16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cuma 24 Haziran 2016 EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ haber 11 Arcayürek, CHP’nin yayın organı Ulus’tan ayrılıp, DP’ye yakın Vatan’a geçişini anlatıyor (2) ‘Partiye katılın’ dediler ‘Biz gazeteciyiz’ dedik Dağdakibilge çobanla şehirdeki şaşkın entelin oyu ALİ FIRAT ATABAŞ n İsterseniz Ulus gazetesine dönelim yine. Evet, işte Çetin’le beraberiz... 300’er lira maaş alıyoruz. Kürdün Meyhanesi vardı, yanında Şükran Lokantası... Karpiç’e gidilir. Karpiç, basının büyük isimlerinin bir araya geldikleri bir yerdi. Terbiyemiz gereği o sofranın kenarına ilişir, ustaları dinlerdik. Aka Gündüz’ler, Nurettin Artam’lar; bir devrin yıldız adamları bunlar... Bir müddet sonra Çetin; bugünkü Altan kardeşlerin annesiyle flört etmeye başladı. Onu da alıyoruz, Gar Gazinosu’na gidiyoruz. Böyle geçiyor günler... Benim en yakın dostlarımdan Nusret Baban, Babanlardan Kürt Nusret derdik, onunla dolaşırdık. Karpiç’ten sonra ya Ankara Palas’ta pavyona gidiyorsun ya da iki tane bar var onlara... Orada oturur içilir, bazen ekibe Nizam Payzın da katılır. Nizam Payzın, Şirin Payzın’ın babası... Çok terbiyeli uzun boylu yakışıklı bir adam. Neyse, Ulus’a dönersek, önce Çetin ayrıldı Ulus’tan... Benim ayrılmamın sebebi de şu: Bizi bir gün partiye çağırdılar. Genel Sekreter Yardımcısı Kemal Dursunoğlu, “Madem Ulus’ta çalışıyorsunuz partiye kaydolacaksınız” dedi... “Olmaz, biz gazeteciyiz” dedik. Çetin’i kovdular. Gerçi önceden Akşam’la anlaştı gitti galiba... Beni de ağabeyim Dündar’ın, muhalif Kudret gazetesinde çıkan bir haberini bahane ederek suçladılar. İstifa ettim. Kudret gazetesi beni aldı. Bir müddet sonra da Vatan’a girdim. O zaman Vatan DP’nin sözcüsü gibi. Ahmet Emin Yalman başyazar. Parlamento muhabiri Sabahattin Sönmez, DP’yle çok içli dışlı ve her yere beni de götürüyor. Siyasetle doğrudan ilişkim böyle olmuştur. Konuştuğum adamlar da Celal Bayar, Fuat Köprülü, Adnan Menderes... n Vatan’da ne kadar çalıştınız, darbeyle mi ayrıldınız? 1950 seçimlerini geçirdim orada. Gazeteciliğin tadını Vatan’da öğrendim. Sabahattin Sönmez beni Meclis’e götürüyor. Sabahattin Abi’nin evine gidip oradan telefonla haber yazdırırdık. Ve saat 12’de filan biterdi iş. Sabahattin Abi sonra fena halde hastalandı. Teşhis de koyamıyorlar. DP iktidarda. Gazete Vatan, “Ya ben ne yapacağım” dedim şimdi. Sabahattin Abi’nin yerine muhabirlik yapacaksın. Sabahattin Abi de rica etti “hasta olduğumu gazeteye söyleme” diye. Koca Sabahattin Sönmez, hastaneye yatarsa gazetenin işine son vereceğini düşünüyor. Söylemem de ne yaparım? Aklıma Adnan Menderes’in Özel Kalem Müdürü Basri Aktaş geldi. Durumu anlattım. Başbakan Menderes’in yanına girdi çıktı. “Buyurun Cüneyt Bey” dedi. Girdim, Adnan Bey gülerek, “Gel bakalım Cüneyt Bey, ne istiyorsun?” dedi. Dedim “Beyefendi, ‘Ne isterim ben sizden, sadece haber”. “Söyleyeyim o zaman” dedi ve hemen başladı anlatmaya. “Bu mahalli idare seçimlerinin hepsini biz kazandık” dedi. “Bu haber değil” dedim. “Anladım” dedi. “Yaz öyleyse... Bugün Genelkurmay Başkanı’nı değiştirdim yerine de şunu getirdim.” Kara deniz hava bilmem ne yazdırdı bana isimlerle. Gittim gazeteye verdim. Gazetede manşet, Metin Toker çılgına döndü. Ertesi gün gittim yine, Basri yine içeri aldı. Adnan Bey, bu sefer dedi ki “Bu antidemokratik kanunlar var ya hepsini değiştiriyoruz. Şimdi emir veriyorum Adalet Bakanı’na ona git sana demeç versin, hepsini söylesin.” Gittim, adam döktü her şeyi bana... Yine manşet. Tam 10 gün böyle... EŞİ ESİN ARCAYÜREK’TEN CÜNEYT ARCAYÜREK’E MEKTUP Cüneyt Arcayürek ve Esin Arcayürek 55 yıl süren mutlu bir evlilik geçirdi. Yokluğun cehennemin öbür adıdır Sevgili Cüneyt; Tam 1 yıl olmuş bu dünyadan göçüp gideli... Yokluğuna dayanmak öyle zor ki... Kapı komşusu dostumuz Ahmed Arif’in şu dizeleri seni toprağa verdikten sonra belleğime adeta mıh gibi çakılı kaldı: “Yokluğun cehennemin öbür adıdır. Üşüyorum, kapama gözlerini...” Evet… Bir türlü söküp atamıyorum belleğimden bu dizeleri... Elli beş yıl birlikte; kaderde, kıvançta ve tasada, her şart ve ortamda hayatı doya doya yaşadık. En güzel değerleri karakter yapında topla yan çok özel bir kişiliktin. Dışarıdan sert, uyum sağlanması zor bir insan izlenimi verirdin. Oysa hep iyiden, güzelden, doğrudan yana oldun. Eğilmedin, bükülmedin, hiçbir zaman boğun eğmedin. Seninle hep gurur duydum. Nur ve huzur içinde yat... İsmet İnönü’den cezaevindeki Arcayürek’e moral ziyareti Üzülme, ben de idam fermanıyla yola çıktım n Adnan Bey’le aranız hep böyle iyi mi gitti? Ben Vatan’dan ayrılıp Ulus’a geçeceğim haberleri çıkınca Özel Kalem Basri Bey çağırdı. Dedi ki ‘Beyefendi’nin canı fena halde sıkkın Ulus’a gidiyormuşsun. Bana dedi ki gidin çocuğa söyleyin bunu yapmasın.’ O zaman Zafer var DP’nin yayın organı ‘orada işe başlasın 500, Sümerbank’a da basın müşaviri yapsınlar oradan da 500 versinler.’ ‘Yok’ dedim ‘Basri bunu yapamam ben. ‘Alışık değilim böyle şeylere.’ Sonra Meclis Lokantası’nda Adnan Bey ile karşılaştık. ‘Niçin Ulus’a gidiyorsun. Ekmek parası istedin de biz vermedik mi?’ dedi. Sonra bazı haberler nedeniyle Adnan Bey’le Ahmet Emin Yalman ipleri koparmaya başladı. Başbakanlıktan Sabahattin Abi’yi çağırdılar. Gitti. Ben dedim ki ‘Tamam canımıza okuyacak. Kovduracaklar.’ Menderes ona ‘O mavi gözlü sıska bir oğlan ne güzel yazmış bu haberi’ demez mi? Böyle de bir duruşu vardı. O duruşa rağmen beni 1954’lerde aldı hapse tıktı. Ben hapse girdim. İki üç gün sonra İsmet Paşa geldi hapishaneye. Camlı odada karşılıklı. Sen bağırıyorsun o bağırıyor o delikten duyuyorsun. İsmet Paşa ‘Üzme kendini ben halifenin idam fermanıyla yola çıktım” dedi. ‘İş o noktaya geliyor zaten’ dedim. Bugünkü iktidar sahipleri Adnan Beyi yere göğe sığdıramıyor ama bugünkü olayların tohumunu Adnan Bey başlatmıştır. n Vatan’dan ayrılış nasıl oldu? Adnan Bey, 1950’de iktidara geldiğinde çok sevecen, iltifatkârdı. Sonra 53’ten itibaren baskı başladı. 54’te seçimleri açık ara kazanınca Adnan Bey daha çok artırdı yaptığı saçma sapan şeyleri. O zaman basın da ona cephe aldı. Ben DP yüzünden ipleri kopardım Vatan’la. Ulus’a gittim. Ben Ulus’un Meclis muhabiriyken Adnan Bey CHP’nin bütün malvarlığına el koyan bir yasa getirdi. Bunun içinde Ulus da var. Halbuki Ulus Atatürk’ün parasıyla kurulmuş. Hayır CHP’nin diye onu da götürecek. Kapatılma kararını Meclis’te izledikten sonra gittim gazeteye. Curcuna. Hiç unutmuyorum, Altan Öymen ile elimizde boyalar, ‘Faşist Menderes’ falan yazdık duvarlara... Bu kez Nihat Erim, Yeni Ulus diye bir gazete çı kardı. Oraya gittim. Ama elimize doğru dürüst para geçmiyor. O sırada Metin Toker, Akis’i çıkartıyor. Ama DP havasında... Beni çağırdı, dedi ki Cüneyt her hafta yazı yaz. 25 kâğıt vereyim.’ Ayda 100 lira eder, biz Yeni Ulus’ta brüt 90 liraya talim ediyoruz Yeni Ulus’ta... Peki dedim. Bir zaman sonra birgün Metin çağırdı. İşime son verdi. Kovulduktan sonra Rapor’u çıkardım. Bir gün sonra ‘para yok’ dediler. Sonradan öğrendim ki Koraltan’ın oğlu ‘buna yardım etmeyin’ demiş. Onu da kapattık, elde kuruş da kalmadı. Adnan Bey 57 seçimine kadar başta. Bana kimse iş vermiyor. Niye? Ben Akis’teyken Adnan Beye karşı çıkmış ve hapse girmişim ya... Bitti. Damgalı eşek. Aynı bugünkü gibi. Bence 50’den sonra toplum kendi değerlerini aramaya başladı. Ben o dönem solcuların yanındaydım. Mesela İlhan Selçuk, Çetin Altan... Bunlar benim arkadaşlarım. Miyase İlknur ‘İlhan Abi’ kitabında yazmış bunları. İlhan bambaşka Çetin bambaşka. Hepsinin buluştuğu bir şey var solculuk. Bunlar komünist filan değildi ya... SÜRECEK hiç bir olur mu? Hayatını tarlalarda inek güderek geçiren, gençliğinden yaşlılığına tüm politik seçimlerde yoksulluğunun bilinciyle tutarlı tercihler yapan bilge köylü Bedriye Teyze’nin oyu ... Üç üniversite bitiren, sekiz dil bilen, kimi gazeteci, kimi akademisyen, kimi sanatçı olan ama kafayı bir türlü toplayamayan, radikal soldan liberal sağa, liberal sağdan milliyetçi sola zıplayan ve hep kandırılmaktan mustarip olan aydının oyuyla bir mi? Maalesef bir. Dağdaki bilge çobanla; şehirdeki şaşkın entelin oyu bir. Çünkü çağdaş uygarlık bunu gerektirir. Farklı eğitim, akıl, kültür, inanca ya da akla sahip insanları, tercihlerinin değeri üzerinden derecelendirmek, uygar toplumların yüksek ahlak penceresinden bakıldığında, kulağa da kalbe de çirkin gelir. Prensipte herkesin tercihinin eşit değer taşıdığını kabul etmek, rasyonel düşünce açısından pozitif bir ayrımcılıktır. Yüzünü geleceğe dönen uygarlık, aslen eşit olmayan değerleri prensipte eşitlemek niyetiyle önerdiği bu ahlakla, çıtayı düşürmeyi değil, uzun vadede de olsa yükseltmeyi öngörür. Ama bu süreçte alması gereken çok önemli bir önlem vardır: İktidarı mankafalılara kaptırmamak. Biz kaptırdık. Cehaleti yücelten ve toplumu dağdaki ve şehirdeki en düşük algı ve akıl seviyesinde eşitlemek gibi bir kurnazlıkla, kısa sürede yüksek kazanç sağlama sarhoşluğuna kapılan rezil bir niyete, sadece iktidarı değil yakayı hatta paçayı da fena kaptırdık. Tehlikeyi görmemekte ısrar ede ede, görmezden gele gele, kendi bacağımıza sıktık. Başlangıçta bize demokrasi treninden el sallayan ama diğer yandan ayaklarının altındaki seccadeyi de gözümüze gözümüze sokan niyet, artık trenden külliyen indi ve uçan seccadeye bindi. İndiği treni jilet yapılmak üzere hurdaya bile verdi. O yüzden biz şu an yola katırlarla devam etmekteyiz. Ve katırın kâh sırtında, kâh ayaklarının altında eziyet çekmekteyiz. Dağlarında şiirler yazan, türküler yakan ve zalime kafa tutan bilge çobanların dolaştığı bir ülkeyi hayal etmekten artık çok uzağız ve bu uzaklığı kanıksamaktayız. İnsanlık tarihini felsefe tarihiyle birlikte anlayan, anlamlandıran çocuklar yetiştirme umudumuz hiç kalmadı; haritayı açmış çocukların geleceğini kurtarmak için nereye göçsek diye yakınlara ve uzaklara, kaçabileceğimiz güvenli kuytulara bakıyoruz. Kim terörist, kim değil diye birbirimizin başının etini yiyoruz ama artık “Terör nedir ve ne işe yarar?” diye zerre düşünmüyoruz. İnsanların sadece tüketim bilincinde eşitlendiği bir düzen kazanında nicedir haşlanmakta; bin çeşit ekmekten bin çeşit eğitime, her şeyi aşkın bir iştahla satın almaktan lime lime olmuş aklımız ve vicdanımızla nihayetinde parçalanıp dağılmaktayız. Ardı ardına imam hatibe dönüştürülen devlet okulları.. İktidarın ağzının içine bakan dekanlarla, rektörlerle, akademisyenlerle doldurulmuş üniversiteler... Bağımsızlığını çoktan kaybetmiş bir yasama ve yargı... Tıklım tıkış kalabalık bir yandaş medya ordusu... Günden güne muhafazakârlaşan ve hırçınlaşan sokaklar... Ve bu hengâmede kimin oyu ne kadar değerli, ne kadar değersiz saçmalığı üzerinden yapılan tartışmalar... Geldiğimiz nokta kâbus. Adına külliye denen bir saraydan tebaa misali yönetiliyoruz ve her güne o sarayın balkonundan üzerimize doğru sallanan bir parmağın korkunç tehditleriyle uyanıyoruz. Buna rağmen hâlâ horul horul uyuyoruz. Ona layık olmaya çalışıyoruz Cüneyt Arcayürek için ölümünün 1. yıldönümünde Gölbaşı Mezarlığı’ndaki gömütü başında tören düzenlendi. Cumhuriyet’in çınarı Cüneyt Arcayürek’i, ölümünün birinci yıldönümünde andık Gazetemizin usta yazarı Cüneyt Arcayürek, ölümünün 1. yıldönümünde Gölbaşı Mezarlığı’ndaki gömütü başında meslektaşları, yakınları ve okurları ile birlikte anıldı. Törene, Arcayürek’in eşi Esin Arcayürek, gazetemizin İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Ankara Temsilcimiz Erdem Gül, Ankara Haber Müdürümüz Ayşe Sayın, eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden, eski Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Necati Zincirkıran, Ankara Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin, İsmet İnönü’nün kızı ve gazeteci Metin Toker’in eşi Özden Toker, CHP milletvekili Mustafa Balbay, gazeteciler ve sevenleri katıldı. Törende konuşan Atalay, Arcayürek’in ölümünden çok kısa sü re önce, “artık yolcuyum” diyerek kendisine yazdığı veda mektubundan bahsederek “Mektubunda, göçtüğü diyarlardan gözünün üzerimizde olacağını söylemişti. Onun emek ve katkı verdiği kurumları, ilkeleri yaşatmaya çalışıyoruz. Umarım, bizden sonraki kuşaklar da onun bıraktığı mirası yaşatacaklardır” dedi. Kimseye yaranmadı Yekta Güngör Özden de “Cüneyt Arcayürek, zamana ve koşullara göre yazı yazan, birilerine yaranmak peşinde değildi. Özellikle son yıllarda medyada üzüntüyle izlediğimiz yalakalıkların, yalanların hiçbirinden yana değildi” dedi. Ankara Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin ise Arcayürek’in Türkiye’de gazetecilik eğitiminin başlatılmasındaki önemini anımsatarak “Geride bıraktığı en önemli şeylerden birisi de iletişim fakültelerinin kurulmasıydı” dedi. Arcayürek’in hapishane döneminde mektuplarıyla kendisini yalnız bırakmadığını söyleyen Mustafa Balbay ise “Medyanın bugünlerini görse elbette üzülürdü. Ama eminim hiçbir şekilde ödün vermeden dimdik durup yazmaya devam ederdi” diye konuştu. Özden Toker de Arcayürek ile yarım asrı aşan bir dostluğa sahip olduklarını vurgulayarak anlattığı anılarında, “Cüneyt, her zaman dürüst ve sevgi dolu bir insandı. Metin de onun gibi her zaman gazetecilikte muhabir olarak kaldı. O heyecanı ve sorumluluğu duydu” ifadelerini kullandı. l ANKARA / Cumhuriyet C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle