08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 5 Kasım 2017 10 Teşhis başkan babadan, tedavi oğlundan AKP Başkanı, Türkiye toplumunda “hastalık” olarak gördüğü bir sorunu birçok kez dillendirdi. Yıllar önce Dolmabahçe Sarayı’ndaki çalışma ofisinin penceresinden, Beşiktaş iskelesinde vapurdan inen kadınlara baktığında “tiksinti duyduğunu” bile söylemişti. Tiksintisinin mini eteklerden mi, bacaklara yapışan “tayt”lardan mı, çok dar pantolonlardan mı, bir omuzu açıkta bırakan giysilerden mi, dekoltesi biraz açık göğüs yakalarından mı kaynaklandığı belli olmadı, ama kadınların, özellikle genç kadınların giysilerinden hiç de hoşlanmadığı, öyle giyinmeyi “milli ve yerli” bulmadığı besbelliydi... Bu “değerli değerlendirmelerini” 9 Şubat’ta, Saray’da düzenlenen bir ödül töreninde bir yakınmayla sürdürdü: “... Ülkemizin geçtiğimiz 14 yılda yaşadığı dönüşümün en zayıf halkalarını eğitim ve kültür oluşturuyor. Bu konuda fevkalade müteessirim...”  Bu “teessür”ünü 28 Mayıs’ta AKP iktidarının gözbebeği Ensar Vakfı’nın İstanbul’da toplanan genel kurulunda yaptığı konuşmada daha derinleştirdi, daha “entelektüel” bir içerik kazandırdı. Şöyle dedi: “... Siyasi olarak iktidar olmak başka bir şeydir. Sosyal ve kültürel iktidar ise başka bir şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz iktidarız. Ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var. Elbette sevindirici gelişmeler yaşandı. İmam hatiplere olan ilginin artması, tüm okullarda Kuranı Kerim, siyeri nebi gibi derslerin okutulması çok güzel gelişmeler. Ama bizim hayalimiz olan nesillerin yetiştirilmesi konusunda hâlâ pek çok eksikliğimiz bulunuyor...” “Sosyal ve kültürel iktidar” nitelemesi başlı başına sorunlu. Sosyal ve kültürel zenginlik ve hele özgürlük yerine “kültürel iktidar” nitelemesi bal gibi faşizan bir söylemdir. Nazilerin kitap yakma ayinleri sırasında benzer yaveler epey sık kullanılmıştı. Ama AKP Başkanı böyle düşünüyor ve bunu pervasızca dile getiriyor. Ona göre 18. yüzyılın başlarından beri bu topraklar üstünde devlet politikası olarak uygulanan kültürel yönelimler toplumda bir “sosyal ve kültürel hastalık” yaratmış; yerli ve milli olmayan bu kültür ve yaşam biçimi gitgide bir yozlaşmaya yol açmıştı. HHH AKP’nin 14 yıllık iktidarı ile bu hastalığın tedavisi için arayışlar başlamıştı. Önceleri ürkek, son dönemlerde de pek güçlü adımlara tanık olmaktayız. Ancak bu “hastalığın” tedavisi yönünde en atak, en derin, en köklü yöntem “Başkanın oğlu”ndan, “büyük Türk düşünürleri” arasında yerini almaya başlayan Bilal Erdoğan’dan geldi. Önceki gün İstanbul Okmeydanı’nda, “Okçuluk Araştırmaları Enstitüsü”nün açılış töreninde Bilal Erdoğan konuştu. Başkan’ın oğlu önce “Bütün dünya Türklere düşman” diyen yaygın saptama ve saplantının bir başka yönüne ışık tuttu ve “Bizi kültürleriyle tutsak etmeye çalıştılar” buyurdu. Sonra “hastalığın” sebeplerini ortaya koydu: “... Müziklerinden yemeklerine, kıyafetlerine, bütün yaşam tarzlarına kadar bizi tutsak etmeye çalıştılar. Türkiye’de yıllarca müzik derslerinde blok flüt çalınmasının sebebi basit bir şey değildir. Beden eğitimi derslerinde ritmik jimnastiğin öne çıkarılmasının sebebi basit bir şey değildir.” Ardından da tedavi yöntemini hepimize armağan etti: “Bizim kendi sporlarımızın, müziklerimizin, müzik enstrümanlarımızın, kendi kültürel öğelerimizin yer alması demek bir milletin bağımsızlığının gerçek manada korunması, sahiplenilmesi demek... Okçuluk merkezine gelen çocuklarımız sadece spor yapmış olmuyorlar, aynı zamanda dimağlarında kültürel kodlarıyla, hafızalarıyla çok sağlıklı bir ilişki, iletişim kuruyorlar. Adeta format atılan, silinen belleği yeniden var etmiş oluyorlar.” HHH Ey Türk gençliği! Haydi bakalım, hep birlikte milli yemek yemeye, milli giysilere bürünmeye, milli müzik dinlemeye, okçuluk, güreş, cirit gibi milli ve yerli sporlardan başkasına (mesela futbola, basketbola) asla yüz vermemeye... Ve hem babaya, hem oğluna teşekkür üstüne teşekkür etmeye... Nusaybin’de cisim patladı: 3 çocuk yaralı Mardin’in Nusaybin ilçesi Yenişehir Mahallesi, Yasemin Sokak’ta oynayan çocuklar, buldukları cisimle oynamaya başladı. Çocukların kurcaladığı cisim patlayınca, yaşları 1213 arasında değişen N.Y, Y.Y. ve Ö.Y. yaralandı. Patlama sesi üzerine olay yerine gelen çevredekilerin yardımı ile yaralı çocuklar Nusaybin Devlet Hastanesi’ne kaldırılarak tedavi altına alındı. Polis, patlayan cismin ne olduğunun tespiti için soruşturma başlattı. l DHA haber EDİTÖR: SERKAN OZAN 113 GÜN TUTUKLU KALAN İNSAN HAKLARI SAVUNUCUSU VELİ ACU CUMHURİYET’E KONUŞTU: Darbeyi parmak arası terlikle mi yapacaktım? Büyükada’daki toplantıya yapılan baskınla gözaltına alınan ve 3 ayı aşkın süre tu tuklu kalan insan hakları savunucu su, İnsan Hakları Gündemi Derneği Yönetim Kurulu üyesi Veli Acu, “Suç lamaları duyunca çok yoğun bir duy gu karmaşası içine girdim. ‘Vay be, bu ben miyim?’ dedim. Tişört, şort ve parmak arası terlik le darbe yapacak kadar yetenekli miyim? Son ra da ‘bu kadar örgüte birden yardım edecek ya da üye olacak kadar ZEHRA siyasal rasyonaliteden ÖZDİLEK yoksun muyum?’ diye düşündüm” diyor. He yecanla doğacak bebeğini bekleyen Acu, cezaevi günlerini gazetemize an lattı. 310 gündür tutuklu muhabiri miz Ahmet Şık’a da mesaj gönderdi: “İyiyim Ahmet çok iyiyim.” n Büyükada’da toplantıya gider ken böyle bir operasyon yapılacağı aklınıza geldi mi? Hayır gelmedi. Rutin olarak insan hakları savunucularının yaptığı ka pasite geliştirme toplantılarından bi risiydi. Daha önce yapılanlardan bir farkı yoktu. Güvenlik, gizlilik açısın dan söylüyorum; bu toplantı, mahal le kültürünün hâlâ yaşandığı mahal lelerde sosyalleşmek ve son havadis leri paylaşmak amacıyla bir araya ge len mahalle sakinlerinin kısır partisi kadar alelade bir toplantıydı. n Suçlamaları duyunca ve hakkı nızda yapılan haberleri okuyunca neler hissettiniz? Aslında çok yoğun bir duygu kar ması içine girdim ama en baskın ola nı birbirine iki zıt duygu belirdi. İlk önce ‘vay be bu ben miyim, dedim ‘tişört, şort ve parmak arası terlik le darbe yapacak kadar yetenekli mi yim?’ dedim. Sonra, ‘bu kadar örgüte birden yardım edecek ya da üye ola cak kadar siyasal rasyonaliteden yok sun muyum?’ dedim. İdeolojik olarak birbiriyle taban tabana zıt iki örgü te birden destek verecek kadar mu hakeme yetisine sahip değilsem hu kuken tam ehliyetsiz sayılırım. Ön celikle yargılanmamam lazım. İkin cisi mahkeme bana bir vasi atamalı. Zaman zaman da güldüm. Bu kadar toptan çıldırmışlık hali nasıl olur di ye uzun uzun düşündüm. Şiddetle hiç bir zaman ittifak yapmamış ve ilke sel olarak şiddeti reddeden birisi ola rak şiddete başvuran bu kadar örgüt le ilişkilendirilmem gerçekten kelime bulamadığım, anlamlandıramadığım bir süreçti. Beynim firar etti n 3 ayı aşkın süre cezaevinde kaldınız. Nasıl geçti? Tam 113 gün kaldım. Bunun 28 günü tecritte geçti. Ben ilk defa cezaevi gördüm. Tecriti çok eskide kalmış, ilkel, sadece disiplin cezası olarak verilen çok kısa süreli yalnızlaştırma, dolayısıyla gayri medenileştirme süreci sanıyordum. Hâlâ uygulanıyormuş. Üstelik öyle kısa bir süre de değil. Daha çok düşünerek geçirdim. Kendimi edebiyatın şefkatli kollarına bıraktım. Daha önce hiç bu kadar edebi okumalar yapmamıştım. Edebiyat beynimin firar etmesine, dört duvarın, tel örgünün ötesine geçmesine imkân sağlıyordu. Meşhur yasakların sahiplerinin engel olmadığı şey zihnimizin firar etmesiydi. Bunu edebiyata Taban tabana zıt iki örgüte birden destek verecek kadar muhakeme yetisinden yoksunsam hukuken tam ehliyetsiz sayılırım. Öncelikle yargılanmamam lazım. İkincisi mahkeme bana bir vasi atamalı. Avukat görüşüne giderken, gardiyana, ‘Siz de mi bizimle aynı yemeği yiyorsunuz’ diye sordum ‘maalesef’ dedi. Çok üzüldüm. Bizi alt insan olarak mı görüyordu? Ben hep insanı insan olarak gördüm. Silivri Cezaevi’nde 113 gün kalan Veli Acu, yakında doğacak bebeğini heyecanla bekliyor. EN BÜYÜK UMUT KAYNAĞIM n Dışarıda en çok neyi yapmayı özlediniz? En çok eşimi özledim. Duvarlara çarpmadan uzun uzun yürümeyi özledim. Avluda yürürken her 67 adımdan sonra duvara çarpıp geri dönmek zorundasınız. Bir otoyola çıkıp saatlerce dümdüz yürümek istedim. Hâlâ uzun yürüyemedim. En kısa sürede şehrin en uzun en düz caddesini bulup yürüyeceğim. Toprağı çok özledim. Hapiste her yer beton demir ve kahverengiydi. Renkleri ve müzik dinlemeyi çok özledim. Arkadaşlarımı özledim. Aslında günlük hayatta yaptığım çoğu şeyi özledim. n Çocuğunuzun doğumunda içerde olma ihtimaliniz vardı... Benim en büyük umut kaynağım eşim ve çocuğum oldu. Bir de en büyük meşruluk kaynağım suçsuzluğumdu. Suçsuz olduğumu isnatların temelsiz ve absürd olduğunu iddianameyi hazırlayanlar da çok iyi biliyordu. Yakın çevremdeki bütün dostlarım iş yerindeki arkadaşlarım ve çalıştığım kurum ziyadesiyle destek verdi. Bu dayanışma ruhu benim umutlu olmamı sağladı. İYİYİM AHMET, ÇOK İYİYİM n Bu satırları okuyanlara bir mesajınız var mı? Ülkemizin yaşanan bu süreci hak etmediğini düşünüyorum. İçeri girmeden önce binlerce değerli akademisyen işinden atıldı. Birçoğu bana yön veren, bilimi ve bilim ahlakını öğreten hocalarımdı, onlara zaten çok üzülüyordum. İçerideyken bir çok gazeteci, insan hakları savunucusu, milletvekilinin ve hukukçunun durumunu daha yakından gör düm. Bu adaletsizliğin bir an önce son bulmasını diliyorum. Hukukun egemen olduğu masum insanların özgürlüğüne kavuştuğu günlerin yakın olduğuna inanmak istiyorum. Son söz olarak ben çıkarken Ahmet Şık bana seslendi, hemen yanımdaki odada kalıyordu. Yanımda iki gardiyan vardı ona cevap veremedim. Bir keresinde de bana ‘Nasılsın’ demişti yine cevap vereme miştim. İyiyim Ahmet, çok iyiyim. En yakın zamanda çıkacağına inanıyorum. Özgür günlerde buluşmak dileğiyle. borçluyum. Bazen İnce Memed’le Toroslar’daydım, bazen Gabriel Garcia Marquez’le Güney Amerika’daydım. Sadece bedenim içerdeydi onunla da spor yaptım. Her gün en az iki saat yürüdüm. Yarım saat vücut hareketleri yaptım. Son bir ay kala televizyon aldım. Sadece akşamları bir iki komedi programı takip ediyordum. n Cezaevi anılarınızdan söz eder misiniz? Silivri’ye arkadaşım Günal Kurşun ile birlikte götürüldüm. Sonra onunla birlikte kalamayacağımı öğrendim. Kabullenmek zor oldu, ısrarla dilekçe yazdım ama hep olumsuz cevap aldım. En iyi anlarım avukatım, ablam, değerli dostum Hül ya Gülbahar’la olan bir saatlik görüşmelerimdi. Bir başka mutlu olduğum anım hocam Kerem Altıparmak’ın bana yazdığı mektubu Cumhuriyet gazetesinde gördüğüm zaman oldu. Beni en çok üzen şey bir insan hakları savunucusu olarak içerde öğrendiğim insan hikâyeleriydi. İddianame olmadan tutuklulukları bir yılı aşan insanlar vardı. Bir gün avukat görüşüne giderken, gardiyana, ‘Siz de mi bizimle aynı yemeği yiyorsunuz’ diye sordum ‘maalesef’ cevabını verdi. Çok üzüldüm. Bizi alt insan olarak mı görüyordu? Ben hayatım boyunca insanı insan olarak gördüm. Dışlanmış hissettim n Savcı, sadece sizin için tahliye talep etmedi. O an ne hissettiniz? Ayrımcılığın çok kaba bir halini gördüm. Kendimi her şeyden önce dışlanmış hissettim. Benimle ilgili iddialar diğer arkadaşlarla hemen hemen aynı... İlk etapta çok üzüldüm ama kendimi tekrar cezaevine hazırladım. Arkadaşlarım bana çıkacağımı söylediler ama çok inanmadım. Serbest bırakılmam sürpriz oldu. Bence mahkeme heyeti doğru ve yerinde bir karar verdi. Baştan sona hukuksuz olan bir sürece kısmen dur diyebildiler, beraat edince bu hukuksuzluk tamamen ortadan kalkmış olacak. Özgür Gazeteciler İnisiyatifi’nin ekim ayı raporuna göre cezaevlerindeki 171 gazeteci tecrit altında Gazetecileri bırakın, ülke özgürleşsin Özgür Gazeteciler İnisiyatifi (ÖGİ) Ekim Ayı Gazetecilere Yönelik Hak İhlalleri Raporu’na göre geçen ay 14 gazeteteci gözaltına alındı, 5 gazeteci tutuklandı, 31 gazeteci hakkında dava açıldı. Geçen ay 11 gazeteci tahliye edilirken, 171 gazeteci ise hâlâ cezavinde. ÖGİ Sözcüsü Hakkı Boltan, Türkiye’de neredeyse tüm dünyadaki tutuklu gazeteci sayısı kadar gazetecinin cezaevinde bulunduğuna dikkat çekerek, “Gelin gazetecileri zindandan çıkaralım ki Türkiye özgürleşsin” dedi. Özgür Gazeteciler İnisiyatifi (ÖGİ), Ekim Ayı Gazetecilere Yönelik Hak İhlalleri Raporu’nu dün Diyarbakır’da düzenlediği basın toplantısıyla açık ladı. 2 Kasım’ın Gazetecilere Karşı Suçlarda Cezasızlıkla Mücadele Uluslararası Günü’nü olduğunu belirten Boltan, “Bugün zindanlar ve nezarethaneler dolu olmasına rağmen kimse sinmedi. Dayanışma büyüdü. Çalışma azmi bilendi ve neyle karşı karşıya olduğunun bilincine varıldı” dedi. Türkiye’de 171 gazetecinin ağır tecrit koşullarında tutuklu olduğunu belirten Boltan, “Türkiye’yi gazetecilerin zindanı haline çevirmekle Türkiye’de herhangi bir toplumsal istem ve sorun çözülmedi. Hatta her şeyi baltaladığını canlı canlı gördük ve yaşadık. Türkiye’yi kötürüm bir ülke haline getirdiğine tanıklık ettik. Bu da herkese gösteri yor ki doğru olan gazetecileri serbest bırakmaktır”diye konuştu. 4 gazeteci öldürüldü Ekim ayı içerisinde Malta, Irak ve Suriye’de öldürülen 4 gazetecinin ailesine bağsağlığı dileyen Boltan, “Bu katledilen gazeteciler için dayanışa duygularımızı ifade ediyoruz ve ailelerine İnisiyatif olarak başsağlığı diliyoruz. Sonuç olarak Özgür Gazeteciler İnisiyatifi basın özgürlüğünden taviz vermez. Biz gazeteciyiz. Gazetecilik suç değildir ve gazetecilik yapmaya devam ediyoruz. Gelin gazetecileri zindandan çıkaralım ki Türkiye özgürleşsin” dedi. l DİYARBAKIR / Cumhuriyet UTANÇ TABLOSU l 171 gazeteci tutuklu. l 14 gazeteci gözaltına alındı. l 5 gazeteci tutuklandı. l 31 gazeteci hakkında dava açıldı. l 66 gazeteci yargılandı. l 11 gazeteci tahliye edildi. l 11 gazeteciye toplam 10 yıl 4 ay 10 gün hapis cezası verildi. l 2 gazetecinin cezası 9 bin TL para cezasına çevrildi. l 3 gazeteci darp edildi. l 1 gazetecinin işine son verildi. l 3 kitap yasaklandı. l Özgürlükçü Demokrasi gazetesinin web sitesi 44. kez engellendi. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle