19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 17 Nisan 2016 10 1 Mayıs sıkıntısı Siz ne düşünüyorsunuz bilemiyorum ama yaşı bana yakın olanlar, üç askeri darbe gören bu ülkede rönesansı da yaşadılar. 15 16 Haziran’da yüz binlerce işçinin “yaşasın sosyalizm!” sloganıyla kent merkezine yürüdüğünü de gördük, 1 Mayıs’larda milyonlarca insanın Taksim alanını doldurup civar sokaklara taştığına da tanık olduk. Şimdilik yaşadığımız acıları bir yana bırakıyoruz. Bugün öğrencilerime diyorum ki, “Ülkenin Rönesans zamanlarında, biz grev alanlarında, şunu talep ediyorduk: Her yüz kadın işçiye bir kreş ve anaokulu!” Öğrencilerim bunun ne demeye geldiğini bile kavrayamıyorlar. Ben de açıklıyorum, “Bir işyerinde yüz kadın işçi çalışıyorsa işveren onların çocukları için kreş ve anaokulu kurmak zorundadır.” Kendi anılarınıza dönün ve anımsayın. Nerelerden geçerek bugünlere geldik. Benim içimde bir sıkıntı var. Çünkü 1 Mayıs yaklaşıyor ve bir kez daha, solun yenilgisini apaçık ortaya çıkaran, bir 1 Mayıs daha yaşamak istemiyorum. İktidar Taksim Meydanı’nı yasaklamış, sendikacılar ve sivil örgüt temsilcileri, emir kulu komiserle pazarlık yapıyorlar, sonunda 2030 kadar örgüt temsilcisi önce Taksim Anıtı’na çiçek koyuyor, sonra da Kazancı Yokuşu’na karanfil bırakıyorlar. Bu arada bu teslimiyeti kabul etmeyen örgütler Taksim’e çıkmaya çalışıyorlar, ne yazık ki, sayıları çok az! Ve polisle kaçma kovalamaca oynanıyor. Açıkça söylemem gerekirse, bir kez daha bu görüntüleri izlemek istemiyorum. Eğer bir işçi örgütü binlerce işçisini Taksim Meydanı’na getiremiyorsa, önce bir kendine bakması gerekir. Çünkü getiremiyor! Ülkedeki büyük yozlaşma işçi örgütlerini de ele geçirdi. Bugün kimseyi kayırmak yok. Çünkü artık kendimi kandırmayacağım. Siz kandırmaya devam edebilirsiniz. Bakın Amasya Çeltek’te onlarca işçi ölüm orucuna yattı. Nerede, kapatılmak istenilen madende. Bu eylem devam ederken, gördüğüm bir fotoğrafı hiç unutmuyorum. Madenin girişinde sekiz yaşlarında bir çocuk, başında madenci kasketi ders çalışıyor. Babası içeride ölüm orucunda, çocuk sanki orada ders çalışırsa, babasının bunu hissedeceğini, ölmeyeceğine inanıyor. Hiç durmadan ders çalışıyor. Peki DİSK yöneticileri nerede? Hiçbir kuralın işlemediği bu ülkede ölüm orucu elimizde kalan tek savunma aracı! Ama DİSK yöneticileri yoklar. Tutuklu akademisyenler için “barış nöbetine!” gittikleri gibi, yeraltındaki işçilerin nöbetine de gitmeliydiler. Hiç olmazsa bir süre katılmalıydılar. Yıllar önce kanlı bir mayıstan sonra, bir 1 Mayıs’ta gazeteci kimliğimle dolaşabildiğim Taksim’deydim. Önünde çok acılı bir yüzle, orta yaşlı bir adam dolaşıyordu. Ve kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Yanına yaklaştım, kanlı 1 Mayıs’ta ölen gencecik kız çocuklarından birinin babasıydı. Kızının, o gün nerelerde dolaştığını bulmaya, onun ayak izlerini takip etmeye çalışıyordu. Bütün alanı birlikte yürüdük, sonra Kazancı Yokuşu’nun başına geldik, temsilcilerin bıraktığı karanfiller solmuştu, acılı baba birden büyük bir hiddetle karanfilleri çiğnemeye başladı, bir yandan da ağlıyordu. Ben donup kaldım ve o gün yitirdiğimizin ne denli önemli olduğunu bir kez daha kavradım. Diyeceksiniz ki, umut yitmez. Bugünlerde “umut” sözcüğü de bana çok aldatıcı geliyor. Hele de ana muhalefet partisinin, AKP iktidarının yargıyı istediği gibi yönlendirdiğinin her gün çeşitli örneklerle yaşarken, “dokunulmazlıkları kaldırmak için evet oyu kullanacağını” açıklamasından sonra. Çocuklar bile bu muhalefete gülüyor. Açıkça belli kimse hırsız, rüşvetçi diye mahkemeye çağrılmayacak, sadece HDP’nin yirmi kadar milletvekilinin dokunulmazlıkları kaldırılacak! Ama CHP artık siyaset alanında havlu attı. Şöyle bir fotoğraf gördüm; fotoğrafta Yüksekova’nın girişinde CHP milletvekilleri asker tarafından kente sokulmuyorlardı. Yasak kardeşim! Anladım ki, artık askerle iktidar tam bir uyum içindedir. Ve Meclis kötü bir komediden başka bir şey değildir. Aksini söyleyen çıksın ortaya! 17 Nisan 2016 SAYI: 33065 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Tahir Özyurtseven Haber Koordinatörleri Murat Sabuncu Ayşe Yıldırım Başlangıç Yazıişleri Müdürleri Bülent Özdoğan Baydu Can Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörleri Hakan Çankaya Deniz Tufan Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Haber Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Dış Haberler: Pınar Ersoy l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. lMuhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 04.41 04.29 04.57 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 06.15 13.11 16.53 06.01 12.55 16.39 06.26 13.18 16.58 Akşam 19.54 19.37 19.58 Yatsı 21.20 21.01 21.19 yorum TASARIM: İLKNUR FİLİZ Bir eteğin yırtmacından görünen kadın dizidir, tango. Erkeğin bacağına sarılan kadın bacağı, ka dının ince beline dolanan erkeğin sağlam eli; boşa dü şürmeyen gövdesidir. Aşkta buluşan, nefrette kopamayan, birbirinin içine geçen, müzik bitmeden ayrılamayan kadın ve erkeğin vücut dilidir. Tekses, çoksesSokağın felsefesidir, tango. Tutkunun dibine vurmaktır. Bir şiir kıtası boyunca insan doğasıdır. Kadın ile er Ama içerdeki bizler, dışardakilerin müziğini de tanı keğin dünyayı inkârı; sevdanın sınır tanımazlığıdır. yor, seviyor ve hatta gönülden çalıp söylüyoruz. Velhasılı tüm dinlerin ve dincilerin asabını Demek ki farktan çok, eksiklik var bozan öznel eşitlik, nesnel özgürlüğün ifade aramızda! sidir, tango. Dünya müziklerini sevmek, ye CKM’de TangoNeva’nın harikulade konse rel müziği sevmeye engel değil. Oy rini izliyorum. sa yalnız şarkı, türkü söyleyip ha Tolga Salman bandoneon, Ayşe Nil Ülge lay çekmeye ya da göbek atmaya id ner piyano, Yonca Sülün ve Gaye Süslüoğ manlı çoğunluk; nedense klasik mü lu keman, Ayşe Didem Hekimoğlu viyola, zik başta, alışık olmadığı ses ve ri Jülide Canca Ege viyolonsel, Ceren Akçalı timleri peşinen reddediyor. kontrbas çalıyor. Hepsi klasik müzik sanatçısı. Zaten her alanda alıştırılma yoluyla Sahnede şık ve zarif bir görüntü. koşullanmadığı her yeni tadı, biçimi, Dünyadaki en iyi orkestralarla aşık atabile davranışı reddediyor. cek, kusursuz bir icra. Böylesi bir ret, salt eksiklik değil. Ne güzel sanatçılar yetişmiş bu ülkede, di Kültürel bir yoksunluk ve yoksulluk, ye düşünüyorum. Salonu dolduran kalabalığa aynı zamanda. göz gezdiriyorum, ne güzel insanlar var, diyo St. Severin kilisesi rum… orgu/Paris Ancak ve yalnız eğitimle aşılabilecek bir ufuk darlığı. Kısaca cehalet. HHH HHH Az önce içinden çıkıp geldiğimiz, az sonra arası Doğduğu andan öteye hep dine dayalı baskı ve na karışacağımız dışardaki kalabalığı anımsıyorum, is yasaklarla dünyası küçültülen bu insanlara, artık kız ter istemez. lıerkekli halay çekmeyi de haram belletiyor; ülkeyi Aynı ülke, aynı şehir, hatta aynı mahallede; bambaş kangren gibi saran yobazlar. Dünyaya niçin geldim, ka dünyalara ait gibiyiz. neden yaşıyorum, işlevim ne olmalı, haklarım nedir Oysa o kadar da farklı değiliz. diye sorgulayamadan ölüp giden yararsız ve umut Dışardaki sınırsız kalabalık, içerdeki sınırlı kalaba suz kuşaklar yetişiyor. Kendi canlarına değer ver lığın dinlediği müziği belki hiç duymadı, belki duydu medikleri için başka canlara rahatlıkla kıyabilen za sevmedi; kesin olan şu ki ne kulağının belleğinde, ne rarlılar da cabası. dilinin ucunda taşıyor. Din, her zaman ve her yerde insanları cahil bırakma nın, kul ve köle kılmanın, dolayısıyla kolay yönetmenin aracı olmuştur. Ama hiçbiri sanatı ve kültürü, Sünni İslamın bugünkü uygulaması kadar tepelemedi, boğmadı. Örneğin Doğu ile Batı müzikleri arasında gerçekten çarpıcı derinlikte bir uçurum vardır. Dünyanın en büyük enstrümanı, en yüksek perdeden ses üreten ve müziğin balinası diyebileceğimiz org, Batılıdır. Ama kilisede çalınır. Batı piyanodur, kemandır, arptir, viyoladır, obuadır, mandolindir, gitardır, trompettir, saksafondur, bateridir, davuldur, simbaldir ve hepsini saymaya kalkarsam bu listede en az 40 enstrüman vardır. HHH Doğu ise Japonya’dan Türkiye’ye davuldur, zurnadır, zildir, kavaldır, klarnettir, neydir, sazdır, tulumdur, kanundur, tamburadır, kemençedir… Belki Japon, Çinli ya da Hintli birkaç enstrüman unutmuşumdur, ama o kadar. Diyeceksiniz ki anladık, Doğu müziği enstrüman sayısından da anlaşıldığı üzere Batı müziğinden çok daha sınırlı, daha yoksul. İyi de bu zafiyeti İslamiyete nasıl bağlayacaksın? Dinsiz Japonya ve Çin, eksikliği dünyaya açılarak giderdi. Oralarda yetişen klasik Batı müziği sanatçıları ve orkestra şefleri, bugün dünyanın en iyileri arasında yer alıyor, sayın seyirciler. Oysa İslam ülkeleri, Klasik Batı müziğine oldum olası kapalı. Türkiye ise açılmışken kapanıyor! Demokrasi, çokseslilik demektir. Tek sesli müziğe alışık toplumlarda, tek adamın sözü dinlenir. Bağlantı gayet açık değil mi? İzmir Kitap Fuarı’na dair… Yeni bir romanla karşınızdayım: Hiç Kimse, 2013 yılında Paris’te PKK militanı üç kadının öldürüldüğü son derece profesyonel suikastın izini süren siyasal bir casusluk kurgusu. 23 ve 24 Nisan saat 14’ten öteye İzmir TÜYAP’ta olacağım. Sevenlerimi Kırmızı Kedi Yayınevi standına beklerim. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] Meclis ne yapar? Türkiye Büyük Millet Meclisi ne yapar? Uzun yıllar bakanlık ve Meclis Başkanlığı da yapmış olan siyasetçimizin yanıtı şartlıydı: Adımı zikretmezsen söyleyeyim. (Muhatabımız haklı. Lider korkusu hepsini ruhen, zihnen, bedenen teslim almış durumda. Davutoğlu dahil AKP’nin ve (şimdilik) T.C.’nin siyasi, cismani ve ruhani liderinden partide korkmayan kork. Eğer ondan korktukları kadar Allah’tan korksalar hepsi cennetlik...) Hayır adınızı yazmam Sayın Başkan, Meclis ne yapar? Üç şey. Kanun, torpil ve kavga yapar! Ben de bir ek yapayım mı? Ben de sizin adınızı zikretmem. Söyleyin! Meclis, yemek yapar! Bir de izinsiz gösteri yapar. Sahiden TBMM haftanın her günü en az 67 bin kişiye yemek yapıyor. Salıları bu sayı bazen 10 bini (evet on bini!) geçiyor. Ve o gün iktidar grup salonunda bir de izinsiz gösteri yapılıyor. HHH TBMM’ye girişe konulan sınırlamaya rağmen ziyaretçi sayısı azalacağına sürekli artıyor. Cuma günleri genel kurul toplanmıyor. Ama o gün de ülkemizin bu yegâne minaresiz camisinin cemaati bahçeye taşınıyor. Ziyaretçilerin elleri bu kez dua için açılıyor: “Bizim oğlana, damada bir iş!” HHH Geçen dönemlerde günlük ziyaretçi rekoru 20 bine yaklaşmıştı. Çin Halk Cumhuriyeti basın müşavirliğini aramıştık. Bu rakamı 1.5 milyarlık Çin’de tutturmamız mümkün değil demişti şaka yollu. Bizdeki ziyaretçi trafiğinin tek nedeni var: Ülkemizde milletvekili seçmen (delege) ilişkilerinin çarpıklığı! Bu çarpıklık elbette bugünün ve dünün meselesi değil. Çok partili döneme geçtiğimiz yıllardan beri sürüp giden bir sorun. İş için, torpil için gelen ziyaretçilerin büyük çoğunluğu eli boş dönüyor. Ama yine de gelenlerin ardı arkası kesilmiyor. “İş istekçisi yurttaş ile milletvekili” ilişkisi nasıl olmalı? Bu sorunun yanıtını bugünkü milletvekilleri bilmiyorlar. Bundan öncekiler de bilemediler. Bilemeden ve öğrenemeden gittiler. Bendenizin naçiz bir önerisi olmuştu. Burada yinelemekte yarar var. Meclis’te üç ayrı banka hizmet veriyor. Hele yeni Halkla İlişkiler binası adeta bir AVM. Buraya Türkiye İş Kurumu bir veya birkaç iş ve işçi bulma ofisi açsa, vekiller de kendilerine gelen iş taleplerini hiç değilse, parti belediyelerine değil de buraya iletse... Vekillerin elindeki tek koz veya teselli aracı iş istemeye gelenleri onar, yirmişer bazen de ellişer kişilik gruplar halinde Meclis lokantasında ağırlamak. Günde en az 67 bazen de 10 bin kişiye yemek çıkaran Meclis Lokantası, lokanta olmaktan çıkıyor. Çadır kentlerde Kızılay’ın sığınmacı aşhanelerine dönüyor. HHH Önceki dönemleri yok sayalım. Çalışma ve iş hukuku konusunda son 13.5 yılda sayısız yasa çıkartıldı. Ama TBMM iş arama kurumu olmaktan çıkamadı! HHH Asıl mesleğini “gazeteci” olarak açıklayan merhum bir sayın siyasetçimizin tam 51 yıl önce yazdığı bir yazıdan alıntı yapmak en iyisi: “Türkiye’de siyaset adamlığı bir ölçüde fahri iş bulma memurluğu haline gelmiştir. Bazı siyaset adamları, sırf işsizlere iş bulmada gösterdikleri gayret ve başarı ile siyaset alanındaki mevkilerini sağlamlaştırmaya çalışırlar. Bazıları da ister istemez bu yola sürüklenirler. Bunda siyaset adamlarının da, yöneticilerin de, halkın da kusuru vardır. Siyaset adamlarının kusuru vardır: Çünkü ya yüzleri tutmadığı için ya da güçlerini artırabileceklerini düşündükleri için, birer iş bulma memuru gibi davranmaya razı olurlar. Asıl ödevleri iş ve işçi bulmayı tam bir tarafsızlık ve adalet içinde çalışan, tavsiye ve iltimasın işlemeyeceği bir düzene bağlamak olduğu halde ya bunu yapamazlar ya da kendi nüfuz ve itibarlarını azaltacağını düşündükleri için o yolda çaba göstermezler.” (Bülent Ecevit – Milliyet 23 Ağustos 1965) HHH “Meclis kanun yapar, torpil yapar ve kavga yapar!” diyen mahcup muhatabımız “Çalışanlar için her yasayı çıkardık!” diyor. Ama “iş talepleri” bir türlü azalmıyor. “Üniversiteli iki oğlum da işsiz!” diye yakınan yurttaş ne diyordu? “Kemah’a bile TOKİ diktiler. AVM dikiyorlar. Bir tane de fabrika dikseler ya!” Bulutta çalışmak... “Yeniden büyük bir şey yaratıyoruz. Fakat bunun ne anlama geldiğini yıllar sonra anlayacağız.” Almanya’nın önde gelen haftalık dergilerinden “Der Spiegel”, internet ve dijital dünyadaki gelişmelerle ilgili özel bir sayı yayımlamıştı. 90’lı yıllardı. Der Spiegel durumu yukarıdaki başlıkla özetliyordu. Aradan 20 yılı aşkın bir süre geçti. O yarattığımız “büyük şeyin”, ne anlama geldiğini anladık mı? HHH “Benim buluta ihtiyacım var mı” sorusu beni gülümsetti. Küçük bir işletmesi vardı. Ona “bulut teknolojilerinden” söz etmişler, pek kavrayamamış. “Niye gülümsüyorsun” diye sordu. “Eskiden insanlar neye ihtiyaçları olduğunu bilirlerdi. Şimdi bana soruyorsun. Bence güzel bir tatile ihtiyacın var” diye yanıtlayınca o da gülümsedi: “Teknolojide o kadar çok şey yaşanıyor ki. Bu nedir diye sormaya çekiniyorum çünkü genellikle bana verilen yanıtı pek anlamıyorum. Aslında o teknolojiye ihtiyacım var mı, onunla ne yapabilirim, işlerimi kolaylaştırır mı, onu merak ediyorum.” “Bu teknolojiye gereksinimin var mı bilemem. Ona sen karar vereceksin. Fakat ben bulut teknolojisini kullanıyorum. Aslında sen de kullanıyorsun” diye girdim söze… HHH Önceleri gazetede yazımı yazdıktan sonra, onu yanımdaki USB belleğe kaydederdim, evde yazmaya devam etmek için. bbauSşluolatnadrıa(minla.ttwreaBı[email protected],noemfatolletsoruiğnoraurtfcalauyrlaaımrçaıı,k) stkıu.onYpuyamazlıallaamrrıımmayıı…a Böylece onlara farklı bilgisayarlardan ulaşmak kolaylaştı. Paylaşmak da kolaylaştı. USB bellek taşımaya gerek kalmadı. Bulutu sadece depolama amacıyla kullanmak bir süre sonra yetersiz kaldı. Çünkü kullandığım aygıtlar çeşitlendi: İşyerindeki bilgisayar, cebimdeki akıllı telefon, sırt çantamdaki tablet, evdeki notebook… Bir adım daha atılması gerekiyordu. Ve o adım atıldı. Bulut üzerinde yazılım hizmetleri de verilmeye başlandı. Böylece yazdığım yazıya, her cihazla ulaşabilir hale geldim. Hem de hiçbir cihaza yazılım yüklemeden. Çünkü yazılım zaten bulutta yer alıyordu ve her cihazda çalışıyordu. HHH Artık yazımı yolda yürürken bile yazabiliyorum. Cep telefonumu çıkarıyorum ve “bulut”taki belgeyi açıp, “konuşarak” ona ek yapıyorum. “Dikte” özelliği tüm akıllı telefonlarda var. Siz konuşuyorsunuz, dikte programı söylediklerinizin tümünü yazıya döküyor. Hem de hatasız şekilde. Yorulduğumda bir kafeye oturuyorum, tabletimi çıkarıp yazmaya devam ediyorum. Nasıl olsa belge bulutta. Eve varınca, notebookumu açıyor, devam ediyorum çalışmaya. HHH Anlattıklarımı somut olarak görmek istiyor. Google epostasını açıyoruz. Sağ tepede “drive” bölümüne tıkladığımızda Google ofis setiyle karşılaştığında, “Aaah, buraya hiç bakmamıştım” diyor. Sonra Outlook hesabına bağlanıp aynı şeyi yapıyoruz. Orada da Office 365 var. Word, Excell, Power Point… Yine bir “Aaa” sesi. Ardından Apple iCloud’a, Yandex, Dropbox ve Mega’nın depolama uygulamalarına bakıyoruz. Hepsi bedava. Her biri 550 GB arasında depolama olanağı veriyor. Bulut teknolojilerinin işletmelere, yazılımcılara sağladığı olanaklar daha kapsamlı. “Artık her yerde rahatça çalışabilirim” diyor işadamı arkadaşım, bense “Evet, işini artık her yere götürebilirsin. Ama bu bir özgürlük müdür, işte onu bilemem” diyorum. Antalya Barınaklar Bulvarına, Anadolu Hastanesine, Güzeloba çarşıya, denize çok yakın, 2134 sokakta 2012 yapımı 4+1+ 2 banyolu dublex. Satın al, hemen taşın. Sahibinden Tel: 0532 200 66 52 C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle