22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Cumartesi 14 Mayıs 2016 AntiPop’un ‘Soma’sı AntiPop, iki yıl önceki Soma faciasını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ölmek Madencilerin Kaderinde Var” sözünün işlendiği T.C. Başbakanlık logolu bir kömür çuvalıyla gündeme aldı. Bilgi: antipop.com EDiTÖR: CEREN ÇIPLAK TASARIM: BAHADIR AKTAŞ ‘Güç’ İrlanda sahilinde Yıldız Savaşları Bölüm VIII, İrlanda’nın Malin Head sahil yerleşimini ‘ihya etti’. Sete, İmparatorluk Fırtına Askeri kostümüyle gelerek sızmaya çalışan film hayranlarının olduğu haberleri veriliyor. kultur@cumhuriyet.com.tr 69. Cannes Festivali’nden notlar 17 Kadın sinemacılara İngiliz kamerasının eşit fırsat vakti! ‘devrimci’ gözü Kırmızı halı hoşlukları ve şıklıklarının ardındaki büyük mücadeleyi anlatanlar kervanına katılan Jodie Foster’a göre artık erkek yönetmenlerin değişmesi gerek. Sinemanın anıtsal yüzü Vanessa Redgrave de ‘Mücadeleye devam’ diyor. yi anlatırken dürüst çe içini döktü: “Be ni tek başına büyü ten bir annenin ço cuğuyum yani pi yasada kadın yö netmen olarak iş bulmamın çok zor olduğu söylendi ğinde umursama dan mücadele et tim.” Foster’a göre kamera arkasın da daha fazla ka dının olması sine mada daha derin likli karakterler iz lememizi sağlaya cak çünkü erkekler kadın ruhunun kar maşıklığıyla ilgilenmi yorlar: “Hikâyede ka dınları harekete geçme si için illa da büyük bir neden olması gerekiyor ve bu da maalesef teca vüz oluyor! Bence sorun erkek yönetmenlerde, so runlarıyla yüzleşmeliler. Kadınlar kendilerini diğer JodIe Foster insanların yerine koymaya alışmış zaten”. Neyse Cannes’da içini döktü: ki gelecekten hayli umut lu: “Hollywood’daki eşit Şahane oyunculuğu yönetmenliğini ziyadesiyle aşsa da kadın haklarıyla il sizliğin ve tek tipliliği nedeni canavar kılıklı kötü adamlar değil uzun yılların alışkanlığı yani aşılabilir çün gili her daim güçlü duruşuy kü insanlar da artık değişim is la da öne çıkan Oscarlı Jodie tiyor!” Endütrinin artık gele Foster, yarışma dışı gösterilen neksel değerler içinde sıkıştığı “Money Monster” filminin gös nı vurgulayan ünlü oyuncuya terimiyle geldiği Cannes’da ka göre çizgi roman ve süper kah tıldığı Kering Sohbetleri’ni aç raman filmlerinden başka yatı mak için ideal bir isimdi ve ni rım yapmak istemeyen yapım tekim Hollywood’da yönetmen cıların çok tehlikeli bir kumar olmak için verdiği mücadele oynadıklarını söyledi. Ne varsa, Avrupalı sinemacılarda var! Avrupa cenahında ise işler daha hallice. E.M. Forster’ın ünlü romanından uyarlanan ve Cannes Klasikler bölümünde gösterilen şahane “Howards End”in vesilesiyle söyleşi yaptığım efsane İngiliz oyuncu Vanessa Redgrave ve James Avery sinema sevgisi sayesinde bir araya gelen dostlar olduklarını söylüyorlar. Avrupalı sinemacıların kadın rollerini daha iyi yazdığını söyleyen 79 yaşındaki Redgrave, “Elbette zaman değişiyor ve sinemayı sanat yerine para olarak gören zihniyet gücü ele geçirebiliyor. Ama neyse ki yaratıcı yönetmen ve yapımcılarımız hâlâ var. Zaten sadece para amaçlı maço bir sinema çok tutmaz artık, onun da tükenme tarihi belli. Eskimiş zihniyete karşı her zaman mücadele etmek gerek. Oturup bekleyemezsiniz, isteyeceksiniz” diyen Redgrave ekledi: “Sinemayı çocuklarımdan ayırmıyorum, çünkü her film sadece film değil, insanlık için önemlidir. Ben filmlerden çok şey öğrendim, oynarken de izlerken de. İnsana dair her şey kutsaldır, demek ki sinema da öyle.” Festival, yaratıcı sinemanın farklı yolculuklara davet eden raylarına, Altın Palmiye yarışının ilk adaylarıyla oturuverdi. Bunların en başında da etkinliğe üçüncü kez konuk olan usta sinemacı Ken Loach geliyor Ken Loach (1936), birkaç kez niyetlenmesine karşın, iyi ki sinemayı bırakamıyor. 1970’ten bu yana festivalin 13. kez davetlisi… Ve yine o bilinçli, du yarlı, hümanist sinema solu ğunu, tüylerimiz ürpererek hissediyoruz. Bu kez daha da güçlü ve ür pertici bir soluk bu. “I Daniel Blake“, bir belgeselin inandı rıcılığına sahip. Loach, ezilen, horlanan, paryalaştırılan in sanları savunmaktan, uğradık ları haksızlıklara başkaldır maktan yine vazgeçmiyor. Tam tersine, bu kez İngi liz hükümetini, sosyal yardım politikası uygulamalarındaki ikiyüzlü tavrı ve yol açtığı ada letsizlikler nedeniyle kıyasıya eleştiriyor. Duyarsızlaşmış memur zih Film, bir aileye sosyal yardım için çabalayan Daniel’i işliyor. niyetinin kuralcı sertliğine, aşağılayıcı tavırlarına karşı çıkıyor. Yardım eli uzatmak yerine, bürokratik oyalamalarla, sayıları milyonlara ulaşan o yoksul, ezik, işsiz ya da hasta insanları köpek gibi aşağılayarak nasıl çaresizliğe, umutsuzluğa itelediklerini sergiliyor. Küresel kapitalizmin biçimlendirdiği, tutucu liberal düzeni suçluyor. Gerçekçi melodram Daniel Blake, 60 yaşına gelmeden karısını kaybetmiş, kalp yetmezliği olan, dürüst girişken bir marangozdur. Dokorlar çalışmasını yasaklar ama, sosyal yardım mekanizması hastalık tazminatı bağlamayı reddedip, işsizlik sigortasından yararlanmasını, bunun için de sürekli yeni iş araması gerektiğini söyler! Bu saçma kısırdöngüyü kırmak için aylar, yıllar beklemek gerekecektir... Daniel’in merhameti Gönlü geniş, dayanışma ruhu güçlü, yardımsever, onurlu insan Daniel, sosyal yardım merkezinde kendisi gibi aşağılanan iki çocuklu genç bekâr anneye sahip çıkacak; bir baba, katıksız bir dost gibi onu korumaya çabalayacaktır. Ancak düzenin çarkları ağırdır, öğütücüdür... Birey devlet karşısında yalnızdır, güçsüzdür. Adalet mekanizması çok yavaş işler. Daniel Blake’ın kalbi, hem hastadır hem de onuru kırıldığı için kanamaktadır. Bü rokrasinin yanlışlarını düzelten hâkimlerin önüne gelmeyi bekleyecek zamanı yoktur, dayanamaz... Duygu sömürüsü yapmaktan hep özenle kaçınan Ken Loach’un mesafeli mizansenine karşın duygulanmamak elde değil. Basın gösterisi içten, sıcak alkışlarla noktalanıyor. Yine, İngiliz yönetmen Ken Loach’un sadık senaryo yazarı Paul Laverty’nin kaleme aldığı öyküyü ‘toplumsal melodram‘ olarak tanımlamak herhalde yanlış değil, ama alabildiğine gerçekçi, çok sağlam bir toplumsal melodram bu... “I Daniel Blake”, kariyeri ödüllerle yüklenmiş Ken Loach’a tam on yıl sonra ikinci kez “Altın Palmiye” kazandırabilecek güçte bir başyapıt. Kızlara ve analarına dair... Yönetmen Senem Tüzen’in ilk kez Venedik’te gösterilip İstanbul, Adana, Ankara festivallerinde çeşitli ödüller kazanmış ilk filmi ‘Ana Yurdu’ gösterime girdi. Tüzen, iz bırakın, kanlı canlı bir kadın filmi imzalamış TEŞEKKÜR 7 Mayıs 2016 tarihinde, Caddebostan Kültür Merkezinde, Vakfımızın düzenlediği “DENİZLERİ ANIYORUZ” konulu ilk etkinliğimize katılarak bizleri onurlandıran değerli panelistlerimiz, Sayın Prof. Dr. Semih GEMALMAZ, Sayın Prof. Dr. Timur DEMİRBAŞ, Sayın Av. Fikret İLKİZ, Sayın Av. Mükerrem ERDOĞAN ve Sayın Av.Erşen SANSAL ile dönemin tanığı Sayın Hacı TONAK’a, etkinliğimize özel olarak katılarak bizlere güç veren Sayın Serpil ÇELENK ile Sayın Can DÜNDAR’a ve değerli sanatçılarımız Sayın Leman SAM, Sayın Enver AYSEVER, Sayın Nejat İŞLER ve Sayın Canberk BENLİ’ye, ayrıca bu etkinliğimizin oluşmasında başından itibaren bizlerle birlikte hareket eden Kadıköy Belediye Başkanı Sayın Aykurt NUHOĞLU, Kadıköy Belediye Bşk. Yardımcıları Sayın Mustafa Çetinkaya ve Keriman NALBANT, Kadıköy Belediyesi Kültür Sosyal İşler Müdürü Sayın Prof. Dr. Simten GÜNDEŞ, Müdür Yardımcısı Sayın Fuat KALYONCU ve Caddebostan Kültür Merkezi Yöneticisi Sayın Sedef NARÇIN ile Kadıköy Belediyesi ve CKM’nin lgili tüm birim ve yetkililerine, etkinliğimize katılarak bizlere güç veren sevgili Deniz GEZMİŞ dostlarına sonsuz teşekkürlerimizi sunarız. Saygılarımızla. Deniz Gezmiş Bağımsızlık ve Özgürlük Vakfı Yönetim Kurulu Yazar olmak isteyen Nesrin’in (Esra Bezen Bilgin) evlilik deneyiminden de (boşanarak) geçtiği büyük kentteki tekdüze, mutsuz yaşamından sıtkı sıyrılarak, nicedir içinde kurduğu hafif ve romantik aşk romanını sakin kafayla yazabilmek amacıyla, kısa süre önce ölmüş anneannesinin köy yerindeki kuş cıvıltılarıyla, kuzu melemeleriyle çevrili ama kırık dökük, boş ve izbe evine gelişiyle başlıyor bol ödüllü “Ana Yurdu”. Senem Tüzen’in yazıp yöneterek (memleketi) Niğde’nin Altunhisar ilçesinde çektiği ilk uzun metrajı “Ana Yurdu”, zaman zaman edebiyatta, beyazperdede, ekranda ele alınıp işlenmiş o annelerle kızları arasındaki çok bilindik gerilimli, çatışmalı, gelgitli, aşknefret ilişkisine odaklanıyor. Köye geliş yolunda ufak bir kaza yaptığı arabasını tamirciye bırakan Nesrin’in keyfi, kızı için sürekli endişelenen annesi Halise’nin (Nihal Koldaş) ansızın çıkagelişiyle kaçıyor. Tutucu çevre Çünkü tek başına kalıp kitabını yazmaya yoğunlaşmak derdindeki kızının ‘konsantrasyonu’nu habire bozuyor, yaşlı ve hasta kocasını kentte bırakıp ‘ana yüreği işte’ diyerek soluğu Nesrin’in yanında almış, namazındaniyazındaki mızmız anne, sonu gelmez, ‘domestik’ dırdırlarıyla. Hep idealize edilen o kırsaldaki cennet gibi doğa imgesi Anne rolündeki Nihal Koldaş ile Nesrin’i canlandıran Esra Bezen Bilgin ikilisi filmin lokomotifi. nin içerdiği güzelliklerin ardındaki tutucu çevre baskısını seyirciye duyumsatıp kahvelerde taşkâğıt oynayarak pinekleyen erkek milletini de görmezden gelerek dedikodudan geçilmeyen kadın muhabbetleri ya da mevlit okuma sahneleri aracılığıyla ufak ufak kırsaldaki ‘kadın sosyalleşmesi’ni vurgulayan yönetmen Tüzen, Halise gibi iyi niyetli annelerin aslında erkek egemen düzenin kadın üstündeki baskısının hem uygulayıcısı, hem de kurbanı olduklarını düşündürerek, kadın seyirciye yönelik, etkileyici ve iz bırakan, kanlıcanlı bir kadın filmi imzalamış. Sinemamızda alışılagelmiş o bayat ‘romantik kırsal kesim güzellemesi’ yaklaşımını da bir ölçüde kı rarak, hadi gel köyümüze dönelim fantezisinin de ipliğini pazara çıkarıyor “Ana Yurdu”. Köy yerindeki anneanne evinde de aynen kentteki gibi mutsuzluğunu sürdüren, zaten kabız yazarlığını, çenebaz varlığıyla iyice tıkayan, öğretmenlikten emekli olmasına karşın kürtajı, arkadan sevişmeyi filan günah sayan, kızına, hadi bir abdest al kızım, cumaya temiz girersin diyen, yaşlandıkça bağnazlaşan annesinin giderek asabını bozup ağlattığı, sürekli annesine duyduğu sevgi ve nefret duyguları arasında gidip gelen Nesrin, çevrenin ne yazıyor, niye yazıyor sorularına da muhatap oluyor. Onca bozuk çaldığı, oysa 18’in de evlendirilip hemen çocuk doğurarak gençliğini hiç yaşayamamış annesinin sürekli bunaltıcı ilgisine karşı çıkıp sık sık anasının kalbini kırsa da, birlikte gülmeağlama krizlerine de tutulan, finale doğru oto tamirci çıraklığı yapan, köyün delisiyle kırlar üstünde sevişmesine de tanık olduğumuz, mezarını ziyaret edeceği anneannesinin boş evinde de kendini yersiz yurtsuz, yabancı hisseden Nesrin’in köy hayatına dair kurduğu hayallerin yerini alacak bazı katı gerçeklerle yüzleşmek zorunda kaldığı hikâyesini perdeye aktaran filmde, oyunculuklar da parlak. Güçlü anlatım Annesi tarafından leğende yıkanan, mastürbasyon da yapan, suçluluk duygusundan da kurtulamayan Nesrin’i canlandıran Bilgin’le kızının ısrarına karşın kente dönüş biletini aldırmayıp gidişini sürekli geciktirip gittikçe de muhafazâkarlaşan anne rolündeki Koldaş ikilisi, filmin lokomotifi. İç Anadolu’daki o yaygın, dindar muhafazakârlığı bir ölçüde eleştirme girişiminin ürünü olan film, özenli bir yönetmenin dokunuşlarıyla, kameraman Vedat Özdemir’in başarılı görüntüleri ve oyunculuk performanslarıyla seyreden, yer yer güçlü bir anlatımı yakalamış film, kurduğu öznel atmosferi, başarılı sanat yönetimi, akıcı montajıyla da iz bırakıyor. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle