05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 17 Aralık 2017 TASARIM: SERPİL ÜNAY yorum 13 Kayıtsızlık bir eylem biçimi olurken... Bendeniz iş edindim, Saray’ın danışmanlarına iki yazıdır iyilik yapıyorum. Bekliyorum, içlerinden birisi çıkıp geçen pazar yazımda belirttiğim “millet çalıp oynuyor” durumunu Reis’e nasıl söyleyecekler onların bileceği iş, şimdi bir yardım daha yapıp Reis’in yağıp gürlemelerinin boşa olduğunu, millete artık bunlardan daral geldiğini ve asıl sorunun, “Bu kadar yağıp gürlüyoruz ama diyelim ki bir uluslararası ambargoyla karşı karşıya gelsek ne yaparız” diye kara kara düşündüğünü söyleyelim ve ülke genelinde bu vahim ve olabilir durumun bile insanları kayıtsızlığından uzaklaştırmadığını belirtelim. Kayıtsızlık pasif bir direniş gibi görünüyor. Ben de bu arada bir şeye kafa yordum: Bize uluslararası bir ambargo uygulanırsa neler olur? Başlayalım. Petrolümüz yok. Doğalgazımız yok. Enerji üreten nükleer santrallarımız yok. Elektriğimizi dışarıdan gelen petrolün kullanıldığı santrallarda üretiyoruz ya da bir kısmını dışarıdan alıyoruz. Termik santrallar mı komik olmayın, onlar Türkiye ihtiyacının anca yüzde 3’ünü karşılıyor. Yani elektriğimiz yok. Bir haftalık bir elektrik kesintisi, Türkiye’de her şeyi allak bullak eder. Gıda ürünleri bozulur, bilgisayarlar çalışamayacağından hastanelerde, bankalarda, şirketlerde işler bir anda durur. Diyeceksiniz ki, jeneratörler var, kardeşim jeneratörler sizi ne kadar idare eder, onlara da yakıt koymanız gerekir. İşte durum budur. Doğalgazımız yok, ambargo uygulandığında belki Rusya bu işin dışında kalıp size doğalgaz verebilir, ama kaç paraya? Pazarlık yapma şansınız yok. Hadi diyelim, soğuktan titreyerek oturabiliriz, kuru yiyecek stoklarız. Zaten her şeyi dışarıdan alıyoruz, haini çok olan bu ülkede, inanılmaz bir tarım potansiyeli varken, bütün sağ partiler, çokuluslu şirketlerin istedikleri kanunları çıkarıp ülkede tarımı bitirdiler. Bugünlerde bile yatlara verilen mazot 1.5 lirayken, çiftçinin aldığı mazot 5 lira. Açıkça kendimize yetemediğimizden mercimeği, nohudu, kuru fasulyeyi, cevizi, fıstığı, samanı, buğdayı başka ülkelerden alıyoruz. Eti de! Ambargo fiyatları öyle bir artıracaktır ki, insanlar tıpkı bir ara Yunanistan’da olduğu gibi, bir ara İspanya’da olduğu gibi çöplerden beslenecekler. Ölen ölecek! Şimdi diyeceksiniz ki, Türkiye büyük bir ülkedir, bize ambargo filan uygulayamazlar. Doğrudur, biz acayip tüketim yapan çok kalabalık bir ülkeyiz, çok değil, bir ay uygulansa bile her şey altüst olacaktır. Böyle bir ambargonun 35 yıl İran’a uygulandığını gördük. Ama onun petrolü vardı, doğalgazı vardı, bizde yok! Biz bütün fabrikaları ya sattık ya da kapattık. Şekerpancarı üretimini bitirdik, Adıyaman tütününün köküne kibrit suyu döktük. Yani o pahalı arabalar, o AVM’ler bir ambargo uygulandığında püf diye sönecekler ve biz kendi acıklı gerçeğimizle baş başa kalacağız. Bizde kara para var, bize bir şey olmaz diyenler olabilir, arkadaş zaten bu kara parayı aklarken kasaba kurnazlığı yapıp tırtıklamaya kalktık, başımıza bir ambargo gelecekse bu nedenden geliyor. Bankalarımız Amerikan Birleşik Devletleri kasasına 125 milyar dolar ödeyecek, cezamız bu. Aksi takdirde ambargo! Bu felaket tablosundan yazarken bile korktum, öyleyse güzel şeylerden söz edelim. Pazartesi günü Konak Belediyesi ve İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin ortak etkinliği Eflatun Nuri Ulusal Karikatür Yarışması’nın ödül töreni nedeniyle İzmir’deydim. Ülke silme mizah olmuşken, hâlâ direnen mizahçılarımıza bir selam yolladık. Bu arada Gökçeadalılar dayanışmayla adalarında maden aranmasını şimdilik durdurdular. Demek ki, dayanışma hâlâ geçerli, ama bunun örgütlenmesi gerektiğini söyleyenler var. Ben de şunu söyleyeceğim; ülkenin duyarlı insanları artık örgütlere güvenmiyor, kayıtsızlıkla birlikte bu gerçek de ülkenin gündeminde olmalı, herkes kendi alanında örgütlenmeyi daha uygun buluyor ve bundan sonuç aldıklarını görüyorlar. Dünya şimdi buna doğru ilerliyor. Çünkü pek çok insan demokrasi denilen oyunun sapır sapır döküldüğüne tanık oluyor. Yaşasın yerel örgütlenmeler! 17 ARALIK 2017 SAYI: 33674 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Bülent Özdoğan Faruk Eren Aykut Küçükkaya Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06:43 06:26 06:47 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 08:16 13:07 15:24 07:57 12:52 15:11 08:16 13:14 15:39 Akşam 17:45 17:33 18:00 Yatsı 19:12 18:58 19:23 Anafartalar’da cephe büyük tehlike içindeydi, düşmanın taarruzları sonuç alacak bir noktaya ulaşmıştı. 19’uncu Tümen Komutanı Albay Mustafa Kemal, 34 yaşındaydı. Conkbayırı’nda gereğinden fazla kuvvetin yığıldığını görüyordu. Bu kuvvetlerin, amaç doğrultusunda yönetilmediğinden, gereğinden fazla zayiat verdiklerini düşünüyordu. Dünya savaş tarihine geçecek sözü, işte bu zamanda söyledi: “Muharebede kuvvetten çok, kuvveti amaca uygun bir şekilde yöneltmek gereklidir.” Komutanların sorumluluk almaktan çekindiği bir ortam oluşmuştu. Mustafa Kemal, “Sorumluluk yükü her şeyden, ölümden bile ağırdır” diye yazsa da güncesine; vatanın kurtuluşu için risk almaktan, sorumluluk yüklenmekten hiç çekinmeyecekti. Savaşın gidişatını değiştirecek tarihi telefon görüşmesini günlüğüne şöyle kaydetti: “Ordu Kurmay Başkanı Kazım Bey, Liman Paşa tarafından telefon başına çağrıldığımı bildirdi. Durumu nasıl gördüğümü ve değerlendirmemi istedi. Conkbayırı’nın kritik duruma geldiğini, bu an da kaybedildiği takdirde bir felaket karşısında kalacağımızın muhtemel olduğunu söyledim. Anafartalar’a çıkmış ve çıkmakta olan büyük düşman kuvvetlerini dikkate ve ona göre tedbirler alarak sevk ve idareyi birleştirmek gerekir, dedim. Kurmay Başkanı’nın, ‘Çare kalmadı mı’ sorusuna verdiğim cevap, bütün mevcut kuvvetlerin emir komutama verilmesinden başka çare kalmadığı oldu. ‘Çok gelmez mi?’ dedi. ‘Az gelir’ dedim. Böylece telefon konuşması kesildi. Ancak gece yarısına doğru, Anafartalar Grubu Komutanlığı’na tayin edildiğime dair emir aldım...” Kemalyeri Çanakkale Cephesi’nin en kanlı, en büyük, en şiddetli taarruzunu yönetecekti. “Sorumluluk ölümden ağırdır” yazılı güncesine yeni bir not ekledi: “Sorumluluğu büyük bir iftiharla kabul ettim.” Mustafa Kemal, son muharebelerde üç gün üç gece düşmanla çarpışmış, tümeniyle birlikte uyumamıştı. Dört aydan beri süren Arıburnu Cephesi’nin kanlı çarpışmalarında o denli yorulmuştu ki... Zayıflamış, hasta denecek kadar bitkin ve yorgun düşmüştü. Anafartalar’a hareketinden önce birliklerine bir veda mesajı yayımladı: “Bugüne kadar bana gayret ve fedakârlığınızla kazandırdığınız başarıları, yeni aldığım vazifede de bana olan sevgi ve güveninizle tamamlayacağınıza inanarak size veda ediyorum.” Yıl 1915. 8 Ağustos, günlerden Pazar, saat 23.30’du. Atlar hazırlanmıştı. Tümen karargâhı ve alay komutanları uğurlamak için yerlerini aldılar. Albay Mustafa Kemal, kısa bir konuşma yaptı, helalleşti, Yarbay Şefik’e tümen komutanlığı görevinde başarılar diledi. Karanlık gecenin savaş uğultuları ve düşmanın aydınlatma fişeklerinin parıltısı altında atına bindi. Kemalyeri’nden Anafartalar’a doğru yola çıktı. Karargâhı ve alay komutanları, büyük bir saygıyla arkasından baktılar. Önce görüntüsü kayboldu, sonra atların nal sesleri savaş gürültüsünde duyulmaz oldu. O gece, Mustafa Kemal’in savaş günlüğüne şöyle kaydedilecekti: “Dört aydan beri ilk kez bir ölçüde saf hava soluyordum. Gerçekte, Arıburnu bölgesinin ateş hattında ve orada karargâhlarda yaşayanların soluduğu hava, insan cesetlerinin kokmasıyla niteliğini kaybetmiş bir hava idi.”* HHH Uzun zamandır kitap okurken ağlamamıştım. Ama Naim Babüroğlu’nun yazdığı Kemalyeri’ni okurken gözyaşlarını tutmak mümkün değil... Emekli Tuğgeneral ve Cumhuriyet Tarihi bilim dalında doktora sahibi olan yazar, anlatısında Çanakkale Savaşı’nın seyrini değiştiren dâhi komutan Mustafa Kemal’in sadece düşman ordularına karşı değil; hatalı kararlarıyla Türk ordusunu büyük kayıplara uğratan Liman von Sanders ve kendisini kıskanan Enver Paşa’ya rağmen zafer kazandığını da belgeliyor. Ve onun, günümüzde hiçbir önderin hazır olmadığı “hayatını feda pahasına” cesaretini ortaya koyuyor. *Alıntı: NAİM BABÜROĞLU/Kemalyeri, Asi Kitap 2017 Dönek inek Adaletin kırıntısı bile yetiyor bazen, rahat bir nefes almak için. 2011’de açılan bir dava nihayet sonuçlandı. Anayasa Mahkemesi “siyasetçilere ve tanınmış kişilere”,  “dönek inek” demenin hakaret olmadığına karar verdi. Yaşasın! Artık tüm döneklere inek, tüm ineklere de dönek diyebileceğiz. Ama hayvan haklarına duyarlı iseniz ya da cinsiyet ayrımcılığını ayıp sayıyorsanız,  inek yerine öküz de diyebilirsiniz. Ama en doğrusu inek veya öküz gibi masum bir evcil  yaratık yerine vahşi bir hayvanın adını da zikretmek! Artık bu keyifet sizin adaletinize, asaletinize ve muhatabınızın cibilliyet derecesine kalmış. HHH Dönek inek sözünü haklı kılmak için Anayasa Mahkemesi’nin aradığı bir tek şart var: O sözün “halka mal olmuş” kişi veya kişilere söylenmiş olması. “Halka mal olmak” demek, muhatabınızın, “malın gözü” olması yani işbilir, işbitirir siyasetçi, gazeteci, TV yorumcusu, medya patronu falan olması demek... Eğer dönek inek lafını, konkenden vazgeçip briçte karar kılan baldızınıza veya tavlayı bırakıp okeye dadanan eski Fenerli, yeni Beşiktaşlı işsiz güçsüz kayınbiraderinize söylemişseniz, yasanın koruması altında değilsiniz. İneklik apayrı bir mevzu. elbDeötnteekişlikdüisneyatwyawsünawıknh.smadheematk@eytsgtaüminyk.acaisol.semcoelmmttee,n mineednykaedsativrme e yolu yöntemi. Döneklik iki tarafa yarar sağlayan bir etkinlik. Yani tam bir  “vinvin” pozisyonu. Bu pozisyonun hikmetini, bendenize göre, pratik siyaset hayatımızın filozofu sayılması gereken merhum Süleyman Demirel “Siyasi partiler iyi ahlak derneği değildir!” diye açıklardı.           Çok şaşırtan bir transferden sonra Demirel’e soruyorlar: Neden partiye aldınız o milletvekilini? Size ve partimize sövüp duruyordu, demediği kalmamıştı! Demirel’in yanıtı Tayyip Bey’in de medyada, siyasette yaptığı tüm “transferlerin sırrı”nı da açıklıyor: “Orada iken bize bağırıyordu. Şimdi bizim kapıya bağlayacağız. O tarafa doğru havlayacak!” HHH Okurlarımız, lütfen saygısızlık saymasınlar, naçizane pazar bulmacası sunuyoruz:  “Ey Recep Tayyip Erdoğan, boyun eğdin, emir eri oldun, milletin ümitlerini boşa çıkardın. Boyan döküldü Tayip Erdoğan!” (31 Aralık 2008) “Yolsuzluklarla mücadele edeceğim diyen hükümet, Türkiye’yi yolsuzluk çukuru içine batırdı!” (25 Şubat) “Başbakan at üstünde durmayı nasıl beceremediyse, ülke yönetmeyi de aynı şekilde beceremedi. Bunların paçalarından yolsuzluk akıyor. Ey Recep Tayyip Erdoğan, boyun eğdin, emir eri oldun, boyan döküldü!” (2009) HHH “İsrail BM’de en büyük zaferini AKP sayesinde kazandı. Erdoğan’ın kalbi Hz. Ali diyor, dili Muaviye!” “Harun olmaya geldiler, Karun oldular. Biz AKP gibi firavunlaşmayacağız.” (11.01.2009)  HHH “‘Milliyetçiliği ayağımın altına alırım’ diyor. Senin o bacağını kırarlar. Başbakan olan şahıs, ‘Kriptolu telefonumu dinlediler’ diyor. E, sen de sana devletin güvenlik için verdiği telefonu oğlunla para transferi için kullanma. Benim tek talebim onun yargılanmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı teröristbaşı ile Türkiye’nin yarınını görüşüyor. Bizans dahi birçok AKP’liden daha millidir, daha Türktür.” Otopside tüberküloz çıkınca 4 kişilik ekip karantinaya alındı Suriyeli kadın sokak ortasında öldü Gaziantep’in Nizip ilçesinde Ersin Arslan Devle Hastanesi’nden “bir şeyin yok” denilerek gönderildiği ileri sürülen Suriyeli Yasmin Elhammud (27), sokak ortasında başı ağrıdığını söyleyerek yere yığıldı. Öldüğü belirlenen kadının cenazesi, bürokratik işlemler nedeniyle 4.5 saat sonra olay yerinden alındı. Kadının otopsisinde ise akciğerinde tüberküloz hastalığına rastlandı, otopsi yarıda kesildi, dört kişilik ekip karanti naya alındı. Özel bir bölüme alınan ekip için Sağlık Bakanlığı Verem Savaş Dispanseri’nden destek istendi. Özel kıyafetlerle gelen ekipler, 4 kişilik otopsi ekibine müdahale etti. Korucuyu iğne ve ilaç verilen otopsi ekibi kontrol altına alındı. Otopsi ekibi özel koruyucu elbiseleri giydikten sonra otopsiyi tamamladı. Ardından cenaze, genç kadının babasına teslim edildi. Cenazenin Nizip ilçesinde defnedileceği öğrenildi. l İHA Yasmin Elhammud İnşaat çöktü: 1 işçi öldü İzmir’in Gaziemir ilçesindeki Gaziemir Semt Garajı’nın yakınındaki bir oto plaza inşaatında süren çalışmalar sırasında, vinç zemin kattaki bir kolona çarptı. Çarpmanın etkisiyle kolonun parçalanan bölümü çöktü. Bu sırada kolonda çalışan inşaat işçile rinden Nazif Güllü (65), enkazın altında kalarak yaşamını yitirdi, adı öğrenilemeyen bir işçi de hafif yaralandı. l DHA KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] İnternetin babası Mustafa Akgül... Türkiye’de internetin gelişimi için en çok çaba harcayan kişi kimdir diye sorsanız, hiç duraksamadan “Mustafa Akgül” derdim. “İnternetin babası” olarak anılıyor olması boşuna değil...   1994 yılında tanışmıştık. O yıldan bu yana da İstanbul’a geldiğinde telefonlaşır, müsaitsek mutlaka buluşurduk. Saatlerce internet sohbetleri yapardık. Özleyeceğim o sohbetlerimizi... 23 yıl olmuş tanışalı. O zamanlar Türkiye’de internetin “bebeklik yılları”. Bütün o yıllar boyunca Akgül’ün Türkiye’ye interneti anlatmak için ne denli büyük çaba gösterdiğine bizzat tanık oldum.   Akgül’e göre internet, insanlığın gelişmesinde sanayi devrimi kadar önemliydi. İnternet bilgi toplumunu oluşturan araç ve kavramları temsil ediyordu. “Sanayi devrimi insanın kol gücünü çokladı. İnternet devrimi beyin gücünü çokluyor” derdi.   “İnternet Türkiye’yi sıçratacak bir teknolojiler bütünü fakat bunu siyasilere bir türlü anlatamıyoruz” diye dert yanardı arada.  Ama asla umutsuzluğa kapılmazdı. Pes etmezdi. Tükenmez bir enerjisi vardı. Onun bu yönüne hayranlık duyardım.   Türkiye’de özgür yazılım topluluğuna yıllarca öncülük etti. “Özgür yazılımı, Linux’u, Pardüsü, açık kaynak kod felsefesini daha çok anlatmalıyız” derdi hep. Binlerce, on binlerce insana ulaşan İnternet Haftası, Türkiye’de Internet Konferansı, Özgür Yazılım ve Linux Günleri (Şenliği), Akademik Bilişim Öncesi Kurslar ve Linux Yaz Kampı gibi etkinliklerin öncüsüydü.  68’liydi. Ölümü Türkiye için büyük kayıp. HHH Oysa “İyiyim” demişti son konuşmamızda, “Ayağa kalkar kalkmaz İstanbul’a geleceğim, konuşacaklarımız var.” “Konuşacaklarımız var” dedi mi “kesin internetle ilgili önemli bir konu var” diye düşünürdüm. Kasım başıydı.   “Türkiye’de İnternet Konferansı” etkinliği ile ilgili Cumhuriyet’te bir yazı yazmıştım. Hasta yatağından bana eposta atmıştı: “Eline sağlık.”  Meğer durumu bildiğimden ağırmış. HHH   90’lı yıllardan bu yana Cumhuriyet’te yazıları yayımlanır Akgül’ün. Son yazdığı yazı hangisi diye arşive baktım. Meğer son yazısı benimle ilgiliymiş. “Cumhuriyet’in İnternetçisi” demiş benim için. Yazı gazetede yayımlandığında Silivri’deydim. Okurken gülümsemiştim: “Hakan’la, internet ile gazetecilik dışında çevre ve klasik müzik hakkında konuşur, müzik dinlerdik. Hakan, arada bir gitar resitalleri verirdi. İnternet ve demokrasi en fazla konuştuğumuz, kafa yorduğumuz konulardı...”  Sahiden de öyleydi.  Bizi nasıl bir gelecek bekliyor? İnternet, toplumları nasıl biçimlendirecek? Daha demokratik, daha özgür toplumlar mı yaratacak yoksa gözetim toplumları mı ortaya çıkacak? İnternet temsili demokrasiden öte, doğrudan demokrasiye geçişi sağlayabilecek mi?  “Gün gelecek belki de sadece düşünerek internete bağlanabileceğiz” diye konuşurduk. Peki, o zaman bu dünyadaki insanların acılarını da paylaşabilecek miydik? Dünyada halen var olan o korkunç eşitsizlikleri ortadan kaldırabilecek miydik? İnternet çevre sorunlarının çözümüne, iklim değişikliğinin önlenmesine katkı sağlayabilecek miydi? Konuşacak konularımız çok, zamanımız sınırlıydı. Gerçekten de sınırlıymış.  HHH Ölümünün ardından internette, sosyal medyada yazılanlara bakıyorum.  “Kişiliği ve yaptıklarıyla yeri doldurulamayacak bir insandı” demiş biri. “Güzel insan” demişler Akgül için. Sonra “Hepimizin hocası”, “İnternetin ve özgür yazılımın öncüsü” gibi tümceler kullanılmış. Ne kadar çok seviliyormuş...  TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik,  “Türkiye’de internetin gelişimi eğer bir kitap olsaydı, önsözü de sonsözü de ona ait olurdu” demiş.  Alternatif Bilişim Derneği şöyle bir tweet atmış: “Onun yarattığı değerlerin izinden gitmeye devam edeceğiz.”  Yaşamını önemli ölçüde internete, bu teknolojinin doğru kullanılmasına, yaygınlaşmasına adamış bir insandı.  Yazıyı onun en çok sevdiği sloganla bitirmek sanırım en doğrusu: “İnternet yaşamdır”.  Seni özleyeceğiz... C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle