18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 29 Mayıs 2016 4 EDİTÖR: hakan akarsu TASARIM: müge kaygusuz gezi Her yerde gerginlik Haldun Taner, uzun bir aradan sonra yeniden gazetede haftada bir köşe yazısı yazmaya başladıktan sonra bir gün soruma yanıt olarak, yazılarına olumsuz tepki almadığını, tek istisnanın bir büyük kulübün başkanı hakkındaki yazısı olduğunu, ona, hiç ummadığı en ilgisiz yerlerden bile gelen tepkilerin, hatta baskı girişimlerinin kendisini şaşırttığını söylemişti. Haldun Taner’in yaşamöyküsünü bilmeyenler bile, eşsiz “Fasarya” öyküsünü okuyunca, büyük yazarımızın futbola yabancı olmadığını kolaylıkla anlarlar. Haldun Hoca’nın “Devekuşuna mektuplar”ındaki üslubunu da bildiğimden, o zaman böylesine canhıraş bir tepki görmüş olmasına şaşırmıştım. Üstelik unutmayalım ki o dönemde futbol, televizyon sayesinde toplumun tümünü ilgilendiren, evde ailecek hep birlikte de seyredilen bir “gösteri sanayi” değildi. Konunun hassasiyetini kendim de futbol yazmaya başladığımda, “Cimbom’u yeterince iyi göstermediğim” savıyla, aldığım tepkilerle, yaşayarak, anladım. O yüzden aşağıda yazacaklarımın Fenerbahçe düşmanlığı veya Aziz Yıldırım karşıtlığıyla ilgisi olmadığını özellikle belirtmek zorunluluğunu duyuyorum. HHH Zaten böyle olmasına imkân yok. Çünkü Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray’ı, bölgecilik şovenizmine batmış, büyük kentlerde bile kompartımanlar halinde ayrı yaşayan insanlarımızın birbirlerine yaklaşmalarını sağlayacak bir alt kimlik oluşturma işlevini yerine getiren toplumsal hizmet kurumları olarak görürüm. Monte Carlo’da Prens Albert Stadı’nda, zıt dünya görüşün sahip olduğum bir kamu görevlisiyle kucaklaştığımda bu gerçeği bir kez daha kavramıştım. Futbol takımı taraftarlığı, oluşturduğu alt kimlikle insanlar arasında yakınlaşma sağlayan bir etken olabiliyordu. Tabii kolayca anlaşılabileceği üzere, böyle bir etki sağlayabileceği gibi, tam aksine, insanları, toplumları birbirlerine düşman eden bir faktör haline gelmesi de mümkündür. Nitekim bunun kanlı örneklerini dünyanın çeşitli bölgelerinde de gördük. Honduras ile El Salvador arasında 1969 da oynanan eleme maçı yüzünden çıkan 100 saatlik savaş, 9 Mayıs 1985’te İtalyan Juventus ile İngiliz Liverpool takımlarının taraftarları arasında Heysel Stadı’nda meydana gelen, 30 kişinin ölümüne 600 kişinin yaralanmasına yol açan olaylar ilk akla gelen örnekler. 26 Mayıs’ta, Antalya’da Galatasaray ile Fenerbahçe arasında oynanan, Türkiye kupası finalinden sonra Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın söyledikleri, ardından hakkında açılan soruşturma hemen bunları çağırıştırdı. Aziz Yıldırım maç sonrası yaptığı açıklamalarda, hemen hemen herkesi hedef tahtasına koymuş. HHH Aziz Yıldırım, hakemlere de çatmış, federasyona da, Galatasaray’a da, adını vermediği ima yoluyla dokundurma yaptığı kimselere de, stattaki seyircilere de... Bunlarla da yetinmemiş, Fenerbahçe takımının kupa töreni için sahaya çıkmasını da engellemiş. Böylelikle futbolumuzdaki kaosa, ondan çok çekmiş, bir zamanlar yaşadığı çileler ile herkesin yüreğini burkmuş olan Aziz Yıldırım da kendi katkısını esirgememiş. Aziz Bey’in davranışlarını hiçbir şekilde mazur göremeyiz. Çünkü o herhangi biri değil, Türkiye’nin önemli kurumlarından biri olan Fenerbahçe’nin başkanıdır. Bulunduğu yer ona futbolun da sınırlarını aşan önemli sorumluluklar yüklemektedir. Kulüp başkanları veya yöneticileri uluorta söyledikleriyle, tabandaki taraftarı etkilemektedirler. Bu gerçek, yalnız Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım için değil, tüm takımlar için geçerlidir. Örneğin Trabzon’da sahaya inip, hakeme saldıran çocuk bir kahraman haline geliyorsa, hiç kuşkunuz olmasın ki, kentte bu ortamın oluşmasında Trabzonspor yöneticilerinin de dahli vardır. Toplumun her kesimine şiddet ve düşmanlık egemen, futbol da o zemine kaymış durumda. Bu duruma “dur!” demek için harekete geçmek gerek! Burada basına da önemli görevler düşüyor. gezi’nin doktoru ali şeker ‘Onur duyuyorum’ Gezi’nin doktoru olarak bilinen CHP İstanbul Milletvekili Ali Şeker: Gezi faşizmin tüm organlarıyla kendini hissettirdiği, bu kadar da olmaz diye insanların isyan etmesinin bir sembolüydü. Bende bu ülkenin bir yurttaşı olarak isyan edenlerden biriydim. Oraya ilk gittiğimde böyle bir olay olacağını düşünerek gitmedim. İlk gün polis müdahele edince doktor olmamdan dolayı arabamda bulunan sağlık çantam ile yaralılara müdahale ettim. Sonrasında ise olayların sürmesi ile birlikte bir hekim olarak şiddet ortamına karşı orada hep bulundum. Şimdi geriye dönüp baktığınız zaman TOMA ve polis sayısı artırıldı. Yandaşlarda daha da zengin oldu. Gezi bize, ne kadar baskı kurarsanız kurun kaderimize sahip çıkmak için kimseyi tanımayız dedirtti. Gençlerin bu işe sahip çıktığını, faşizmin kolay kolay gelemeyeceğini ve kendisini dayatamayacağını da bize gösterdi. ‘Direnişin simgeleri’ Direnişten geriye kalan simge fotoğraflar, yıllar geçse de unutulmayacak. Gezi’nin 3. yılında, o fotoğraflara yeniden baktık ve hafızayı tazelemek için kahramanlarıyla isyanı konuştuk Gezi Direnişi, Taksim Meydanı ve Gezi Parkı başta olmak üzere, yaşam alanlarına yapılan saldırılara karşı, her yaştan ve siyasetten insanın tüm farklılıklarıyla bir arada durabildiği tarihi bir dönemeçti. Üzerine çok şey yazıldı, söylendi.... Yazılmaya da devam edecek. Dönemin Başkakanı olan Recep Tayyip Erdoğan, Gezi’deki orantısız güç kullanımını “polisimiz destan yazdı” diye teşvik etmişti. Asıl destanı, canları pahasına, Gezi Parkı’na ve özgürlüklere sahip çıkanlar yazdı. Direnişten geriye kalan o duvar yazıları ve simge fotoraflar, yıllar geçse de unutulmayacak. Gezi’nin 3. yılında, o fotoğraflara yeniden bakmak, hafızayı tazelemek hepimize iyi gelecek. Gezi’deki polis şiddeti, 8 genci canından etti, 11 kişinin gözünü kaybetmesine neden oldu. 60’ı ağır, binlerce kişi yaralandı. 103 kişi kafa travmasına uğradı. Şiddetin sorumluları ise 3 yıldır yargı önüne çıkarılmadı. Türk bayraklı kızı kurtaran BDP’li Taksim’de elinde Türk bayrağı olan bir yurttaşı polis müdahalesinden elinden tutarak kaçırmaya çalışan Kürt genci simge olmuştu. Sapanlı teyze emine cansever Gezi’de sapanıyla polislere karşı durması bir simge haline gelen Emine Cansever’in davalar dışında hayatında değişen bir şey olmamış. ‘Sıkışmış enerji patlaması’ Taksim Meydanı’nda elinde Türk bayrağı olan bir yurttaşı polis müdahalesinden elinden tutarak kaçırmaya çalışan Kürt genci Ali Şahin: Gezi’yi ne bir devrim hareketi, ne hükümeti düşürecek ne de ülkeye demokrasi getirecek bir eylem olarak gördüm. Gezi sıkışmış bir enerjinin patlamasıydı. Olaylar sırasında Şanlıurfa’da çalışıyordum ve burada olmam gerektiği için işimi bırakıp geldim. Devletin halka uy Ali Şahin guladığı şiddete karşı halkın yanında yer almak istedim. Tarlabaşı’ndaki Nevruz kutlamalarında daha fazla ölüm riski aldığımı düşünüyorum. Bu ülkede 67 Ekim olayları yaşandı, Sur’da evler yıkılıp ateşe verildi. Bugün ülkemizde yaşanan durum o dönemden daha karanlık. Orada bayrak üzerinden bir değerlendirme yapılıyor. Ben bir insanı kurtardım. Yoksa üzerinden polis panzeri geçecekti. O bayrak Türk halkının birleştirici ve saygı duyduğu bir simgedir ve biz de buna saygı duyarız. Elinde Türk bayrağı var diye kurtarmadım ki. Bir nevi orada benim yoldaşımdı. Gezi’den bu yana Kürtler, Aleviler, devrimciler ve sosyalistler aynı noktada. Tek fark liberaller ve kemalistler açısından de ğişiklik oldu. O dönem halen iktidarın ortağı olduklarını ve parmak sallayabileceklerini düşünüyorlardı. Böyle olmadığını gördüler. Bugün solcular oturmuş, Meral Akşener kazansa da AKP gitse, diyor. Bu kadar aciz, umutsuz siyaset düşünüyorlar. Bu ülkede gerçek anlamda sosyal demokratlar, Kürter, Aleviler, devrimciler ve sosyalistler birleştiği zaman ülke yaşanabilecek bir noktaya gelir. Günlük yaşamımda da pek bir farklılık yok. Sinema sektöründe sanat yönetmenliği görevi yapıyorum. Şimdi Rojava’nın uzun metrajlı filimini çekiyoruz. Ölenlere bir bakın, hep emekçi ve Alevi çocukları. Devletin Kürtlere savaş açtığını düşünüyorum. Artık toplumun birlikte harekete geçmesi lazım. Belki bedel ödeyeceğiz ama hep birlikte kurtulacağız. ‘GençliğimeEmineCansever gittim’ Gezi’de polise attığı sapanla tanınan ve “Sapanlı teyze” olarak bilinen Emine Cansever: Gezi süreci beni gençliğime götürdü. ‘Tamam’ dedim halk budur. Bu halk devrimi yapar gözüküyordu aslında. Bir umut, ışık gördüm. Duygulanıyordum. Vapurla gelip gidiyor gençler sloganlar atıyor farklı bir heyecan vardı. Tıpkı 1516 Haziran işçi direnişindeki gibi bir kımıldama oldu. TOMA’lar saldırıyor, gençeler kafaları gözleri kırılmalarına karşı direniyordu. Bunun iki ağaç için kopartılmış bir patırtı olmadığını biliyorduk. Çünkü yaşam şartlarımız ağırlaştırılıyor, özgürlüklerimeze saldırıyorlardı. Sonradan iktidar ile yapılan görüşmeler ile halkın talepleri yerine getirilmedi. Ama o umut bitmiş değil. Bugün Gezi olsa yine giderim. 27 yıl hapis cezası ile yargılıyorlar ama istedikleri kadar yargılasınlar. Biz orada geleceğimize sahip çıkmak için sokağa çıktık. Gezi’den dolayı hiç bir pişmanlığım olmadı. Bedelsiz mücadele olmaz. Nereler de bedel ödenmiyor ki. Yaşarken de bedel ödüyoruz. Örneğin insanca yaşayamıyoruz. Toplu taşımayı, eğitim hakkını, sağlığı hiç birşeyi yeterli kullanamıyoruz. Bizi dayanışma ile suçluyorlarsa, dayanışmaya devam edeceğiz. Ben bu suçu işlemeye devam edeceğim. Niye polise taş attın diyorlar? Ben de diyorum ki; Kimin ayağına basarsan bas o kişi bir gün Köroğlu olur başkaldırır. Polis saldırırken tabi ki ben de baş kaldıracaktım. Halen Gezi meşru bir halk hareketi mi diye tartışıyorlar! Evet Gezi meşru bir halk hareketidir. Orada birbirine zıt fikirlerin bir arada ortak mücadele vermesi bunun halk hareketi olduğunun göstergesidir. Benim hayatımda Gezi’den sonra pek değişiklik olmadı. Sadece bir ara tutuklandım ve hakkımda dava açıldı. kafasından vurulan lobna allami ‘Hâlâ o acıyla yaşıyorum’ Gezi’deki o şiddetin ardından hayatını A’dan Z’ye yeniden yapılandıran bir isim Lobna Allami. Gaz bombasıyla başından vurulduktan sonra bilinci kapalı bir halde yerde yatarken çekilen fotoğrafıyla tanıdık onu. Şimdi Berlin’de yaşıyor. Berlin’deki Maxim Gorki Tiyatrosu’nda çalışıyor. Lobna, ayağa kalkıp konuşunca ilk kez Maxim Gorki Tiyatrosu’nda “Akdeniz’in Tuzu” adlı iki günlük bir festival düzenlemiş. Şimdi 3 kişilik bir tiyatro oyunu üzerinde çalışıyor. İki beyin cerrahıyla aynı sahneyi paylaşacak. Oyunun konusu ise insan beyni: Kafatasında hasar olan insan tekrar nasıl öğreniyor, ayakta nasıl duruyor? Oyunda, Lobna’nın bütün hayatı yer alacak. Vurulduktan sonraki ve vurulmadan önceki bütün hayatı... Lobna’nın tedavisi ise 3 yıldır sürüyor. Sağlık durumuyla ilgili şunları söylüyor: “Acıyla yaşıyorum. Her gün altı tane ağrı kesici alıyorum. Epilepsi vurulmadan ön ce yoktu. Epilepsi nedeniyle de 3 bin miligramlık ilaçlar alıyorum. Geçen hafta yine ameliyat olacaktım. Hasarlı kafatasını çıkarıp, yerine estetik bir şey koyacaklardı. Kafamı bir yere vurmamam lazım. Sol tarafta, kafatasım ile beyin arasındaki zarlar yok. Direkt birbirine değiyorlar. Çok yaşlanınca kask takacağım...” Lobna’nın Türkiye’ye küskünlüğü ise devam ediyor. Bu konudan bahsederken hüzünleniyor. Gezi’yi sorunca ise “Diyarbakır harap, Suriye yerle bir, Filistinliler 68 senedir öldürülüyor. Ne diyebilirim ki... Ne yapabiliyoruz” diyor. Berlin’de mültecilerle de çalışıyor. Lobna, Taksim’de vurulduktan sonra 1.5 sene hiç konuşamamıştı. Müzikle hayata döndüğünü vurguluyor. Devam etmek zorundasınız, pes etmek yok. Müzik, aşk ve barış. Yeter. Başka bir şey istemiyorum. Herkes de bunun istesin”diyor. Bir gün Türkiye ile barışır mısın?’ diye sorunca “O adam giderse...” diye yanıtlıyor. duruşuyla simge olan erdem gündüz 3 yıl önceden daha kötüyüz Erdem Gündüz, 37 yaşında. Modern dansçı. 17 Haziran 2013’te saat 18.00 sıralarında Taksim Meydanı’nda AKM’ye karşı ‘durma’ eylemine başladı. Ayağının dibinde siyah bir sırt çantası vardı. Eylemini gece saat 02.00’da sonlandırdı. Yüzlerce yurttaşın destek verdiği eylem kısa sürede tüm Türkiye’ye yayıldı. Kendini ‘herhangi biriyim’ diye anlatan Gündüz, “Herkes kendi yolunu bulabilir. Politikacılar eğitim sisteminden elini çekmediği sürece ne özgür düşünce ne de hür irade olacak. Belki, pasif direniş olarak, eğitil almamayı önerebilirim” diyor. Gündüz, 3 yıl önceye göre daha kötü durumda olduğumuzu dile getiriyor: “Şimdi daha çok üzülüyorum. Düşünce ve ifade özgürlüğü noktasında da gittikçe her şey daha kötüye gidiyor. Doğa tahrip ediliyor. Gezi, bir deşarj olma anıydı. Hızını aldı, gittikçe sönümlendi. Deprem gibi.. Benzer bir olayın bir daha yaşanması mümkün değil, sistem öğrendi önlemini alacak.” Duran Adam eylemini “herkes gibi ben de protesto yaptım o kadar. Gezi olmasaydı duran adam da olmazdı. Sonuca bakarsak, demek ki günlük hayatımıza bu protestonun pek bir etkisi olmamış. Eylem o Taksim’de ayağının dibinde sırt çantasıyla durma eylemi daha sonra Türkiye’ye yayıldı. dönem insanlara umut verdi” diye anlatıyor. Demokrasinin kapitalist sistemin, emperyalist ülkelerin oyuncağı olduğunu vurguluyor. Ölenlerin ve yaralananların hesabı sorulmadan bir Gezi kutlamasının mümkün olmayacağını dile getiriyor. Gezi Parkı’nın parça parça talan edildiğine, merdiven, yol yapma bahanesiyle yapılan çalışmalara, ağaçların kesilerek kurutulmasına dikkat çekiyor... SÜRECEK C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle