23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 13 Kasım 2017 14 yorum TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ Kalıcılaşan suskunluk Bir toplumsal yapının demokrasi sağlığı, basınyayınının ve üniversitesinin görevlerini ne ölçüde yaptıklarına doğrudan bağlıdır. Ülkemizde basınyayının yaşamakta olduğu baskılar bir ölçüde de olsa iç ve dış kamuoyunun gündeme gelirken, üniversitenin tümüyle susturulmuş olmasının üzerinde hemen hiç durulmuyor. Aşamalar Üniversiteyi esas olarak rektör yönetir. Bu nedenle rektörlerin nasıl atandığının YÖK süresince evrimi, yükseköğretimin niteliğinin açıklanmasında anahtar işlevi görür. 12 Eylül 1980 döneminde rektör, 5 Kasım 1981’de kurulan ve geçen hafta 37 yaşına basan YÖK tarafından kendisine sunulan üç aday arasından Devlet Başkanınca seçilmekteydi. Demokratikleşme sözü vererek, dahası, bu ülkede bir apartmanda oturanlar yöneticilerini seçer, benim üniversitemin öğretim üyeleri yöneticilerini seçemez; Türkiye’yi bu ayıptan kurtaracağız diyerek iktidara gelen 1992’de DYPSHP ortak hükümeti, rektörlerin seçimle işbaşına gelmesi yönünde ilk bakışta olumlu sayılabilecek bir adım attı. Buna göre, öğretim üyelerinin katıldığı seçimde en çok oy alan altı kişi rektör adayı olarak saptanmış sayılacaktı. Seçilen altı kişiden üçü YÖK tarafından cumhurbaşkanına sunulacak, o da bunlardan birini rektör atayacaktı. Ancak bu iki aşamalı atama sürecinde adayın aldığı oy sayısı dikkate alınmıyordu. Böylece birbirkaç oy alan kişi bile rektör olarak atanabiliyor ve üniversite bu nedenle tam bir karmaşa ortamına sürüklenebiliyordu. Bu aksaklığın giderilmesi için yapılması gereken, yasa değişikliğine gidilerek kesinlikle en çok oy alan adayın rektör olarak atanmasının sağlanması; daha katılımcı bir tutum sergilenerek üniversitenin öğrencilerini ve diğer çalışanlarının da rektör seçimine katılmasını sağlamaktı. Asıl susturucu AKP! Böyle olmadı, geçen yıl, rektör seçimine öğretim üyelerinin bu sınırlı katılımı ya da seçim olgusu kaldırıldı; en başa, 12 Eylül 1980’e dönüldü. AKP, OHAL kapsamında çıkardığı 3 Ekim 2016 tarih ve 676 sayılı KHK (m.85) ile şu düzenlemeyi yaptı: Rektör, YÖK tarafından önerilecek üç aday arasından Cumhurbaşkanınca atanır. Bir aylık sürede önerilenlerden birisinin atanmaması ve Yükseköğretim Kurulu tarafından, iki hafta içinde yeni adaylar gösterilmemesi halinde Cumhurbaşkanınca doğrudan atama yapılır. Vakıf üniversitelerinde de rektör mütevelli heyetinin YÖK’e teklifi ve YÖK’ün olumlu görüşü üzerine yine Cumhurbaşkanınca atanır. Günümüzde ekonomik ve toplumsal gelişmenin motoru bilimsel gelişmedir. Üniversite, eğitim, bilimsel araştırma ve bilgiyi topluma yayma işlevleriyle çok etkin ve verimli çalışmalıdır. Üniversitenin siyasallaşması bilimsel araştırma özgürlüğünü doğrudan ya da dolaylı olarak sınırlayacağı için çok yanlıştır. AKP iktidarında bu yanlış, yıkıma dönüşmüş bulunuyor. O kadar ki üniversite ise, başta, 4 bin 100’e ulaşan bilim insanının görevlerinden uzaklaştırılması; ilk ve ortaöğretimde bilimsellikten uzak ders kitapları; üniversiteye giriş sınavlarıyla sürekli oynanması gibi kendisini doğrudan ilgilendiren sorunlar karşısında bile tümüyle susuyor, ya da çok yanlış konuşuyor: örneğin bir rektör, nikâhsız olanların el ele tutuşmasını uygunsuz bulabiliyor; bir diğeri şeytanla mücadele edecek bilim insanı arıyor. Üniversite görevini yapmayınca, TEOG’dan vergi indirimine, kentlerin betonlaşmasından AKM’nin mimarisine, oradan cam filmi yasağının kaldırılmasına kadar hemen her konuda, son günlerde nedense(?) birdenbire Atatürkçü de kesilen ancak onun özellikle bilimin yol göstericiliği kavramına tamamıyla yabancı kalan ve rektörlerin alkışladığı Cumhurbaşkanı konuşuyor. 13 KASIM 2017 SAYI: 33640 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Bülent Özdoğan Faruk Eren Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Danışmanı Ayşe Cemal Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06:12 05:56 06:17 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 07:42 12:55 15:31 07:24 12:40 15:18 07:43 13:03 15:44 Akşam 17:57 17:44 18:10 Yatsı 19:19 19:05 19:29 Cumhuriyet internet sitesinde, aynı tarihte daha pek çok gazete ve sitede yer alan, “ajans” kaynaklı olduğu anlaşılan “Fındık kanser yapıyor” haberi üze rinde durulmayı zorunlu kılıyor. Hem haberin gerçekliği açısından hem de medyada yer alış biçimi açısından bakmakta yarar var. Her şeyden önce haberi düzeltmek gerekiyor: Yani fın dık ve badem kanser yapmıyor. Ha ber bu açıdan gerçeği yansıtmayan bir haber. İkincisi haberin başlığı ile içeriği tutarlı değil. Bu da haberin su Başlık Gerçeği Yansıtmıyorsanuluşunun yani başlık seçiminin inter net sitelerine musallat olmuş tıklanma sayısını artırma kaygısına boyun eğildiği kuşkusunu doğurması. Okurumuz Prof. Dr. İ. Ethem Ge le olan mücadelenin bir özetini ve son gelişmeleri almanızı tavsiye ederim. Aolfmlaatoyaksniangbüemlgreüski kapalı çim gönderdiği ayrıntılı iletide konu ile ilgili bilgileri aktarmış. Kendisine teşekkür ediyorum. İletisinden bir bölü nKeadnesenrahratabre?rleri Haberin fındığa haksızlığı ise şu şekilde olmuş. Fındık zaten ihracat belgesi alırken, gittiği yerden geri gelme mü aktarmakta da yarar görüyorum: İç piyasada talebi azaltmak yo sin diye içinde aflatoksinin olmadığı Fındık kanser yapmaz luyla fiyatı düşürmek için her yalanı söylemekten çekinmeyecek yapıda nı belgelemek zorunda ve bu amaçla Karadeniz bölgesinde birçok refe Dikkatinizi çekmek istediğim konu 10 Kasım tarihinde Cumhuriyet’te yayımlanan ve halen de internet arşivi tekellerden söz etmekteyim. Firma bir yandan “Taban fiyat çok yüksek, böyle yaparsanız sizden almam, gi rans laboratuvar var! Sağ olsun devletimiz Arap ülkelerinden hurma ithal ederken (ki örneğin hurma da aynı nizde duran, özellikle sosyal medyada derim Amerika’da fındık üretirim”… maddeyi taşıma riskine sahiptir) veya yansımaları oldukça fazla bir haber! gibi mesnetsiz haberleri uçururken Uzakdoğu’dan, İran’dan sebze mey Fındık ve badem için korkutan uya bir yandan da sektörün ve üretici ve ve kurularını, baharatları ithal eder rı: Kanser yapıyor. nin beline “kanserojen” haberleri ile ken gösterdiğinden ve hatta maden Aslında altını okuduğunuzda konu vurmakta olabilir dersem yanılmıyor lerden akarsularımıza karışan zehirli yu başlığından daha sağduyulu anlat olabilir miyim! Bir babayiğit de çı ağır metallere gösterdiği titizliğin mis sa da başlık bana hiç de masum gel kıp demez ki “Amerika’da üretmez lilerce fazlasını ihraç edilen fındığa za miyor. Ekonomi servisinizden lütfen sen hatırım kalır, hadi ağacı diktin ten göstermektedir. İtalyan kökenli en özellikle fındıkla ilgili ve son zamanda büyüttün de sen nah bulursun fındı büyük fındık alıcısının çabaları ile Türk ülkemizde üretimi artan ve ihracı da ğı böyle yok pahasına ağaçlara za fındığı İtalya’da “en riskli yiyecekler” artan bademle ilgili, bunları ucuza ka rar vermeden elle toplayanı” diye... grubuna zaten sokulmuştur. Sonuçta patmak isteyen uluslararası tekeller Neyse... her bir fındık partisi için ithalatçı ülke lerin laboratuvarlarına para ödeyerek sanki ayrıca bir gümrük vergisi yükü altına zaten girmiş vaziyetteki ürünümüzü daha daha ucuza kapatmak için biteviye bir mücadele sürmektedir, Cumhuriyet’e yakışan Halbuki, aflatoksin denen bu kansorojen madde sadece fındıkta, bademde değil, Malatya kayısısından Aydın incirine, Maraş kırmızı biberinden Çanakkale kurutulmuş domatesine, Mersin’in kuru bamyasından Manisa kuru üzümüne her yere girebilir. Bu sorun Türkiye’de de olabilir İtalya, Yunanistan gibi sektördeki rakip ülkelerde de olabilir. Yapılacak şey kurutma konusunda köylüyü eğitmek ve teknolojiyi yaygınlaştırmak olup, ürüne yekten bir darbe ile “kanser yapar” yaftasını yapıştırdığınızda, en hafif tabiri ile biraz uçuk, biraz da sert bir haber olarak anlaşılmaktadır! Fındık talebi, tüketimi azalır, fiyatları düşer ve üretici de zarar görürse, bunun vebali biraz da bu haberi ve benzeri haberleri bilinçlibilinçsiz yapanların omuzlarındadır. Sıradan fındık ve badem kanser falan yapmaz! Sadece sağlıksız koşullarda kurutulanlarda bu risk “olabilir”. Hepsi budur. Cumhuriyet’e yakışan “aflatoksin nedir” haberi olurdu, nerelerde olabilir nasıl tespit edilir, nasıl önlenir haberleri, yazıları olurdu! 10 Kasım’da bu şekilde çıkan bu haberi ise 40 yıllık okurunuz olarak yadırgadım. Vaktinizi ayırdığınız için de teşekkür ederim. Saygılarımla...” Prof Dr İ. Ethem Geçim Mustafa Kemal dersleriOlaylar ve GOrUSler EDİTÖR:NAZANÖZCAN posta@cumhuriyet.com.tr DENİZ YILDIRIM Yrd. Doç. Dr., siyaset bilimci İktidar, iç ve dış sıkışmalar nedeniyle dilini değiştiriyor fakat güç topladığında yeniden saldıracaktır. Ama her saldırının değiştiremediği bir gerçek var: İktidarın her saldırısı, Kurtuluş ve kuruluşun önderi Mustafa Kemal Atatürk’ü 10 Kasım’da saygıyla andık. Mustafa Kemal’i anmaktan öte, anlamaya çalışalım. Bugün bunu yapmak neden önemli? Şartlar ortada: Türkiye’de siyasal rejim 100 yıl sonra yeniden Saray etrafında toplanıyor, toplumsal yaşam iktidara meşruluk üretsin diye artan oranda dinselleştiriliyor, iktisadi açıdan da Cumhuriyetle inşa edilen tüm varlıklar elden çıkarılıyor. İstibdat, İslamcılık ve imarinşaata dayalı özelleşmiş iktidar aygıtı, bir yeni düzen inşa etmeye çalışıyor. Bu bakımdan Cumhuriyetin bildiğimiz anlamda sonuyla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Adına Saray rejimi diyoruz ve “Bir yerde Saray merkezse orada Cumhuriyet yoktur” saptamasına yaslanıyoruz. Bu ilk saptamamız; Türkiye cumhuriyetsizleştirilmektedir. Yeni kurucu siyaset Gelelim ikinci saptamaya. Biz hangi aşamadayız? Koruma aşaması mı yoksa yeniden kurucu görevler aşaması mı? Tabelada Cumhuriyet yazısına bakıp “koruyoruz” diyebilirsiniz fakat içerikte yeniden bir cumhuriyet kuruculuğu görevinin bizleri beklediği gerçeğinden kaçmaya yarar bu sadece. Oysa her kurma iradesi, öncelikle çökmekte olanın doğru saptanmasıyla ortaya çıkıyor. Kuruculuk iradesi için iki teşhis yapabiliriz. İlki, rejimin bildiğimiz anlamda cumhuriyet olmaktan çıktığı, ikincisi de inşa edilen yeni Saray rejiminin de tüm iddia ve dayanaklarıyla memleketin temel meselelerinde çözümsüz/çıkış Türkiye’de cumhuriyetçi zemini hiç olmadığı kadar genişletmekle sonuçlanıyor sız/reçetesiz olduğudur. Öyleyse artık sadece Saray rejiminin kendisine muhalefet eden olmaktan çıkmak ve ülke sorunlarının çözümü için yeni bir kurucu siyaset hattı geliştirmek gerekiyor. Halkı kazanan, artan hoşnutsuzlukları kurucu bir siyaset hedefi etrafında politikleştiren demokratik çıkış yolları, “Cumhuriyetçi miminum” zemininde mümkün. Ancak siyasetsiz, stratejisiz, programsız ve teşkilatsızdır. Yükselen Cumhuriyetçi dalga, kurucu siyasetini, uygun stratejisini, program ve teşkilatını arıyor. Aşama budur. Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında soğuk törenlerin yerini halkın cumhuriyetçiliğinin alması işarettir. İktidarın dilindeki zorunlu ve taktiksel değişme, hegemonya rüzgârının nereden estiğine işarettir. İktidar, iç ve dış sıkışmalar nedeniyle savunma halinde. Güç topladığında yeniden saldıracaktır. Ama her saldırının değiştiremediği bir gerçek var: Bu iktidarın her saldırısı, Türkiye’de cumhuriyetçi zemini hiç olmadığı kadar genişletmekle sonuçlanıyor. Türkiye’de yakın gelecekte en hâkim ve hegemonik ideoloji/siyaset hattının yeni Cumhuriyetçilik etrafında kurulması mümkün. Yenilenmiş, kurucu bir cumhuriyetçi siyasetten söz ediyoruz. Yenilenmiş Cumhuriyetçi siyaset nasıl olmalıdır? Hayatın dayattığı sorunlara bakmak yeter. Çıkış programı, tam da o sorunların içinde yatıyor. Yenilenmiş Cumhuriyetçilik işçiyi öldüren, öldürmüyorsa geçindir meyen, gençlerine iş yaratamayan, krizlerini vergilerle ve zamlarla halka fatura eden bir ekonomik modelin karşısına halkçı kamucu bir alternatif koyulmasının kaçınılmaz olduğunu saptamaktır. Yenilenmiş cumhuriyetçilik, memleketin Saray’dan tek kişi eliyle değil, Kurtuluş Savaşı veren Meclis’ten ve demokratik olarak yönetilmesini savunmaktır. Bugünün cumhuriyetçiliği Siyasete, ticarete ve sosyal hayata din sosuna batırıp kötülüklerini aklayan “en maneviyatçı biziz”ciler ülkeye en maddiyatçı tahribatları yaptılar ve İslamcılık siyasal iddiaları çöktü. Buna karşı şimdi cumhuriyetçi minimum ya da, yenilenmiş cumhuriyetçilik, inanç özgürlüklerini güvence altına alarak laikliği inşa mutabakatıdır. Yenilenmiş cumhuriyetçilik, ekmek, hürriyet ve içdış barış programıdır. Halkın en geniş ve baskı altındaki geniş kesimlerinin ortaklaşabileceği hattır. Koruyucu değil, kurucudur. Kemalist olmayanları da kapsayan bir asgari cumhuriyetçilik ya da cumhuriyetçi minimum hattıdır bu. Genişleme zamanı ve zeminidir. İşte tam da bu noktada Mustafa Kemal’i anlama ihtiyacı devreye giriyor. Mustafa Kemal 1917’de Halep’ten Saray’a gönderdiği bir raporda devlet ve halk bağlarının zayıflamasından, devletin çözülmekte olduğundan söz ederek ani çöküş uyarısında bulunur. Ve “Devlet ile halk içinde yapılacak işlerin en önemli memleket savunma sorunu” olduğunu ifade eder. Böylece Gramsci’ci an lamda, sadece askerlikten askeripolitik dediğimiz bakışa geçiş kesinleşir. Politik Mustafa Kemal, halk için ve halk içinde kurtuluşa inanır; sadece askeri kurtuluşa değil. Bu dönüm noktasıdır. Yıkılanın yerine yenisini kurma ihtiyacı ile en erken yüzleşen, en keskin devrimlere de cesaret edebilmiştir. Politik bilince ve programa dayanır. İki nedenle: İlki, çöküşü ve çökmekte olanı doğru saptamaktadır. Dolayısıyla kurma iradesi belirginleşmektedir. İkincisi, yapılması gerekeni siyasal olarak teşhis etmektedir: Askeri savunma hattından da öte, devleti yenilemek ve halk içinde çareler aramak, teşhisler bunlardır. Teşhisler siyasalsa, çareler de siyasal olmalıdır. Devleti yenilemek saltanatın yerine cumhuriyetin geleceğinin habercisidir; halk içinde çareler aramak ise halkı kazanan, halkla birlikte kazanan, Tunalı Hilmi’nin “halklılık”, Akçura’nın “halkçılık” dediği çizginin habercisidir. Birinci Meclis’in Halkçılık Beyannamesi, ardından kurulan fırkanın adının Halk Fırkası olarak seçilmesi bu temeldedir. Çözülme tablosu Türkiye Mustafa Kemal’in 1917’deki saptamasından tam 100 yıl sonra bugün de her alanda bir çözülme tablosu yaşıyor. Diğer yandan memlekete çare olamayan bir iktidar karşısında halkın beklentilerine karşılık gelmeyen muhalefetler de tabloyu tamamlıyor. Çözülme sadece iktidar sorunu değil, muhalefet ve siyasetsiz KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr lik sorunudur. Bu anlamda apolitik kitle yoktur; kitlelerin hoşnutsuzluklarını politikleştiremeyen muhalefet ler vardır. Öyleyse çıkış ya da yeniden kur tuluş, siyaset, program, teşkilat ama en çok da bir strateji sorunudur. Mustafa Kemal’in ayırt edici özelli ği, hem iyi bir stratejist olması hem de stratejiyi günün acil somut gö rev ve imkânlarına göre hep aşama lara ayırmasıdır. Bir yanda kurtuluş için halkın birleştirilmesi, diğer yan da Saray’a karşı kongrelerle ve son olarak Ankara’da açılan Meclis’le ye ni devletin çekirdeğinin belirginleş tirilmesi vardır. Ve ardından toplum sal ve siyasal yaşamı kökten değiş tiren devrimler gelmiştir. İkincisi, Mustafa Kemal daima teşkilatçıdır. Hayatının her aşamasında teşkilat lı çözüm ve çıkışlara inanmıştır. Milli Mücadele’nin kongrelere dayanarak birleştirilmesi; ardından halkla te ması düzenli kılacak bir Halk Fırkası kurulması bu temeldedir. Ve her şe yin ötesinde Mustafa Kemal hep ka ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com.tr rarlılık ve inançtır, “her şey bitti” denilen yerde “daha şimdi başlıyor” diyebilme iradesidir. Kararlı olmak, si yasal bir teşkilat oluşturmak ve ha yatın o an için dayattığı sorunlar ney se o sorunlar etrafında slogan yeri ne somut bir çare yaratarak halkı ka zanmak “siyasal” Mustafa Kemal’i ta nımlayan ana özellikler. Biz de bu gün kurucu politik görevlerle karşı karşıyayız, öyleyse buna uygun prog ram, strateji ve siyaset belirlemek en acil mesele. Bu ise yenilenmiş, gü nün siyasal ve sosyal şartlarına uy gun hale getirilmiş halkçılık strateji si ve siyaseti ile mümkün olacak. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle