25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Perşembe 26 Mayıs 2016 [email protected] TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN 17 “Kendi ülkemizin bir bölümünü bombalıyoruz” “Birleşmiş Milletler’in son Cizre raporuna, Nusaybin’de olana bitene bakın! Biz kendi ülkemizin bir bölümünü şu anda bombalıyoruz. ‘Terörle mücadele’ klişesi altında açıklanamayacak şeyler yapıyoruz. Kimse sana, ‘Ankara’da bomba patlatanlarla mücadele etme’ demiyor; ama daha etkin mücadele et ve sivil vatandaşını bombalama, tarihi kentlerini yıkma. Bizler böyle deyince hemen, meseleyi öbür tarafa çevirip, ‘Siz terörü mü destekliyorsunuz’a getiriyorlar konuyu. Hayır! Kesinlikle desteklemiyoruz.” “Gezi, rejimin yüzünü gösterdi” “O dönemde Gezi’de bulunan gençlerimiz, politikayla çok uğraşıyor mu şu sırada? Uğraşmıyorlar bence. O, öyle, spontane bir hareketti. En büyük faydası, Batı’nın ayılıp bayıldığı bu rejimin gerçek yüzünü göstermesi oldu. Ama şu sırada toplumda bir Gezi duyarlığı olduğunu zannetmiyorum.” BM’nin hükümetle1996’DA UNESCO’NUN İyi Niyet Elçisi seçilen Zülfü Livanelİ GÖREVİ bıraktı flörtü istifa getirdi Vedat ARIK Cumhuriyet’e konuşan Livaneli, ‘Kararımda BM’nin hükümetle yakınlaşmasının ve Sur’un tarihi mirasının yok edilişinin etkisi var’ diyor EVRİM ALTUĞ Birleşmiş Milletler, Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu UNESCO’nun ‘İyi niyet Elçiliği’ görevini 20 yıldır yürüten ve BM’nin verdiği bu yetkiye sahip tek Türk olan Zülfü Livaneli, bu görevinden istifa etti. UNESCO Genel Direktörü İrina Bokova’ya geçen günlerde gönderdiği mektupla istifasını bildiren Livaneli, bu göreve Federico Mayor tarafından ‘Müzik ve edebiyat alanında dünya barışına yaptığı katkılar’dan ötürü atanmıştı. Sanatçı, istifa dilekçesinde “UNESCO’nun yapısı gereği hükümetler arası bir kuruluş olduğunu, devletler tarafından finanse edildiği için, hükümet politikalarını eleştiremez konuma düştüğünü” belirtti. İnsan hakları ihlallerine, düşün ce ve basın özgürlüğüne vurulan darbelere dikkat çeken Livaneli ayrıca, “Bunlar karşısında susarak İnsanlık Zirveleri yapmanın ve soyut barış söylemlerinde bulunmanın, UNESCO’nun temel idealleriyle çelişki oluşturduğunu” vurguladı. Livaneli 10 Mayıs’ta Paris’te yapılan ‘İyi niyet elçiliği toplantısı’na ve İstanbul’daki ‘İnsanlık Zirvesi’ne de, bu etkinliğe verilmiş olan desteği eleştirerek katılmamıştı. Halihazırda UNESCO İyiniyet Elçileri grubunda aktör Forest Whitaker, müzisyen Jean Michel Jarre, tasarımcı Pierre Cardin, CNN’in haberci ve yapımcısı Christiane Amanpour, cazcı Herbie Hancock ve Monaco Prensesi Caroline ile Claudia Cardinale gibi isimler de yer almaktaydı. n Sizi bu kararı Türkiye ve dünya ölçeğinde almaya iten ko ‘Merhamet baloları’... şullar neler oldu? O zaman sahiden işe yaradığımı zı hissettiren işler yapabiliyorduk. Diyelim ki Yaser Arafat Şimon Perez buluşmasını Granada Elhamra Sarayı’nda yapan ekipteydim. Sonra, UNESCO 50’nci yılına özgü besteler yaptım. Ayrıca bir ‘Barış Kültürü’ programımız vardı. Dünya ölçeğinde çalışıyorduk. İşe yaradığımızı hissediyorduk. Fakat son dönemlerde öyle bir şey oldu ki, UNESCO BM İyi Niyet Elçi grupları biraz, şık, eğlence ve dünyanın keyfini çıkarma haline dönüştü. Bu beni çok rahatsız ediyordu. ‘Kendini ısıtan bir soba’ Her yıl Paris’e gidiyorduk ve orada sinema yıldızları, ‘First Lady’ler, prens ve prensesler şık kıyafetleriyle geliyorlar, akşamları Seine Nehri üzerinde yemekler veriliyor. Burada herkes birbiriyle görüşürken ‘Barış iyidir, eğitim şarttır,’ gibi klişelere dönüşerek, ‘kendini ısıtan bir soba’ya dönüyor mesele. Bunlardan çok rahatsızdım ve eleştiriyordum. Ama sonradan, özellikle hükümetlerle yakınlaşmalar beni rahatsız etti. Bilhassa kendi ülkemde; Türkiye’de. Hükümetle bu kadar yakın olmak, onları ‘meşru’ kılmak, kabul edilebilir hale getirmek bana yanlış geliyor; bir yandan İstanbul’da insani zirve topluyorsunuz, öbür taraftan bu ülkenin gazetecileri hapislere giriyor. Yargılanıyor, mahkum oluyor, bir yandan saldırılar oluyor; sivil halka ateş açılıyor; bir yandan ‘tarihi mirası koruyacağım’ derken, Sur gibi bir tarihi mirası yok ediyorsunuz; ama bundan söz etmeyip şampanyalı İstanbul partileri yapıyorsunuz... “Kızını koynuna alan, daha sonra buzdolabına koyan bir anne... Şimdi bunu, o ‘İnsani Zirve’de anlatın. Aynı şey, Sarıyer’de öldürülen Dilek için geçerli; onun ailesine anlatın. Ya da beyaz bayrak ve serumla dışarı çıkan insanlara anlatın bu zirveyi. Tabii, Körfez Savaşı’nda petrole, katrana bulanmış kuş örneği üzerinden veya şimdi hepimizi üzen Aylan Bebek için üzülmek kolay; ama bunları yaratan şartları, insanların neden buralara düştüğünü sorgulamamak, aslında gerçeği çarpıtmaktır. Gerçeğin bir parçasını söylerken büyük bir parça sını gizlemek, yalan söyleyip onu çarpıtmak demektir. Ben bütün bunların farkında olduğum için de o toplantılara gitmemeye başladım. Genel Direktör İrina Bokova, gayet yakın dostum. Sonuçta ona istifa mektubumu yazdım; aynı şekilde bizim büyükelçimize de yazdım. Bu beni rahatlattı sonuçta; çünkü bu insani zirve meselelerini gördükçe, iyice bardağı taşıran damla oldu bu. Mesela zirveye gelen ABD’li aktör arkadaşım Forest Whitaker, gelmiş orada sunuculuk yapıyor. İnanılmaz bir şey bu. En uygun tabirle, dediğiniz gibi “Merhamet Baloları” onlar.” Zülfü Livaneli “Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm”den kehanet satırları “...Bülentler sonunda Türkiye’ye dönmekten vazgeçtiler. Mültecilik konusu onu öyle sardı ki, ömrünü Stockholm Üniversitesi’nde bu konudaki çalışmalara adamaya karar verdi. Ona göre dünyanın geleceği bu. Açlık çeken ülkelerden insanlar, sallara köhne motorlara binecek ve Avrupa kıyılarını zorlayacaklar. Afrika ve Asya kıtalarının insanları, Avrupa’ya, Amerika’ya akacak. Bir süre sonra kimse başa çıkamayacak bu göçle...” s.202 (1975) / 43. Baskı, Doğan Kitap, 2014 ‘Bildiğimiz Avrupa, yok’ Türkiye 15 yıl önce AB’ye daha yakındı “Aslında AB bize çok sinsice bir oyun oynadı. ‘Sizi alacağız, müzakereleri açıyoruz’ dedi ama din özgürlüğü ve birtakım özgürlükler adı altında, bu halkın dönüştürülmesini de seyretti. Halk dönüştürüldükten sonra, zaten bugün olduğu gibi ortada AB diye bir şey kalamazdı. Türkiye, 1520 yıl önce, kültür ve yaşam biçimi olarak AB’ye daha yakındı. Fakat bu, Batılıları hep rahatsız etmiştir. Batılı bunu pek kabul etmez. Sevmez. Dolayısıyla bu insanlar gelince, ‘Oh, bu insanlar Türklerdir’ dediler. Bizim tarihimizin en büyük çelişkisi budur: Fatih Sultan Mehmet ne denli ilerici bir padişahtır; resimlerini yaptırmış, Troya’ya gidip Homeros okumuştur. Ama oğlu Beyazıt gelmiş, ilk yaptığı iş de bütün resimleri indirtmek olmuştur.” CHP’den 2000’li yıllarda istifa edince de, basında Vatan’dan da istifa edince de çok rahatladım. Bu istifalar beni rahatlatıyor, çünkü, o kurumların sorumluluğunu taşıyamıyorum. Ben, insanın başkasından önce, kendi kendisinden hesap sormasının gerekliliğine inanırım. Evet, burada bulunmanın bir prestiji var, kırmızı pasaportu var, ‘titr’i var, üstün geçiş imkânları var vb. ama ben bu avantajları taşımak uğruna kendi vicdanımla kendimi kötü duruma düşüremem. n Hükümetin AB’ye ‘vizesiz geçiş yoksa anlaşma da yok’ diyen tavrını nasıl buldunuz? Körfez Savaşı’nda da buna ‘At pazarlığı’ denirdi. Ben Avrupa Konseyi’nde de dört yıl çalıştım ve oradaki politikacıları yakından tanıma imkânı buldum. Benim daha önceden beslediğim hayallerim yıkıldı diyebilirim; dışarıdaki politikacıların da Türkiye’dekinden çok farklı olmadığını gördüm. Çok küçük vadeli çıkarlar uğruna, ilkeleri ayaklar altına alıyorlar. Artık bizim bildiğimiz Avrupa yok. Nesi önemli, parası mı, ordusu mu? İlkeleri önemli. Ama bunu Can da yazmıştır; Avrupa bugün kendine ihanet etmiş durumdadır. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle