15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 22 Ağustos 2016 6 Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA [email protected] OhuHkAuLkksaarlasronraumnelalerrıinin Rıza TÜrmen Eski AİHM Yargıcı Eski milletvekili Olağanüstü hal, olağanüstü koşulların yarattığı bir dönem olmakla birlikte, olağanüstü hal ilanı hukukun bir yana bırakıldığı anlamına gelmez. Demokrasiyle yönetilen hukuk devletinde, olağanüstü halin çerçevesi de hukuk kurallarıyla çizilir. Olağan dönemden farklı bir hukuk rejimi kurulur. Nasıl ki, anayasanın 15. maddesi olağanüstü halde, “durumun gerektirdiği ölçüde” temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının tamamen veya kısmen durdurulabileceğini belirtmekte, 120 ve 121. maddeler de bu düzenlemelerin nasıl yapılacağını öngörmekte. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de (AİHS), 15. maddede ulusun yaşamına yönelik bir tehdidin mevcut olması durumunda sözleşmenin maddelerinin askıya alınabileceğini kabul ederek olağanüstü hal için ayrı bir hukuksal rejim kurar. Son kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) alınan önlemlerin hukuka uygunluğunu, hem iç hukuk hem de AİHS açısından incelemek gerekir. İç hukuk açısından OHAL KHK’lerine getirilen bir sınırlama, amaç bakımından. Anayasanın 121. maddesi Bakanlar Kurulu’nun, olağanüstü halin “gerekli kıldığı konularda” KHK çıkarabileceğini belirtiyor. Dolayısıyla “olağanüstü KHK’lerle ancak olağanüstü halin... nedenlerini ortadan kaldırmayı amaçlayan konularda düzenleme yapılabilir.”(1) OHAL KHK’lerine getirilen bir başka sınırlama, süre bakımından. OHAL KHK’leri, olağanüstü halin ilan edildiği süre ile sınırlı. OHAL’in sona ermesiyle, KHK’ler de kendiliklerinden yürürlükten kalkarlar. Başka bir deyişle, OHAL KHK’leriyle olağanüstü halin süresi dışında uygulaması sürecek kurallar konamaz. O nedenle, OHAL KHK’leriyle yasalarda değişiklik yapılamaz. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) içtihadı da bu yönde. AYM 10.1.1991 tarihli kararında şöyle diyor: “Olağanüstü hal KHK’leri olağanüstü hal ilan edilen yerlerde ve olağanüstü hal süresince uygulanacak olmaları nedeniyle bu tür KHK’lerle yasalarda değişiklik yapılamaz. Tersi durumda... olağanüstü halin sona ermesine karşın kuralın yürürlüğünü koruması söz konusu olacaktır.” OHAL kapsamında çıkarılan 667, 668 ve 669 sayılı KHK’ler incelendiğinde, yukarıda belirtilen ilkelerle uyum içinde olmadıkları görülmekte. Bu uyumsuzlukların bazıları şunlar: 1. OHAL KHK’leriyle, OHAL ile ilgisi olmayan konular düzenleniyor. Örneğin, 669 sayılı KHK ile Milli Savunma Üniversitesi kuruluyor. Yeni bir üniversite kurulmasının OHAL ile ne ilgisi var? 2. OHAL KHK’leriyle yasalar değiştirilmekte, kalıcı düzenlemeler getirilmekte. 668 sayılı KHK ile Askeri Mahkemeler Yargılama Usulü, Terörle Mücadele, Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri, Sahil Güvenlik Komutanlığı gibi kanunlarda esaslı ve kalıcı değişiklikler yapılıyor. 669 sayılı KHK ile TSK İç Hizmet, Askeri Hâkimler, MSB Görev ve Teşkilatı gibi kanunlarda değişiklikler yapılıyor. 3. 667 sayılı KHK 3 ve 4. maddelerine göre, terör örgütlerine üyeliği, iltisakı ya da irtibatı olduğu “değerlendirilen” kamu görevlileri, yüksek yargı üyeleri görevden çıkarılacak ve bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyecekler. Bu değerlendirmeyi kim yapacak? Çalıştıkları kurumlar. Başka bir deyişle, hiçbir kanıt aranmadan, tamamen öznel bir değerlendirmeyle 76 bin kişinin görevine son verildi. Bu insanlar bir daha kamu sektöründe çalışamayacaklar. Haksız sonuçlar doğurmaya çok uygun bu düzenleme OHAL kalktıktan sonra da geçerli olacak. Bu nedenle anayasanın 121. maddesine aykırı. İşten çıkarılanlar hakkında ceza davası Olağanüstü hal, Türkiye’nin içinde bulunduğu çok ağır ve beklenmeyen koşulların yarattığı zorunluluktan kaynaklansa bile, insan hakları ihlallerine yol açmamasına özen göstermek gerekiyor. da açılmışsa, yargılama sonucunda FETÖ ile hiçbir ilişkileri olmadığı ortaya çıkar ve beraat ederlerse ne olacak? Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) iki üyesinin meslekten çıkarılmasına ilişkin kararı ilgi çekici. AYM, 667 sayılı KHK’nin 3 ve 4. maddelerine göre meslekten çıkarmanın geçici olmayan ve nihai sonuç doğuran bir işlem olduğunu kabul ediyor. Önemli olanın “keyfilikten uzak durulması” olduğunu da belirtiyor. Sonra, keyfiliği önleyecek güvenceyi araştırmaksızın ve daha önceki AYM kararlarında “KHK ile yürürlüğe konulan kural... Olağanüstü halin sona ermesine karşın geçerliliğini yitirmeyip yürürlüğünü sürdürüyorsa olağanüstü hal KHK kuralı sayılamazlar” denmesini görmezden gelerek, iki AYM üyesinin “anılan yapı ile ilgileri olduğuna dair sosyal çevre bilgisi ve AYM üyelerinin zaman içinde oluşan ortak kanaatleri” gibi hiçbir nesnel veriye dayanmayan, keyfiliğe, haksızlığa açık bir gerekçeyle meslekten çıkarılmalarına oy birliği ile karar veriyor. AYM’nin bu kararının kendi içtihadı ile çeliştiği ve anayasanın 121. maddesine aykırı olduğunu söylemek için derin bir hukuk bilgisi gerekmiyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi açısından Üç KHK’nin içerdiği hükümler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) birçok maddesini ihlal ediyor. Türkiye, bu durumun bilincinde olduğundan, AİHS’nin 15. maddesi gereğince, sözleşmeyi askıya almaya (derogasyon) karar verdi. 15. madde, ulusun yaşamına yönelik bir tehdidin mevcut olması durumunda, taraf devletlerin AİHS’nin maddelerini askıya alabilmesini öngörüyor. Ancak, yaşam hakkı, işkence yasağı, kölelik yasağı, suç ve cezaların kanuniliğine ilişkin maddelerin askıya alınmasına izin vermiyor. AİHS’nin askıya alınması Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne yapılan bir beyanla oluyor. Türkiye, Avrupa Konseyi’ndeki daimi temsilcisi kanalıyla genel sekretere yolladığı 21 Temmuz 2016 tarihli bir mektupla bu koşulu gerçekleştirdi. Mektupta, Türkiye 15 Temmuz’da karşılaştığı darbe girişimi ile ulusun yaşamına yönelen bir tehdidin oluştuğunu belirterek olağanüstü hal kanunu hakkında bilgi vermekte ve bu süreçte alınan önlemlerin AİHS’den kaynaklanan yükümlülüklerinin, sözleşme izin verdiği ölçüde, askıya alınmasına yol açabileceğini ileri sürmekte. Türkiye, AİHS’nin askıya alınması prosedürüne yabancı değil. 1990 yılında genel sekretere gönderdiği 6.8.1990 tarihli bir mek tupla Güneydoğu’daki terör nedeniyle AİHS’nin 5, 6, 8, 10, 11 ve 13. maddelerini askıya aldığını bildirmişti. 1992 yılında 5 Mayıs tarihli bir mektupla AİHS’nin 5. maddesi (kişi güvenliği) dışındaki maddelerle ilgili askıya almaya son verdiğini bildirmişti. Bu kere yapılan askıya alma beyanının öncekilerden farkı maddelerin belirtilmemesi, genel bir nitelik taşıması. AİHS’ye taraf bir devlet, AİHS’yi askıya alma beyanı ile sözleşmeyi uygulamaktan otomatik olarak kurtulmuyor. AİHM’nin denetimi sürüyor. İlgili devletin uygulamalarının askıya alma için gereken koşullara uyup uymadığını inceliyor. Askıya almak için gereken koşullar şunlar: a. Ulusun yaşamına yönelen bir tehdidin bulunması. b. Alınan önlemlerin durumun gerektirdiği ölçüde olması yani orantılı olması. Birinci koşulu incelerken AİHM, ilgili devlete geniş bir takdir hakkı tanıyor. Böyle bir tehdidin varlığının en iyi ulusal makamlar tarafından değerlendirilebileceğini düşünüyor. Tehdit azaldığı ya da ortadan kalktığı takdirde, alınan önlemlerde de değişiklik yapılmasını istiyor. Orantılılık koşulunu incelerken AİHM şu hususları göz önünde bulunduruyor: Askıya alma, tehdidi ortadan kaldırmak bakımından zorunlu mudur? Askıya almadan tehdit önlenebilir miydi? Alınan önlemler tehditle orantılı mıdır? Önlemler ne süreyle yürürlüktedir? OHAL’in doğuracağı uluslararası baskının Türkiye’nin dış dünya ile ilişkileri üzerinde kalıcı bir hasar yaratmasına izin vermemek için, olağanüstü halin gereğinden fazla uzatılmaması önem taşıyor. Aksoy davasında (1996) AİHM, davacının 14 gün yargıç önüne çıkarılmadan gözaltında tutulmasını, bu süre içinde avukatı, yakınları ve doktor ile görüştürülmemesini, durumun gerektirdiği ölçüde bir önlem olarak görmemiş ve orantısızlık nedeniyle Türkiye’nin askıya alma beyanını kabul etmeyerek AİHS’nin 5. maddesinin ihlaline karar vermişti. AİHM’ye göre, hiçbir güvence olmadan 14 günlük incommunicado (tecrit) gözaltı Aksoy’a işkence yapılmasına uygun bir durum yaratmıştır. Nuray Şen, Demir gibi başka Türkiye davalarında da AİHM aynı tutumunu sürdürmüştür. Bu davalarda AİHM şu görüşü ileri sürmüştür: Devletin savunmasında, genel bir biçimde terörizmin yol açtığı güçlüklere değinmesi ya da soruşturma yapılanların sayısının çok olduğunu ileri sürmesi yeterli değildir. Devletin somut bir biçimde, gözaltı süresi kısa olduğu takdirde soruşturmanın olumsuz etkileneceğini gösterebilmesi gerekir. Bu kararlar da gösteriyor ki, devletin olağanüstü halde bile, demokrasi ve insan haklarının çizdiği belirli sınırlar içinde hareket etmesi gerekiyor. AİHS’ye usulüne uygun bir askıya alma beyanında bulunulması devleti temel yükümlülüklerinden kurtarmıyor. Bu nedenlerle, AİHM’nin 30 günlük gözaltını kabul etmemesi ve kişi güvenliğine ilişkin 5. maddenin 3. fıkrasının ihlaline karar vermesi olasılığı yüksek. 667 sayılı KHK’de öngörülen tutukluluğa itirazın (habeas corpus hakkı) dosya üzerinden incelenmesi de 5/4 maddesinin ihlaline yol açması beklenmeli. Habeas corpus hakkı kullanılırken yargıçın tutukluyu görmesi gerekiyor. Aynı KHK’de tutuklu ile avukatının yaptığı görüşmelerde bir görevlinin hazır bulunmasını, konuşmalara ilişkin kayıtlara el konulmasını AİHM’nin savunma hakkının orantısız bir biçimde sınırlandırılması olarak görmesi ve adil yargılamaya ilişkin 6. maddenin ihlaline karar vermesi beklenmeli. Kişisel verilerin paylaşılması özel yaşamla ilgili 8. maddenin, kapatılan vakıf ve dernekler ile tutuklanan kişilerin mal varlıklarına el konması, mülkiyet hakkına ilişkin 1 No’lu ek Protokol’ün 1. maddesinin ihlaline yol açması büyük bir olasılık. Kanıt aramadan, sadece kanaate dayanarak göreve son vermeler de AİHM’de Türkiye’nin başını ağrıtacak. AİHM’nin bu konularda yapılan askıya almayı kabul etmesi için çok sağlam somut gerekçelerin gösterilmesine ihtiyaç var. AİHM’nin, Türkiye’nin AİHS’yi askıya almasının sözleşmeye uygunluğunu inceleyebilmesi için AİHM’nin önüne bir bireysel başvurunun gelmesi gerekiyor. Bu ise iç yargı yollarının tüketilmesi nedeniyle uzun bir zaman alacak. Ancak AYM’nin kararı ile meslekten atılan iki AYM üyesi hemen AİHM’ye başvurabilirler. Bu süre içinde Türkiye üzerinde siyasal yollardan baskı uygulanması beklenebilir. Örneğin, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri AİHS 52. madde gereğince, yasaların uygulanması hakkında Türkiye’den bilgi isteyebilir. İnsan Hakları Komiseri yasalarda ve uygulamada gördüğü eksiklikleri üye devletlerin dikkatine getirebilir. Bakanlar Komitesi ve Parlamenter Asamble Türkiye ile ilgili denetim mekanizmalarını işletebilir. Venedik Komisyonu, Asamble’nin talebi üzerine KHK’lerin ve uygulamaların AİHS’ye uygunluğuna ilişkin rapor yazabilir. Aynı şekilde AB’nin de Türkiye’deki insan hakları uygulamalarını yakından izleyeceği kesin. Olağanüstü hal, Türkiye’nin içinde bulunduğu çok ağır ve beklenmeyen koşulların yarattığı zorunluluktan kaynaklansa bile, insan hakları ihlallerine yol açmamasına özen göstermek gerekiyor. Bunun doğuracağı uluslararası baskının Türkiye’nin dış dünya ile ilişkileri üzerinde kalıcı bir hasar yaratmasına izin vermemek için, olağanüstü halin gereğinden fazla uzatılmaması önem taşıyor. (1) Bülent Tanör, Necmi Yüzbaşıoğlu, Türk Anayasa Hukuku haber EDİTÖR: TAMER KAYAŞ TASARIM: İLKNUR FİLİZ Tarihin en büyük yalanı: Bilmiyorduk! RTE/AKP ittifaksız ayakta duramaz 2TE iktidarının içeride sakinleştirmek, bakın biz onlar en büyük ittifakı şüphe dan değiliz, o gerçekten tehlike Rsiz ki FETÖ iledir. Tabii li, mesajını vermek için mi? o zamanlar FETÖ demiyorlardı, “alnı secdeye varan Cemaat”, FETÖ en güçlü müttefiki büyük yol arkadaşlarıydı. “Bil Fakat biliyoruz ki, AKP “bu miyorduk, kandırıldık” hikâyesi, tehlikeli örgüt”e karşı hiçbir şey bugün yol açtığı sonuçlar bakımından siyasi tarihimizin en büyük yalanlarındandır. FETÖ üzerine 1980’lerden yapmayacak, tam tersine “Ne istediler de vermedik” deyişlerinde dile geldiği gibi tüm kurumları adım adım FETÖ’ye tes beri onlarca kitap yazıldı. Dev lim edecekti. Neden? let arşivleri zengindir, 1999 yı FETÖ örgütlü ve güçlü. Ancak lında, o dönemin Devlet Güven FETÖ ile beraber biz bu devle lik Mahkemesi’nin Ankara sav ti ve toplumu dönüştürebiliriz si cısı Nuh Mete Yüksel’in iddi yaseti ön plana çıkacaktı. İçeri anamesi inanılmaz bir belge de, hiçbir destek, sandık dahil, dir ve orada öngördükleri bir FETÖ ile ittifaktan daha önem bir gerçekleşmiştir. Daha o dö li ve üstyapıyı dönüştürmek için nem Emniyet’i avucuna alan daha güçlü değildi. FETÖ’cüler ilk seks kaseti şan Bu ittifak şüphesiz ki daha tajını da Yüksel’e yaptılar (Ça sonra ortaya çıkacak olaylar tışmanın Anatomisi’nde öykü da gördüğümüz gibi ucu dar sü var). Genelkurmay İstihbarat beye kadar uzanan bir “suç Dairesi’nin de 2002’de Gülen ortaklığı”na dönüşecekti. üzerine kapsamlı bir raporu var. İlk siyasal cinayeti aFEyTaÖktaolkmalaasbailyirdmı, iAydKiP? Yine aynı tarihlerde ve hemen sonrasında Emniyet mensubu yöneticilerin geniş bir raporu var. MİT’te neler vardır! Yine o tarihlerde Necip Hablemitoğlu’nun Köstebek kitabı ve yazıları.. Necip Bey, evinin önünde vurularak öldürüldü. Bu cinayetin FETÖ’nün belki de ilk siyaseti cinayeti olduğunu Bu tartışılması gereken temel sorudur. Tüm Silivri davaları süreci ortaklık halinde gelişti. AKP bunu FETÖ’süz gerçekleştiremezdi. Çünkü FETÖ demek aynı zamanda kanaatsizlikten kırılan liboş takımının da yoğun desteği demekti... AKP ve FETÖ, sahip oldukları tüm parasal vitrinsel olanak varsayabiliriz. Ya güçlü oldukla ları bunlara sundular ve hepsi rı Emniyet’ten bir müritlerine iş ni tepe tepe kullandılar. Bir dö lettiler ya da ordudaki askerle nüştürme ve darbeye hazırlık rine... MİT’te o sırada adamları var mıydı? Herhalde! Hablemitoğlu cinayeti aydın aracı olarak... Bu süreç çok ilginçtir, AKP kadroları da kısmen FETÖ’leş latılmalı... Bakın neler çıkar. ti. Arınç’lar, Çelik’ler ve daha O tarihlerde devlet, tüm ce niceleri FETÖ’nün gücünden maatçi güçleriyle, FETÖ’nün etkilenen siyasetçilerdi. devlet içindeki karanlık yüzünü FETÖ’cülüğün AKP içinde deşifre eden herkese, Türkan her kademede bu kadar yay Saylan dahil, alçakça saldırdı... gın olmasının temel üç nede s‘İekcimdeizyine deeriyboarş’ı ni olabilir. a) Gerçekten, kalpten FE TÖ’cüler. AKP iktidara gelince, hazır b) Büyük ittifakın yarattığı bir müttefiki elinin altında bul koruma kollama siyaseti.. muştu. c) RTE altında ezilip dışla Bakmayın siz “Devlette kad nanların büyük bir iktidar güç roları yoktu, mecburen Gülen odağı ve seçeneği olarak Fet kadrolarını kullandı” gibi söy hullahçılığa sığınmış olmaları.. lemlere! Umut orada filizlendi! AKP, devleti zaman içinde tamamen dönüştürecek Ayrışmanın nedeni? ti ve kısa vadede operasyo FETÖ ile RTE ve dar eki nel güç olarak FETÖ güçlüy bi arasında patlayan ve somut dü. Bu bir salt FETÖ’yü “kullan kökeni 2011’e ulaşan savaş, ma” amaçlı politika mıydı yoksa şüphesiz ki bir iktidarRTE’nin Cumhurbaşkanı’nın belirttiği gi koltuğunu F.G’ye kaptırmama bi, o da Müslüman biz de Müs savaşıdır. lüman, ikimizin de başı secdeye Gülen, ver iktidarı bana dedi, eriyor, ikimiz de Kemalist dev RTE vermem dedi. İşin özünde letin yerine İslami devleti geçir ve dibinde şüphesiz ki bu var. mek istiyoruz, inancı mı? Bir koltuğa iki örgüt iki lider Peki 2004’te yapılan Milli Gü sığamazdı, oraya kim oturacak venlik Kurulu toplantısında ka savaşı patladı. Fakat bu sapta bul edilen ve Fethullahçı örgüt ma “bize ne, iki İslamcının sa lenmeyi tehlikeli gören belgenin vaşı” noktasına götürürse siya altında imzaları olmasını nasıl setten uzaklaşırız. açıklayacağız? Asker kanadını Yarın devam. ‘OHAL’de Gazetecilik’ semineri ‘Cadı avı önlenmeli’ TGC (Türkiye Gazeteciler Cemiyeti) ve KAS (Konrad Adenauer Stiftung) Türkiye Temsilciliği’nin ortaklaşa düzenlediği eğitim seminerlerinin 82’ncisi “OHAL’de Gazetecilik” önceki gün The Marmara Oteli’nde gerçekleştirildi. GazeteciYazar Altan Öymen tarafından yönetilen ilk oturumda gazetemiz İmtiyaz Sahibi Orhan Erinç, Hürriyet Gazetesi Okur Temsilcisi Faruk Bildirici, Milliyet Gazetesi Okur Temsilcisi Belma Akçura, Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanı Uğur Güç konuştu. ‘Olağanüstü Hal’ kavramının kendi döneminde olmadığını, yeni çıktığını belirten Öymen, “Benim dönemimde sıkıyönetim vardı. Bunu askerler yapıyordu. ‘Olağanüstü Hal’ kavramı bazı durumlardan dolayı çıkarıldı. Şu an 72 gazeteci içeride. Cadı avının önlenmesi lazım” dedi. Akçura, “‘OHAL’ zihniyeti hep vardı. Türkiye daha tehlikeli bir sürece giriyor. İnanılmaz bir kimlik karmaşasının içerisine sokuluyoruz” dedi. ‘Türkiye huy değiştiriyor’ Gazetemiz İmtiyaz Sahibi ve eski TGC Başkanı Orhan Erinç de, “İsmi lazım değil bir anne demişki ‘ben çocuğumun hastalığına değil huyu değişir ona yanarım’ dermiş. Şimdi tam bir huy değiştirme sürecinden geçiyoruz. Buna devleti yönetenler devleti yönettiğini varsayanlar ve kimi meslektaşımız da dahil” dedi. Gazetemiz Haber Müdürü Aykut Küçükkaya tarafından yönetilen seminerin ikinci oturumunda ise İMC TV Haber Koordinatörü Faruk Eren, 32. Gün Genel Yayın Yönetmeni Hilmi Hacaloğlu, TGC Hukuk Danışmanı Gökhan Küçük konuşma yaptı. l İSTANBUL/Cumhuriyet C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle