olamayız, biz Pakistan olacağız!” Gidiş o gidiş. Bizi yönettiğinizi sananlar, siz hiç mi hasta olmayacaksınız, siz hiç mi ölmeyeceksiniz! Ben ölüm korkusunu bu kadar yok sayan bir insan topluluğu görmedim. Siz ve yandaşlarınız ölmeyecek gibi sürekli mal mülk edinme hırsıyla bu ülkenin tüm kaynaklarını ha bire yabancılara sunuyorsunuz. Sizin torunlarınız hep yurtdışında mı yaşayacak? Şimdi biraz da aynayı kendimize çevirelim. Eğitimin içine edildi, çocuklarının takdirname almasıyla övünen veliler, hiç çocuğunuzun bilgisini ölçtünüz mü? Bilgisayar kullanmayı zekâ belirtisi saymaktan vazgeçtiniz mi? Çünkü bilgisayarlar zekâ özürlülerin zekâ düzeyine göre yapılıyor. Benden söylemesi. Peki çocuklarınızı hep özel okullarda mı okutacaksınız. Ya işten atılırsanız ne olacak? Neden yollarda değilsiniz? Üniversitelerden nitelikli yüzlerce hoca kıyıma uğradı. Onlar sizin çocuklarınızın hocaları, neden o hocalara sahip çıkmıyorsunuz? Çıkınız, aksi takdirde çocuklarınız ister özel de okusun ister devlette hiçbir şey öğrenmeden mezun olacaklar. Ve aylaklar ordusu daha çok genişleyecek. Bilginize, hiçbir ülke artık niteliksiz işçi istemiyor. En çok sizlerin sokaklarda olması gerek ama yoksunuz. Neden? 12 ŞUBAT 2017 SAYI: 33366 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Haber Koordinatörü Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Danışmanı Ayşe Cemal Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06.29 06.13 06.35 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 07.56 13.25 16.13 07.39 13.10 16.00 07.59 13.33 16.25 Akşam 18.43 18.29 18.54 Yatsı 20.03 19.48 20.1 1 yorum TASARIM: SERPİL ÜNAY İnsanların en acıktıkları edinimin bilgi, en acil ihtiyacın sanat, en güçlü istemin özgürlük olduğu uygar bir ülke düşledim, ömrüm boyunca. Kapıda karşılaşan insanların, tanımasalar da birbirlerine “günaydın” ya da “tünaydın” dediği; sokakta erkeklerin kadınlara yol verdiği ve kadın ya da erkek, kazayla çarptığı kişiden özür dilediği vb. gibi nezaketin toplumsallaştığı bir ülke özledim, hep. Olmadı, olmadı. Düşlerim gerçekleşmedi, özlediğime bir türlü kavuşamadım. Hatta, “selamünaleyküm” diye başlayıp... verahmetullah’a kadar uzatılan “aleykümselam” değiştokuşunun çağın hızına yetişemeyen ağır temposundan mıdır, yoksa kadının hiçe sayılmasından mı bilinmez; daha da beter oldu, ülke! Oysa karınca kararınca epeyce uğraştım, didindim; 32 harfi milyonlarca kez yan yana dizerek düşümdeki ülkenin harcına kum taneleri taşıdım. Üstelik bu yolda gazi bile sayılırım! Dile kolay, otuz yıldır yazıyor, yazıyor, yazıyorum. Eh, her yazıda da görgü ve terbiye kuralları sıralanmaz; görgüsüzlükle alay ederek bir şeyler söylemeye çalıştığımda, çakma aydınlar tarafından linç edildim. Çünkü bu ülkenin bu çakma aydınları, ancak hitap ettikleri kitlenin bilgisizliği ve görgüsüzlüğü ölçüsünde varlar. Edi’yle Büdü örneği, birbirlerinin çapsızlığından besleniyor ve zaten birlikte yok olacaklar. HHH Çünkü ülke çöküyor. Bir Hıristiyan Masalı* başlıklı tarih kitabımın önsözünde, “Yaşadığımız topraklar, cehaletle elde tutulamayacak kadar stratejik, geçmişi bilmeyenin geleceğine egemen olamayacağı kadar önemli bir coğrafya” diye bir tümce vardır. Oysa bizim muktedirler, bilmediklerini uyduran ve üstelik uydurduğunu tutturamayan türden... Ve cehalete, gericiliğe, yobazlığa, kurnazlığa, haksızlığa, liyakatsızlığa, terbiyesizliğe, görgüsüzlüğe, aptallığa bunca yıldır yapılan yatırım, nihayet sonuç verdi. Dışarıdan bakanlara kahkaha attıracak bir ka İsyan daima vapurda başlar! ra komedi girdabında, resmen batıyor ülke; ekonomisiyle, sosyaliyle... Bir süreden beri kendimi muhalefet milletvekili gibi hissediyorum. Aramızdaki yegâne fark onların çook yüksek, benim ise yoook denecek kadar alçak maaşlarımız. Tıpkı onlar ne dese gibi, ben de ne yazsam bir işe yaramıyor. Düşündüm de, yazdığım binlerce yazıdan sadece biri somut bir sonuç vermiş; otuz yılda muhalif görüşün tek bir “zafer”ine hizmet etmişim, yazarak. O da müzik üzerine: 11 Mayıs 2014’te, bu sütunda “Hava kurşun gibi ağır” başlıklı bir yazım yayımlanmış. Bir gün önce KadıköyBeşiktaş vapurunda tanık olduğum bir isyanı anlatmışım: Müzik yapan gençlere “yassah” diye çıkagelen pehlivan boyutlarındaki çımacı, vapur yolcularının umulmadık direnciyle karşılaşarak geri püskürtülmüş ve müzik aletleri, yolcular arasında dağılıp Beşiktaş iskelesinde müzisyenleri bekleyen zabıta bertaraf edilmiş... Yazıda anlatılan vapurdaki isyan, aynı gün sosyal medyadaki Aktrol ler tarafından, tabii ki küfürlü teşbihlerle benim hayal ürünüm olarak nitelendi. HHH 13 Mayıs’ta, bir görgü tanığı Facebook’ta olay esnasında çektiği ve yazıda anlatılanları bire bir doğrulayan Vapur müzisyenleri. videoyu yayımladı. Derken 20 Mayıs’ta Yunan medyasının “amiral ge misi” ve Türkçesi “özgür basın” demek olan Elefthe rotypia gazetesi, muhabiri Aris Abatzis’in çevirisiyle “Hava kurşun gibi ağır...”ın tam metnini, hem de bi rinci sayfadan görerek basmasın mı? Olayın ve yazının üzerinden bir değil iki yıl geçti. 20 Ekim 2016’da İBB, vapurların alt arka salonla rında canlı müzik icra edileceğini duyurdu. O gün bu gündür, vapurlarda onca kovaladıkları müzisyenlere artık hayat var, dostlar. Kuşkusuz yanılıyorum, ama bu minicik zaferden kendime bir pay çıkarıp kıvanıyorum. Bir de hâlâ bir umut kıpırdıyor içimde. O yazı var ya o yazı, “Sabır tenceresi ne zaman ta şar, kapak nerede, nasıl bir gerekçeyle atar bilemem. Ama ufukta, hem iktidarın, hem de muhalefet parti lerinin boyunu aşacak, atıllaşan siyasal arenayı basa cak bir öfke selinin boğuk uğultusu büyüyor” sözle riyle biter. Türkiye Cumhuriyeti’ne kalkan Bandırma vapuru nu hatırlayın. Eğer bir referandum yapılırsa, KadıköyBeşiktaş vapurundaki isyanın tüm vatan sathına yayılması tari hin mükerrer bir cilvesi olacaktır, diye umuyorum. * Kırmızı Kedi Yayınları, 2014 Bir el kitabı... Hayat, rastlantı demek. Hesaba kitaba pek gelmiyor. Bizim referandumun, Kutlu Doğum Haftası’na denk gelmesi de belki öyle. Bundan dört yüzyıl önce yakılarak idam edilmiş İtalyan düşünürü Giardano Bruno’nun dile getirdiği şu ilahi gerçeğin bugünlere pek uyması gibi: “Kendi iradesini hâkim kılmak için Tanrı, yeryüzündeki iyi insanları kullanır; kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Tanrı’yı kullanırlar.” HHH Hayat hesaba değil ama bazen kitaba geliyor. Hem de damardan... 2002 yılı başlarında havaalanından aldığım, biraz göz gezdirip bir kenara koyduğum bir kitap zamanın ruhunu yansıtıyor: “Dünya Nasıl Yönetilir Heveskâr Diktatörün El Kitabı A. Guillaume” O yıllarda ne Trump’ın başkan olabileceği gündemdeydi, ne de Putin’in gemi azıya alacağı. Hele Recep Tayyip Erdoğan, başbakan bile değildi. “Tek adamlık” gündemde değildi. Hele hele “asrın liderliği ile ümmetin önderliği” zinhar! (İşbu nedenle, bu satırlar arasında sayın külliye avukatları ile muhterem savcıların mesai harcaması beyhude olacaktır. ) HHH Liderlerimizi anlamak ve izlemekte yine de bir yararı olur diyerek “diktatörün el kitabını” almıştım. Sayısız realite ve reçete ile doluydu. İktidardaki (hatta muhalefetteki) “heveslilere” tıpatıp uyan tanımlar vardı. “Bir kez gücün tadını almış kişiler, asla kendi istekleriyle onu terk etmezler. (Edmund Burke, İngiliz politikacı 17. yüzyıl)” Diktatörlükte başarılı olabilmek için kurnaz ve azimli olmak şartmış. Hem arkanızı kollayacak hem de başkalarını sırtından bıçaklamayı öğrenecekmişsiniz! Bu arada çirkin güzel demeden her tür ittifaka hazır Ve doalmhaakdşaazrwtaıtwpnmawkh.ıımaşnh.emtg@eitgbtamni .atciaol.mcvosmiyeler: “Demokrasi bir sürü iş yaparak hiçbir şey elde edememe sanatıdır. Gerçek güce sahip olmak si yaha beyaz diyerek olur. Bazıları size despot, dik tatör ve tiran diyebilir. Bu sizi asla endişelendirme meli. Aklınızda bir üst basamağa nasıl erişirim duy gusundan başka bir şey olmamalıdır.” (s:12) Kitapta pek tanıdık gelen öneriler de var: TV ve gazete kapatmak. Bina inşa ederken izin almayı unutmak. Hükümeti gerçekten değiştirmek. HHH Ve Makyavelli’nin önemli bir öğüdü de başlık yapılmış: “İktidarda kalmaya hazır olmanın tek yolu, er demli olmaktan vazgeçmektir.” Elbette başka iştah açıcı pratik tavsiyeler: “Sıradan bir insanda paranoya ilaç tedavisi ge rektirir. Bir liderde ise sağlık işaretidir. Zalimliğe eğiliminiz varsa, kimseye de güvenmiyorsanız za fer sizindir. Çünkü büyük zaferler sonuçlarını düşünmeden hareket edenlere nasip olur. Zirveye ulaşmak kalbinizi dolduracaktır. Ama zir ve aynı zamanda cebinizi de dolduracaktır. (S:34)” HHH Bir başka reçete de şu: “Savaşa katılmak... Kahramanlık yapmak...” (“El Bab” işi, belki de işte bu yüzden önemli!) Daha başka ipuçları: “Başarılı görünmek kadar başarılı bir şey yoktur!” Başkalarının üstün tekniklerini, icatlarını, metotları nı, projelerini uygulamak en kestirme yoldur.” (Gö ze çarpacak büyüklükteki köprüler, altyapılar vs.) G. Bernard Shaw’dan bir alıntı başlık yapılmış: “Demokrasi (...) yeteneksiz çoğunluk tarafından seçilmeyi sağlar.” Gücü ele geçirdikten sonra en büyük zorluk onu elinde tutmaktır. Bunun yolu da fırsat kollayıp yerel veya genel seçim, yahut da halkoylamasına gitmektir. HHH Ve adeta dünkü bir gazeteden alınmış gibi sap tamalar: “Yeni devletinizi ayakta tutabilmek için bürokrat lardan oluşan bir orduya ihtiyacınız var. O nedenle buralara en yakın akrabalarınızdan, dostlarınızdan atamalar yapmalısınız.” HHH Ve çerçeve içinde o tarihlerde sadece para ba bası olan Trump’ın bir sözü: “Para, asla benim motivasyonum değildir. Bana asıl heyecan veren, oyunu oynamaktır!” Kitabın özeti: Diktatörlük bir oyun. Kitleler ise koyun! KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] Sevgili Hakan Kara, medyada ekoloji, popüler bilim, teknoloji içerikli yazılar yazan az sayıda gazeteciden birisiniz ve yazdıklarınızı kaçırmadan okumaya çalıştım hep. 4 Eylül 2016 Pazar günlü Cumhuriyet’te yer alan “Uzaydan Gizemli Sinyal” başlıklı yazınızda Rusya’daki RATAN600 radyo teleskobu tarafından yakalanan ve NASA’nın “Dünya Dışı Akıllı Yaşam Araştırması” (SETI) programındaki uzmanlarca dünyaya 94 ışık yılı uzaklıktaki HD164595 yıldızının yakınından geldiği belirlenen bir sinyalden söz etmiştiniz. Yazınızda belirttiğiniz gibi, Dünya dışı yaşam konusunda araştırmalar yapan METI International’ın Başkanı Astronom Douglas Vacoch, “Önemli bir keşif, çünkü sinyal Güneş’e benzeyen bir yıldızın yakınlarından geliyor. Ve eğer yapaysa, insanoğlundan çok daha gelişmiş bir uygarlık tarafından üretilebilecek derecede güçlü bir sinyal” açıklamasını yaparak var olan heyecanı epeyce artırmıştı. Eğer bu sinyal gelişmiş bir uygarlık tarafından gönderildiyse bir yanıt verilip verilmemesi ya da nasıl bir yanıt verileceğine dair tartışmalar da tekrar başlamıştı. Yanıt vermek zorunda olsaydık, olası bir yanıt ne olabilirdi? Peru’da Nazca Düzlükleri’nde, M.Ö. 200 ile MS 700 yılları arasında yapıldığı tahmin edilen yeryüzü şekillerini hatırlarsınız. Bazılarının uzunluğu kilometrelerle ölçülen bu şekillerin neden yapıldığı ile ilgili pek çok görüş var. Nazca şekillerinin yüksekten bakılmaksızın muntazam bir şekilde çizilmeleri olanaksız görünüyor. Bu şekillerin takvim ya da gökbilimle ilgili oldukları düşünülüyor. Ancak uzaylılarla iletişim sağlamak ya da onlara bir mesaj göndermek için çizildiklerine inananlar da var. Ama bu şekillerin yapılış nedenine dair en hoş öykülerden biri ‘Tristan Bernard’ isimli bir yazara ait. Bernard’ın yazdığı öyküye göre bir gün Dünyalılar, çok uzak bir gezegenden kendilerine bir takım sinyaller gönderildiğini tespit ederler. Gelen sinyallerin ya da mesajın anlamını çözmek için çok uğraş verilir. Sinyaldeki mesajın ne olduğu konusunda her kafadan bir ses çıkar; sinyalin içeriği tam olarak anlaşılamaz. Uzun tartışmalardan sonra Sahra Çölü’ne onlarca kilometre uzunluğunda çok büyük harfler çizerek olabilecek en kısa sözcükle bir yanıt vermeye çalışmanın yapılacak en akıllıca şey olduğuna karar verilir. Verilecek yanıt için de “Efendim” sözcüğünün çok uygun olacağı konusunda görüş birliğine varılır. Biri size seslendiğinde yanıt olarak “efendim” dersiniz ya, onun gibi. Yıllar süren büyük bir çabayla kuma büyük harflerle “Efendim” yazarlar. Bir süre sonra o uzaktaki gezegenin sakinlerinden bir cevap gelir: “Teşekkür ederiz ama mesajımız size değildi.” Umarım içeride sizi bir parça olsun gülümsetmeyi başarabilmişimdir. “Uzaydan Gizemli Sinyal” başlıklı yazınızı okurken aklıma gelen bu öyküyü, şimdi size gazetenizdeki köşenizden aktarma fırsatı buldum. Ama keşke böyle olmasaydı, içimi burkan bir şey bu. Tutukluluğunuzun bir an önce sona ermesini diliyorum, elbette sizin gibi haksız, hukuksuz şekilde tutuklanan herkes için. Sağlıcakla kalın. NOT: Yazıda geçen Tristan Bernard’ın öyküsü, Umberto Eco ve J.C. Carriere’in kitaplar ve dolayısıyla tarih üzerine karşılıklı sohbet ettikleri “Kitaplardan Kurtulacağınızı Sanmayın” adlı kitapta yer alıyor. Kitap Sosi Dolanoğlu’nun harikulade çevirisi ile Can Yayınları tarafından basıldı. 04, 12, 24, 25, 29, 47 6 BİLEN: 1 milyon 711 bin 286 TL (Devretti) 5 BİLEN: 4 bin 971’er TL 4 BİLEN: 72’şer TL 3 BİLEN: 10’ar TL ikramiye kazandı. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle