27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cuma 29 Temmuz 2016 TASARIM: SERPİL ÜNAY yorum 13 15Temmuz askeri darbe girişimi sonrasında başta Türk Silahlı Kuvvetleri, yargı, bakanlıklar ve çeşit devlet kurumlarında başlatılan temizlik operasyonları hız kesmeden sürüyor. Operasyonlar medya kuruluşlarına da sıçradı, çok sayıda televizyon kanalı, radyo, gazete ve dergi kapatıldı; en sonunda da 29 yayınevi. Bu medya kuruluşlarının önemli bölümündeki gazeteci, yazar ve televizyon yorumcusunun Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Askeri Casusluk gibi Fethullahçı savcı ve yargıçlar tarafından tezgâhlanan kumpaslarda üstlendikleri görevleri nasıl bir başarıyla yerine getirdiklerine tanık olduk. Açılan her dava için ayrı bir linç kampanyası başlatıyorlardı. Yüzlerce masum insan yıllarca hapislerde çürütüldü, gelecekleri karartıldı. Sanıklar için tahliye söz konusu oldu mu ağız birliği ederek, “serbest bırakılmasınlar” diye yaygara kopartıyorlardı. Kimi sanıklar ölümcül hastaymış, günleri sayılıymış bunlar için önemsizdi. Adalet bunlar için hiçbir şey ifade etmiyordu. HHH Ne var ki biz onlar gibi değiliz. Bize ne kadar düşmanlık etmiş olurlarsa olsunlar bir hukuk devletinde onların da adil yargılanmayı hak ettiklerini düşünüyorum. Temizlik operasyonları Haklarında gözaltı kararı bulunan veya gözaltına alınan kimi gazeteci ve yazarlar var ki FETÖ ile doğrudan bir bağlantıları olduğuna, darbe girişimini desteklemiş olabileceklerini düşünemiyorum. Örneğin, gözaltına alınan Şahin Alpay, Ali Bulaç ya da 47 kişilik listede adı bulunan Hilmi Yavuz gibi. Hiçbir düşünce akrabalığım olmayan, birçok yazısını okurken tüylerim diken diken olan Nazlı Ilıcak için de aynı kanıdayım. Türkiye’de hiçbir gazeteci/yazar yazdığı gazete nedeniyle, eğer şiddeti, darbeyi, terörü savunmuyorsa düşünceleri nedeniyle baskı görmemeli. Kapatılan 29 yayınevinin yayın programlarına bakıyorum; hiçbirinde Fethullah Gülen’inkiler de dahil mahkemece yasaklanmış yayın yok! Bu kapatılma gerekçesinin kamuoyuyla paylaşılmasında yarar olduğu kanısındayım. HHH Bir süredir televizyon ekranlarında Türk Silahlı Kuvvetleri’nden Atılan ve Ayrılanlar Platformu’ndan gençleri izliyorum. 2 bin 500 kişiler. Okudukları askeri okullarda Fethullahçı arkadaşlarının kalleşliklerinin ve Fethullahçı okul subaylarının alçaklıklarının kurbanı olarak ya okuldan atılmışlar ya da okuldan ayrılmak zorunda kalmışlar. Şimdi itibarlarının iadesini istiyorlar. Devlet, onların istediklerini karşılamakla kalmamalı, isteyenlerin geri dönüşlerine olanak sağlamalı, o kalleş ve alçakların da yaptıklarını fitil fitil burunlarından getirmelidir. Madem devlet bağırsaklarını temizliyor, o halde temizlik operasyonları hukuk ve insan hakları sınırlarını aşmadan sonuna kadar sürdürülmelidir. Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA [email protected] Uzun yaşamın sırrı: Aşk Doç. Dr. ÖZLEM KUMRULAR Bahçeşehir Üniversitesi Halil Hocam kitabımı kutluyor ve tarih dünyasına yeni atılan bir gencin duymak isteyeceği her şeyi kısacık bir telefon konuşmasına sığdırıyordu. O günden sonra hocanın hep yanı başında olma şerefine erişmiştim. Hiç tanımadığı genç bir tarih doktoruna telefon açıp ona şevk verecek kadar alçak gönüllü, Osmanlı tarihi üzerine çıkan her yeni eseri takip edecek kadar titiz, gençlere zaman ayıracak kadar cömert olduğuna daha sonra defalarca şahit olacaktım. Hocanın öğrencisi olmakla müşerref olanlar ise onun son derece disiplinli ve ciddi çalıştığına tanıklık etmişlerdi. Bugün ziyadesiyle saygın Osmanlı tarihçilerinin çoğu onun sırasından geçmişti. Tarihçi olmanın ‘alfa’sı 2012 yılında yıllar yılı biriktirdiği, dünyanın dört bir yanından topladığı belgeleri sakladığı Halil İnalcık Osmanlı Araştırmaları Merkezi’ni (HICOS) araştırmaya açmaya karar verdiğinde beni çağırmıştı. Hocanın elleriyle çoğu Eski Türkçe yazılmış, akıl durduran bir düzen içerisinde kataloglanmış fişleri ve notları görünce daha önce böyle bir düzen görmediğimi fark etmiştim. Arşivi uzun uzun incelediğimde ise nasıl Halil İnalcık olunduğunu anlamıştım. Mesela, Hoca Osmanlı hukuku üzerine yazmak için sayısız devletin hukuku üzerine ince eleyip sık dokuyarak araştırma yapmış, sonra Osmanlı belgelerini rulo rulo hatim etmiş ve uzun karşılaştırmalar sonucunda kaleme almıştı yazacaklarını. Macarcadan Farsçaya kadar pek çok dilde belge toplamıştı. Os Prof. Dr. Halil İnalcık. (19162016) manlı tarihine sadece içeriden değil, dışarıdan nasıl bakılması gerektiğini gösteriyordu adeta bu sistem. Titizlik, farklı perspektifler, farklı bir algı... Tarihçi olmanın ‘alfa’sıydı işte bunlar. Hayattan zevk almak Hoca’nın hayata bakış açısının klasik bir akademisyeninkinin ötesinde olması sanırım hayatın zevklerine verdiği önemden geliyordu. İyi edebiyat, iyi yemekiçmek, iyi bir seyahat için ayrılacak zaman öncelikliydi. Son zamanlarında özellikle o renkli hayatı içinde Fransız şehir ve kasabalarına yaptığı seyahatleri ayrı bir nostaljiyle hatırlayıp anlatıyordu. O dupduru hafızasından çıkarıp bizimle paylaştığı çok özel anılar çoğu zaman bir film karesi kadar net ve detaylıydı. Yüz yaşına ramak kala hâlâ sofrasının bir kuralı olarak yemeklere bir peynir tabağıyla son verme o günlerden kalmış olmalıydı. Mesleğinin son yıllarında kaleme aldığı, Osmanlı’nın işret geleneğinin 2005 yılıydı... İspanya’da verdiğim doktora tezim henüz yayımlanmıştı. İspanyolca çıkan bu iki kitabı kimsenin okumayacağını düşünürken telefon çaldı. Kulaklarıma inanamıyordum. Arayan Halil İnalcık’tı! ayrıntılarını tüm renkleriyle anlatan “Hasbağçede ‘ayş u tarab” kitabını okuyanlar onu ne büyük bir zevkle yazdığını hissedecekler. Hoca, ince bir damak tadı olan, damağının lezzetini bozacak en ufak bir lokmaya ve yuduma hemen itiraz eden bir gurmeydi. Peki, romantizm… Romantizm, ruhunun her katmanında yaşıyordu. Son yıllarında Bilkent’teki evinde camın önünde salınan bir kavağa yazdığı aşk şiiri kendisinin de en sevdiği nişanıydı bunun. Ne de olsa Abdülbaki Gölpınarlı’nın çok yakınında olmuş, onun yanında edebiyatta pişmişti. Hoca’nın aruz vezni ile yazdığı şiirler onun hayatının her katmanında varlığını gösteren o tatlı romantik ruhunun göstergelerinden sadece bazılarıydı. Aşk mı? Kalbi doksanların sonlarında bile heyecanla çarpıyordu. Halil Hoca aşktan bahsetmeyi severdi. Ondan en sık duyduğum cümle “Tagore’un aşk tanımı her şeyi özetler: Kaçarsan, kovalanırsın, aşk olur”du. 100. doğum gününün sabahında balkonunda kahve içer ken yakın dostu ve nehir söyleşisinin yazarı Emine Çaykara, asistanı Birsen Çınar ve kızı Günhan İnalcık’la birlikte sabah kahvemizi içerken sadece aşkı değil, hayatının anlamını da özetlemişti: “Aşk, bütün kâinatı canlı tutan prensip.” O gün bize uzun yaşamının sırrının aşk olduğunu söyledi. İnalcık’ın en çok cehalet ve bağnazlığın karşısındaydı. Yobazlığa tahammülü yoktu. Emek verip yazdığı eserlerin okunmamasına ise dayanamıyordu. 100 yaşına yaklaştığı zamanlarda bile sağlığı el verdiğince kendi adına yapılan sempozyumlara katılır, katılımcılar arasında onu kızdıran olursa en ön sıradaki yerinden ayağa kalkıp arkaya döner, işaret parmağını kaldırır ve herkese hitaben “Beni okuyunuz!” derdi. Ata ile tanışma Hocanın ilkokulun tahta sıralarında Atatürk’le tanışması ve Ata’nın kendisine yönelttiği coğrafya sorusuna verdiği cevap, Mustafa Kemal karşısında döktüğü soğuk terler kaderin bir oyunu olmalıydı. Çünkü İnalcık, bugün dünyanın dört bir yerinde, engin bir coğrafi alanda, sayısız dile çevrilen eserleriyle şahsen bulunduğu ve bulunmadığı tüm ülkelerde eserleri ve itibarıyla ölümsüzlüğe kavuşmuş durumda. Osmanlı tarihinde bir ekol yarattığı, adını saymakla yorulacağımız pek çok üniversite ve enstitü tarafından şereflendirildiğini hatırlatmaya gerek yok. Onu sadece bir Osmanlı tarihçisi olarak anmak ise onun Cumhuriyet üzerine yazdıklarına haksızlık olacaktır. Sanırım 100 yıllık örnek alınacak bir hayatın anısına bugün yapmamız gereken: Onu okumak. Onu okuyunuz! 29 Temmuz 2016 SAYI: 33168 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Yayın Koordinatörü Murat Sabuncu Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Haber Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 04.03 03.53 04.24 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 05.50 13.18 17.11 05.37 13.02 16.54 06.04 13.25 17.14 Akşam 20.32 20.14 20.33 Yatsı 22.11 21.49 22.05 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] [email protected] ‘Lozan’ı Unutmak!.. Bu olamaz mı diyorsunuz? Peki, “24 Temmuz” pazar günü, “TC Devleti”nin uluslararası tapusu olan “Lozan Antlaşması”nın “93. yılı” devletçe TSK da içinde olmak üzere anayasal kuruluşlar ve siyasi partilerce sendikalar birlikte sivil toplum örgütlerince anıldı mı? Öyle uzun uzun değil kuşkusuz, kısacık birer cümleyle... Sözlü, görüntülü basına kısaca “medya”ya gelince izninizle ilkin şunu sorayım, “24 Temmuz” günü “Lozan Antlaşması”nın anlamına değerine biriki sözcükle değinerek topluma anımsatan bir “TV” programına rastladınız mı? Gündem ülke için olağanüstü yaşamsal bir konuyla, “15 Temmuz” gecesi yapılan “FETÖ”cü asker darbesiyle dolup taştığı sırada, kapsamlı bir program yapılamazdı desek de, hiç olmazsa “1520” dakikalık bir “anma” da gerçekleştirilemez miydi? Zaten böyle bir anmayı, izleyicileriyle paylaşacak kaç “TV” kanalı var. Bir elin parmakları kadar... Değerli dostlar, ülkemiz adına daha da üzücü olan, bu kanalların kimisinde “24 Temmuz” günü için önceden hazırlanan “Lozan Antlaşması” programının da bir gün kala iptal edilmesi. İptal nedeni olarak da dokuz gündür yayınlarının tümünü, ülkemizi altüst eden “FETÖ”cü başkaldırmaya özgülediklerini belirttiler. İyi de, “Lozan”ın özü, ruhu, “FETÖ”nün uygulamak istediği “çağdışı yaşam boyunduruğu”ndan da Türkiye’yi kurtarmak değil mi? Değerli dostlar bu üzüntüyle, ABD’li “Senatör Upstown”ın, “Lozan” için söylediklerini anımsadım, üstelik bunları sizlerle paylaşmaktan da kendimi alamadım. ABD’li Senatör Upstown, “Lozan Antlaşması” henüz üç yaşındayken, “ABD Senatosu”nun bir oturumunda yaptığı konuşmada, yalnızca antlaşmaya saldırmakla kalmaz, Atatürk’e de dil uzatır, hem de kimler üzerinden, özetle şöyle: “Bu antlaşma, hunhar Timurlenk, sefil korkunç İvan, kepaze Cengiz Han gibi olan bir diktatörün zekice yürüttüğü bir politikanın toplamıdır. Savaştan bıkmış dünyaya, bütün uygar uluslara onursuzluk getiren bir manevrayla antlaşmayı kabul ettirebilmiştir!” (Ocak 1927) . ABD Senatosu, Upstown’ın bu görüşünü alkışlarla karşılayacak, dolaysiyle ABD, “Lozan Antlaşması”nı imzalayıp onaylamayacaktır; bugüne dek... Ve Upstown’ın utanılacak kişiliğini yansıtan bu konuşmasından “86 yıl” sonra, bu kez yalnızca Atatürk’e değil, “Lozan Antlaşması”nı imzalayan “İnönü”ye de, “ayyaş” diye seslenilecektir, onların kurdukları “TC Devleti”nde. Biliyorum değerli dostlar, tam da “birlikberaberlik” içinde olmamız gereken şu günlerde, eskileri anımsatmanın “yersiz” olacağını söyleyebilirsiniz haklı olarak, üstelik bu birlik için “iktidar ve muhalefet” çözüm ararlarken... Ama yine de kısaca şunları söylememe izin verin; evet, iktidarın davetiyle bir toplantı yapıldı pazartesi günü “Kaçak Saray”da. Toplantıdan önce ana muhalefet (CHP) Başkanı, bu görüşmede gündeme getireceği konuların başında “iktidarın özeleştiri yapması”nı istemek olacağını bildirmişti. İyi de, iktidardan istenen “özeleştiri”, yalnızca bu “FETÖ” konusuyla “sınırlı” tutulursa iktidarın kutuplaştırıldığı ülkede, “sürekli” bir “uzlaşı” sağlanabilir mi? Anımsayalım; daha önce de “darbe” gerekçesiyle oluşturulan “Kumpas Davaları”yla yaratılıp ülkeyi altüst eden sürecin, “FETÖ”nün ürünü olduğunu ileri süren “AKP” iktidarının başı, boynunu büküp, “Aldatıldık!” diyerek yenilip yutulamayacak bir “özeleştiri” yapmamış mıydı? Bu durumda, “AKP” iktidarından istenecek özeleştiri “KAPSAMI”nın, gerçekten “birlik, beraberlik” içermesi düşünülüyorsa ilkin “ayyaş” dediklerinden “özür” dilemekle başlayıp; “TC Devleti”nin “enkaz” dedikleri yaratılma sürecine dek uzanması; ayrıca devletimizin ABD’nin isteğiyle “Ilımlı” da olsa bir “İslam Devleti”ne dönüştüremeyeceklerini de içine alacak boyutta olması gerekmez mi? NOT: 24 Temmuz günü “Lozan”ı kutlayan “Cumhuriyetçi Kadınlar Derneği”nin, “İstanbul Şubesi”ne ve “İnönü Vakfı”na, yürekten sevgiler, saygılar! Dündar’a saldırı davası Tanıklar dinlendi Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’a, MİT TIR’ları haberlerine açılan davasının karar arasında Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi önünde silahlı saldırı düzenleyen Murat Şahin ve azmettiriciler Habip Ergün Celep ile Sabri Boyacı dün ikinci kez yargıç karşısına çıktı. Tutuklu sanık Murat Şahin, “Tutuklu olmasaydım 15 Temmuz gecesi tankın altına yatardım. Aynı duygularla bu eylemi yaptım” dedi. İstanbul 28. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada tanık olarak dinlenen Dilek Dündar, duruşma arasında, adliyeden çıkıp yürüdüklerini söyleyerek “Karşıdan gelen birinin elinde silah gördüm. Arkaya baktım. Bağırdım. Sanığın “vatan haini” diye bağırdığını duydum. Gayri ihtiyari elimi yüzüne doğru götürdüm. O sırada ateş etti. Muharrem Erkek ile sanığı engellemeye çalıştık. Bir kez daha ateş etti, sonra polisler geldi” dedi. Sanık Murat Şahin ise “İstesem ikisine de zarar verirdim. Amacım Can Dündar açısından milletimizi bilgilendirmekti. Ben siyasetle de ilgilenen bir insanım. Ben Can Dündar’ın MİT’e nüfuz eden, oradan bilgi alan bir kişi olduğunu düşündüğümden, bunu topluma duyurmak istedim. Amacım onu öldürmek, yaralamak değildi” diye konuştu. ‘Arkadaşından silah istedi’ Tanık olarak dinlenen Murat Şahin’in eşi Sezen Şahin, “Kendisinden bir şikâyetim yok. Vatanını milletini seven bir insandır” dedi. Ağabey Celalettin Şahin ise Murat Şahin’in olaydan iki üç gün önce, aynı işi yaptıkları Ferhat isimli bir kişiden silah istediğini duyduğunu söylerek “Murat’a neden silah istiyorsun diye sormadım. Olayı televizyondan öğrendim” diye konuştu. Mahkeme yargıcı, davayı 8 Ağustos’a erteledi. Gelmeyen tanık Recep Boyacı hakkında zorla getirme kararı verdi. l İSTANBUL/Cumhuriyet C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle