14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cuma 9 Aralık 2016 6 15 Temmuz anayasası haber EDİTÖR: ÖZGÜR ÖZKÜ TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN Prof. Dr. Kaboğlu, Prof. Dr. Kalaycıoğlu ve Prof. Dr. Kanadoğlu, anayasa değişikliğinin önkoşulunun OHAL’in kaldırılması olduğunu vurguladılar Önce Demokrasi Girişimi, önceki akşam, Kadıköy’de, ‘Anayasal Geleceğimiz’ konulu 14. etkinliğini gerçekleştirdi. Açılışı eski CHP Milletvekili Sosyal Haklar Derneği Başkanı Melda Onur’un yaptığı etkinlikte, Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu da bir konuşma yaptı. Bu acele neden? Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu: “Anayasa aceleye getiriliyor. Geçen hafta, Başbakan, ‘OHAL sırasında referandum olmaz’ dedi. İyi, güzel de sayın Başbakan; sen ki, anayasa sana hiç böyle bir yetki tanımadığı halde anayasa ile uğraşıyorsun, anayasa ile yatıp kalkıyorsun. Rusya’dan bile anayasa konusunda ahkâm kesiyorsun. Geç de olsa OHAL’de yapılamayacağını dillendirdin. Tamam da peki anayasa süreci nasıl yürütülecek OHAL’de? Kapalı kapılar arkasında yapılan görüşmeler hakkında nasıl bilgi sahibi olacağız? İnsanlar, sokaklarda polisimize coplattırılmadan, tekmelettirilmeden, şiddet görmeden anayasa gösterisi ne zaman yapabilecekler? Anayasa gündemininin ele alınmasının önkoşulu OHAL’in kaldırılması. Bir, OHAL kaldırılmadan anayasa gündeme getirilemez. İki, OHAL kaldırılmadan anayasa değişikliği yapılamaz. Üç, OHAL kaldırılmadan rejim değişikliğini beraberinde getiren bir anaysa değişikliği hiç yapılamaz. Bu konuda çok net olmak durumundayız. Asgari bir kamuoyu oluşmadan anayasaya el sürülemez. Kaboğlu KABOĞLU Kapalı kapılar arkasında yapılan görüşmeler hakkında nasıl bilgi sahibi olacağız? İnsanlar, sokaklarda polisimize coplattırılmadan, tekmelettirilmeden, şiddet görmeden anayasa gösterisi ne zaman yapabilecekler? Anayasa gündemininin ele alınmasının önkoşulu OHAL’in kaldırılması. Bir, OHAL kaldırılmadan anayasa gündeme getirilemez. Bu acele neden? 12 Eylül yöneticileri bile 2 yıl 2 ay sabrettiler anayasa için. Peki siz neden 2 hafta, 2 ay sabretmiyorsunuz? Nedir aceleniz? Rejim değişikliği bu ortamda meşru olamaz. Getirilecek olan anayasa tarih olarak yeni bir anayasa olabilir. Ama 15 Temmuz anayasası olacak, kazanımlarımızdan geri bir anayasa olacaktır. AYM ARAFTA Prof. Dr. Korkut Kanadoğlu: “Yeni bir anayasa yapılsa dahi şu an yaşadığımız OHAL’den farklı bir durum ortaya çıkmayacak. Etkisizleştirilmiş bir yargı, tüm yetkilerin bir elde toplandığı, ya Kanadoğlu KANADOĞLU Kazanımlarımızın ne kadar gerisinde kaldığımızı, ne kadar geriye gitmekte olduğumuzu ve gideceğimiz yöne ilişkin rejimin ne olduğunu, bu anayasa değişikliği ile beklenen ortam bize çok açık net bir şekilde gösteriyor. Bırakın anayasa değişikliğini, anayasa güvenliğinin de ortadan kaldırıldığını görüyoruz. Yargı denetiminden bağımsız tasfiyelerde amaçlarının ne olduğunu sormak gerekir. samanın devre dışı bırakıldığı, tek kişilik, kişiselleştirilmiş iktidarı ortaya çıkarmaktan başka bir durumun ortaya çıkmayacağını söylemek mümkün... Kazanımlarımızın ne kadar gerisinde kaldığımızı, ne kadar geriye gitmekte olduğumuzu ve gideceğimiz yöne ilişkin rejimin ne olduğunu, bu anayasa değişikliği ile beklenen ortam bize çok açık net bir şekilde gösteriyor. Bırakın anayasa değişikliğini, anayasa güvenliğinin de ortadan kaldırıldığını görüyoruz. Yargı denetiminden bağımsız tasfiyelerde amaçlarının ne olduğunu sormak gerekir. Gerçekten sadakatten uzaklaşan cemaatin mensupları Kalaycıoğlu KALAYCIOĞLU Bir oy vereceksiniz ve oy vermeden önce düşüneceksiniz. Bu anayasa veya yeni siyasal rejim başarılı olur mu olmaz mı? Bizim için kritik olan konular çevre, iklim değişikliği, adalet ve iktisadi kalkınma olabilir... Anayasa bunların üretiminde ne kadar başarılı olacaktır? Dolayısıyla burada bir demokrasi ile yönetilmeyi veya yönetilmemeyi tercih edeceksiniz. nı temizlemek mi amaçlanıyor? Eğer bu yol izlenirse, bir temizlik yapılamayacak, yine (cemaat mensupları) kamu görevlilerine dönebilecekler. OHAL bittiğinde, KHK’ler ortadan kalkacak. Anayasa Mahkemesi’ne şu ana kadar 47 bin başvuru geldi. Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi karşısında, konumunu test etme açısından, önemli bir kararın arefesinde. KHK’lere karşı çekingen tutumu devam ettirirse, bireysel başvuru kurumu bir daha düzelme imkânı olmaksızın çökmüş olacak. Önündeki temel sorun bu. Ya işlevsiz yetkisiz bir mahkeme haline gelecek ya da her somut olaya ilişkin hak iddia eden esas denetimi yapacak.” Kriterlere dikkat Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu: “Bir oy vereceksiniz ve oy vermeden önce düşüneceksiniz. Bu anayasa veya yeni siyasal rejim başarılı olur mu olmaz mı? Buna nasıl karar verceksiniz? Dört temel ilkeye bakıyoruz. Bir siyasal rejim olarak kullanıldığında, genel olarak bizim için uygun, adil ve hakça olduğunu düşünüyor musunuz? Meşru olarak kabul ediyor musunuz? Yani temel itibari ile yetki kullanan kişinin veya kurumun yönetme hakkına sahip olup olmaması durumu. Dolayısıyla bu metnin Türkiye’yi yönetme hakkı olmalı mıdır? Buna karar vereceksiniz. Örneğin, Amerikan anayasası 10 kuşak geçmiş hâlâ güncel. Bu yola girmeden önce, toplumun olabildiğince çoğunluğunun anayasa ile özdeşleşmesi, ‘Ben de yapsaydım böyle bir şey yapardım’ demesi gerekiyor. İkinçi ölçüt, o anayasa ile şiddete başvurmadan siyasal uzlaşmayı ne kadar çözebileceğiz? Üçüncü olarak bir hükümet yetkilisi bulunduğu mevkiyi kendi yararına ne ölçüde kullanılmasına fırsat verecektir veya vermeyecektir? Dördüncü konu... ‘Adalet var’ dediğiniz zaman birine uygulayıp diğerine uygulamadığınız bir durum olmaz. Bizim için kritik olan konular çevre, iklim değişikliği, adalet ve iktisadi kalkınma olabilir... Anayasa bunların üretiminde ne kadar başarılı olacaktır? Dolayısıyla burada bir demokrasi ile yönetilmeyi veya yönetilmemeyi tercih edeceksiniz.” l İSTANBUL İHD: 190 İŞÇİ ÖLDÜ OHAL’de tablo vahim İnsan Hakları Derneği (İHD) Çalışma Hayatı Komisyonu, son 11 ayda 1816 işçinin yaşamını yitirdiğini belirtti. İHD İstanbul Şubesi’nde dün basın toplantısı düzenlenirken ortak açıklamayı okuyan Osman Özkan, “İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin verilerine göre, son 5 yılda madenlerde 697 işçi yaşamını yitirdi. Kasım ayında da en az 8’i kadın, 2’si çocuk işçi 190 kişi hayatını kaybetti. OHAL ilanına kadar ortalama 154 iş cinayeti gerçekleşiyorken, OHAL ilanından bu yana sayı 177’ye çıkmıştır. OHAL ilanından sonra iş cinayetlerinde artış olmuştur. İşkollarına göre en çok ölümlerin yaşandığı mesleklerin ise inşaat, taşımacılık, orman ve madencilikti. OHAL’de tablo vahim. OHAL’in kaldırılmalı iş cinayetleri için gerekli önlemler alınmalıdır” dedi. l İSTANBUL/Cumhuriyet DR. ORAL SEÇİLDİ BM’de Türk hukukçu İstanbul Bilgi Üniversitesi Hu kuk Fakültesi Öğretim Görevlisi Dr. Nilüfer Oral, BM Uluslararası Hukuk Komisyonu’na seçildi. Uluslararası hukukun geliştirilmesi amacıyla 1947 yılında kurulan komisyonun, 20172021 döneminde görev yapacak 34 üyesi, BM Genel Kurulu’nda yapılan oylama sonucu belirlendi. Oral, 193 ülkeden, 51 adayın katıldığı oylamada, 144 oy aldı. Oral, komisyonun dört kadın üyesinden biri oldu. Komisyonda, kurulduğundan bugüne dek, toplam 7 kadın üye görev aldı. Türkiye’nin en son üyesi büyükelçi Mehmet Güney’di. Güney, 19921996 yılları arasında komisyonda görev aldı. l İSTANBUL/Cumhuriyet İÜ merkez binası içerisinde “K(eyfi), H(ukuksuz) K(ıyımlara) Son, Geri Döneceğiz” yazılı pankart açan grup sloganları atarak ana kapıya kadar yürüdü. BEYAZIT’TA OHAL VE KHK EYLEMİ İstanbul Üniversitesi (İÜ) Demokratik Üniversite Girişimi, Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği (Ünivder), SES Aksaray Şubesi, EğitimSen İstanbul 6 No’lu Üniversiteler Şubesi, İstanbul Tabip Odası ve üniversite öğrencileri, İÜ önünde yaptıkları eylemle üniversiteden atılan akademisyenlerin geri alınmasını istedi. Grup “Beyazıt Faşizme Mezar Olacak”, “Ferman Devletin, Üniver siteler Bizimdir”, “Kurtuluş Yok Tek Başına, Ya Hep Beraber, Ya Hiç Birimiz” sloganları attı. Polisin yoğun güvenlik önlemi aldığı eylemde ana kapı önünde konuşmalar yapıldı. İstanbul Tabip Odası’nın eski başkanı Taner Gören, demokrasi ve özgürlükler adına yaşananların kabul edilemez olduğunu belirtti. SES adına konuşan Aydın Meral da, “Düne kadar birbirlerini ağırlayanlar, FE TÖ ile birlikte üniversiteyi şekillendirmeye çalışanlar, hâlâ bu üniversiteyi yönetenlerdir. Şimdi hükümete kendilerini kanıtlamaya çalışıyorlar. Ancak biz teslim olmadık ve mücadelemize devam edeceğiz” diye konuştu. İÜ’den atılan akademisyen Levent Dölek de “Bize savunma hakkı tanımayan keyfi KHK ile bizi işten atabildiler. Dün yaptığımız gibi bugünde söylüyoruz: Yaptığmız her şeyin arkasındayız” ifadelerini kullandı. Üniversite öğrencileri adına yapılan açıklamada ise “İşlerinden atılan hocalarımız geri dönene kadar mücadelemize devam edeceğiz” denildi. Grup adına ortak basın açıklamasını okuyan Görkem Doğan ise “OHAL’in kaldırılmasını, KHK’lerin geri çekilmesini arkadaşlarımızın geri dönmesini istiyoruz” dedi. l İSTANBUL/Cumhuriyet ALİ İSMAİL DAVASI İLE İLGİLİ TEMYİZ DURUŞMASI YARGITAY’DA GÖRÜLDÜ İlaçlarla öldüğünü savundular Gezi protestoları sırasında Eskişehir’de dövülerek katledilen üniversite öğrencisi Ali İsmail Korkmaz davasıyla ilgili temyiz duruşması Yargıtay 1. Dairesi’nde görüldü. Sanık Mevlüt Saldoğan’ın avukatı Mutlu Karayılan, görüntülerdeki darbedilen kişinin Ali İsmail Korkmaz olmadığını savundu. Olaya ilişkin TÜBİTAK Bilişim ve Bilgi Güvenliği İleri Teknolojiler Araştırma Merkezi’nin (BİL GEM) raporunu eleştiren Karayılan, Gezi Parkı olaylarının hükümete karşı yapıldığını, söz konusu raporu veren dönemin TÜBİTAK çalışanlarının ise cemaat soruşturmasından tutuklu olduklarını söyledi. Müvekkilinin verilen emri uyguladığını ifade eden Karayılan, emir verenlerin de cemaat soruşturmalarından tutuklu bulunduklarını söyleyip müvekkilinin beraatını talep etti. Sanık Yalçın Akbulut’un avu katı Erdinç Oktay da Ali İsmail Korkmaz’ın hastanede kendisine verilen ilaçlar nedeniyle hayatını kaybettiğini öne sürerek, Adli Tıp raporunda bu konuya değinilmemesinin eksiklik olduğunu savundu. Yargıtay 1. Ceza Dairesi heyeti, dosya üzerinden yapacağı incelemenin ardından ilerleyen günlerde kararını açıklayacağını bildirdi. Duruşma karar için 22 Aralık’a ertelendi. l ANKARA / Cumhuriyet Din, devlet, şirket Birkaç hafta önce “Eutelsat” tematik televizyon kanalları ödül töreni için jüri kontenjanından davetli olarak Milano’daydım. Orada tanıştığım ve dünyanın çok prestijli bir yayın kuruluşu bünyesinde çalışan İranlı bir editörle dönüşte İstanbul için aynı uçaktaydık. İslâm Cumhuriyeti’nde büyümüş, lisans ve lisansüstü eğitimini ülkesinde tamamladıktan sonra Batı’ya göç etmiş bu yol arkadaşı ile Türkiye, İran, din, kültür, siyaset üzerine tarihsel ve karşılaştırmalı çerçevede koyu bir sohbet tutturduk. Atatürk ve (devrik Şah’ın babası) Rıza Şah; Türkiye’de çokpartili yaşama geçiş ve demokratikleşme, İran’da ulusalcı Musaddık ve sonrasında Muhammed Rıza Şah’ın “Saray Diktatörlüğü”; İran’da 1979 İslâm Devrimi, Türkiye’de 12 Eylül 1980 askeri darbesi; İran’da postHumeyni dönem, Türkiye’de postİslamist Erdoğan dönemi, vd. Sohbetten kayda geçilecek çok şey var ama burada bir nokta üzerinde durmak istiyorum. HHH Dostumuz İstanbul üzerinden İzmir’e gidiyordu. Orada İran’dan gelen bir grup arkadaşı ile bir hafta geçireceklerdi. İran’da “açıktan” yaşayamadıkları bir hayatı Türkiye’nin bu en “seküler” kentinde doya doya yaşamak için!.. Buradan lâf açıldı ve İran’ın kadim zamanlardan bugüne, içinde bulunduğu duruma ilişkin konuşmaya başladık. Yol arkadaşım bana İran’ın antik dönemden yakın tarihe kadar Orta Asya ve Hint Yarımadası’ndan Anadolu ve Ortadoğu’ya kadar açılan geniş alanda bir kültür havzası olarak nasıl “merkez” bir rol oynadığından bahsetti hüzünle… Hüzünle, çünkü bu kültürel birikim, elbette muazzam bir dinsel çeşitlilik ve zenginlik arz etmekle birlikte kendine has “seküler” bir niteliğe de sahipti. Ve ne acı ki bu birikim, İslâm devrimi sonrası süreçte heba olup gitmişti. Aslında İran nüfusu içerisinde hâlâ hiç de azımsanmayacak ölçüde bir sekülerkültürel potansiyel mevcutsa da bu, kendini ancak evde ya da ülke dışında fiiliyata dökebilmekteydi. İranlı dostuma bu seküler yönelimli nüfusun böylesine kaderine razılığının can korkusuyla mı ilgili olduğunu sordum. Bir an düşünüp söyledikleri sarsıcıydı ama can korkusundan başka bir “korku”yu daha çok öne çıkarıyordu. Rejime yönelik olarak “ülkeyi bir ‘şirket’ gibi yönetiyorlar” dedi ve devam etti: “Herkesi de bu şirkete ortak yaptılar. Sadece yandaşlarını değil, kendilerine karşı olduğunu bildikleri kesimleri de yıllar geçtikçe bir şekilde ‘hissedar’ kıldılar. O yüzden herkesin az ya da çok kaybedecek bir şeyi var. Açık bir tepki ya da muhalefetin bedeli can kaybı olmazsa ‘hisse kaybı’ olacak. O yüzden herkes evlerde alabildiğine serbest. Ev kesmeyince de soluğu yurtdışında alıyor hepsi.” HHH O bunları söylerken Türkiye’de içinde bulunduğumuz durumun da buna ne kadar benzer hale gelmeye başladığını düşündüm. Gezisonrası süreçte giderek amansızlaşan dinbaz baskı rejimi karşısında sesi soluğu kitlesel bazda kesilmiş seküler kesim çağrıştı zihnimde. Siyasetçisinden sendikacısına, gazetecisinden edebiyatçısına, avukatından akademisyenine kadar öne çıkmış muhalif odaklara yönelik gözaltılar, gözdağları, tutuklamalar, eziyetler karşısında artık üzerine ölü toprağı serpilmişçesine hareketsiz “bizim mahalle” yani… “Ne yapsak boş, bunlar gitmeyecek, vazgeçtik artık uğraşmaktan, olan bize olacak” demişti 1 Kasım seçimleri sonrasında özel bir üniversitede öğretim üyesi konumunda olanı… “Herkes korkuyor işimden olurum diye, çünkü pek çoklarını soruşturma açtırıp açığa aldılar” demişti “Barış İçin Akademisyenler” bildirisine imza atmayan, kendisini sosyalist olarak tanımlayan, devlet üniversitesinde çalışan bir diğeri… Edindiği gayrimenkuller için hâlâ bir dolu kredi borcu ödediğini, o yüzden hiç kimsenin gözünün yaşına bakmayan bu adamların garezini üstüne çekmek istemediğini söylemişti dost meclislerinde onlara atıp tutan ötekisi… “Gelecektim ama mesafe uzak olduğu için vazgeçip evde şarabımı açtım ve televizyondan izleyerek katıldım” demişti CHP’nin Taksim’deki “Cumhuriyet ve Demokrasi” mitingine gel(e)meyen üst düzey idariakademik görevlisi… “Biz artık kendi içimize kapandık, orada var olmaya çalışıyoruz” demişti ülkenin en prestijli holdingi bünyesindeki özel okulda öğretmenlik yapanı… HHH Örnekleri ben de çoğaltabilirim, eminim kendi çevrenizden siz de… Hepimizi bir şekilde “Şirket”e ortak etmişler!.. Kendi aramızda ve korunaklı alanlarda… Kafelerde, kampüslerde, plazalarda, publarda, barlarda… İzmir’lerde, Bodrum’larda… Kapalı devre solculuk, sosyalistlik, komünistlik, feministlik, demokratlık, özgürlükçülük oynuyoruz. Onun ötesine geçmiyoruz. “Meydan”a inmiyoruz. Kızsak da, sayıp sövsek de “hissedar”ız, ondan zahir!.. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle