15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 22 Ağustos 2016 TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] yorum 13 AKP ile nereye? AKP, merkez sağcı ve dinci partilerin mirasçısıdır. Tarihsel olarak bakıldığında, Türkiye’nin sağcı partileri önce ekonomik kalkınma, sonra hak ve özgürlük derler; sağcıların liberalizmi de sermayenin özgürlüğü ile sınırlıdır. AKP, Türkiye sağının geçmişte çok pahalıya mal olmuş olan bu geleneğini en aşırı noktalarına taşıyor; büyük imar işleri yaparken özgür beyinleri çiviliyor. Bir çivi çakan saygın... AKP haklı olarak ülkeyi şantiyeye dönüştürdüğünü öne sürüyor. Konut, ulaştırma ve enerji alanında büyük yatırımlar yapıyor. Bu ülkenin imarı için bir çivi çakan saygındır. Sorun imar değil, imar işlerinin nasıl yapıldığıdır. İmar işleri, ekonomik ve teknik ön değerlendirilmeleri yapılmadan, doğal ve tarihsel çevreye verdikleri zarara bakılmadan yapılıyor; hukuksal ve toplumsal duyarlılıklar hiçe sayılabiliyor. Dahası AKP, çivi çakanın, yani kapitalistin kendi yandaşı olması için devlet gücünü de kullanıyor; bu da devletsermaye ilişkilerinde rüşvet ve yolsuzluğa yol açıyor; toplumsal yaşamda doğruluk ve dürüstlük eriyip gidiyor. Üstelik kapitalistin, çalışanlarının sendika hakkını tanıyıp tanımadığına, vergi siciline bakılmıyor. Bu tür büyük eksikleri, imarın hem ekonomik, hem de toplumsal maliyetini çok artırıyor. AKP’nin yalnız imar konusunda değil, hak ve özgürlükler konusunda bu tavan yapan kural tanımazlığı, bu gözü kara gücü nereden geliyor? AKP beyni çiviliyor! Merkez sağ, aralarında ayrım yapmadan bütün sol düşünceyi düşman sayardı. AKP, iktidara geldiğinden bu yana siyasal İslamcı ideolojisinin dışında kalan bir hak ve özgürlük alanı tanımıyor; dahası kendisi gibi düşünmeyenleri düşman sayıyor. Böylelikle özgürlükler konusunda geçmişteki merkez sağcılara göre niteliği çok değişik bir tutum sergileyen AKP, kendi ideolojisini devletin tüm temel kurumlarına ve basından sanata, oradan emeksermaye ilişkilerine uzanan toplumsal ilişkilerin tamamına yerleştirerek aslında toplumsal beyni çiviliyor. Her geçen gün bunun yeni bir örneği yaşanıyor. Bir toplumda adalet üç ayak üzerinde durur; iddia (savcı), savunma (avukat) ve karar (yargıç). AKP, daha önce adaletin iddia ve karar ayaklarını tamamıyla siyasallaştırmıştı; geçen hafta Türkiye Barolar Birliği’ni ve 71 ilin baro başkanını; yani adaletin insan hakları açısından en önemli ayağı olan savunma tarafını da çiviledi; hem de Atatürk Orman Çiftliği’ne her bakımdan tartışmalı bir biçimde yerleştirdiği Külliye’de! Bu arada beynini uzatmayan barolar ve onlara bağlı avukatlar da görevlerinin gereğini yaptılar; kutlanmayı hak ediyorlar. Özellikle son iki yıl boyunca yürürlükteki anayasaya uyup uymadığı çok tartışmalı olan AKP, Yenikapı’da beynini çivilediği muhalefet ile birleşip Meclis’teki dördüncü partiyi dışlayarak; sonra da bunun adına birlik ve beraberlik diyerek, OHAL koşullarında anayasa yapıyor. Başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere Türkiye’nin taraf olduğu çağın özgürlük sözleşmelerinin yok sayıldığı OHAL koşullarında anayasa değil, olsa olsa o halin, daha doğrusu bu halin anayasası yapılır! Her gün şehit haberleriyle sarsılan ülkede muhalefetin, barışçı seçenekler oluşturacak yerde AKP hükümetine dönüp terörü sonlandırmak için muhalefetten ne isterseniz vermeye hazırız demesi, tam bir çivili beyin göstergesidir. Bu durumda AKP’ye ısrarla sormak gerekiyor: 2023’te nasıl bir özgürlükler Türkiye’si hedefliyorsunuz? Bilen varsa açıklasın; yoksa, çivilediklerine soralım; AKP ile nereye? 22 AĞUSTOS 2016 SAYI: 33192 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Yayın Koordinatörü Murat Sabuncu Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Haber Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 04.39 04.27 04.54 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 06.14 13.14 16.58 06.00 12.59 16.41 06.25 13.21 17.03 Akşam 20.01 19.44 20.06 Yatsı 21.29 21.10 21.29 Sorun ‘Avrupalılık’ değil, uygar olmak... ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] Yayın Yasakları Halk Denetimini Engeller Ne zaman kanlı bir saldırı olsa ya da toplumun tepkisini çekecek bir gelişme yaşansa hemen yayın yasağı geliyor. Öncelikle söyleyelim, yayın yasağı yasalarda kendine bir yer bulmuş olabilir ama hukukla bağdaşır bir uygulama değildir. Çünkü hukuk, açıklığı, saydamlığı öngörür. Bu nedenle yargılamalar halka açık yapılır, duruşma salonları kural olarak halka açıktır. Ne var ki şimdilerde istisnalar kurala, hukukun genel kuralları da istisnaya dönüştü. Duruşmalarda gizlilik kararı alınması, soruşturmaların kabul edilebilir (örneğin delillerin toplanmasına engel olabilecek durumlar gibi) gizliliği dışında avukatlara bile kapalı olması, zanlıların, sanıkların avukatlarıyla görüşmelerine bile izin verilmemesi doğal karşılanır oldu. Yayın yasaklarının kolaylıkla alınabilmesi, itirazların dikkate alınmaması ise durumu daha da vahim hale getiriyor. Bu uygulama her şeyden önce halkın haber alma hakkına açık ve ağır bir müdahaledir. Bir yerde can kaybına yol açan bir saldırı olmuşsa bunu halkın duyması gerekmiyor mu? Bir cinsel saldırı, taciz olayını insanlar duymak, öğrenmek zorunda değiller mi? Siz bunları yayın yasağı kapsamına aldığınızda, bu olaylarla ilgili soruşturmaları halkın yakından izlemesini, daha da önemlisi denetlemesini önlemiş oluyorsunuz. Kapalı kapılar arkasında yapılacak soruşturmalar her türden yasa dışı müdahaleye, yönlendirmeye, sık sık gördüğümüz gibi suçluların suçsuz, suçsuzların da suçlu gibi görünmesine yol açabilir. Yakın tarihimizin ünlü davaları, soruşturmaları böyle örneklerle dolu. Kanlı darbe girişimi ile açığa çıktığını düşündüğümüz pek çok davada, örneğin Hrant Dink davasında gizliliklerden nasıl yararlanıldığını görmedik mi? Yakın tarihte özel yetkili savcıların, yargıçların gizlilik kararlarından, “yetkilerden” yararlanarak büyük kumpaslar kurabildiklerini, suçsuz insanları yıllarca hapse mahkum edebildiklerini öğrenmedik mi? Halkın soruşturmalar hakkında bilgi sahibi olması, olup biteni sıcağı sıcağına öğrenmesi gizlilik duvarı arkasında, kapalı kapılar ardında gerçekleşebilecek suiistimalleri önler. Bir olayı halk biliyorsa, gazeteciler olayın araştırılmasına girişmişse artık onun saptırılması, karanlık güçlerin müdahalesi kolay olmaz. Yargıçların yayın yasağı kararı verirken bu açıdan da konuya bakmalarında büyük yarar var. Son zamanlarda yayın yasaklarının genel uygulamaya, açıklığın, saydamlığın istisnaya dönüşmesinin bir diğer sakıncası da yönetim tarzına, hükümet etme biçimine yönelik haklı eleştirilerin artmasına yol açmasıdır. Eğer her şeyi gizliyor, gizlilikten yarar umuyorsanız, eylemleriniz, işlemleriniz, kararlarınız hakkında da kuşkular kaçınılmaz bir şekilde yoğunlaşacaktır. Öyle de oluyor. Bir konu yayın yasağı kapsamına alındığında insanların ilk aklına gelen “evet burada bir şeyler dönüyor ya da dönecek” oluyor. Kurumların denetlemelerden muaf tutulması da öyledir. Gazeteciler bir konuyu araştıramıyorlarsa, önlerine yasal engeller, yayın yasakları çıkartılıyor, denetleme mekanizmaları tek tek yok ediliyorsa o zaman halk da nasıl bir rejimde yaşadığını sorgulamaya başlayacaktır. Gizlilik kararlarının, yayın yasaklarının “soruşturmanın selameti” klişesi ile gerekçelendirilmesi inandırıcı değildir. Gerçekte soruşturmaların selameti ancak halkın açık denetimi ile sağlanabilir. Saydamlık, açıklık uygulamada işletilebilseydi, yazılanlar, çizilenler dikkate alınabilseydi pek çok kişi bugün “aldatılmışız, kandırılmışız” demekten kurtulacaktı. Halkın haber alma hakkına dokunmayın, gazetecileri yasaklarla engellemeye çalışmayın. Çünkü onlar sonunda gerçeği bulup sizin önünüze koyacaklardır. Ama geç olabilir. Yaşadığımız son vahim olay da gösterdi; gecikmelerden ülke de halk da zarar görüyor. 15Temmuz’dan bu yana devam eden OHAL uygulamaları nedeniyle ‘Avrupa Birliği’, ‘Avrupalılık’ ve ‘Batılılaşma’ gibi kavramlar gündemimizde bir kez daha yoğunlaştı. Bu kavramlara değgin eski yanlış anlamalar ve savlar da yine boy gösterdi. AB’ye alınmak ya da alınmamak; özellikle son uygulamalar nedeniyle Batılılaşmanın neresinde olduğumuzu sorgulamak, aslında bütün bunlar, AB’ye uzanan doğru yolları bulandırmaktan başka bir işe yaramıyor. Öte yandan, özellikle tarihe bakışları sakat olan toplumlarda bu türden bulandırmalara çok sık rastlandığı da bir gerçek. Asıl sorun: Uygar olmak ya da olamamak… Avrupa, bir kıtanın adı. ‘Avrupalılık’ ise hem coğrafya bağlamında o kıtadan olmak, hem de tarihsel süreç içersinde o kıtanın örgüsünde yer alan halkların ve ülkelerin ortak paydası bir zihniyet olmak üzere ikili bir anlam taşıyor. Bir zamanlar, coğrafya anlamında Türkiye’nin Avrupa’nın doğal bir uzantısı sayılıp sayılamayacağı da tartışılmıştı. Bu, sözcüğün ikinci anlamı, yani ortak bir Avrupa zihniyeti kavramı karşısında, üstelik de sıkça, iflas etmeye mahkum bir tartışmaydı. Çünkü Almanya’nın, Avrupa’nın ortasında yer almasına karşılık, aynı Almanya’nın 19331945 yılları arasında tarihsel bir miras niteliğindeki ortak Avrupa zihniyetini temsil ettiği herhalde söylenemeyecektir. Buna karşılık aynı zaman diliminde Nazilerden kaçmak zorunda kalan dünyaca ünlü bilim insanlarına kapılarını açan Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyeti’nin Avrupa zihniyetini eksiksiz temsil ettiğini herhalde kimse yadsıyamayacaktır. Avrupalılığın ölçütü olarak ‘uygarlık’ Atatürk, Kuruluş’un ardından Türkiye Cumhuriyeti için Avrupalılaşmayı ya da Batılılaşmayı değil, fakat çağdaş uygarlık düzeyine (muasır medeniyet seviyesine) erişmeyi temel hedef olarak göstermişti. Bunun ne kadar doğru bir hedef olduğunu zaman gösterdi. Çünkü en kısa tanımı ile “uygarlık”, belli bir zamanda bir toplumun insanca ölçütler ile teknik ve bilimsel bağlamda o zamanın gerekli ve doğal saydığı çıtalara ne kadar ulaşabilmiş olduğunun göstergesi niteliğini taşıyan bir kavramdır. AB’nin de bizden beklediği, işte bu çıtaların gereklerini yerine getirmemizdi. Bu bağlamda AB’nin karne notlarında da elbet kırıklar var, ancak bu, onların sorumluluğu. Bize düşen ise, kendi kendimize yönelteceğimiz “Ne kadar uygar olabildik” sorusuna kendi doyurucu yanıtlarımızı verebilmek. Bir uygarlık tanımı da Aslı Erdoğan’dan… Peki, bu yanıtları şimdilerde verebiliyor muyuz? Satırlarımı, Zeynep Oral’ın dünkü yazısında tutuklu yazarımız Aslı Erdoğan’ın ilk kitabı “Kabuk Adam”dan yaptığı bir alıntıyı yineleyerek noktalıyorum: “Hayatın bizlere verip verebileceği tek ödül, tek armağan, sevgi dolu bir insandır ve biz böyle bir insanı, ilk fırsatta katlederiz. Sonra da, ömür boyu, bu asla bağışlanmayan günahın lanetini sırtımızda taşırız.” gçİEıekTraTer’dmkeçaeilşa:traen ‘Başka terör örgütleri de var’ SEYHAN AVŞAR 15Temmuz’daki kanlı darbe girişiminin ardından ilan d‘KeEsStKe’Tkegneblimzeedi’ edilen OHAL’le birlikte başlayan FETÖ soruşturması kapsamında “işten çıkarmalar, açığa almalar ve görevden uzaklaştırmalar” furyası tüm hızıyla devam ederken ara İ ETT’de istatistikçi olarak görev yapan R.K. ise, “KESK üyesi olmamıza rağmen, işimizden uzaklaştırıldığımız bu günlerde KESK Genel Merkezi’nden bize hiçbir destek gelmedi. Daha önce de larında KESK üyelerinin de bulun kurumumla davalık olmuştum. Özellikle duğu İETT çalışanı 38 memur görevden uzaklaştırıldı. KESK’e bağlı TÜM BELSEN sendikası yöneticilerinden Filiz Kurşun, işten çıkarmaların ardından sendika yöneticileri ve üyelerinin İETT Genel Müdürü ile görüşmek istediklerini fakat bir türlü randevu alamadıklarını söyledi. İnsan Kaynakları Da Arkadaşımız Seyhan Avşar görevlerinden uzaklaştırılan İETT çalışanlarıyla görüştü. “İETT’de AKP kadrolaşması çok yüksek bir oranda. KESK üyelerine yönelik bir mobing zaten vardı. Üyelerimiz evlerine çok uzak ga ‘Yaftalamaya çalıştılar’ Önceki yıllarda Türkçe Olimpiyatları için İETT’nin araçlarının kuruma karşı dava açanlar, sendika değişikliğine gidenler, hakkını arayan herkes ya sürülüyor ya da hakkında davalar açılıyordu” dedi. ‘rKaandidreTvoupablaaşm’atdaınk’ ire Başkanlığı’na gittiklerini belirten Kurşun, “İnsan Kaynakları Daire Başkanı’na işten çıkarmaları sorduğumuzda, bizlere ‘Sadece FETÖ yok. Başka terör örgütleri de var’ dedi” diye konuştu. İETT’de başlatılan işten uzaklaştırmalarda aralarında 7 KESK üyesinin bulunduğu 38 memur görevden uzaklaştırıldı. 5 yıldır İETT’de görev yaptığını söyleyen Ö.A., rajlara sürgün ediliyor, haklarında soruşturmalar açılıyordu. Bizler KESK üyeleriyiz. FETÖ ile bir işimizin olamayacağı açıktır. Bu operasyon FETÖ’ye dönük değil, sola dönük bir operasyondur. Cumhurbaşkanı, başbakan yaptıkları konuşmalarda operasyonların FETÖ’ye yönelik yapıldığını söylemesine rağmen, KESK üyeleri görevden uzaklaştırılıyor” diye belirtti. kullanılmasına tepki gösterdiğini söyleyen Ö.A., “Cemaate yönelik tepkilerimi dile getirince, ‘Hocaefendi hakkında düzgün konuşalım’ diye uyarı alıyordum. Alevi ve sol görüşlü biri olarak hayatım boyunca FETÖ dahil tüm cemaatlere karşı çıkan birisi olarak, FETÖ ile yaftalanmaya çalışmaları rahatsız edici” ifadelerini kullandı. l İSTANBUL T ÜM BELSEN sendikası yöneticilerinden Filiz Kurşun, “İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş ile görüşme istedik. Bir türlü randevu alamadık. Uzaklaştırmalar ile ilgili dilekçelerimizi yazıp CHP İl Başkanlığı’na valiliğe verilmesi için teslim ettik. Duyumlarımıza göre işten çıkarılmalardan önce sosyal medya hesapları incelenmiş” diye konuştu. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle