28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 24 Ekim 2017 14 haber EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ Eksen kayması mı? ‘Eksen kaybolması’ mı? TÜMÖD geçen günlerde Kıbrıs meselesini programına aldı. Konunun uzmanlarını konuşturdu, ben de onlardan biriydim. Perdenin önüyle birlikte biraz da arkasından söz edelim. Öyle ya 15 Kasım geliyor, KKTC’nin ilanının yıldönümü. 6 Mart 1995’te Ankara AB ile, tek yanlı ve dışarıda kalarak anlaşmaya imza atarken içinde kamuoyundan saklanan bir madde de vardı: “Brüksel Kıbrıs’ta Kıbrıs Cumhuriyeti ile üyelik görüşme sürecini sürdürecektir”. Yani Ankara, çifte kavrulmuş olarak hem AB karar mekanizmaları dışında kalacak, hem de Kıbrıslı Rumların (Kıbrıs Cumhuriyeti olarak) ileride AB’ye alınmasını kabullenecekti. Ben bütün bu itirazlarımı imzadan önce zamanın başbakanına ve dışişleri bakanına Sait Halim Paşa Yalısı’ndaki “hararetli görüşmemizde” anlatmama rağmen tınmadılar, kapıyı açtılar. Tabuta çivi 2004’te çakıldı: Ankara hem 1960 uluslararası Kıbrıs Anlaşması’na (Londra ve Zürih) aykırı olmasına karşın, “Rumların, adanın tamamını temsilen AB’nin tam üyesi olmasını kabul etti, onay verdi”: Rum devletinin (Kıbrıs Cumhuriyeti’nin) Ankara ile kedifare oyunu oynamasına olanak sağladı. Üstüne üstlük, AB üyeliği için görüşme sürecinin, “Türkiye’yi üye yapmak için değil, üye yaptırılmamasına yol açan koşulları, diğer AB devletlerinin eline verdi”. Soğuk savaş sonrası koşullarında, Türkiye’nin Akdeniz’den, Kıbrıs’tan, Ege’den ve Avrupa’dan koparılarak Körfezleştirilmesinin altyapısını hazırladı. Atatürk döneminden Demirel ve Erdoğan dönemlerine nasıl gelindi? İlginç simetrik ve asimetrik manevralar var: Atatürk kurtuluş ve Cumhuriyet’in kuruluş döneminde Sovyetler Birliği’ni bir denge öğesi olarak kullanarak Lozan’ı elde etti: hem Batı hem de Sovyetler Birliği ile, “karşılıklı çıkarların dengelenmesine yönelik akılcı dengeleri oluşturdu”. Demirel 1960’lı yıllarda, soğuk savaşın en kritik döneminde “Batı’nın vermediği teknoloji ve mali desteği Sovyetler Birliği’nden sağlayarak”, sağcı kimliğine karşın bir denge kurabildi. AKP döneminde ise önce, “Batı desteği ile siyasal İslam yolunda” iktidara gelindi, BOP’ta işbirliği yapıldı. Sonra ABD’nin “paralel siyasal İslamı tercih etmesi yüzünden” ABD ve Avrupa ile kavga başlatıldı. Atatürk döneminde stratejik bir denge felsefesi ve uygulaması vardı: Demirel iktidarında pratik yollarla “Batı’nın ambargosu aşıldı”. AKP döneminde ise ABD’nin “öz evladını” tercih etmesi sonucu karşı tarafa, Moskova’ya meyledildi. Siyasal İslamcılar tarafından dün, “ABD’nin Türkiye’nin her kesime sızmasına yardım edilirken”, son etapta, 15 Temmuz’da “diğer siyasal İslamı tercih etmesi”, AKP üst yönetiminin büyük tepkisine yol açtı ve Rusya’ya yanaşıldı. ABD’nin dünkü yeşil kuşağını gönüllü olarak yaptık! Çelişkiler zinciri... Bütün bu eksen kaymaları otoriter bir resmin üst katmanlarındaki şahsi hesaplar sonucu ortaya çıktığı için: TBMM’de, halkın iradesini temsilen, siyasal partilerin çoğunluğunun kararı ile oluşmadığı için yarın büyük çelişkileri doğurmaya gebedir. Doğu Akdeniz’de (ve Kıbrıs’ta) ipler ABD ve AB’nin eline büyük ölçüde geçmiştir. Ege, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de koşullar tamamen Türkiye’nin ulusal çıkarları aleyhine değişmektedir. Ankara, Irak ve Suriye’deki bölünme ve parçalanmanın bir tarafı haline getirilmiştir. Üstelik içimize de neredeyse bir Danimarka kadar insan pompalanmıştır. Türkiye Ege ve Doğu Akdeniz’de “küçülürken” kaynakları ve gücü komşu Arap ülkelerinde israf edilmektedir. Üstelik ABD, Suriye ve Irak’ta bir daha çıkmamak üzere askeri güçlerini (ve üslerini) yerleştirdi ve Kürt devletlerinin altyapısını oluşturuyorlar. Ankara’nın yanaştığı Moskova da bu gelişmeleri bir ucundan sahiplenmiş durumda. Türkiye, Osmanlı’nın sonunda yaşandığı gibi Batı ve Rusya arasında paylaşılma süreci içine itilmeye çalışılıyor. Yaşananlar eksen kayması olmaktan çok “eksen kaybolması” sürecine götürüyor. Gün, kısır iktidar hesapları yapacak zaman değil... 24 EKİM 2017 SAYI: 33620 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Bülent Özdoğan Faruk Eren Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Danışmanı Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 05.53 05.37 06.00 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi Akşam 07.18 12.55 15.49 18.19 07.01 12.40 15.35 18.05 07.22 13.03 16.01 18.30 Yatsı 19.39 19.24 19.47 “Sizleri bilmem, ama ben pazar günü Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu “Türkiye Cumhuriyeti’nin” 94. yıldönümünü “buruk” kutlayacağım! Cumhuriyetin daha 3. yılı dolmadan Büyük Millet Mec ÖzAgecanr günümüz “sosyal medyasında” soruları yanıtlayan “din adamlarından” birine bir kadının sorduğu, şu soruyu buraya almadan geçemedim: “Kocam bana üç kez ‘Boş ol!’ dedi. Ama cinsel ilişki lisi, anayasanın “laiklik” ve miz sürüyor. Şimdi ben ‘zina “inkılapçılık” ilkesine uygun olarak, 17 Şubat 1926’da “Türk Kanunu Medenisi”ni kabul etti. Bu ilkeler doğrultu Türkiye Rabiasunda Türk toplumu, kadın ve erkeğin eşitliğini de içerecek Cumhuriyeti’ne Doğru! (9)biçimde “medenileşecekti!” “Uygar” sözcüğü öncesinde, Türkçeye Arapçadan geçen “medeni” sözcüğünün kökenini, genç kuşak bilmeyebilir! “Medeni” sözcüğü, Arabistan’daki “Medine” kentinden kaynaklanmıştır. Çünkü “Medine” bir kenttir, orada yaşayanlar da “Medinelidir!” Medineli olmak, “kentli” olmak ve “kentin toplumsal düzenine uymak” demektir. Medineli olmayan, çölde yaşayan ve Kavşak suçu’ mu işliyorum?” hhh Geçen hafta Hindistan Yüksek Mahkemesi, ülkede yaşayan Müslü man erkeklerin eşlerine üç kez “Boş ol!” diyerek boşanmaları kuralını, TBMM’sinin bu “medeni kuralını”, geçen hafta “imam eğitimli” AKP Reis’i Umumisi’nin TBMM’si, “Nüfus Hizmetleri Kanunu’nda” değişiklik yaparak, “il ve ilçe müftülüklerine nikâh kıyma yetkisini” verdi! Bu değişiklikle, Türkiye’ye çöl Arap’ının “Bedevi” yasası getirilmedi mi? Böylece, çocuk evliliği ile aile içi evliliğin de yolu açılmadı mı? “eşitlik haklarını çiğnediği” gerekçesiyle yürürlükten kaldırdı! hhh Günümüzdeki 550 kişilik TBMM’de 544 milletvekili var. Bu yasaya ise milletvekillerinden yarısından azı katıldı. Oy kullanan 250 kişiden 210’u “imam”, 40’ı ise “nikâh memuru” yönünde oy kullandı! kent kurallarına göre “uygarca” yaşa Şimdi gündemde “boşanma” var! CHP’nin bu değişikliği Anayasa mayan, Araplara ise “Bedevi” denilir. AKP kaynakları, “boşanmada arabu Mahkemesi’ne götüreceği açıklan Türkiye Cumhuriyeti’nde nikâh me lucuların devreye girmesi” üzerinde dı. 133 sandalye sahibi, Atatürk’ün murları, nikâh töreninde, evlenecek çalışıldığını açıkladılar. kurduğu CHP’li öteki milletvekilleri, çift ile tanıklarından sorularına alacağı Bu durumda ise “Bedevi huku neden o günkü oylamada yoktular? yanıtlardan sonra “medeni nikâh” ka kundaki” gibi, boşanmada kocanın Peki, CHP Genel Başkanı, oturuma rarını şöyle açıklar: “Ben de Medeni karısına üç kez “boş ol” demesi, neden katılmadı? Kanun’un ve Belediye Başkanı’nın herhalde yeterli olacak. Ardından, hhh bana vermiş olduğu yetki ile sizleri eş çiftlerin barışmaları durumunda, Dünkü Cumhuriyet gazetesinin olarak ilan ediyorum!” yeniden evlenmeleri için, “hülleci” başlığı “Devlet tarikatlara çalışıyor” Kıyılan bir “medeni” nikâhtır, “Be denilen bir “erkek” geçici olarak idi. Doğrudur… Tabii tarikatlar devi” nikâhı değildir… kadına imam nikâhı ile yamandıktan da AKP Reisi Umumisi’ne çalı hhh sonra ancak çift evlenebilecek! şıyorlar… Peki, CHP de “Rabia Atatürk’ün 94 yıl önceki Bırakın yakın gelecekte olacakları, Cumhuriyeti’ne” mi çalışıyor? MetaÖl YzorgguennluğAucar Kimde Çok? AKP Reisi Umumisi, partisindeki “metal yorgunluğundan” söz ederek, önemli görevlerde yorulanların ayrılmaları gerektiğini söyleyip duruyor! Son olarak da ısrarla, kendisi gibi “badem bıyıklı” olan Ankara, Bursa ve Balıkesir belediye başkanlarını hedef gösterdi. Onlar da direnişe geçtiler… AKP Reisi Umumisi’nin 2 hafta önce Ukrayna’ya yaptığı devlet ziyaretinde ev sahibi Devlet Başkanı Petro Poroşenko ile ortak basın toplantısı sırasında “uyuklaması” dünya televizyonlarına, gazetelerine yansıması “matrak” konusu oldu! Bu olguyu Rus psikoterapist Leonid Tretyak, Rus Zvezda TV’sinde şöyle değerlendirdi: “AKP Reisi Umumisi’ çok yoğun programı nedeniyle fiziksel bitkinlik yaşamış olabilir. Burada aşırı yüklenme söz konusu. Bu tür uykusuzluk hali, sıklıkla vücudun aşırı yorgunluğa verdiği dengeleyici bir tepki olarak açığa çıkıyor. Özellikle belirli bir yaşta buna karşı koymak çok zor!” Acaba en önemli “metal yorgunluğu” kimde? Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN posta@cumhuriyet.com.tr OHAL’in hak ve hukuku ÜMİT KARDAŞ Emekli askeri yargıç Siyasi iktidara ve parlamentoya yönelik darbe girişiminde bulunanlar açısından 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen bir suçüstü durumudur. Bu girişimde bulunanların sübuta eren fiilleri bakımından adil bir yargı sürecine tabi tutularak cezalandırılmaları gerekir. Bunların dışında darbe girişiminin azmettiricileri ve iştirakçileri de bulunmalı ve yargılanmalıdır. Bu kaydı düştükten sonra 20 Temmuz 2016’dan bu yana devam eden OHAL uygulamalarında yargının işleyiş süreçlerini temel hak ve özgürlükler, hukuk güvenliği ve evrensel hukuk kriterleri açısından değerlendirmek gerekir. Darbeciler ve terörle mücadele gerekçesiyle özellikle gazeteciler, akademisyenler ve kamu görevlilerine yapılan gözaltı ve tutuklamalarda masumiyet karinesi, suç ve cezanın şahsiliği, savunma ve adil yargılanma haklarına riayet edilmiyor Sivil ölümler Gazetecilik faaliyeti üzerinden yazı, haber ve tweet’ler delil olarak gösterilerek çok sayıda gazetecinin tutuklanması, terör örgütü üyeliği ve darbe teşebbüsü suçundan delilsiz iddianameler düzenlenmesi, tutukluluk sürelerinin kanuni dayanağı olmadığı halde uzaması, sivil ölüm anlamına gelen ve 1876 yılında kaldırılan genel müsadere sonucunu doğuran kapsamlı el koymalar yapılarak eş ve çocukların sivil ölüme mahkum edilmesi, avukatın şüpheli veya sanıkla görüşmesinin kamera kaydına alınarak ve yanlarında bir görevli bulundurularak savunma hakkının sınırlandırılması, adil yargılanma hakkının açıkça ihlal edilmesidir. Vahim noktadayız Yine iş insanlarının yaptıkları iş ve meslek örgütlerine üye olma, akademisyenlerin de akademik faaliyetleri üzerinden aynı şekilde mağdur edilmeleri, delil olmadan terör örgütü üyesi olarak suçlanmaları, uzun süre tutuklu kalmaları ve mallarına el konulması söz konusu. Son olarak insan hakları temsilcilerinin tutuklanıp haklarında delile dayanmayan iddianame düzenlenmesi, durumun geldiği vahim noktayı gösteriyor. Adil yargılama hayal Ayrıca binlerce kamu görevlisinin herhangi bir adli soruşturmanın sonucu beklenmeden istihbarat bilgilerine dayanılarak görevlerinden uzaklaştırılmaları, bu işlemlere karşı idari yargı denetimine gidilememesi, bu kişilerden önemli bir kısmının tutuklanması ve bütün mallarına ve gelirlerine el koyma tedbirinin uygulanması süreçleri yaşanıyor. İç hukuka da evrensel hukuka da uymayan bu uygulamalar, ifade ve medya özgürlüğünü, çalışma ve OHAL’de yargı siyasetin etkisinde kalınca kamu emekçileri de gazeteciler de (altta) adalete aylardır ulaşamıyor. iş yapma özgürlüğünü, akademik özgürlüğü, hukuk güvenliğini, adil yargılanma hakkını ihlal anlamına geliyor. Darbeciler ve terör örgütleriyle mücadele gerekçesiyle özellikle gazeteciler, iş insanları, akademisyenler ve kamu görevlilerine ilişkin yürütülen soruşturmalardaki gözaltı ve tutuklamalarda masumiyet karinesi, suç ve cezanın şahsiliği, savunma ve adil yargılanma haklarına riayet edilmiyor. İhlallerde zirvedeyiz Yapılan gözaltılar MİT’in düzenlediği listelere göre yapıldığından yani delilden sanığa gidilmediğinden en baştan hukuka aykırı. Gözaltında yapılan keyfi ve aşağılayıcı muameleler, tutuklama nedenleri somutlaştırılmadan yapılan tutuklamalar, tutukluluk halinin devamı kararlarında hukuki hiçbir değeri olmayan klişe olarak tekrarlanan ve dosyayla somut bağlantısı olmayan gerekçeler, infaza dönüşen uzun tutukluluk süreleri, avukat görüşmelerindeki kısıtlamalar söz konusu ilkelerin ihlalinde zirveye gelindiğini gösteriyor. Anlamsız gerekçeler Mesela tutukluluk halinin devamına ilişkin kararlarda başkalarının kaçmış olması, kaçmayıp tutuklanan kişiler bakımından devam gerekçesi gösterilerek şahsilik ilkesi ihlal ediliyor. Yani “onlar kaçtığına göre siz de kaçarsınız” yaklaşımı, bir gerekçe olarak kullanılıyor. Oysa AİHM içtihatlarına göre kaçmanın şahısla ilgili somut kanıtlarının dosyada bulunması gerekiyor. Gerçekten hastalığı ve yaş durumu nedeniyle cezaevinde kalamayacak tutuklular dahi tahliye edilmiyor. Diğer tutukluların çoğunluğu ise delil olmamasına rağmen ağır ceza tehdidi ile karşı karşıya. Bütün bunların dışında hakim teminatının ortadan kalktığı açık. Bu teminat hâkimlere değil yargılan kişilere tanınmış bir güvence. Yargılan kişilerde ve avukatlarda bu anlamda bir güvensizlik oluşmuş durumda. Mesela 31 Mart 2017’de gazetecilerle ilgili görülmekte olan bir davada mahkeme heyeti 21 tutuklu sanık hakkında tahliye kararı verdi. Medya mensubu bazı kişilerin kışkırtıcı ve yargıyı tehdit eden mesajlarından üç gün sonra heyetin tamamına ve savcıya görevden el çektirilerek açığa alındılar. Tahliye edilen sanıklar da aniden başka suçlar icat edilerek tahliye olmadan tekrar gözaltına alınıp tutuklandılar. Bu görülmemiş bir skandaldı. Masumların hukuku Hâkim bağımsızlığı önce iktidara ve parlamentoya karşı korunmakla birlikte medyaya karşı da korun mak zorunda. Bürokratik kurumların özellikle istihbarat örgütlerinin yargıyı yönlendirmesi, istihbarat bilgilerini delilmiş gibi sunması ve mahkemelerin bunları delilmiş gibi kabul etmesi, hukuk güvenliğini yok eder, yargıyı güvenilir olmaktan çıkarır. Özellikle siyasi suçlarda bu durum bütün eleştiri, protesto ve muhalefet etme hakkının yok edilmesi sonucunu doğurur. Ceza muhakemesi hukuku, suçlulardan çok masumların hukukudur. Çünkü tüm özgürlüklerimizin ve haklarımızın kısıtlanması bu kanunla mümkün oluyor. Ceza muhakemesi hukukunun evrensel anlamda uygulanıp uygulanmadığı hususu insan hakları bakımından bir ülke için medeniyet, gelişmişlik ve hukuk güvenliği kriteridir. İşlevsiz AYM 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen darbe girişimine iştirak edenlerin dışında kalan ve yukarıda durumları belirtilen kişiler için suçun manevi unsuru olan kastın tespiti bakımından suç tarihinin 15 Temmuz 2016 tarihinin kabul edilmesi hem hukuki hem de vicdani olacaktır. Anayasa Mahkemesi’nin başvurular karşısında kendisini fiilen işlevsiz duruma getirmiş olması, kişilerin hukuk güvenliğini teminatsız bırakmış durumda. Hukuk camiasının da iyi bir sınav vermediği ortada. İktidarın telaş, korku ve öfkeyle yaptığı bazı uygulamaların toplumsal barışı ve hukuk güvenli ğini tehlikeye soktuğu açık. Hukukçuların sorunlu alanlarda görüşlerini dile getirmeleri önemli. Tabii iktidarın bu görüşleri değerlendirmesi de. Aileleri ve çevreleriyle birlikte bir milyonu aşkın insanı trajik sonuçlar yaratacak şekilde mağdur etmek insan hak larını, toplumsal barışı ve birlikte yaşama iradesini yok etmek demek. Cumhuriyet tutukluları Akın Atalay, Murat Sabuncu, Ahmet Şık ve Emre İper’e yöneltilen tek suçlama, gazetecilik yani mesleklerini yapmak. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle