22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Çarşamba 18 Mayıs 2016 10 haber EDİTÖR: CAN DOKER DİHA diye bir haber ajansı DİHA, Dicle Haber Ajansı’nın kısaltması. Duymuşluğunuz var mı bilmiyorum. Sanmıyorum da. Daha çok gazetelerin, televizyonlarının haber merkezlerindekiler tanır, bilir. AKP medyasında ondan söz edilirken hemen her zaman “PKK’ye yakın bir haber ajansı olan” parantezi açılır. Sanırım bu niteleme, DİHA’nın sunduğu haberlerde Kürt halkına ve Kürt illerinde olup bitenlere ilişkin olanların belirgin bir ağırlık taşımasındandır. Haber ajanslarında çalışan haberciler bizim mesleğin adsız kahramanlarıdır. Haberleri kullanılsa bile haberi üreten habercinin adından pek söz edilmez. Oysa DİHA habercilerinden bugünlerde pek sık söz ediliyor. Bizim meslekte “Gazetecinin kendisi haber olduysa orada bir yanlışlık vardır” diye bir ilke vardır. Kendini haberin önüne çıkaran gazetecileri frenlemek için benimsenmiş bir ilkedir. Ancak DİHA habercilerinin son dönemde adlarının sık sık duyulmasında kusurları yok. Onlar yine mesleğin adsız kahramanları olarak çalıştılar. Gel gör ki yaptıkları haberler, gün ışığına çıkardıkları gerçekler AKP iktidarının ve onunla özdeşleşmiş polis ve asker şeflerin, kimi savcı ve yargıçların hoşuna gitmedi. Hem de hiç gitmedi. Polis ya da jandarma gözaltına aldı, savcı soruşturma açtı, yargıç da tutukladı. Kuşkusuz, “Haber yaptığı, anayasada yer alan halkın haber alma hakkını gerçekleştirdiği için tutuklanmasına” diye hüküm kesilemeyeceğine göre “Örgüt üyeliği ya da örgüt propagandası yaptığı için” denilerek tutuklandılar. Bir değil, iki değil, üç, beş değil tam 13 DİHA habercisi bugün demir parmaklıklar ardında. Tutuklandılar ve ne zaman yargıç karşısına çıkacakları bile henüz belli değil. Şu genç gazetecilerin adlarını bir yere not edin: Nuri Akman, Nedim Oruç, Nazım Daşdan, Feyyaz İmrak, Mazlum Doğan, Ziya Ataman, Muhammed Doğru, Mehmet Hakkı Yılmaz, Abdülkadir Turay, Meltem Oktay, Bilal Güldem, Şermin Soydan, Nedim Türfent. Hepsini ayrı ayrı yazamam, yerim yok. Küçük bir haber ajansının 13 habercisi tutuklanıyor ve AKP iktidarının tepeleri ahlaksız bir yalanı ha bire yineliyorlar: Gazetecilik yaptıkları için tutuklanmadılar ki… Bu hayâsız yalan sizlere yabancı olmasa gerek. Can Dündar ve Erdem Gül için de aynı yalan sakızı çiğnenmişti. Ahmet Şık ile Nedim Şener arkadaşlarım için de… HHH AB’nin vizesiz seyahat olanağı verecek anlaşmanın yürürlüğe girmesi için özellikle Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) demokratikleştirilmesi ısrarına karşı başta Saray’daki Zat olmak üzere AKP tepelerinin ağızları köpürerek yağıp gürlemeleri boşuna değil. Onlar iktidarlarına yönelik her itirazı, her türlü özgürlük ve adalet talebini, işledikleri suçlarını gün ışığına çıkaran her etkinliği TMK çuvalının içine tıkıp iktidarın keyfini sürdürmek hesabındalar. Dicle Haber Ajansı’nda olup bitenler ve 13 genç meslektaşımın sadece mesleklerini yaptıkları için demir parmaklıklar ardında oluşları işte bu zalim ve ayıplı siyasetin bir yansımasından ibaret… AYM, Baransu’ya ‘Hak ihlali yok’ dedi Anayasa Mahkemesi, Balyoz davasın da “kumpas” soruşturması kapsamında “devletin güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken bilgileri temin etme” ve “devletin güvenliğine ilişkin belgeleri tahrip etme, dışında kullanma, hile ile alma, çalma” suçlamasıyla 1 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan gazeteci Mehmet Baransu’nun yaptığı bireysel başvuruyu reddetti. Mehmet Baransu, Taraf gazetesinde çalışırken Balyoz davasının temelini oluşturan belgeleri “Fatih Camii bombalanacaktı” manşetiyle 20 Ocak 2010’da haber yaptı. Daha sonra kendisine bavul içinde gelen Balyoz belgelerini İstanbul Emniyeti’ne teslim eden Baransu, Balyoz soruşturmasının başlamasına ön ayak oldu. Bu belgeler üzerinden Balyoz davasında onlarca subay tutuklandı, hapis yattı, ceza aldı. Yeniden görülen Balyoz davasında da 236 sanık beraat etti. Mehmet Baransu ise Balyoz’da kumpas soruşturması kapsamında tutuklandı. Baransu, 24 Nisan 2015’te avukatı aracılığıyla Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı bireysel başvuruda, gazetecilik faaliyeti nedeniyle tutuklandığını ifade etti. Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü, dün Baransu’nun başvurusunu inceledi ve oy çokluğuyla başvuruyu kabul edilemez buldu. l ANKARA Cumhuriyet CELEP, AZMETTİRME SUÇUNDAN GÖZALTINA ALINDIKTAN SONRA SERBEST BIRAKILMIŞTI Dündar’a saldırıda Haluk Kırcı’nın izi HalukKırcı Ergun Celep ‘İFSİVKEİRÇÖ’TZENGÜDRÜLNÜDĞAÜR’ VE GÜL’E ÖDÜLÜ Can Dündar’a adliyede düzenlenen saldırıyla ilgili gözaltına alınan ve daha sonra serbest bırakılan Celep’in 7 TİP’li öğrencinin katili ülkücü Haluk Kırcı ile birlikte bir fotoğrafı ortaya çıktı Wallström MÜNAF ALICI İsveçli bakandan Panelden sonra Dündar’la ayaküstü konuşan İsveç Dışişleri Bakanı Wallström, Türkiye’de gazeteciliğin en tehlikeli işlerden biri haline geldiğini belirterek “Buna destek mesajı rağmen mücadelenize devam edin. Gazetecilerin görevlerini sürdürmeleri için AB olarak her türlü katkıyı sağlamaya çalışacağız” diye konuştu. Dündar da zorlu müca ‘Mücadele ödüllendirildi’delelerine devam edeceklerini belirterek dayanışma ve destekleri için teşekkür etti. OSMAN İKİZ Öldürülen Rus gazeteci Anna Politkovskaya adına İsveç Basın Kulübü’nce verilen Fikir Özgürlüğü Ödülü’ne bu yıl Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ile Ankara Temsilcimiz Erdem Gül layık görüldü. Stockholm Kültürevi’nde düzenlenen törende Can Dündar, ödülün Türkiye’ye verildiğini söyledi. Türk hükümetini eleştirdiği için ödüle layık görüldüğü yönündeki soruya Dündar, “Türkiye Erdoğan’dan ibaret değil. Ülke aynı zamanda demokrasi için mücadele edenlerin de ülkesi. Onun için ben ülkemizin, bu mücadelenin ödüllendirildiğini düşünüyorum. Ama Erdoğan’a bir ceza niteliğinde olduğunu düşünüyorum. Yani dünyanın her yerinde baskıcı iktidarlar uluslararası kamuoyundan eleştiri alırlar, onlara karşı direnenler de ödüllendirilirler” dedi. ‘Hiç cennet olmadı’ Dündar ayrıca kendisini ve Erdem Gül’ü hapse götüren süreci anlatırken “Türkiye gazeteciler için hiçbir zaman cennet olmadı, ancak hiç bir zaman da bu kadar cehennem olmamıştı” diye konuştu. İhtilal dönemlerinde de gazetecilik yaptığını ifade eden Dündar şöyle devam etti: “O dönemler de zor zamanlardı. Fakat bu dönem çok uzun sürdü. Erdoğan özgür medyayı durdurmak için çok farklı yöntemler kullanıyor. Sansür, gazetecileri işten attırmak, korkutmak ve son olarak da emir le kendisine yakın işadamlarına medya araçları aldırmak başlıca yöntemleri.Gazeteler, TV’ler, dergiler, radyolar ile Erdoğan belki de Avrupa’da en büyük medya gücüne sahip. Türkiye’de medyanın yüzde 60’ını kontrol ediyor. Biz bu durumda hem onunla hem de ‘cumhurbaşkanının medyası’ ile mücadele ediyoruz.” ‘Tesadüfen kurtuldum’ Cumhuriyet gazetesinin son 40 yılda 6 yazarını siyasi suikastlar sonucu yitirdiğini kaydeden Dündar, “Bizi Stockholm’e, bu ödüle getiren yol, onların, Anna Politkovskaya’nın ve uygarlık tarihinde ifade özgür olsun diye ağır bedeller ödemiş tüm düşünür ve yazarların açtığı yoldur. Onlara sıkılan ‘susturucu’ silahlardan birinden 10 gün önce tesadüfen kurtulmuş bir gazeteci ve yazar olarak, o yola, onların anısına sadık kalmaya, gerçeği halka sunma mücadelemizden asla taviz vermemeye, sonuna kadar kalemin onurunu savunmaya huzurunuzda söz veriyorum. Bu ödül, hem bize sıkılan kurşunlara verilmiş güçlü bir cevap, hem düşünce özgürlüğü mücadelemize verilmiş çok güçlü bir destektir.” ‘Sessiz diplomasi yetmiyor’ Ödüllerin sunulmasının ardından İsveç Dışişleri Bakanı Margot Wallström’ün de konuşmacı olarak katıldığı “Baskıcı Rejimlerde Basın ve İfade Özgürlüğü” konulu bir panel düzenlendi. İsveçli bakan Wallström ba sının üzerindeki baskıların kaldırılması için sessiz diplomasi yürüttüklerini belirtti. Dündar ise paneldeki konuşmasında, “Sessiz diplomasi bizim işimize yaramıyor, biz yüksek sesle duymak istiyoruz artık. Ne yazık ki Erdoğan bu sessizliği kendisine bir destek olarak yorumluyor ve kendi kamuoyuna öyle sunuyor” dedi. AB ‘direğe bağlı’ İsveç Ulusal Basın Kulübü Başkanı Björn Hager sığınmacı anlaşmasıyla ilgili olarak, “Bu anlaşmayı değerlerimizden vazgeçmeden hayata geçirebilir miyiz” diye sordu. Wallström anlaşmanın ve uygulanmasının ayrı şeyler olduğunu, üyelik müzakerelerinin ise bunlara paralel devam ettiğini söyleyerek, “Zor ve ıstırap dolu bir süreçten geçiyoruz” yanıtını verdi. Hager, “Can Dündar anlaşmanın süreceğine inanmıyor” dediğinde ise bakanın yanıtı şöyle oldu: “Göreceğiz. Aslında bir anlamda ken dsiinmliikzilegoemdiirdeiğreeğbianğelıb*a.ğÇlaüdnıkkü. AsBığkıne macı krizi birçok üye için sıkıntı yaratıyor ve sığınmacılara kapılarını açmak isteyenlerle kapamak isteyen üyeler arasında bölünmeye neden oluyor.” * Homeros’un Odysseia destanında Odisseas sirenlerin denizcileri şarkılarla ölüme çağırdığı denizden geçerken kendini geminin direğine bağlatarak bu zor süreci atlatır. ‘Direğe bağlama’ deyimi genellikle kişinin önemli bir amaç için buna zarar verebilecek imkânları kendi iradesiyle sınırlaması anlamında kullanılıyor. Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’a yönelik silahlı saldırıyı azmettirmek suçundan gözaltına alınan ve adli kontrol şartıyla mahkemece serbest bırakılan Ergün Celep’in kirli ilişkilerinin yer aldığı fotoğraf ortaya çıktı. Celep’in 7 TİP’li öğrencinin katili ülkücü Haluk Kırcı ile birlikte bir düğünde birlikte fotoğrafının bulunması saldırıyla ilgili soru işareti yarattı. Çağlayan Adliyesi’nin önünde 6 Mayıs günü Can Dündar’a yönelik silahlı saldırıyı gerçekleştiren Murat Şahin ile ilişkili olarak gözaltına alınan ve yeraltı dünyasında belli grupları organize ettiği iddia edilen Ergün Celep’in 29 Nisan tarihinde Kırcı ile bir düğünde çektirdiği fotoğraf dikkat çekti. ‘Emektar reisimiz’ Celep sosyal paylaşım hesabından yayımladığı fotoğrafın altına “Emektar reisimiz Haluk Kırcı ile vekilimiz İhsan Barutçu’nun düğününden güzel bir kare” diye yazıyor. Yine Celep’in aynı düğünde kaset skandalı nedeniyle MHP’den uzaklaştırılan eski milletvekili İhsan Barutçu, işadamı İsmail Cevahir ve polis müdürü olduğu belirtilen Fatih isimli bir kişiyle çektirdiği fotoğrafta “Çok değerli büyüğümüz İsmail Cevahir ve polis müdürümüz Fatih bey düğünümüz şeref vermişlerdir” diye not düştüğü görülüyor. l Haber Merkezi Toker’e ‘damat’ haberinden beraat Gazetemiz yazarı Çiğdem Toker’in 29 Eylül 2014 tarihli Fatih Belediyesi’nin imara açtığı afet toplan ma alanını satın alan ki şinin İstanbul Büyük şehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın dama dı olduğunu konu alan “Vatan’da damat afe ti” yazısı nedeniyle yargılandığı davada karar Çiğdem Toker çıktı. Dün görülen duruşmada Toker’in avukatı Bülent Utku, Topbaş’ın dama dı Ömer Kavurmacı ile Metal Yapı ara sında bir ortaklık olduğunun açık oldu ğunu belirterek “İstanbul Fatih bölge sinde meclisin aldığı kararla alan ima ra açılmıştır. Bu da ister istemez ak la bir şüphe getirmektedir. Aslında bu şüphe Başbakan’ın da aklına gelmek tedir. Bir gazeteci olarak sanığın da bunu irdelemek hakkı vardır. Müvek kilin yaptığı şey bir gazetecilik faaliye tidir” diyerek Toker’in beraatını istedi. Mahkeme, Toker’e yöneltilen hakaret suçlamasının unsurlarının oluşmadığı nı belirterek beraatına hükmetti. İSTANBUL 14. AĞIR CEZA MAHKEMESİ’NİN AÇIKLADIĞI GEREKÇELİ KARARA HUKUKÇULARDAN TEPKİ İtİbarSızlaştırma çabası Mühimmat yüklü MİT TIR’ları haberleri davasında gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcimiz Erdem Gül’e toplamda 10 yıl 10 ay hapis cezası veren İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin AYM’nin hak ihlali kararını eleştirdiği gerekçeli kararına Anayasa hukukçularından tepki geldi. Prof. Dr. Erdoğan Teziç, AYM kararının yasama, yürütme, yargı, idare, özel ve tüzel kişilikleri bağladığına dikkat çekerek “Bunun tartışması olmaz. Bunun üstüne söylenecek her söz AYM’yi itibarsızlaştırmak, yargıyı etkilemektir” dedi. Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ise İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin görev ve yetki aşımına girdiğini savundu. n Prof. Dr. Erdoğan Teziç: Erdoğan, Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararının ardından ‘Ben bu kararı tanımıyorum’ dedi. Anayasa Mahkemesi’ni itibarsız hale getirecek her ifade kullanıldı. AYM işin esasına ilişkin bir karar vermedi. Bir tespit yaptı. Bu tespit Prof. Dr. Erdoğan Teziç ten hareket ederek haber niteliği taşıyan bir hususun yazılmasının gazetecilik görevi niteliğinde olmasını belirterek hak ihlali kararı verdi. AYM kararının bağlayıcı olmayacağı konusunda bir hava yaratıldı. Anayasanın 159. maddesi “Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır” der. Prof. Erdoğan Teziç, AYM kararının tartışmasının olmayacağını söyleyerek, “Her söz AYM’yi itibarsızlaştırmak ve yargıyı etkilemektir” diye konuştu. Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu Bu anayasanın amir hükmü. Zorunlu tahliye ne demek? AYM kararı yasama, yürütme, yargı, idare, özel ve tüzel kişilikleri bağlar. Bunun tartışması olmaz. AYM ‘hak ihlali var mı yok mu’ ona bakar. TIR’lardaki mühimmat daha önce açıklandı. Kamuya mal olmuş konularda ‘işin özüne mi girildi’ diye bakılmaz. Bunun üstüne söylenecek her söz AYM’yi itibarsızlaştırmak, yargıyı etkilemektir. Bu bilgileri korumak hükümetin görevidir. Bunları koruyamadılarsa soruşturmayı oraya yönelteceksiniz. Mahkeme gerekçeli kararıyla hükümetin sorumluluğunu ortadan kaldırıyor. n Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu: AYM’nin görev ve yetkisini aştığı tespiti yerel mahkemenin görevi değil. Bunu yapması bana İstanbul eski 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin İlker Başbuğ’un yargılanması ile ilgili yargılamayı kendisinin üstlenmesini anımsattı. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi görev ve yetki aşımına giriyor. Tahlil yerine otururur bir tahlil değil. Mahkeme, AYM kararını bu şekilde eleştirme yetkisini kendinde görüyorsa, Dündar ve Gül’ü tahliye etmemesi gerekirdi. Zorunlu olarak tahliye ettiyse zaten AYM kararını eleştiremez. AYM’nin bağlayıcı olduğunu kabul ediyor. Bu şekilde kararını politize ediyor. l İSTANBUL/Cumhuriyet C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle