20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 23 Şubat 2016 EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: ZARİFE SELÇUK Diyarbakır’da duygusal M kopuş yaşanıyor emlekette şubat sonu ayazında “bahar gelsin” demeye korkar olduk... Savaş oyun değildir, biliriz, aklımızla idrak ederiz. Başlatması kolay, bitirmesi zordur. Ahmet Arif’in “Yediveren Gül”ünün diyarı Diyarbakır’a gidince korkularım daha da arttı. Beş senedir Arap ellerini dolaşmaktan kalma reflekslerle düşündüm, baharın da, karakışın da izine düştüm... Diyarbakır’a derin bir hayal kırıklığı, bezginlik, isyan, kaygılarla karışık bir haleti ruhiye hâkimdi. Sıradan insanların çaresizliği en fecisi. “Sur” dediğimiz Diyarbakır’ın yüreği. O yürek kanayınca, kolları bacakları tutmaz oluyor. Güvenlik güçlerine tepki büyük, en başta sivillerin gözetilmemesinden. Sur’a doldurulan özel harekâtçılar, PÖH’ü, JÖH’ü, Esadullah’ı herkesin dilinde... 7 Haziran’da yüzde 81’i aşan, 1 Kasım’da yüzde 75’e gerilemiş HDP’ye siyaseten güvensizlik eksik değil. PKK’ye (Kandil) destek de gördüm, kırgınlık ve öfke de... haber 11 Diyarbakır’ın yüreği Sur’da atıyor. Güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanımına, PÖH’e, JÖH’e, Esadullah’a, siyah/beyaz Ranger’lara tepki büyük. Şehirlerini savaş alanına döndüren çatışmalardaki payından ötürü PKK’ye ve Kandil’e de isyandalar Bitmeyecek şiddetin ufkundayız... on Ankara suikastını yapan kişinin kimliği konusunda yaşanan karışıklık, bir terör eyleminin çatışan taraflarca nasıl araçlaştırıldığını gözler önüne seriyor. İktidar, Ankara’da çoğu subay ve astsubay 28 kişinin ölümüne yol açan terör eylemini yapan kişinin Suriye’de YPG saflarında çarpışan bir Suriyeli olduğu iddiasının ona sağlayacağı taktik üstünlüğü kaybetmek istemiyor. Diğer yandan PKK’nin “fedai eylemi” örgütü olan Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK) Ankara saldırısını sahiplendi. “Cizre’de bodrumlarda katledilenlerin” intikamını almak için bu eylemin yapıldığını açıkladı. TAK’ın 2006’dan beri faaliyette olan “resmi sitesi”nde, bu suikastı yapan kişinin açık kimliği verildi ama ne hikmetse yayımlanan fotoğraf sahteydi. TAK ardından ikinci açıklamayla Van doğumlu suikastçının daha açık kimliğini verdi. Bu kişinin babasından alınan DNA örneğinin sonucu işi aydınlatacak. Hükümet tarafı ise suikastçının Suriye doğumlu bir Kürt olduğu iddiasında şimdilik direnmeye devam ediyor. Dikkat çekici olan bir diğer olgu, TAK’ın Abdulbaki Sönmez olarak kimliğini verdiği ve eylemini sahiplendiği kişinin köyünde, daha ölenin kimliği hakkında belirsizlik tam ortadan kalkmamışken, alelacele taziye çadırı kurulması. HDP ve DBP’nin yerel sorumlularıyla bir milletvekili taziye ziyaretinde bulunurken, bu eylemi Cizre’de güvenlik güçlerinin yaptığı ağır insan hakları ihlallerine verilmiş bir haklı karşılık olarak tanımladılar. Böylece son Ankara suikastı sonrasında KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık’ın muğlak biçimde ifade ettiğini, daha açık söylediler. Bu da yeni değil. Murat Karayılan, geçen eylül ayında, Yeni Özgür Politika gazetesinde yayımlanan söyleşisinde, “Ölümsüzler Taburu” olarak adlandırılan intihar saldırısı eylemcileriyle ilgili daha açık konuşmuştu: “Ha yarın onlar şehirlerde, Cizre’de yaptılar, ama daha fazla katliama yönelirlerse o zaman Ölümsüzler Taburu da metropollerde harekete geçer” demişti. TAK’ın son açıklamasında kendisine bağlı olduğunu bir kez daha tekrarladığı bu “Ölümsüzler Taburu” ile Murat Karayılan’ın başında olduğu PKK’nin silahlı kanadı HPG arasında organik bir ilişki var ki Karayılan aynı söyleşide şöyle diyordu: “Ölümsüzler Taburu’na ‘erkendir’ dedik. ‘Durun’ dedik. Onların görevi halkımıza toplu yönelim olduğu vakit, polise ve askere toplu yönelmektir.” Demek ki artık şimdi “erkendir” değil, “zamanıdır” denmiş. Salih Neccar ve Abdulbaki Sönmez’in aynı kişiler olup olmadığı yakında aydınlanacak. Eğer bu ihtimal doğrulanırsa, bu kişinin Suriye’de bulunmuş, belki YPG saflarına bir dönem katılmış ve Türkiye’ye girerken kendini Suriyeli mülteci olarak kaydettirmiş olması gündeme gelecek. TAK’ın sitesinde “şehitlerimiz” başlığı altında özgeçmişlerini yayımladığı beş kişiden üçünün önce HPG saflarında yer aldıkları belirtiliyor. TAK ismi 2005 Temmuzu’nda Kuşadası’nda bir turist otobüsünün patlatılmasıyla karşımıza çıkmıştı. Ardından 12 Ağustos 2005’te Mersin’de polisevinin yakınında bir aracın içinde bomba patlamış, sadece aracı kullanan kişi ölmüştü. On gün sonra HPG Komutanlığı açıklama yapmıştı. Bombanın hedefine ulaşmadan “kaza sonucu patladığını” ve “yaşanan kötü olay”da ölen “yurtseveri Kürt Özgürlük Mücadelesi’ne daha fazla katkı vermekten alıkoyduğu”nu belirtmişti! O dönemde Filistin İntifadası’na öykünmek geçerliydi. Aradan on yıldan fazla zaman geçti. Müzakeremsi görüşme ve çatışmasızlık döneminin yarattığı ümitvar ortamdan çok uzaktayız artık. Barış içinde birlikte yaşama ihtimalinin giderek kaybolduğu bir zemindeyiz. Devletin güvenlik güçlerini topla, tankla yürütmeye başladığı, son derece ağır insan hakkı, yaşam hakkı ihlallerinin yapıldığı bir savaş ortamındayız. “Dişe diş, kana kan, intikam” çığlıklarının Türk ve Kürt tarafında davranışlara çok daha fazla yön vereceği bir hatta ilerliyoruz. Her türlü şiddet yöntem ve politikaları, çatışan tarafların elinde giderek daha fazla araçlaşmaya aday. Bu gidişle on yıl sonra, daha da ağır bir insani bedel ödemiş olarak, her iki tarafın çok daha ağır bir milliyetçi kinle bilendiği aşamada olmamamız için bir neden gözükmüyor. İsrailFilistin sorunu kaç yıldır bu minvalde sürüp gidiyor? S 200 bin insanın çoğunun göç ettiği Sur’un ağırlığı herkesin üzerinde. Suratlar ara sıra işitilen patlamalarla irkiliyor. Her yerde TOMA’lar, Akrepler, Kobralar, Kirpiler. Yeni “Beyaz Toros”lar ise “Ranger”lar. Şeyh Sait Meydanı’ndan Sur’un ana caddesi Gazi’ye kıvrılınca çelik yelekli erkek ve kadın polisler üst araması ve kimlik kontrolü yapıyor. 20 metre ötede bir tane, daha sonra bir tane daha. Kaymakamlık binasının iki yanına kum torbaları yığılmış plastik çadırlı polis noktaları var. Ulu Cami’ye kadar yol var, sonrası yasak... Ulu Cami’nin önündeki çayevi kimisi Sur’dan kaçmış insanlarla dolu. Taburelere oturup hasbıhal ediyorlar. Saat 17.00’den sonra ise kimsecikler kalmıyor. Sur beni mıknatıs gibi kendine çekti, dönüp muhakkak uğrayıp insanlarla konuştum. Ama Sur’u, Ofis’te, Bağlar’da, Kayapınar’da, Yenişehir’de, Diclekent’te de sormadan olmazdı. Ahmet, 52 yaşında sigortalı çalışan. “Başımıza gelenler bir oyun gibi. Gençler hırsızlık, fuhuş ve uyuşturucuyu önlemeye çalıştılar. İki senedir vardı. Polisler onları yakalamaya başladı” diyor. Çatışmasızlığın bitmesinin sorumlusu ona göre açık, “İki sene süreç yaşandı. Hiç cenaze çıkmadı. Cumhurbaşkanı süreci bozandır. Vebali üzerinedir. Bütün muhalefet birleşip onu ölene kadar başkan yapsınlar madem. Ne yapacaksa artık, dünyayı mı yiyecek!” Ali Şimşek 20 yaşında. Ailesinin Gazi Caddesi’nde iki dükkânı varmış. Bingöl Üniversitesi’nde muhasebe okumuş. “Ranger”lara tepkili. “Sokaklarda rastgele ateş açıp masumları öldürüyorlar. Geçenlerde Süleyman Güzel böyle öldü” diyerek Bağlar’da yürürken kahpe kurşuna kurban giden 19 yaşındaki gence atıf yapıyor. Selahattin Demirtaş’ı soruyorum, “Çok iyi siyasetçi ama yanlışları oldu. Kobane’de insanlara sokağa çıkın dedi, Hizbullahçısı, osu, busu, Kürt’ü, Türkü öldü” demekle yetiniyor. Peki “hendekler” “PKK’nin sorunudur. Dağda bir yere varamadılar, özyönetim ilan edip hendekleri kurdular. PKK yanlış yaptı, savaşın şehrin içine vermekle. Kendi sivillerine zarar veriyorlar.” Ali’nin batıya sözü var mıdır? “Savaştan bir sene önce gitmiştim. Antalya’da bizden kaçıyorlar. Affedersiniz terörist olduğumuz için. Oradan buraya gelince turist, biz oraya gidince terörist.” Maral’a Hasan Paşa Hanı’nda rastlıyorum. 46 yaşında. Üçkuyular’da oturuyor. Aslen Surlu ama engelli kızının oksijen ihtiyacı yüzünen taşınmışlar. “Gavur mahallesindenim” diyor gururla, “Ermeni mahallesinden”... “Yahu” diyorum, “Ermeni kalmış mıydı?” Eliyle göğsüne vurup, “Ben işte” diyor. AKP’ye çok öfkeli. “Burası benim memleketim. Sırf Giragos’taki kahvaltılarımı özledim. Kim yaptı, niye yaptı biliyoruz.” Kandil’in hiç mi suçu yok? “Hiç kızmıyorum. Birileri savunsun bizi artık” diyor önce, sonra “Ha arkasında bir şeyler varsa, bilmem. Filler tepiniyor, çimler eziliyor işte” diyerek başkalarından da işittiğim hikâyeyi anlatıyor. Biri Özal döneminde kazılıp çıkartılmış yedi hazine odasından kalan altısı ve 6 ton altın... Sonra da ekliyor: “O IŞİD’li şeytanlara mı verecekler artık bilmem.” Bağlar’da ismini Mehmet olarak veren orta yaşlı bir Diyarbakırlı, “Terör estirme, sindirme, korkutma. Devletin politikası bu” diyor. “Bütün bunlar başkanlık Savaşın kalbi POLİSTEN MÜDAHALE Mıknatıs misali ULU CAMİ ÖNÜNDE HALK ARENASI Sur’da Ulu Cami önünde “halk arenası” kuruyoruz. İsmini vermeye çekinen bir Surlu, evini ve eşyalarını bırakıp çıkmış. 41 yaşında, inşaatçıymış. 16, 14 ve 12 yaşında üç çocuğu var. “20 senede bir ev kurdum, aha orada, gitti. Şimdi 20 sene daha çalış” diye söyleniyor. için. Adam resmen ülkede kaos yarattı.” “Birkaç sene önce bir heves vardı. Şimdi duygusal kopuş yaşıyoruz. Devletle ilgili aidiyet sorunumuz var” diyor. Playstation gibi Dünyayı mı yiyecek? PKK yanlış yaptı İsmini “Murat” olarak veriyor. 25 yaşında, Şehitlik’ten. Lise mezunu ve satış danışmanlığı yapıyor. “Playstation oyunu içindeyiz. Gençler de bu oyunun içinde.” İçeridekilere sempati besliyor, “Yaptıkları belki hoş değil, ama devlet olayı isyana dönüştürdü. 10 kişiyle isyan mı çıkar!” diyor. Yanındaki atılıyor: “Diyarbakır halkı savaş istemiyor. Milletvekili oğulları ortada yok. Kendi çocukları ölmüyor, para veriyor, askere yollamıyorlar.” Hamit Dayı Sur’dan güç bela canını kurtarmış. Evi Hasan Paşa Hanı’nın arkasında. İki oğlu var, bir kızı. 30 sene Gazi Caddesi’nde saat satmış. Evini üç kez aramışlar, bir şey bulamamışlar. Karakola gitmiş, hâkime anlatmaya çalışmış. Özel harekâtçılar iki oğluyla evi yakınına getirip bıraktıklarında etraflarına ateş açmışlar. Dayı diyor ki, “Bize ‘devletten kelle başı alıyoruz’ dediler. Şükrediyoruz, nasıl kurtulduk! Asker olmasa katledilirdik içeride”. Onlar da kim deyince sadece, “Yine askerde merhamet var. Özel harekatçılarda, Esadullah’ta yok” diyor. trörist diyorlar. Bizim derdimiz yok. Ama Ankara bizi dert görüyor. Sanırsın İsrail güçleri Gazze’ye giriyor” diye feryat ediyor. Peki, PKK? Kendini şöyle bir tutuyor, ardından “Kandil HDP’yi batırdı. Daha da başka bir şey demiycem” diyor. Ayşe 46 yaşında. Diyarbakır’ın varlıklı ailelerinden. Ailesi Sur’dan. “JÖH’tür PÖH’tür eski JİTEM’cileri sokmuşlar içeri” derken, orduyu ayrı tutuyor: “Ordu bu işe karışmıyor. Sur’da onlar yok.” PKK’yi sert eleştiriyor, “Ortadoğu’nun taşeronu” ifadelerini kullanıyor. Barış sürecini fırsat bildiklerini savunup “Hendek mimarisi oluşturdular, silah depoladılar” diyor. Peki, güvenlik güçleri? “Paralelci polisler de yol verdi. Lice mahkeme yeriydi, çekmedikleri işadamı yoktu” diyor. Devleti de PKK’yi de barış için samimi bulmuyor. Özyönetime karşı: “Burası İsviçre olsaydı kalkınırdık. Ama hırsızdırlar” görüşünde. Yine de HDP’ye oy vermiş, “Erdoğan gitsin diye 80 vekil verdik. Kandil bizi yanlış anladı.” PYD’yi dış güçlerle işbirliği yaptığı için eleştiriyor, “Esad’la savaşsa Erdoğan için sorun biter. PYD hormonlandı, jokerdir, boşluklara giriyor” diyor. 46 yaşındaki Yeter’e Sur’un Ofis tarafındaki çimenlerde rastlıyorum. “Bizim gençlerimiz var nereye saklasak. Okula gidene kadar ölüyoruz” diyor. “Sur’da Hz. Süleyman Türbesi, Saray Kapısı millet hac gibi giderdi. Ne hale getirdiler” diye söyleniyor. Yakınları iki ay kalıp kurtulmuş. Sorumlusu kim diye sorunca “Devlet değil mi bizi kollayacak. Reva mıdır yaptıkları” diyor, başka bir şey demiyor. Ortadoğu’nun taşeronu lu Cami önünde kurduğumuz “halk arenasının” uğradığı baskın, Sur çevresinde yaratılan korku ikliminin özeti. Vatandaşla sohbet ederken, arkamdan gelen sert sesle irkildim: “İhbar var, fotoğraf çekmişsiniz!” Sakallı, çelik yelekli bir polis yüreğimizi hoplattı. Taburemde başımı kaldırıp “Niye, fotoğraf çekmek yasak mı?” diye çıkıştım. “Burası yasaklı bölge, talimat var” dedi. “Neyin fotoğrafını çekeceğiz, karşıda demir perdeli dar sokaklar dışında bir şey yok ki. Ne ihbarıymış” diye itiraz edince, bu kez “Şikayet var” dedi. Amcalar istemediği için fotoğraf çekmediğimi belirttim. Bizlerin basın kartlarını almakla yetinmedi, yaşlı amcaların kimliklerini de topladı, GBT için… Arkamdaki heybetli kadın polis “Onlar ne, notların mı” dedi bir ara sert bir sesle. Ben “Başka ne olacak, gazeteci dediğin not alır” diye çıkışınca geri çekildi. Kargacık burgacık yazımı çözemeyeceğine kanaat getirdiyse artık… Sukunetle bekledik. Sur çıkışında daha önce konuşmak için söz aldığım kadın polisi ararken yine rastladım aynı sakallı polise. Koşa koşa gelip “Konuşamazsın” diye rest çekti. “Benim işim bu. Niye, sizin hiç derdiniz yok mu” diye sorunca bulabildiği tek cümle, “Yok. Biz mutluyuz” oldu. Ancak Diyarbakırlılar başka bir öykü anlatıyor. Polislerin çoğunun bekar evlerinde kaldığını, aileleri olanların lojmanlarından çıkamaz olduklarını... Trafik polisleri ise etraflarında korumalarla dolaştıklarından “Zırhlı delikanlı” lakabı almışlar. U İhbar var, fotoğraf çekmişsin! Biz mutluyuz Reva mı yaptıkları? Sur’dan Ofis’e yürürken 53 yaşındaki ‘Abdullah’a arkamdan “Ceyda Hanım” diye seslenmesiyle rastlıyorum. HDP’li. Sağlıkçı olduğunu söylüyor. “Herkese Kandil HDP’yi batırdı Meşhur altın hikâyesi Devlete aidiyet sorunu iyarbakır’a ‘Haber Nöbeti’ne geldik. Savaş yüzünden sağlıklı haber alma imkânı olmayan kentte koştururken, kafasına silah dayanan DİHA muhabiri Serhat Yüce, kameramanının bindirildiği zıhrlı aracın önüne atılan Ferat Memetoğlu, haber izlerken heyecanlandığı için tutuklanan Beritan Canözer veya sürekli kimlik kontrolleri ile bezdirilen, görüntüleri silinen meslektaşlarımızla dayanışma için... Diyarbakır Cezaevi önünde Haber Nöbeti’nin İstanbul’daki ekibiyle eşzamanlı olarak SilivriDiyarbakır dayanış Barış olmadan gazetecilik zor zanaat D ması kurduk. TOMA’larımız, yüzleri maskeli özel harekâtçılarımız eksik olmadı. Sur’da yaralı sivillerle sıkışıp kalan Mazlum Dolan’la ilgili yürüyüş yaparken polislerimiz yerini aldı. Israrımızla birkaç yüz metre yürüyüp basın açıklamamızı yaptık. Akşamüzeri Mazlum’un çıkarıldığı haberiyle sevinirken, gözaltına alınmasına şükrettik. Gazetecilik mesleği asgari barış koşulları gerektiriyor. Savaş koşullarında üçe ayrılmış durumda: İlki ‘havuz medyası’. Valilik koordinasyonunda enformasyon AA üzerinden yayılıyor. Ş 5 gazeteciye gözaltı ırnak’ın Silopi ilçesinde DİHA muhabiri Ahmet Kanbal, JINHA muhabiri Handan Tufan, Pel Prodüksiyon kameramanı Eylem Baykuş ve Servet Yigen, Cudi Mahallesi’nde misafir oldukları evin sahibi M. Ali Yılmaz’la beraber önceki gün polisler tarafından gözaltına alındı. Silopi Belediyesi basın çalışanı Sabahattin Koyuncu da İpekyolu üzerinde özel harekât polisleri tarafından gözaltına alındı. Gazeteciler serbest bırakılırken Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu, gazetecilerin gözaltına alınmasını kınadı. l Yurt Haberleri İkincisi, yetkili makamların bilgi vermediği medya. Üçüncüsü neyin ne kadar verileceğine karar verilen yabancı medya. Yani gazeteciler için sağlıklı bilgiye ulaşmak imkânsız. Yetkili kurumlardan özel ilişkilerle bazı bilgiler alınabiliyor. Sahadaki gazeteciler yasaklı bölgelerde olanları aktarmak için canlarını tehlikeye atıyorlar. YARIN: SUR’UN AKIBETİ VE GAZETECİLİK C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle