23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 17 Ocak 2017 söyleşi Hâlâ ders veriyorlarEDİTÖR:HAKANAKARSU 7 Barış Akademisyenleri bildirisine imza attıkları gerekçesiyle KHK ile görevlerinden ihraç edilen Prof. Melek Göregenli ve Prof. Nilgün Toker Kılınç umutsuzluğa kapılmadan söylemlerini sürdürüyor Prof. Dr. Melek Göregenli, ağırlıkla politik psikoloji, şiddet ‘Faşizm sual edilemez bir ve işkence, ayrımcılık, militarizm konularında hakikate bağlanma halidir’ çalışan bir akademisyen. Barış İçin Akademisyenler Son KHK’yle okuldan uzaklaştırılan Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü Başkanı bildirisinin imzacılarından Prof. Dr. Nilgün Toker Kılınç’a sorduk: Türkiye’de olup bitenin adı ne? olan Göregenli, Ege Üniversitesi Sosyal Psikoloji Ana Bilim Dalı’ndaki Senelerini akademiye vermiş bir öğretim üyesi ülkenin geleceğini ilgilen görevinden ihraç diren bir konuda şahsi görü edildi. şünü yansıtan bir bildiriye im za veriyor, bir süre sonra adını bir KHK’de görerek okulundan uzaklaştırıldığını ve dahi odası na kilit vurulduğunu öğreniyor. n Öznelerinden olmasaydı nız, bu ülkenin manzarasını, gittiği istikameti, erbabı oldu ğunuz alanın terminolojisiyle nasıl açıklardınız? Bugün neredeyse her ülkede yönetme, savaş kavramı altında ‘Dünyayı değiştirenler, icra edilmeye başladı; ekonomik, siyasi, kültürel, her türden savaş dünyada işleri halletmenin merkez kavramı oldu. Sava ısrarlı ve tutarlı azınlıklardır’ şa referansla yaratılan “olağanüstü koşullar” insanlığın hak ve özgürlüklere ilişkin oluşturduğu tüm standartların kaybol maya başlamasına yol açtı ya Sosyal psikoloji alanının kıymetli isimlerinden Prof. Dr. Melek Göregenli, Ege Üniversitesi’nden ihraç edildi. Göregenli’yle arzulanan da her tür hak ve özgürlük sınırlanabilir, ortadan kaldırılabilir hale geldi. Bu genel hale toplumsal dönüşümü, bugünlerin umudunu ve enkazını konuştuk. Türkiye’de eklenense savaşın ve olağanüstü halin bir devlet İsminizin bulunduğu KHK yayımlandığında “Bütün gece düşündüm daha az canım yandı başkalarının işsiz kalmasını izlemekten. Kimseden daha değerli değiliz, kaloriferciden, işçiden, kimseden...” yaz maz çünkü onay dediğiniz şey o kadar çok faktöre bağlıdır ki; çoğunlukla çaresizliğe, seçeneklerin farkında olmamaya, dünyayı çok az ölçütle değerlendirebilme imkânına, acımasız ekonomik koşullara, kadercili avuç mutlu azınlık” bile beş kat demir parmaklıklı kapılarının ardında, güvenli sitelerinde rahat değil. Bütün dünyanın siyahları, hiç öyle demokratik yöntemlerle de değil, “Ayy bu nee” politikası haline gelmesi. Yapısı gereği otoriteryan olan bir devlete el koyanların, hukuku, kurumları, her tür standardı ortadan kaldırarak ülkeyi savaş ve seferberlik kavramları altında yeniden tanzim mıştınız Twitter’da. Akademi ğe, kendi gücünü idrak edeme diyebilecekleri kadar acı ettikleri bir durum için de kıyım sürerken ders vermeye devam etmek nasıl bir histi? Önceki KHK’lerle atılanların isimlerini o soğuk listelerden okurken içim yanıyordu; asgari meye ve her zaman şiddete. n Peki, nasıl çıkılacak bu radan? İnsanlık tarihi bu yukardan dönüştürme politikalarının if masız, kapılarına dayanıyor. Umarım ilk taşı attıkları yere dönüp bakmayı akıl ederler. n Direnmek diyoruz PÖınğaürnç de olmamız tüm bunları mümkün kıldı. n Adını koymak mühimse, faşizm mi, totalitarizm mi, otoriterya Prof. Dr. Nilgün Toker Kılınç, Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü başkanıydı. Politika Felsefesi, Hukuk Felsefesi, Tarih Felsefesi verdiği derslerden bazıları. “Politika ve Sorumluluk” (İletişim Yay.) adlı kitabın yazarı olan Toker, Barış İçin Akademisyenler bildirisini de imzalayanlardandı. ücretle çalışanlar ne yapar kış lasının tarihidir aynı zamanda. sıklıkla, direnmek ne? Bir nizm mi, bunun adı ne? ta kıyamette. Barış imzacısı arkadaşlarımın isimlerini görmek büyük acı ama biz birbirimize tutunmayı önceden öğrenmiş insanlarız, çoğumuzun ilk devlet dersi değil bu. İşsiz kalmaktan korkmayacak kadar zengin ya da kahraman değiliz ama mesele cezalandırma biçiminin acımasızlığı. Temel yurttaşlık hakkı olan çalışma hakkını aniden elinden almak; hem de binlerce insanın bulunduğu bir listeden adınızı arayarak öğrenebildiğiniz bir yöntemle. Tarih sanırım bunu yazacak. Kaloriferciler devlet için tehdit oluşturuyordu, işlerinden atıldılar, ne Genelde iktidarlarını korumak ‘Bazıları iktidarın kibrini paylaşıyor’ Aleni hukuksuzlukları, hayatları kaidesinden sarsan mağduriyetleri onaylayan, evrensel kriterlerde karanlık diye tarif edeceğimiz bu dönemi zafer duygusuyla yaşayan kabaca bu ülkenin yarısı, taksi şoförü, bir hemşire, bir satış müdürü, bir kasap nasıl direnir? Direnmek nedir, anlatırdım ama dilimi ehlileştirmek istemiyorum. Şu an olup bitene karşı iktidar politikalarını değiştirme kapasitesine sahip bir direniş örgütlenmesinden söz etmek mümkün değil. Fakat bu, güçlü bir itirazın, barış, adalet, eşitlik ve gerçekten demokrasi talebinin ısrarı içinde politik sorumluluk duyan milyonların var olmadığı anlamına gelmez. Sosyal psikoloji bize öğretir: Dünyayı değiştirenler, ısrarlı ve tutarlı azınlıklardır, “makul Bu olup bitenler, otokrat devletin yeni durumlar karşısında aldığı klasik otokrat bir tutum değil. Çünkü otoriteryanizm bir yönetim biçimidir; bu biçimi nesnelleştirdiği hukuku, kurumları vardır. Şimdi söz konusu olan siyasal teorinin faşizm ya da totalitarizm olarak adlandırdığına yakın. Faşizm bir yönetim biçimi değil, devlete el koyanların bu gücü edimselleştirme tarzıdır. Hukuku, kurumları ortadan kaldırma yoluyla iş görür ve esasen belirsizlik yaratma gücünde kendisini açığa vurur. Hiçbir standardı, normu kalmamış bir toplumun tek ‘Cesaret neyin korkmaya değer olduğuna karar vermektir’ Cezaevi tehdidi, ekonomik şiddet, işinden cebren uzaklaştırılmanın insanın benliğinde yarattığı sarsıntı, hepsi tam amaçlandığı gibi bir korku da yaratıyor. Böyle zamanlarda korkmak utanç verici bir durum mudur? Aristoteles der ki, korku insana aittir; cesaret ise neyin korkmaya değer olduğuna karar vermektir. İnsan artık tarihsel, kültürel bir varlık; onu insan yapan tek şey düşünce ve ifade özgürlüğümü kaybetmekten korkuyorum ve bu korku nedeniyle özgür, demokratik bir ülke ve dünya istiyorum. Yani cesaretim, bir değeri kaybetme korkusundan geliyor. Bir gücü kaybetmekten korkarsanız acımasızlaşırsınız; sahip olduklarınızı kaybetmekten korkarsanız boyun eğersiniz. Korkularınızın hâlâ insan kalmanızı sağlamasının tek yolu, odanızdan çıkmanız, den? “Kazan kaldırabilme ihti bu dönem bir biçimde ve makbul çoğunluklar” değil. davranma kalıbı vardır: Sada canlılığını sürdürmek olamaz. kendi olmanın önkoşulunun malleri vardı...” Açıklama gereği ve sorumluluk duymayan bir iktidar anlayışı, 30 yıllık emeğimi artık istemediğini bir beyaz kâğıtla bildirmeye bile gerek duymadı. Gelmekte olanı görüyorduk ama ben öğretmenim, her koşulda ders verebilirim, tutkuyla okuyarak ve araştırarak öğrendiklerimi her yerde herkese anlatmaya da devam edeceğim. Bu ülkede hepimiz gelmiş ve gelmekte olanı inkâr ederek, hiçbir şey olmuyormuş gibi yaşamayı öğrenmedik mi? n Gelmekte olana dair bugün ne görüyorsunuz? Açıkça toplumun dönüştürülmesi sürecini yaşıyoruz, bu konuları çalışıyorum yıllardır. Faşizan uygulamalarla desteklenen otoritermuhafazakâr bir dönüştürme süreci bu; yukarıdan aşağı, bütün makro ve mikro politikalarla. Açık ya da örtük şiddetle bir “yeni” hayatın hukuku, nizamı, medyası, bilimi, sivil ya da değil militarizmi inşa ediliyor. Buna “milli iradenin” tesisi süsü verilmesi, halkın büyük bölümünün varsayılan onayı, ne bu sürecin doğasını değiştirebilir ne de onu meşrulaştırır. Halkın tamamı onaylasa da bu, o nizamı meşru kıl geçtiğinde diğer yarısıyla nasıl yüzleşecek? Nasıl bir toplumsal enkaz demek bu? Toplumsal gruplar, kimlikler, aidiyetler değişir, dönüşürler. İktidarın kibrini paylaşıyor bazıları, bu daha önce de oldu, kimler geldi kimler geçti alkışlar arasında. Kutuplaşma da yeni değil, kutuplar değişiyor sadece. Belki de bir daha hiç vazgeçemeyeceğimiz söz birliğini, toplum olmanın ortak ilkelerini bu karanlığın içinden yaratacağız. Kolektif suçlarımız var, öldürüldük, öldürdük, hakiki bir ortak kedere, yas tutmanın kolektif biçimde inşa edilebilir olduğuna inanmaya, “yaralanabilir” olduğumuzu ve bütün korkularımızın kaynağının bu olduğunu görmeye ihtiyacımız var. Ancak o zaman birbirimizin yüzüne bakabilir hale gelmeye başlayabiliriz. ve sürdürmek için bütün rasyonelliklerini yitirenler, sistemi kendi kendilerine çökertir, yönetilemez hale getirdikleri sistem, daha da beterlerinin eline geçer. Dünyanın ve Türkiye’nin haline baksanıza... Artık o “bir Herkes meşrebince bakacak, itiraz edecek. Bize anlatılan bu uzun süremeyecek hikâye, koca bir yalan hatta önceden yaşadıklarımızın kötü bir karikatürü. Hep beraber içinde yaşarken bir Yaşar Kemal romanı yazabiliriz, bunu yapabileceğimize inanalım yeter. n Totaliter yönetimlerin hedefindeki kitlelerdeki, insanlığa ve tarihin hesap soracağına dair inanç, naiflikten, çaresizlikten kaynaklanan bir umut mudur? Tarihi değiştirecek olan kendi halindeki insanlar, maceralarını ve yeni hayatlarını yaşarken kurar. Tarihi yazanlar “öğrenilmiş çaresizlik” sarmalını kırabilen ve her kırılışın o incecik tık sesinde dünyayı değiştirebildiklerini görenlerdir. Bu tık sesleri, Türkiye’de de kadınlar, Kürtler, eşcinseller, Aleviler ve niceleri için, hizaya getirilmek istendikleri o tekçi tasavvura aldırmadan çıkardıkları gürültüye dönüşüyor. Umut gelecekteki bir iyiliğe aitse ve bugünümüzü etkisizleştiriyorsa, umudu değil, bugünümüzü yaşamaya değer kılan küçücük tık seslerini yaratmayı tercih edebiliriz. kat ve biat. Bunu bir kişiye bağlılık şeklinde anlamamak gerek. Kanaatler alanını tümüyle ortadan kaldıran, doğruluğundan sual edilemez bir hakikate bağlanma halidir faşizm ve totalitarizm. Buna onay vermeyenin düşman ilan edilerek onlara yönelik tutumun savaş ve seferberlik kavramlarıyla belirlendiği bir ortamda oldu tüm bunlar işte. n Hannah Arendt suçla aleni ilişkisine rağmen totaliter yönetimlere verilen kitle desteğini cehaletle yahut beyin yıkamayla izah etme zaafından söz ediyor. Temel dinamiği nasıl açıklamalı, doğrudan iktidar, mevki, para vaat edilmemiş halk kitleleri neden bu desteği verir? Bir yazarın tutukluluğu, bir gazetecinin gördüğü işkence, birinin sadece bir bankada işlem yaptı diye mesleğinden ihracı, “sıradan” diye özetleyebileceğimiz bir yurttaşta nasıl mutluluğa benzer, müstahak dedirtici bir his uyandırır? Arendt’in tespiti, faşizmin toplumun bir kısmını insan olmaktan çıkarmaya varan kötülüğünün, işlenen bu insanlığa Sahip olduğu kimlik kendi insan olmaklığını tanımladığı şeydir. Örneğin benim en büyük korkum özgürlüğü kaybetmek. Kendim olmaktan çıkmaktan korktuğum için karşı suçların, çoğunluğun sessiz ya da açık onayı olmaksızın gerçekleşemeyeceği. Bu onay sadece destekleme değil aynı zamanda suça, kötülüğe iştirak etme. Arendt’in bu durumu açıklamak için kullandığı iki kavramdan biri olan “kötülüğün sıradanlığı”, basit bir duyarsızlaşma ya da empati kaybı değil. İyikötü arasında ayrım yapma kapasitesini kaybetme, daha doğrusu “kötüyü” görme kabiliyetini yitirmedir. Ardında sadece korkuyla biat ya da teslimiyet yok; düşünme kapasitesinin yitimine dair bir şey. Bir körlük halinden çok, bir biçimde görme hali. Aslında bu ahlaksal varlığın da ortadan kalkması demek. Çünkü ahlaklılık, iyi ve kötüyü ayırt etme kapasitesinde temellenir; vicdan da budur. Arendt’in kullandığı ikinci kavram da “kolektif sorumluluk”. Suçun faili olmak bakımından değil, suçun diğerlerinin varlığı olduğunun bilinciyle eylemenizdir. İyiyi isteme, kendiniz için iyiyi isteme değildir; herkesin iyiyi isteme hak ve gücüne sahip bir iyiye yönelmedir. işlenmesine izin vermek bakımından doğan bir sorumluluk. Böylece toplumun çoğunluğu bu kötülüğe, suça dahil oluyor. Aslında bu bir toplumu toplum olmaktan çıkaran da bir şey. Çünkü bir arada yaşama bilincini kaybetmiş, yaşam ortaklarını kötülüğün çarkına terk etmiş ve hatta onlara yapılan zulme iştirak etmiş bir ahali artık bir aradalık ilkesini de yıkmıştır. n Böyle zamanların tek tek bireylere yüklediği nasıl bir mesuliyet var? Kötüyü görme ve gösterme inadımızdan, direncimizden vazgeçmemeliyiz. Konuşarak, yazarak, resmederek, şarkı söyleyerek, her biçimde. Herkes sustuğunda, bu herkesi yok eden kötülük, iyiyi gösterenlerin çizeceği sınırdan da kurtulmuş olur. Bu sınırı tutmalı ve mümkün olduğu kadar genişletmeliyiz. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle