19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 10 Nisan 2016 10 yorum Hepimiz mi badelendik? Her geçen gün dini bütün hocalardan yeni bir şey öğreniyoruz. Onların üstüne basarak belirttiklerine göre erkek çocuklarla eğleşmeye badeleme deniliyormuş. Türkçe her yana çekilebilen bir dildir ama burada ne demek istendiği çok açık belli. Ben de tuhaf bir düşünceye kapıldım acaba hepimiz mi badelendik! Bu düşünceye kapılmamın nedeni, bunca tecavüz olayının açığa çıktığı, oğlancılığın neredeyse teşvik edildiği bir ortamda, iktidar partisini geçtim, o badelenmekten yana, partiyi destekleyenler de inanması zor protesto eylemleri yapıyorlar. Sayfamda görülen fotoğrafa şöyle bir göz atın, Tanrılar, varsanız benim aklımı koruyun. Tamam iktidar partisini geçtik ama iki tane kapı gibi muhalefet partimiz var ve tık yok. Kılıçdaroğlu salı toplantısında, Aileden Sorumlu Bakan için, “Olayların önüne yatıyor” dedi, AKP taraftarları, “edep yahu!” diyerek protesto etmeye başladılar, muhalefet partilerinde gene tık yok! CHP, on bir milyon kişiden oy almış, HDP desen beş milyon kişiden oy almış ama tık yok. Öyle bir iki küçük protestoyla olmaz bu iş! Haksız mıyım, hepimizin badelendiğini düşünmekte. Ne kadar çok tık yok yazdım, değil mi ama tık yok! Şimdi gelelim CHP’li seçmene. Arkadaş sizin hiç mi çoluk çocuğunuz yok. Ya da badelenenlerin sadece yoksul çocukları olduğunu düşünüp, “Bu beni ilgilendirmez mi” diyorsunuz. Sizin kadın kollarınız yok mu? Bu kadın kolları, sadece seçim zamanı ellerinde ıslak mendil ev ev dolaşmak için mi var? Islak mendili özellikle söyledim, çünkü ne yazık ki, bu satırları yazan yazar, bir seçim çalışmasını izlediğinde şöyle bir manzarayla karşılaştı. Yoksul bir evi ziyaret eden partinin kadın kolları mensuplarının, dışarı çıkar çıkmaz yıldırım hızıyla bakkaldan ıslak mendil alıp gene yıldırım hızıyla ellerini, kollarını, yüzlerini sildiklerini gördü. Aman bize bir şey bulaşmasın! Acaba 11 milyon oy almış bir partinin kadınları “aman bize bulaşmasın” diye düşünüp laik sistemi adım adım yok eden, bu tarikat evlerine, o evlerdeki badelenmeye karşı çıkmak gereğini duymuyorlar mı? Birkaç kişinin değil, milyonların sokağa çıkmasından söz ediyoruz! Meclis’te önerge vermek yetmez! Zaten Meclis işlemiyor, bunu altı yaşındaki çocuklar bile biliyor. AKP’liler bu konuda verilen tüm olumlu önergeleri, militanca (!) savaşıp hayata geçmesini engelliyorlar! Öyleyse neden muhalefet partileri sokakta değil? Sözüm sadece CHP’lilere değil, Güneydoğu’da sokağa çıkmakta bir an bile tereddüt etmeyen HDP’li kadınlara da! Biliyorum, Güneydoğu’da kadın örgütlenmesi çok güçlüdür. Beni evlerinde misafir eden Kürt kadınlarının, çocuklarını doyurup ev işlerini yaptıktan sonra koşa koşa yürüyüşlere katıldığına pek çok kez tanık oldum. İnanılmaz dayanışmalarına da. Ama nedense HDP bu badelenme meselesinde “belki de Güneydoğu’da işler çok karışık olduğundan” sesini çıkarmıyor! Üstelik badeleme yapanlar, Türk, Kürt, Laz, Çerkez ayırt etmiyor. Neden sokaklarda değiliz? Bu konuda yanlış anlaşılmak mümkün değil! Bu mesele için sokağa çıktığınızda kimse sizi PKK yandaşı olarak suçlamaz. Biz: “Ölen ve badelenen bütün çocuklar için sokaktayız!” Badelemeye meraklı hatta buna dinsel kılıflar uyduran bir iktidar var ve bu onun en yumuşak noktası. Yoksul insanlar, istedikleri kadar çocuklarını teslim ettikleri din hocalarına, “Eti senin kemiği benim” deseler de, olayları para karşılığı unutmuş görünseler de nihayetinde anne ve babalar! Belki de çok çaresizler, belki de mahalle baskısından, çocuklarının damgalanmasından korkuyorlar. Onlara bu korkularını yıkmak için kim yardım edecek? Güçlü bir muhalefet varolduğunda, bu korkunun azaldığını hep birlikte göreceğiz. O zaman hâkimler, 23 çocuğun makadına pet şişe sokan (o çocukların bir kısmı ağır ameliyatlar geçirdi) imam hatip okulu öğretmenini serbest bırakamayacak! O zaman Karaman’da 35 aile on bin liraya çocuğunun geleceğini satmayacak! Bana diyebilirsiniz, Işıl kendin çalıp kendin oynuyorsun! Evet, ben badelenen bütün çocukların anası gibi hissediyorum kendimi. Çalıp oynamaya devam! 10 NİSAN 2016 SAYI: 33058 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Tahir Özyurtseven Haber Koordinatörleri Murat Sabuncu Ayşe Yıldırım Başlangıç Yazıişleri Müdürleri Bülent Özdoğan Baydu Can Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörleri Hakan Çankaya Deniz Tufan Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Haber Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Dış Haberler: Pınar Ersoy l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. lMuhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. NAMAZ VAKİTLERİ İmsak Güneş Öğle İkindi İstanbul 04.55 06.26 13.12 16.50 Ankara 04.42 06.11 12.57 16.34 İzmir 05.09 06.36 13.20 16.56 Akşam 19.46 19.30 19.51 Yatsı 21.10 20.52 21.11 İthal tohumların toprağın façasını bozmadığı yıllardı. Diyarbakır karpuzunun to humu ABD’den, Beypazarı ha vucununki İsrail’den, Urfa bibe ri Meksika’dan, Ayaş domatesi Fransa’dan gelmezdi... Çengelköy’de Kaliforniyalı de ğil, yerli hıyar yetişirdi. Topatan kavunumuz vardı he nüz. Kara karpuzumuz vardı, çatırdatınca ses veren. Geldik, yedik, bitirdik!Patatesimiz vardı, kütür kütür, sapsarı. Domatesimiz iri, sulu ve kokuluydu. Bıçağın tersini sürtünce derisine, etinden incecik sıyrılırdı kabuğu. Özü öylesine kırmızıydı ki, Yeşilçam filmlerine kan efekti sunardı! Ankara, Cumhuriyetin kalbi ve kalesi, tertemiz bir memur kentiydi. Daima demokrat İzmir, Ege’nin incisi. Yazarların, ozanların yetiştiği Adana ovasında dünyanın en kaliteli pamuğu ekilir, toplanırdı. Turunç kokulu bir yeryüzü cennetiydi, Antalya. Ama betona gömülmemişti, daha. Baharda erguvanların şavkıdığı bir deniz nehri geçiyordu, iki göğsünün arasından. Alaaddin Yavaşça’nın “şen gönüller yatağı” henüz yağmalanmamıştı. Boğaziçi zümrüt bir gerdanlıktı, İstanbul’un bağrında... Yıl 1962, Maurice Pialat 37 yaşındaydı. Kısa metrajlı belgeselleriyle tanınmaya başlamıştı. Como Film’in sahibi Samy Halfon ise “Hiroşima Sevgilim” gibi ölümsüz filmlerin prodüktörüydü. Tam da o yıl, Alain RobbeGrillet’nin İstanbul’da çekilen Karadeniz kıyısında çay ekilen gür ve Sezer Sezin ile Ulvi Uraz’ın da rol al büz topraklarımız, henüz zehirlenme Maurice Pialat dığı “Ölümsüz Kadın” filminin yapımcılığı mişti. nı üstlenmişti. Belki filmdeki mekânın et Serhat burcu Edirne’de meyve kokulu sabunlar kisinde kaldığı için, Pialat’ya bir dizi İstanbul bel üretilir; Trakya’da kekikle beslenmiş kuzular ye geseli ısmarladı. tişir, manda sütünden bıçakla kesilen yoğurt ve HHH sakız rayihalı tereyağı yapılırdı. Maurice Pialat, İstanbul’a geldi. Meraklı bir şaş HHH kınlıkla seyrettiği İstanbul’un hallerinden 1962 ile İstanbul yine en kalabalık, en pis, en zor ve 64 arasında, altı bölümlük bir dizi belgesel çekti. haşmetin sefalete karıştığı şehirdi. Kımıl kımıl bir kentin bazen görkemli, bazen zaval KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] Pozisyon kurbanı dilimiz? Günlerdir “pozisyon” tartışıyoruz. Bu konuda da ikiye bölünmüş durumdayız. Birinin önüne, arkasına, üstüne, altına yatmanın mana ve ehemmiyetini anlamaya, anlatmaya çabalıyoruz. Bir ara en çetrefil pozisyon “yan yatma” gündemdeydi. İşin içinde askeriye vardı. Bereket versin iktidarın sessiz ve derinden desteğiyle gerçekleştirilen dijital paralel kumpas sayesinde hem askeriyemiz önemini kaybetti hem de yan gelip yatmak... Şimdi varsa yoksa “önüne yatmak”. Bir dönem “asker milletiz!” diye övünürdük. O geçti. Ama “Erkek milletiz!” geçecek gibi değil. “Önüne yatmak.” Bu lafı şimdi ortalıkta olmayan bir Sayın Sakıt Bakan gündeme sokmuştu. (Lütfen! Sapık değil sakıt! “Herkes Osmanlıca öğrensin!” buyurmuştu! Gençlere naçiz bir hizmet; sakıt, “iktidardan düşen” ve “suskun” demek. Zaten “önüne yatarım” diyen birinin “düşmesi” de ve “suskunluğu” da neredeyse Allah emri gibidir, kaçınılmaz!) HHH Hiç kimse tesadüfen Cumhurbaşkanı olamaz. Birçok özelliğe paralel bir feraset, fazilet ve basiret gerektirir. Tayyip Bey’imiz, Türkçenin başına gelecekleri biliyor gibi, 2007 yılında “Türkçenin Korunması ve Geliştirilmesi için TBMM’de bir Araştırma Komisyonu” kurdurdu. Muhalefetin de katkısı ve katılımı ile bu komisyon çok kapsamlı bir rapor hazırladı. Rapor TBMM’de görüşülerek kabul edildi. Şöyle başlıyor: “Milletleri millet yapan unsurların başında gelen dil, birliğin ve bütünlüğün temel taşıdır. Toplumlar millet olmayı bir dile sahip olmakla elde ederler. Milli varlıklarını ancak kendi dilleriyle koruyabilirler. Milli kültürün en önemli unsuru dildir. Milli kültürün doğması, gelişmesi ve kuşaktan kuşağa aktarılması dil ile olur. Dil, insanoğluna bahşedilen en büyük nimetlerden biridir.” HHH Şimdi TBMM’nin bu resmi belgesine göre “millet olmayı pek becermiş” görünmüyoruz. Onun yerine anadilimizi, afedersiniz deyimlerimizi becermekle meşgulüz. HHH Rapor ısrarla “Milli kültürün doğması, gelişmesi ve kuşaktan kuşağa aktarılması dil ile olur!” diyor. Ama “önüne yatma” deyiminin anlamında bile anlaşamadıktan sonra bu nasıl olacak? Yaşayan kuşaklara bile doğru aktaramadığımız bu deyimi, gelecek kuşaklara çizimle mi yoksa fotoğrafla mı aktaracağız? HHH Türkçeyi, medyamızın pek bayıldığı ifade ile “masaya yatıran” Türkiye Büyük Millet Meclisimizin raporunda “önüne yatmak” ile arsızca ima edilen “altına yatmak” arasındaki farkı saptamaya yarayacak bir bölüm bulmak çok zor. Raporu hazırlayanlar, belli ki siyasetin bir istismar ve çamur atma etkinliği haline geldiğini gözden uzak tutmuşlar. HHH Oysa en kolay istismar edilen iki kesim için de (Kadınlar ve Çocuklar) uyarılar, öneriler olabilirdi. “Cinsiyetçi dil ve kavramlar”dan uzak durmak önerilebilirdi. Sözgelimi bir kadının “Ben Kasımpaşalıyım!” diyemeyeceğinin örneği verilebilirdi. “Kasımpaşalı eli maşalı” deyimi kadar, o semtin orta yerinde de yankesicileri ile ünlü Hacıhüsrev Mahallesi olduğu için. HHH Siyasette ve hayatta çocukkadın söz konusu olunca çok özenli, dikkatli olmak şart. Ama iktidar bu konudaki zaaflarını örtmek için tam bir mal bulmuş Mağribi: Camdan değil, candan konuşma aşkına ağızdan çıkan “önüne yatma”ya sarılıyor. O ne güzel deyimdir: Yavuz hırsız! HHH Raporda çok alıntı var: “Konuşmak bir anlamda bir hürriyet hareketidir. Kelimeler de hürriyetin kendisi!” (L.Feuerbach) HHH Bizimki “prompter” cihazsız yapamıyor. Hukuka ve Cumhuriyete karşı “hürriyet hareketini” ancak cama bakarak yürütüyor. “Kentler çocuk gibidir. Uyurken ışık açık bırakılır.” JACQUES SAVOIE lı büyüsünü; Gerard de Nerval’in, Stefan Zweig’ın metinleri ve Nâzım Hikmet’in şiirleriyle mıhladı. Boğaziçi, Bizans, İstanbul, Haliç, Galip Usta ve Pehlivan başlıklarını taşıyan belgesel dizisini, bugün seyretmek inanın çok acı veriyor. Çünkü 1962’den bu yana İstanbul’un uğradığı talan ve tecavüzde kaybettiği doğal güzelliği, hatta uygarlığı gözler önüne seriyor. 1691 yıllık bir tarihe saygısız ve görgüsüz bir kalabalığın kemirdiği bu şehirde, bir zamanlar “su tadıcıları” olduğunu bilir miydiniz? Zayfiyet için Fırat’tan, yorgunluk için Tuna’dan damacanalarla sular taşınıp içildiğini; 1833 tarihli Nil suyunun en leziz su olarak mumlu mühürlü şişelerde satıldığını anlatıyor Maurice Pialat, İstanbul filminde... HHH En vurucu bölümü, Nâzım Hikmet’in dizeleriyle “Galip Usta” başlıklı bölüm olan bu belgesel o yıllardan bugüne herhangi bir televizyonda yayımlandı mı, kısa metraj festivallerinde gösterildi mi, bilmiyorum. Ama YouTube’da tamamına ulaşılabiliyor. İlk uzun metrajını ancak 1968’de çeken Maurice Pialat, 1983’te “Aşklarımıza” filmiyle Cesar ve 1987’de “Şeytanın Güneşi Altında” filmiyle Altın Palmiye ödüllerini aldı; dünyaca ünlü bir yönetmen oldu ve 2003’te öldü. Kısa metraj dalında bir başyapıt sayılan İstanbul belgeselinde zamanın yoksul varoşları ve kepaze altyapıyı atlamamış; kenti “Kulislerini gezmeden görülmesi gereken bir tiyatro sahnesi” diye tanımlamıştı. Bugün varoşların kemirdiği İstanbul’u görseydi, “Sahne yıkılmış, tiyatro kulislerden ibaret!” derdi. Yaşasın internet! Türkiye ilk kez 12 Nisan 1993’te internete bağlandı. Gazetelerde haber bile olmadı. Aradan iki koca yıl geçti. Binlerce insan interneti kullanmaya başladı. Yıl 1995. Devlet Planlama Teşkilatı’nın yeni kalkınma planı açık landı. Baktık planda internet sözcüğü tek bir yer de var. DPT de önemsememişti interneti iyi mi. “Hani matbaa Osmanlı’ya çok geç geldi. Bu nun bedeli ağır oldu” diyorlar ya. Aynı şeyleri yaşıyoruz. Üstelik internet matbaadan daha önemli. HHH Türkiye’de internet tarihini kabaca iki döneme ayırabiliriz. İlk dönem, internetin önemsenmediği yıllar. Bu döneme kısaca “O ne ki” dönemi diyorum. Ne zaman internetten söz etseniz, karar veri cilerden aynı tepkiyi alırdınız: “O ne ki?” Başta Doç. Dr. Mustafa Akgül olmak üzere, Türkiye’de internetle ilgilenen ne kadar insan varsa, o dönem seferber olup herkese interneti anlatmaya çalıştılar. Akgül hâlâ anlatmaya çalı şıyor. Sonradan ortaya çıktı ki, “O ne ki” şu anlama geliyormuş: “Sen ne anlatırsan anlat. Ben senin anlattığını anlamayacağım. Bu konuyla da ilgilenmeyece ğim.” Yani ne yapsanız boşuna. Neyse ki kamuoyu, devleti yönetenler kadar duyarsız değildi. sinUYi ımçllaeurktmlgaentweaçwndytaweıihk..mabhİtenmata@tebşetgtlairmainn..daceGiolı.t.mcaodlmiebvalebtiirnşyeayvlearş yavaş olacak ilgi beklentisi içine girdik. Oldu da. İnternette ikinci dönem başladı. Buna kısaca “Baş belası döne mi” diyebiliriz. Devlet internetle kavga etmeye başladı. Oysa özel sektör internetin önemini kavramış, artık “Bana icat çıkarma” söyleminden “Bana lütfen icat çıkar” söylemine geçmişti. Ama ne fayda. Artık “Twitter mivittır, hepsinin kökü kazı nacaktı”. İnternet ha bire sansürlendi. YouTube, Face book, Twitter, Google hepsi sansürden payını aldı. 104 bin web sitesine erişim engellendi. HHH Uzmanlar “Bilgi toplumuna” geçişten söz ediyorlar ya, o topluma geçişin anahtarı inter net. Hedef 4. Sanayi Devrimi’yse, o da internet olmadan olmaz. Fakat özgürlük olmadan da internet gelişip serpilemiyor. Özgürlük olmadan bilim olmaz, sanat da. Yaratıcılık olmaz. Ekonomiyi sıçrata mazsınız. Sadece olduğunuz yerde debelenip durursu nuz. Komik de olursunuz. Şimdi 4G’ye geçtik. Niye? Daha hızlı bir internete kavuşmak için. Peki, internet neden yavaşlıyor söyler misiniz? Neden bazı dönemler insanlar sosyal medya ya bağlanamıyor? İnterneti hızlandırmak için milyonlarca dolarlık yatırım yap, sonra onu kontrol edeceğim diye yavaşlat. Ya da sansürle. Ya da “kökünü kazı maya” çalış. Bu nasıl bir mantık? Türkiye’de toplumun neredeyse yarısı internet kullanmıyor. Avrupa sonuncusuyuz. Yakışıyor mu? İnternet Türkiye’de 12 Nisan’da 23. yaşını dolduracak. İyi ki doğdun internet. Sana iyi davranmadık. Hırpaladık seni, sansürledik. Baş belası dedik, kökünü kazımaya çalıştık. Güdük kaldın biraz. Yine de iyi ki varsın. Kusurumuza bakma. SAYISAL LOTO 13,14,23,27,32,33 6 BİLEN: 3 Milyon 363 Bin 620 Lira 60 Kuruş (1 Kişi), 5 BİLEN: 2 Bin 211 Lira 15 Kuruş, 4 BİLEN: 36 Lira 5 Kuruş, 3 BİLEN: 5 Lira 95 Kuruş C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle