04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 6 Kasım 2017 14 yorum TASARIM: BAHADIR AKTAŞ ‘Bu ne sevgi ah…’?! Bu yılın Cumhuriyet Bayramı kutlamaları sırasında Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve yandaşlarının sergilediği tutum, önceki yıllarla karşılaştırılamayacak kadar Cumhuriyet, özellikle de Mustafa Kemal Atatürk övgüleriyle yüklüydü. 15 yıllık iktidar süresince Atatürk’ü küçümseyip Cumhuriyetin değerlerinin silinmesine çalışıldıktan sonra, birdenbire sergilenen bu büyük görüş değişikliğinin gerçek niteliğinin irdelenmesi gerekiyor. Nereden nereye? Bu toplum, 2002’de Milli Görüş gömleğini çıkardığını vurgulayan Erdoğan’ın ve arkadaşlarının çok kesin bir dil ile, hukukun üstünlüğü ve hukuk devletinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ölçülerinde düşünce ve ifade özgürlüğünün ve ona dayanan temel insan hak ve özgürlüklerin bu ülkede de yaşama geçirileceği; parti içi lider diktasına son verileceği; AB tam üyeliğinin gerçekleştirileceği sözlerini vermelerinin bir sonucu olarak AKP’yi tek başına iktidara getirdi. Böylece Türkiye İslam coğrafyasında liberal demokrasinin parlak bir örneği olarak yıldızlaşacaktı. 2 Kasım 2002’de başlayan AKP iktidarı bu hafta 16. yaşına giriyor. Ancak 15 yıl boyunca yaptıkları ve yapmakta olduklarıyla AKP, verdiği bu sözler ve bunlara dayalı beklentilerle, özünde Cumhuriyetin değerleriyle taban tabana zıt bir noktadadır. Büyük bağdaşmazlık ortadayken… AKP iktidarının görüş ve uygulamaları Cumhuriyetin değerleri ile bağdaşmıyor. Cumhuriyet, hukukun üstünlüğü; hukuk devleti ve kurumlaşmadır; AKP iktidarında hukuk önce FETÖ ile işbirliği yapılarak Cumhuriyetçilere ve askeriyeye karşı kumpas aracı oldu, sonra da, her gün çok sayıda örneğiyle yaşandığı gibi, olmayan kanıtlar ve ayları geçtik, yıllara varan tutuklamalarıyla, iktidarı eleştiren gazeteci, siyasetçi ve eylem insanının haksız ve hukuksuz bir biçimde suçlanmasının aracı olarak tamamıyla siyasallaştı. Cumhuriyet, çağdaş eğitim ve bilimsel üniversitedir. AKP iktidarında resmen ve cemaatlerle birlikte cihat eğitimi veriliyor. İmam hatip liselerinin sayısı fen liseleri sayısının dört katını aşmıştır. AKP üniversitesi, son bir yılda sayıları 4 bin 100’e ulaşan bilim insanını kapının önüne koymuş olmanın yıkımını yaşatıyor; şeytanla mücadele için ders verecek yadımcı doçent arıyor, ülkenin geleceğini karartıyor. Cumhuriyet, kadının beyni ve bedeniyle özgürleşmesi demektir; AKP iktidarında ise kadının adı çocuk yaşta evlilikler; töre cinayetleri; tacizler ve bunları tamamlayan imam nikâhı sonucu kaybolan yaşamlarla eşanlamlıdır. Cumhuriyet kültürdür; AKP’nin sanata bakışı ise İnsanlık Anıtı’na ucube denilmesi; Taksim’deki AKM’nin on yıla yakın bir süre çürümeye terk edildikten sonra bugün de opera binası olarak lansmanını yapmaya kalkmaktır. Cumhuriyet, ekonomide, değişik sermaye kesimlerine eşit uzaklıktadır; yerli üretim ve fabrika demektir. AKP ekonomisi, Cumhuriyetin fabrikalarını satarak ve keyfi ihaleler vererek yandaş sermaye oluşturmaya, onunla basını ve kamuoyunu baskı altına almaya; kentlerin tarihi ve doğal dokusuna ihanet edercesine inşaata; AVM’lere, işsizliğe, işçi haklarını yok saymaya; samana, ete varıncaya kadar dışalıma bağımlılığa dayanır Cumhuriyet, yurtta ve dünyada barıştır; AKP iktidarı ise her ikisinde de savaş! Cumhuriyet ile AKP arasında savaş ve barış kadar fark vardır. Bitmedi: Kuruluşu sırasında AKP’nin yaptığı tam bir aldatmaca, Siyasal İslam da çok iyi bilinen adıyla takıyye idi. Oysa Cumhuriyetin değerleri doğruluk, dürüstlük ve erdem, yani ahlak üzerinde yükselir. AKP, Cumhuriyetin değerlerine karşıtlığından bir milim bile geri adım atmadığına göre, bugünlerde gösterdiği Cumhuriyet ve Atatürk aşkı, seçimlere dek sürecek yeni bir takıyyeden başka bir şey değildir! 6 Kasım 2017 SAYI: 33633 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Bülent Özdoğan Faruk Eren Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Danışmanı Ayşe Cemal Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06:06 05:50 06:12 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 07:34 12:55 15:36 07:16 12:39 15:23 07:36 13:02 15:49 Akşam 18:03 17:49 18:15 Yatsı 19:24 19:09 19:33 Masumiyet Karinesini Gözetme Zorunluluğu Cumhuriyet gazetesinin yayın ilkeleri şüphelilerle ilgili haberler konusunda oldukça net ifadelerle yol gösterir, çerçeveyi çizer. İlkelerin 2/9. maddesi şöyledir. “Haber ve yorumlarda somut belge ve kanıtlanabilir bilgi olmadıkça hiç kimse peşinen sorumlu ilan edilemez, okurun doğru ve eksiksiz bilgilendirilmesi esas alınır. Resmi makamların üslubu ve dili yerine gerçeği anlatacak bir üslup ve dil kullanılır. Süren idari ve adli soruşturmalar ile davalarda iddialar ve savunmalar adil ve dengeli bir biçimde yayınlanır. Yayınlarda masumiyet karinesine özen gösterilir.” Ayrıca yine bu köşede yer verdiğimiz, Hürriyet Okur temsilcisi Faruk Bildirici tarafından hazırlanan, benim de arkadaşlarıma önerdiğim “İsimlerin kodlanması ve fotoğrafların buzlanması kılavuzu” da bu konuda yararlı olabilir. Orada bu ilke şöyle belirtilmişti: “Adli vakalarda iddianame hazırlanıp yargılama baş layana kadar isimler kodlanır. Yargılama sırasında ve kararlarda isimler açık yazılabilir; ancak tereddüt yaratan durumlarda isimlerin gizlenmesi tercih edilir. Dijital mecrada yargı kararına kadar isimler gizli tutulur.... Bir haberde kimliğinin gizlenmesine karar verilen kişinin fotoğrafı tanınmayacak şekilde buzlanır; adı ve soyadı kodlanır; adres, işyeri, unvanı, yakınlarının adları gibi tanınmasına yol açacak hiçbir bilgiye yer verilmez.” Kısaca haberlerde fotoğraf kullanırken, fotoğrafları buzlarken ya da şüphelilerin isimlerini rumuzlarken özen göstermek bir zorunluluktur. Haberlerde şüpheli ya da sanıkların öncelikle masumiyet karinesi gereğince suçlu ilan edilmemesine de dikkat etmek gerekir. Kimi haberlerimizde gereken özenin gösterilmediği izlenimi edindiğim, kimi haberlerde de birbiri ile uyuşmayan haber yazımı ve fotoğraf kullanımı gördüğüm için bu ilkeleri hatırlatmak gereğini duydum. Yazım hatalarından kurtuluş yok mu? Anlaşılan yok. 1 Kasım Çarşamba gazetesinin 4. sayfasındaki yazım hataları “Durum bu kadar umutsuz mu?” diye umutsuz bir soruyu akla getiriyor. Başbakan Yıldırım’ın sözlerinin aktarıldığı tırnak içine alınmamış “Parti sövücüsü” başlıklı haberde yer alan “bu davalarda verilen müebbet habis cezalarını anımsatarak” cümlesi Türk hukukunda yeni bir “cezanın” yasalarımıza girdiğini söylemiyorsa, p ile b arasındaki küçük bir husumetten kaynaklanmış olabilir. “Mafya gibi yönetiyorlar” başlıklı haberdeki buluşları Kılıçdaroğlu’na yüklemeyeceksek, yine harfler arasındaki bir anlaşmazlığa bağlayacak, “bizahiti” kelimesinin ne anlama geldiğini, ne denmek istendiğini bir türlü anlayamayacağız. Sakın “bizatihi” olmasın diyeceğiz ama... Yine aynı haberdeki “Aske ri ücretten vergi almayacağız” cümlesi ise hepimizi sevindirdi. Demek ki artık asgari ücret yürürlükten kalkıyor, zaten pek cılız, pek zayıftı, yerine demir disiplinli “askeri ücret” geliyor. Sayfa manşetindeki, gerçekten yararlı bir derleme, bizim gereksinim duyduğumuz türden bir analiz olan “Hangi Türkiye?” başlıklı, imzalı haberde yalnızca bir cümleyi, kafa karışıklığına yol açabilir kaygısı ile sormak gereğini duyuyoruz. “Kayıp insanlar” ara başlığı altındaki ilk cümlede yer alan “Gözaltına kaybetme ve zorla kaybetme olayları”, cümlesidir ilgimizi çeken. Haberde 11 kişinin zorla kaçırılmış, ailelerin Birleşmiş Milletler’e başvurmuş olmaları gerçekten de vahim bir durumla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Haberdeki anlamakta zorlandığım ifadelere gelince; sakıncalı cümlemiz “gözaltına” değil, “gözaltında kaybetme...” olarak başlaması gereken bir cümledir; öteki haberlerde saydığımız gibi basit ve haberi yazanı sorumlu tutamayacağımız bir yazım hatası söz konusudur. Ama “zorla kaybetme”nin anlamını tam çözemedim. Belki de artık sık sık rastlanan, uydurulmuş, maalesef dillere, sayfalara yerleşmiş, ama henüz bizim kişisel sözlüğüme girmemiş tanımlardandır. “Zor kullanarak kaçırma” gibi bir şey herhalde. Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN [email protected] Hakaret ve ifade özgürlüğü Bülent Tezcan’ın “faşist diktatör” demesiyle başlayan tartışmada yanlış olan Tezcan’ın sözleri değil. Bu sözler kendi değer hükmünü belirtiyor. AİHM’ye göre, değer hükümlerinin doğruluğunun kanıtlanması istenemez. Yanlış olan savcının soruşturma açması. AİHM bakımından, devlet başkanına eleştiriyi de kapsayan ifade özgürlüğü devlet başkanının saygınlığından daha önemli. Türkiye’de ne yazık ki özgürce eleştiri yapmanın, eleştirinin içeriğinden daha önemli olduğu şimdiye kadar anlaşılamadı. RIZA TÜRMEN / Eski AİHM Yargıcı CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan Cumhurbaşkanı için “faşist diktatör” deyimini kullandığı için savcılık Cumhubaşkanı’na hakaret suçundan soruşturma başlattı. TCK 299. madde Cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenliyor. Bu suçu işleyenlerin bir yıldan dört yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılmasını öngörüyor. Ayrıca Cumhurbaşkanı, 50 bin TL’lik manevi tazminat davası açtı. Bu konudaki tartışma bizi bir kez daha devlet başkanına hakaret ile ifade özgürlüğü arasındaki sınırın nereden geçtiği noktasına götürüyor. Anayasaya göre, ulusal yasaların üstünde olan AİHM kararları, bu konuya ışık tutmak bakımından yararlı. Ayrıcalıklı değil AİHM bu konuda verdiği kararlarda, ceza yasalarına konulan bir madde ile devlet başkanlarına ayrıcalıklı koruma sağlanmasını doğru bulmadığını belirtir. Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi’nin de aynı yönde kararları var. Günümüzdeki genel eğilim de, ceza yasalarında hakaret suçunu düzenleyen genel bir madde varken, devlet başkanları için ayrı bir koruma getirilmesinin ifade özgürlüğü ile bağdaşmadığı yolunda. Colombani/Fransa (2002) davasında, Le KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI Monde gazetesinde, Fas hükümetinin ve Kral’ın en yakınlarının uyuşturucu kaçakçılığından sorumlu olduğunu belirten bir rapor yayımlanır. Gazetenin genel yayın müdürü, Fas Kralı’na hakaret suçundan para cezasına mahkum olur. AİHM, Fransa yasasında devlet başkanlarına özel bir hukuksal koruma tanınması nedeniyle, ifade özgürlüğüne ilişkin Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine karar verdi. Örnekleri çok Otegi Mondragon/İspanya (2011) davasının konusu, İspanya Kralı’nın Bask bölgesine yaptığı ziyaretle ilgili olarak bir Bask siyasetçisinin konuşmasında, Kral’ın başkomutan olması dolayısıyla “işkencecilerin” başı olduğu, monarşi rejimini şiddet ve işkenceyle halka kabul ettirdiği yolundaki sözleri. Bu sözlerinde dolayı Basklı siyasetçi 15 ay hapis cezasına çarptırılır. AİHM bu davayla ilgili kararında, ifade özgürlüğünün siyasetçiler bakımından özel bir önem taşıdığını, siyasetçilerin halkın seçilmiş temsilcileri olduklarını, onların çıkarlarını savunduklarını ileri sürer. Devlet başkanının saygınlığını korumadaki devlet çıkarının, onun hakkında bilgi vermek ya da görüş ileri sürmek hakkını ortadan kaldıramayacağını belirtir. AİHM, İspanya’da Kral’ın devletin simgesi olmasının, siyasal tarafsızlığının, partiler üs [email protected] [email protected] tü bir hakem rolüne sahip bulunmasının, onu eleştiriye kapalı bir duruma getirmediğini ileri sürer. Türkiye’de yapılan son anayasa değişikliğiyle, Cumhurbaşkanı parti başkanı olarak, anayasadaki partiler üstü, tarafsız, hakem konumunundan çıktı. Eleştiriye büsbütün açık bir duruma geldi. Bu davada AİHM, başvurucuya verilen cezanın infazı ertelemiş olsa bile, cezanın doğuracağı caydırıcı etki nedeniyle, ifade özgürlüğüne ilişkin 10. maddenin ihlaline karar verdi. Eon/Fransa davası (2013), Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin bir ziyareti sırasında “defol git, zavallı aptal” (aslında bu sözleri Sarkozy, başka bir ziyaret sırasında, elini sıkmayı reddeden bir köylüye söylemişti) yazılı bir pankartı taşıyan kişinin, cumhurbaşkanına hakaret suçundan 30 Avro para cezasına çarptırılmasıyla ilgili. AİHM bu cezanın demokratik bir toplumla bağdaşmadığı ve 10. maddenin ihlal edildiğine karar verdi. Türkiye’den kazınılmış davalar AİHM içtihadı, Türkiye’yi bu konuda mahkum eden kararlar bakımından oldukça zengin. Pakdemirli kararında (2005), bir milletvekili olan Ekrem Pakdemirli’nin Cumhurbaşkanı Demirel için “yalancı”, “iftiracı”, “Çankaya’nın şişmanı”, “dar kafalı” yolunda sözler sarf etmesi nedeniyle büyük bir tazminata mahkum etti. AİHM bu mahkumiyetin 10. maddenin ihlaline yol açtığına karar verdi. Meral Tamer Artun ve Güvener (2007) davasında, AİHM, Meral Tamer’in bir yazısında Cumhurbaşkanı Demirel’e “7.4’lük deprem Demirel’i sarsmaz”, “Enkazın baş sorumlusu kim?” gibi sözlerle yönelttiği eleştirilerden dolayı, bir yıl dört ay hapis cezasına çarptırılmasının, cezası ertelenmiş olsa bile, 10. maddeyi ihlal ettiği sonucuna vardı. Erbil Tuşalp (2012) davasında, Tuşalp’ın Başbakan Erdoğan ile ilgili olarak yazdığı iki yazıdan birinde, “yalancı” demesi, öbüründe ise akli dengesinin yerinde olmadığını ima etmesi nedenleriyle tazminata mahkum olmasını AİHM 10. maddenin ihlali olarak değerlendirdi. Bu örnekler, AİHM’nin ifade özgürlüğü anlayışıyla, Türk yargısı ve devleti yönetenlerin anlayışı arasındaki farkı ortaya koyuyor. AİHM bakımından, devlet başkanına eleştiriyi de kapsayan ifade özgürlüğü devlet başkanının saygınlığından daha önemli. Türkiye’deki ifade özgürlüğü anlayışı geçmişte de AİHM’ye aynı noktada değildi. İfade ve basın özgürlüğünün demokrasinin temeli olduğu, şiddete teşvik, nefret söylemi gibi istisnalar dışında sınırlanamayacağı hiçbir zaman tam olarak kabul edilemedi. Özgürce eleştiri yapmanın, eleştirinin içeriğinden daha önemli olduğu anlaşılamadı. Ama bugün ifade ve basın özgürlüğü ağır bir baskı altında. İfade özgürlüğünden söz etme olanağı kalmadı. Böyle olunca, AİHM kararları, Türkiye’de ifade özgürlüğünün korunması bakımından daha büyük bir önem kazandı. Olayda yanlış olan Bülent Tezcan’ın sözleri değil. Bu sözler kendi değer hükmünü belirtiyor. AİHM’ye göre, değer hükümlerinin doğruluğunun kanıtlanması istenemez. Yanlış olan savcının soruşturma açması. Ama günümüz Türkiyesi’nde başka türlüsü beklenebilir miydi? C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle