04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumartesi 28 Ocak 2017 EDİTÖR: SERKAN OZAN Cumhuriyet gazetesi üzerindeki kara bulutlar dağılsın Gazete okumak benim için vazgeçilmez bir alışkanlık. Hem de bugün birçok kişinin başvurduğu yolla internet üzerinden değil. Gazeteyi elime almam, kâğıdı hissetmem, kokusunu duymam, sayfaları çevirebilmem gerekir. Bu gazete okuma alışkanlığına Cumhuriyet gazetesini okuma alışkanlığımı da eklemeliyim. Cumhuriyet gazetesini okumadığım zaman o gün gazete görmüş, okumuş saymam kendimi. Cumhuriyetin ilkelerine bağlı yaklaşımıyla, laikliği, aydınlanmayı, demokrasiyi, insan haklarını temel alan yayın politikasıyla bizleri aydınlatan Cumhuriyet gazetesinin bugünlerde maddi ve manevi sıkıntılar içinde olduğunu, bağlı olduğu vakfın yöneticilerinin büyük bir bölümünün ve birçok değerli yazar ve çizerinin tutuklu olduğunu görmek, Cumhuriyet tarihimizle yaşıt bir gazetenin böyle sıkıntılar yaşıyor olması beni derinden üzmekte. Bana göre Cumhuriyet gazetesi ülkemizin korunması gereken önemli bir “soyut kültür varlığıdır”. Kurtuluş Savaşı’na tanık olmuş, darbele re, hukuksuzluğa hep karşı çıkmış, toplumsal yararı yüceltmiş, ülkenin çağdaşlaşması için mücadele etmekten vazgeçmemiş bir geçmişi vardır Cumhuriyet gazetesinin. Bugünün moda kavramıyla Cumhuriyet gazetesi bir markadır. Cumhuriyetle büyümüş ve gelişmiş olan bu gazete ayrıca ülkemizdeki gazetecilik mesleğinde de çok önemli kişilerin yetiştiği bir ekol olmuştur. Bu kişilerin arasında köşe yazarları, haber muhabirleri, çizerler, gazete yöneticileri vardır. Nadir Nadi, Doğan Nadi, Burhan Felek, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu ve daha birçok değerli gazeteci Cumhuriyet gazetesinin unutulmaz isimlerindendir. Cumhuriyet gazetesinin ve vakfının çok değerli yazar, çizer ve yöneticileri bugün gerekçesini anlayamadığımız bir şekilde 90/29  gündür özgürlüklerinden mahrum. Bizler de 90/29 gündür onların bize iletecekleri bilgilerden, yorumlardan yoksunuz. Dolayısıyla onların içerde olması Cumhuriyet okurları olan bizlerin de mağdur olmasına neden oluyor. Bu bağlamda sadık bir Cumhuriyet okuru olarak kendimi haksızlığa uğramış hissediyorum.    Tutuklu bulunanların gerçi hepsiyle şahsen bir tanışıklığım yok ancak her birini yazılarından, çizimlerinden tanırım, yazdıklarından, çizdiklerinden bilgilenirim, keyif alırım. Turhan Günay’la tanışıklığım Cumhuriyet Kitapları arasında basılan kitabımla ilgili olarak gerçekleşti. Akın Atalay ile ise tanışıklığımız dünyanın uzak köşelerine, örneğin Meksika’ya, Peru’ya ya da İrlanda’ya yaptığımız yolculuklarla başladı, çok kısa zamanda ise bu tanışıklık sağlam bir dostluğa dönüştü. İnsanlar birbirlerini en iyi seyahat sırasın da tanırmış derler. Biz de Akın’la birbirimizi dünyanın değişik coğrafyalarında bizden daha farklı olanı keşfederken, karşımıza çıkan güzellikleri paylaşırken, otobüs yolculukları boyunca ciddi konuları tartışırken ya da birbirimizle dalga geçip eğlenirken daha iyi tanıma fırsatı bulduk. Her grup yolculuğunda doğal olarak ortaya çıkan sürtüşmeleri hepimizi rahatlatan uzlaşmacı tavrı, sevecen gülüşüyle çözen bir yol arkadaşıydı Akın. Kuşkusuz bu dostluk salt seyahatlarla sınırlı kalmadı, İstanbul’da da devam etti ve ediyor. Şimdi dileğim en kısa zamanda yine hep birlikte dünyanın başka ilginç noktalarına yol alabilmek. Değerli dostlar, biliyorum burada söylediklerim birçok kez, birçok kimse tarafından yazıldı. Ancak ben de sizlere bir merhaba demek istedim. En kısa zamanda özgürlüğünüze kavuşacağınıza inanmak istiyorum, yine birlikte olabileceğimiz günleri umutla bekliyorum. Cumhuriyet gazetesi üzerindeki kara bulutların artık dağılması dileğiyle... ‘Bu koşullarda meşru bir referandum olmaz’ Tarihinin en güçlü temsiliyle Türkiye’ye gelen PEN heyeti, ifade özgürlüğü çerçevesinde hem siyasilerle hem mağdurlarla görüştü, başkanlık referandumuna dair uyarılarda bulundu Uluslararası PEN Başkanı Jennifer Clement, cezaevindeki yazar ve gazetecilere destek için gittik leri Silivri Cezaevi yolunu, inceden ka rın yağışını roman cümleleriyle anlatı yor. Norveçli Eugene Schoulgin, 90’lar da Türkiye’ye gelip işkence mağdurlarıy la görüşmüş, dünyanın her yanına dağıl mış cezaevindeki yazarları dert edinerek, başkan yardımcılığı yaptığı Uluslarara sı PEN’de bu konuda görev almış bir ya zar. Schoulgin, “Bir lokma mizah duygu nuz varsa, bu absürtlüğe gülersiniz. Çok tehlikeli kişilermişiz gibi muamele gör dük, kendimizi mühim hissettik” diyor. Ağır silahlı jandarmalar üç kez durdurup pasaportları kontrol etti evvelsi gün, saat lerce beklemek zorunda kaldılar. O gün den geriye kalansa, uçsuz bucaksız bir boşluğun önünde karlı bir grup fotoğrafı; fona cezaevini almak yasak çünkü. Eski başkanlar, başkan yardım lsdthlkkyrts1cgnktHueiaieıeıeoa2iioienmlsryynfarPrantyb,iieiüieee.iyhrEyuaumirknk’’klHıkdiddiizNsk,ucylbiiieaaieeuiüeg,re.kçs,enrgkkyduölnBeisşükuüdaiinvlelgaeukgzu1efingdenürya.toaüe9üuügebüılçBgltsigl8sadnaüremalnaiyuAeıünu5ğnençlşzelnü1en’yammlkdeelttüttumk5enskneeeatauıeere0mankşrsziHayi2nc’zirleaykiymiashii3aaayfvltlüvmiipiaree’reıalaikdazlıgotidrnbrıiyıUhali,elmb,veeyğimşidearOçtkeiloiııtöuirmellePazblHnioilyzsmnymykıiriiliegökAlyrnlmınaatteaşnüihanLtiuyzrtıkutneerreaTkadatelekmrşyirurüüü.nam’ttioeaıgk.rnzğuidnşeöİeüa.uldlssknltmaılekaPPrTeırEPEiÖysüınNNeörınğaürndOhbRıdhdsiaeaaaalçrrağripklarsbğoislrltaaerkle.oatrnda“ngaıBüyişnmilSrugsueıintdaınrşülkeu,ağtyhmsddciaumioköoalrüoeiheka,levşRzı,nğsrmaeidnsusçug;myıtreklsiizeıeelüa“rofyldokll”lkreeOgdsaelreabnçeoldrluıadrrnlsaiteeaşryeidrPlmiailrvahnunaylrsaaarEireseidiileoadnltreçnlrNısamıçoırğıauiflşkiri.igeledrynummfileımolıiralmuaaldşgnlezkaad,aalurrreöltdinanşineelırumşşrfanpatıadkmıaü.ıözrhnbaıikueğdm1şşazetiüsbnımeml5gkrıddnöeudkıldüıeraöiryırTeahüsimlaemrrdzlleldyıeamlkiaüeftgirüüğüamelolkrmyü.iaaeniğrmşkifnoJmrmnntalüsüıaoreelrşdknöddanüynhu:armezüıeaiüenzğnnnaı Kanadalı yazar, felsefeci John Ralston Saul, 1974’te daha 20’lerindeyken ve Türkiye hakkında pek de bir şey bilmezken bir grup arkadaşıyla gelmiş ilk dumun dünyada örneği yok” diyor Ralston Saul, “Siyasi bir pozisyon aldığımız için değil, PEN olarak yüz yıldır aynı yerde durduğumuz için söylüyoruz bunu.” Kendini ‘piyanist’ sanan hükümet yetkilisi Uluslarası PEN delegasyonu açık konuşabilmek için görüştükleri hükümet temsilcilerinin isimlerini açıklamama sözü vermiş. Ama muhteviyata dair hissiyatları manidar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birkaç danışmanıyla yaptıkları görüşmeler, kendi tercihleriyle “sarayda” değil bir yabancı elçilikte gerçekleşmiş. Kültür Bakanı Nabi Avcı’ya buluşmada tansiyonun yükseldiği, toplantının kesilebileceği bir an yaşandıysa da durum toparlanmış. Eski bir cumhurbaşkanın Kanadalı yazara “Buradaki sıkıntılar dolayısıyla Kanada’ya yerleşmek mecburiyetinde kalan çok yurttaşımız var” diyerek girizgâh yapması manâlı. Aylar öncesinden söz aldıkları Adalet Bakanı’nın randevuyu iptal etmesi üzerine onlara önerilen “sekreter yardımcısı” düzeyindeki görüşmeyi ise bir tür önemsizleştirme, aşağılama sayarak kendileri reddetmiş. Heyet, hükümet yetkilileriyle yaptıkları her görüşmede önce parti çizgisin de bir “her şey referandumda evet çıktıktan sonra iyi olacak” konuşması dinlediklerini, sıkıştırmaları sonrasındaysa “Aslında haklısınız” noktasına gelindiğini anlatıyor. “Her şey bize bağlı değil”, “Ben zaten birkaç yıldır bu görevdeyim, beni suçlamayın” nevi açıklamalar işitmek şaşırtmış onları. Gerçekten “tek kişinin sözünün geçtiğine” dair kanılarını güçlendirmiş. Galiba en çarpıcısı da “hükümeti yetkililerinden biri” diye tarif edilen kişinin üzerine çok gidilince anlattığı hikâye... Hani kovboy filmlerinde bir anda herkes birbirine girer, silahlar konuşur, şişeler, sandalyeler havada uçuşur. Bu esnada her şeyin ortasında müziğine devam eden bir piyanist vardır ve tepesinde “Piyanisti vurmayın” yazıyordur. Hükümette temsil görevi bulunan birinin uluslararası bir heyete kendisini bu Türkiye sahnesinde piyanist sandığını anlatması başlı başına bir hikâye olmuş. Rolünün başka olduğu aşikâr çünkü. kez buralara. Büyük Batı kentleri dışın da o zamanın Diyarbakır’ı, gölünde yüzdüğü Van, Ahtamar aklından çıkmamış. Bu da unutulacak hikâye değil, Alanya’da kaldıkları sahil otelinde Kıbrıs’ta görevli pilotların da kalışını, harekât yüzünden Alanya’yı bir hafta terk edemeyişlerini anlatıyor. PEN başkanı olduğu dönem Herkes dik dursundedeTürkiye’yegeldiamabubeşgünün CHP’li Tanal ve Tanrıkulu, tutuklu yazar ve yöneticilerimizin mesajlarını getirdi: yeri ayrı. Hafızasına kaydettiği en mühim anı soruyorum; Türkân Elçi’nin konuşmasını anıyor. Şaibeli ölümü hakkıyla soruşturulmayan Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin kol saatinden söz etti konuşmasının bir yerinde Türkân Elçi. Ölümünden dört saat sonra duran, camında katillerin yüzünü aradığı saat... Bu konuşma, Can Dündar’ın eşi Dilek Dündar’ın kendisini ülkesinde neden “rehine” gibi hisettiğini, özgürlüğüne yeni kavuşan yazar Aslı Erdoğan’ın her şeyin devletin “hakikatin tekelini” elinde bulundurmak arzusundan kaynaklandığını söylediği, tutuklu Cumhuriyet çalışanlarının eşlerinin de bulunduğu toplantı aynı zamanda. OHAL’de referandum PEN’in hem Türkiye hem bir dönem yaşadığı İngiltere şubelerinde aktif görev yapan Kürt yazar, avukat Burhan Sönmez, bu büyük ziyaretten kısa süre önce de Uluslarası PEN’in yönetim kuruluna seçildi. Sönmez, yazarlar, gazeteciler, tutuklu yakınları, yayıncılarla birlikte siyasileri, muhalefet temsilcilerini, uluslararası yargıçları içeren bir dizi yoğun görüşmeyi anlatıyor. Hem sorumlular nez CHP milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu ve Mahmut Tanal, dün, Silivri 9 No’lu Cezaevi’ne giderek, tutuklu yazar ve yöneticilerimizle görüştü. Mahmut Tanal, “Cumhuriyet’in yazar ve yöneticilerini soruştuna savcı FETÖ davası sanığı. Bir ağırlaştırılmış, bir müebbet hapis cezası istemiyle yargılanıyor. Hakkında yurtdışı çıkış yasağı var. Bu kişi serbest bırakılacak, daha hafif iddiayla suçlanan Cumhuriyet yazarları tutuklanacak. Bu yaman bir çelişkidir. Bugün (dün) hepsiyle görüştüm. ‘Asıl hedef Cumhuriyet’in kurumsal kimlik yapısıdır. Muhalif tek gazeteyi dizayn etmek istiyorlar’ dediler. Herhangi bir suç işlemediklerini, gazetecilik yaptıkları söylediler. Dava, ‘siyasi davadır’ dediler. Bir an önce, delil yoksa takipsizlik kararı verilmesini, delil kırıntısı dahi varsa davanın açılmasını bekliyorlar. Moralleri yerinde. Tek üzüntüleri Türkiye’nin otoriter rejime gidişi. Herkesin, kendileri gibi dik durmasını bekliyorlar” diye konuştu. Sezgin Tanrıkulu da gazetemiz İcra miz Ahmet Şık ve Diken’in eski editörü Tunca Öğreten, DİHA’nın haber müdürü Ömer Çelik ve BirGün gazetesi çalışanı Mahir Kanaat’ı ziyaret etti. Şık’la görüşmesini anlatan Tanrıkulu, “Kendisi, gazetecilikle, yaptığı haberlerle ilgili tutuklandığını biliyor. Bu zaten çok açık” dedi. Tanrıkulu, “Diğer üç gazeteciye, gözaltına alınırken farklı, savcılıkta farklı ve hâkimlikte farklı sorular yöneltmişler. Bir bakanın yönlendirmesiyle gözaltına alındılar. Bu, tek başına Türkiye’de hukukun kişisel öç alma mekanizması olduğunu gösteriyor” diye konuştu. Günay’a stent takıldı Gazetemiz Kitap Eki Yayın Yönetmeni Turhan Günay’a Mehmet Akif Ersoy Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde stent takıldı. Elif Günay babasının iki damarında tıkanıklık olduğunu belirterek, “Biri yüzde 90, biri yüzde 95 oranında daralmış. Operasyon başarılı geçmiş. İki gün hastanede kaldıktan sonra cezaevine geri getirilmiş. Morali gayet iyi” dedi. İDDİANAME YAZAMIYORLAR Akın Atalay: “Henüz iddianame ortada yok. Neyle suçlandığımız belli değil. Herhangi bir iddianame olmadan süreç cezalandırmaya dönüştü. İddianameyi yazamıyorlar, yazmıyor. Bizim şahsımızda gazete cezalandırılıyor. Hiçkimse endişelemesin. Kaygılı olmasın. Bizler burada hapisteyiz, özgürlüğümüzden yoksunuz ama Türkiye mutlaka bunları Cumhuriyet’le aşacaktır. Kimse kaygılı olmasın.” PEN İÇİMİZİ ISITTI Murat Sabuncu: “Değerli PEN üyeleri, soğuk bir ocak günü Silivri cezaevi önüne gelip bize ‘yalnız değilsiniz’ mesaji iletmişsiniz. İçimizi ısıttınız. Türkiye’de bir deyim vardır; ‘gözlerinden öperim’ deriz. Ben, sizin, demokrasiyi, insan haklarını, barışı yazan kalemlerinizden öpüyorum. Bu satırları da bize kalem yasak olduğu için bizi burda yalnız bırakmayan CHP milletvekili Mahmut Tanal vasıtasıyla ve kaleme duyduğumuz büyük özlemle yolluyorum. dinde mesajlarının doğru yere gittiğini, Kurulu Başkanı Akın Atalay, muharibi l İSTANBUL/Cumhuriyet haber 11 Yargısız infaz politikası Akın Atalay’la en son telefonla Almanya’dan dönmesinden bir gün önce görüştüm. Döner dönmez tutuklanacağını biliyordu. Dönünce, Cumhuriyet gazetesi çalışanı diğer dokuz tutuklu arkadaşımız üzerindeki tutukluluk baskısının hafifleyeceğini ümit ediyordu. Gözaltına alınan arkadaşlarımıza polis ve savcılık sorgularında yöneltilen sorulardan, somut herhangi bir suç isnat etmeyi mümkün kılacak en ufak bir suç delili olmadığı görülüyordu. Akın, bir an önce Türkiye’ye dönerek, hem kendini savunmak hem de herkes için kaçma şüphesi iddiasını boşa çıkarmak istiyordu. Kadri Gürsel, Murat Sabuncu, Güray Öz, Hakan Kara, Turhan Günay, Musa Kart, Bülent Utku, M. Kemal Güngör, Önder Çelik, 1 Kasım sabahı gözaltına alındılar ve ardından tutuklandılar. Bugün tutukluluklarının 85. günü. Akın, 12 Kasım’da dönüş sırasında havaalanında gözaltına alındı. O da 76 günden beri tutuklu. Akın, Türkiye’ye dönerken, bu tutukluluk halinin uzun sürebileceğini tahmin ediyordu. Başka birçok davada olduğu gibi, yargılamanın sonucunun değil, yargı sürecinin kendisinin cezalandırma olduğunu söylüyordu. Gerçekten de daha ortada bir iddianame yok. Arkadaşlarımız ne ile suçlandıklarını bile bilmeden demir parmaklıklar arkasında tutuluyorlar. Delilleri karartmalarından mı korkuluyor? Hangi delil? Kaçmalarından mı? Hepsi bir an önce işlerinin başına dönmekten başka bir şey düşünmüyor. Bu tutukluluklar Cumhuriyet gazetesinin bağımsız gazetecilik faaliyetini bastırma, sindirme ve başkalarını yıldırma operasyonunun bir parçası. Ahmet Şık’ın 28 gün önce gözaltına alınıp tutuklanması da. Bütün bu tutuklamalar, şüphelilere atfedilen suçların bütünüyle afaki olduğunun veya bunları normal koşullarda suç olarak nitelemenin mümkün olmadığının bilincinde olan bir yargı sisteminin, yargılamadan cezalandırma politikasının bir sonucudur. Bugün Türkiye’de tutuklama, yargılamadan infaz etme aracı olarak kullanılıyor. Birkaç AKP milletvekilli ve AKP yandaşı kalemin tutuklamalarla ilgili yarım ağız dile getirdikleri çekinceler, tutuklayarak cezalandırma politikasının siyasal iradeden bağımsız yürütüldüğü izlenimini verme oyununun dekorlarından başka bir şey değiller. Bugün Türkiye’de 1990’larda yürütülen yargısız infazlar yapılmıyor. O dönemde yargısız infaz, gözaltına alıp sonra bir şekilde infaz etme, öldürme yönteminin adıydı. Yeni Türkiye’de ise yargısız infaz, bütünüyle keyfi biçimde çalışan ceza yargısının, yargılamadan cezalandırma aracı olarak kullanılmasının adıdır. Birçoğu dört buçuk aydan beri tutuklu olan Ahmet Altan’ın, Mehmet Altan’ın, Murat Aksoy’un, Şahin Alpay’ın, Ali Bulaç’ın, Ahmet Turan Alkan’ın, Nazlı Ilıcak’ın ve daha birçok gazetecinin, yazarın suçları tam olarak ne? Halen bilmiyoruz. Muktedirin damarına basmış oldukları, onu öfkelendirdikleri için tutuklulukla cezalandırıldıklarını kim inkâr edebilir? Cumhuriyet çalışanlarıyla ilgili soruşturmanın savcısının aynı zamanda Fetullahçı Terör Örgütü üyesi olma şüphesiyle hakkında soruşturma yürütülüyor olması da, bu yargısız infaz mekanizmasının bir yöntemi. Kendini aklatmak için hukukun bütünüyle ayaklar altına alınmasını içine sindirecek hukukçulara iktidarın ihtiyacı var. Bütün bunlar siyasal iktidarın dayattığı bir büyük korkutma, sindirme ve öç alma politikasının parçaları. Nasıl idari kararla seksen binden fazla insan memuriyetten atılarak cezalandırılıyorsa, ki bu da dört dörtlük bir yargısız infazdır, dokunulmazlıkları halen yürürlükte olan milletvekilleri de tutuklanarak yargısız infaza maruz bırakılıyorlar. İbrahim Okur, itirafçı olarak verdiği 150 sayfalık sorgu tutanağında, kendisi Adalet Bakanı Müsteşar Yardımcısı iken Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmalarının sorunlu olduğunu dönemin Başbakanı’na aktardığında, aldığı yanıtın, “olsun, ne cezaları varsa, çeksinler” olduğunu söylüyor. Zaten, o dönemde Avrupa Parlamentosu’nda bu tutuklamaları meşru göstermek için kitapla bombayı bir tutan konuşma yapmamış mıydı? Üstelik daha ortada olmayan bir kitaptı söz konusu olan. Şimdi o kitabın yazarı Ahmet Şık gene tutuklu ama FETÖ davalarında savcılar o “bomba” mahiyetindeki kitaptaki tespitleri iddianamelerine dayanak olarak kullanıyorlar. Evet, artık yargısız infaz, ölüm cezası olarak uygulanmıyor. Bir ilerleme olduğu kesin. İktidarın hınç ve öfkesinin yöneldiği binlerce kişiye iktidarın kestiği cezalar artık tutukluluk olarak infaz ediliyor. İktidarın bu azmi ve şevki sayesinde Türkiye bir yerlere geliyor. Ortada bu kadar diktatörlük varken, dünya tutuklu gazeteci şampiyonasında altın madalya sahibi olmak da bir başarıdır! C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle