Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Salı 6 Aralık 2016 14 ÖzAgecanr Bugünlere nasıl mı geldik? Büyük insan Muazzez İlmiye Çığ’ın Sümer’iyle, Hayrettin Karaca’nın doğa aşkıyla, Genco Erkal’ın dilinden Nâzım dizeleriyle, Fazıl Say’ın coşku veren müziğiyle, Yılmaz Özdil’in Adam’ıyla aynı zamanda faşizmi eşzamanlı “yaşamak” kafamızı da ruhumuzu da katmanlara bölüyor, irkiliyoruz. Uygarlıktan koparılıp karanlıklara terk edilen yavrularımızın yangın çığlıkları, katmanlar arasında patlayan bombalar gibi, yüreğimizi parçalıyor. Televizyonda, İkinci Dünya Savaşı filmi izler gibi iç çatışmaları ve Suriye savaşlarını yaşayıp akşam Borusan Filarmoni’de İdil Biret’i dinlemek “ruhsal bunalıma düşmemek için ilaç alan bir kişi durumuna düşürüyor bizleri”. FETÖ’nün Ergenekon kumpasında beni ilk polis sorgulamasında savunan hukukçu Bülent Utku’nun FETÖ’cü sanığı gibi Silivri’ye kapatılışı beni içimden yaralıyor. Tevrat, İncil, Kuran gibi üç büyük kitabın bu coğrafyadan çıkması; ve bu toprakların yüzyıllardır en kanlı savaşları yaşamakta oluşu Türkiye’deki çelişkileri de anlatıyor. Aydınlık devrimlerden karanlıklara Kurtuluş ve Atatürk devrimleri ile bu coğrafyanın “fıtratına” başkaldıran bir ulusun yurttaşları olarak övünüyoruz. Köy Enstitüleri ile dünyaya örnek olduk. Bilime, sanata, uygarlığa sarıldık. Ama toprak ağasından din tüccarına ve emperyalizme kadar uzanan karanlık güçler, yolumuzu kesmeye başladılar. Aynen İran’da Musaddık’ın yolunu kestikleri gibi, “Salem büyücülerini” oynatmaya koyuldular. Yakılan çocuklarımızdan cephede ölen delikanlılarımıza kadar her şey bu karanlık ve emperyalist gelişmelerin sonucudur. Bugünkü modern FETÖ’cüler gibi, eski dönemlerde de daha ilkel FETÖ’cüler vardı. Toprak ağasından Atatürk Cumhuriyeti’ni yıkmak isteyen din tüccarlarına kadar, toplumu “karanlıklara sürükleyerek iktidarlarını korumak için” çaba gösterdiler. Geldiğimiz nokta bunun sonucudur. Faşizmi yazmak mı? Yaşamak mı? 1964’te Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı (TMGT) temsilcisi olarak Avrupa Konseyi’ne (CENYC) gitmeye başladığımda Kıbrıs sorunu ve Avrupa ilişkileri ile yüz yüze geldim. Daha sonraki akademik hayatımda Ecevit, Demirel, Özal, Çiller, Erbakan, Yılmaz, Perinçek, Erdoğan ve Gül ile Türkiye’nin geçirmekte olduğu süreci yüz yüze ve aynı sofrada konuşma ve tartışma şansına (ve şansızlığına) sahip oldum: sadece bir akademisyen kimliğimle. Kamuoyunun hiç bilmediği bazı gerçeklerle karşı karşıya kaldım: Asil Nadir’in hapsedilişinin tamamen siyasi bir komplo olması: Oyak’ın Volvo yerine Renault ile anlaşmasının 1960’larda tamamen Prof. Feridun Ergin’in “eseri” olduğu: Kirk Douglas’ın 1964’te Ankara’da İsmet İnönü ile gizlice buluşması gibi trajikomik gerçeklerle de karşılaştım. Bugün ülkenin geldiği çelişkili ve kutuplaştırılmış ortamı düşünürken, 1960’lı yıllardan beri bire bir şahsen yaşadığım olayların bugünü hazırladığını gördüm. Bu nedenle kaleme aldım. Yeni açmış sarı papatyalar gibi turlayan Avrupalı turistler yerine, karalara bürünmüş “yeni” nesil turistlerin ağırlığı altındaki çok sevdiğim İstanbul’dan geçen yaz kaçarak Gündoğan’a sığındım. Zeytinlerin ıssız gölgesinde 29 adam ve 1 kadınla olan bütün bu tartışmalarımı yazdım. Dostum Haluk Hepkon’a teslim ettim, Kırmızı Kedi Yayınevi’nden bir iki ay içinde yayımlanacağını söyledi. Adını “Yolumun Kesiştiği Ünlüler” koyduğum kitapta çok ilginçtir, bütün siyasilerle yolum kesişmiş, bir tek Devlet Bahçeli hariç. Oysa kendisinin çok sosyal olması gerekirdi, ne de olsa, kendisi Ata Koleji’nin tedrisinden geçmiştir. 6 ARALIK 2016 SAYI: 33298 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Haber Koordinatörü Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06.34 06.17 06.38 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 08.07 13.02 15.22 07.49 12.47 15.10 08.07 13.09 15.36 Akşam 17.45 17.32 17.59 Yatsı 19.11 18.57 19.21 yorum “Osmanlı Meclisi Mebusan Reisi” denilen zat değil, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı” denilen kişi, Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın soru önergesini yanıtlamak için şu koşulu koydu: “Önergenizdeki laiklik cümlesini çıkarın yanıtlayalım!” HHH TKB1aM5vMTşe’naminkmmuzuhsaalledfıerıtsıknodraidzoaruranrdgaökrien Mustafa Kemal Atatürk’ün halıya dokunmuş, mareşal üniformalı tablosu da yerinden kaldırılmıştı. CHP’liler gerekeni yapıp yerine asınca, o kişi “Başkanlığımızın bilgisi ve rızası dışında asıldı!” diye itiraz etti! HHH O kişi, Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlediği “2. Abdülhamit Han Sempozyumu’nda” şöyle dedi: “Ağzına içki koymamıştır. Özellikle Sultan Abdülhamid karakter olarak sadeliği ve temizliği seven, müşfik, rikkatli, alabildiğine nazik, kibar bir devlet adamıydı!” Bir okurumuz, Abdülhamit’in torunu Ertuğrul Osman Osmanoğlu’nun, bir TV söyleşisinde, “dedesinin alkolik olmadığını, ancak rom içtiğini” açıkladığını, anımsattı! HHH O kişi, Ankara’da 30 Kasım’da Mustafa Necati Kültür Evi’nde “Abdülhamid Han ve Dönemi Fotoğraf Sergisi” açtı. Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk’ün yakın arkadaşlarından ve çeşitli bakanlıklar yapmış olan Mustafa Necati Uğural bugün mezarında sağından soluna dönüyordur! HHH Özgen Acar Kavşak Otomania! (6) O kişi, 2014’te Eskişehir’de yaptığı konuşma da şöyle dedi: “Cumhuriyet’i kuran kadro pozitivisttir. Pozitivist (bilimsel) nedir? Gördüğüne ve tuttuğuna inanır. Peki, ayeti tutuyor muyum? Hayır… Vahiy gördüm mü? Hayır… Ayeti reddederler. Cumhuriyeti kuranlar, bu yüzden dinden uzaklaştı!” O kişi, o kürsüye seçildiğinde Atatürk’ün adını ağzına almadı. İstiklal Marşı’nın şairi Mehmet Akif Ersoy, “Safahat” adlı şiir kitabında, “Ah eğer, o Yıldız’daki baykuş (Abdülhamit) ölüvermezse, âkıbet çok kötü…” demişti… HHH O kişi 28 Ağustos’ta Rize’nin Kurtuluş Bayramı töreninde konuştu: “ ‘Şu tarihte kurtuldum’ demek; acziyet ifade eder. Kurtuluşlar değil fetihler anılır. Onlar, Trabzon’dan, Rize’den, Artvin’den, Erzurum’dan, Sarıkamış’tan çekilip memleketlerine döndüler!” HHH O kişi aynı törende şunları da söyledi: “Liseli Devrimciler, Che Guevara’nın gömleklerini giymişler. Che, 39 yaşında öldürülen, bizzat kendisinin infazlar yaptığı bir katil kişilik. Bir gerilla. Bolivya’da, Küba’da, Güney Amerika’da faaliyette bulunan bir eşkıya… Benim liseli gencimin yakasında, göğsünde olmamalı…” HHH Oysa dün, Küba’da cenaze töreni yapılan Castro, 1996’da İstanbul’a geldiğinde ne demişti?: “Devrimci Kemal Atatürk, bizim esin kaynağımız oldu. O gemiyle Samsun’a, biz de 40 yıl sonra gemiyle Havana’ya çıktık. Kendinize başka önder aramayınız…” Küba’nın Ankara Büyükelçisi Alberto Gonzalez Casals’ın İzmir’de CHP Grup Başvekili Özgür Özel’e, bu sözleri eden, o kişinin, kendisine şöyle dediğini açıkladı: “Hem Meclis Başkanı hem de daha üst düzeyde bir kişi telefon açarak özür diledi!” Özel de Büyükelçiye “Bir atasözümüz, ‘Açıkta yapılan kusurun tenhada özrü olmaz!’ der” dedi. Oysa anımsanacağı üzere Sultan, Küba ziyaretinde Che anıtını ve Atatürk’ün büstünü ziyaret etmişti! Kadınların Ata’sı! Atatürk, 5 Aralık1934’te Türk kadınına “Seçme ve Seçilme” hakkını tanıdı. Fransa’da 1944, Japonya’da 1945, İtalya’da, Arjantin ve Meksika’da 1946, İsviçre’de ise 1971’de bu hakkın tanınmasına da öncülük etmişti… Atatürk’ün açıklaması şöyleydi: “Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasî hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak lazım gelecektir. Türk kadını, evdeki medenî mevkiini salahiyetle işgal etmiş, iş hayatının her safhasında muvaffakiyetler göstermiştir. Siyasî hayatla, belediye seçimleriyle tecrübe kazanan Türk kadını, bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medenî memleketlerin birçoğunda, kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu salahiyet ve liyakatle kullanacaktır…” Bir soru: Atatürk mü, yoksa Abdülhamit mi, insan gibi insandı? Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN posta@cumhuriyet.com.tr İtham etmeliyiz! ERGİN TÜRSOY Avukat Siyasal iktidarın bir yan kolu gibi faaliyet Bu başlığın, Fransız aydınları arasında önemli bir yeri olan yazar/edebiyatçı Émile Zola’nın Yüzbaşı Alfred gösteren yargımız, bu sorunlu iktidar anlayışına teslim olmuşçasına, siyasi iktidarın şu veya bu yoldaki beklentilerine cevap verecek bir üretkenlik içinde hareket ediyor. Dreyfus’un haksız ve dayanak sız suçlamalarla mahkum edil mesine karşı L’aurore gazetesin olduğu, olacağı gün gibi ortada. de tam sayfa olarak yayımlanan Bu durumdaki bir yargının top “J’accuse/İtham Ediyorum” baş lum indindeki güvenirliğini yi lıklı makalesini çağrıştırdığı ale tirmesi önlenemez hale gelir ki, ni. Émile Zola, 1894 yılında, Al yargının işlevi açısından bu fev manya lehine casusluk ve (bu kalade vahimdir. İçinden geçtiği günlerde çok sıklıkla duyduğu miz konjonktürde, suçlu olmak muz) vatana ihanet suçlamasıyla değil, siyasal iktidarca suçlu ad müebbet hapis cezasına mahkum dedilmek, suçlu gibi gösterilmek, edilen Yahudi Yüzbaşı Alfred işaret edilmek tutukluluk ve id Dreyfus’un bu mahkumiyetinin dianame düzenlenmek açısından haksız ve hukuksuz olduğu yeterli görülüyorsa, açılan dava nu, Fransa Cumhurbaşkanı Fe larda, kanun önünde eşitlik ve lix Faure’a hitaben kaleme aldığı adil yargı ilkeleri gözardı edi açık mektupta dile getirdi, bu ka liyorsa, itirazlara, taleplere dö rarı verenleri itham ederek yeni Emile Zola nüp de bakılmıyorsa, yaşanan den yargılanma talep etti. Émile Zola bu makaleyi, yayımlanması halinde, o dönemde, içinde Yahudi karşıtlığını da barındıran siyasal konjonktürün ırkçı ve ayrımcı tavrı nedeniyle başına gelebilecekleri bilerek ve göze alarak Çünkü bugün artık, adına, bırakalım adil olma niteliğini bir yana, bir kavram olarak dahi “yargısal” diyemeyeceğimiz bir sürecin içinde yaşıyoruz ve bundan ağır derecede kaygılıyız. bu sürece ne yürütme ve yasama organları açısından ne de onları denetleme görevini yüklenmiş bulunan adil bir yargı açısından, gerçek anlamda bir parlamenter demokratik işleyişten söz edebilmek mümkün. kaleme aldı. Bu girişimini “Gerçeği söyleyeceğim, benim gö Vicdan sınırını zorluyor Adil yargı beklentisi revim konuşmak, suç ortağı olmak istemiyorum; yoksa gecelerim orada işkencelerin en korkuncu içinde, işlemediği bir suçun cezasını çekmekte olan bir suçsuzun hayaletiyle dolup taşacak” şeklinde ifade etti. Tarihe not düşmek için Bugün, içinde yaşanılan siyasal konjonktürün bir uzantısı, bir yansıması olarak, bağımsızlık ve tarafsızlık konusunda bugüne kadar asla iyi bir sınav verememiş olan ve kendisini hep, devlete/siyasal iktidara tâbi bir memur olarak görüp konumlandırmış olan yargımız, artık vic Otoriteye ve logokrasiye dayalı bir siyasal düzen anlayışının izdüşümlerini taşıyan bu süreçte, neyin söylenip neyin söylenmeyeceğini ve söylenebileceklerin hangi kalıplar içinde dile getirilebileceğini, iktidarın söylemine inanılmasa bile, tüm açıklamaların o söyleme saygı çerçevesin Émile Zola’nın dönemin cum dan sınırlarını zorlayan, toplu de yapılmasını öngören, aksi hal hurbaşkanına gönderdiği açık mun adalet duygusunu fazlasıyla de hain yaftası yemenin sıradan mektuptan söz ederken, onun bir örseleyen, kanıtsız, ölçüsüz, si hale geldiği bir siyasal zemin aydın olarak, tüm olumsuz ko yasi mahfillerden sadır olan suç de, bu yönetim tarzının yargı ta şullara karşın, insani ve vicdani lama işaretiyle başlayıp biten bir rafından dizginlenmesi bir yana, bir duyarlılık içinde, hiç tanıma tutumla hareket ediyor. desteklenir şekilde hareket edil dığı halde, kendisine reva görülen haksız ve hukuksuzluğa kar Siyasetin yan kolu mesi, hiç kuşku yok ki, adil yargı beklentilerini boşa çıkaran ür şı, masumiyetine inandığı Alf Burada, siyasi iktidarın suçlu kütücü bir gelişmedir. Yargı her red Dreyfus’u korumak ve savun addettiği ve işaret ettiği herkesi kesin saygısını hak eden bir ic mak adına, dönemin bağımlı ve peşinen suçlu gören ve en vahi raat içinde olmalıdır. Logokratik taraflı yargısını hedef tahtasına mi bunu, tedbir niteliğinde olan bir dayatmayla, hiçbir kimseye oturtarak itham etti ve istisnai ve hiçbir kuruma, peşinen saygı ğini vur bir nitelik göstermek gibi bir zorlamadan, gulamak arz eden bir yükümlülükten söz edilemez. tı maksa tutuklama Saygı hak edene yönelen içsel bir dım. Yok için dahi duygudur; samimi ve gerçektir sa tutup yeterli gö ve içinde asla yapaylık barındır da, söy ren, tüm maz. İnsanlık tarihinden süzülüp lemleriy haklı itiraz gelen ve evrensel hukuk normla le bugün içinde bu Zola’nın meşhur ‘İtham ediyorum’ yazısı. ve taleplere yaban rıyla ete kemiğe bürünen, gerçek anlamda demokratik bir düzende lunduğu cı kalan bir asla ihlal edilemez nitelikte olan muz sorunların oluşmasında pa yargıdan söz ediyoruz. Bu nokta insan hak ve özgürlükleri açıkça yı olduğunu düşündüğüm cum da, siyasal iktidarın bir yan kolu ve umursamaz bir biçimde çiğ hurbaşkanına açık mektup yaza gibi faaliyet gösteren yargımız, nedikçe, bunu engellemeyen ve lım diye bir niyet taşımıyorum bu sorunlu iktidar anlayışına tes verdiği hukuksuz kararlarla bu elbette. Maksadım, yaşadığı lim olmuşçasına, siyasi iktidarın oluşuma alan açan ve asli göre mız olaylar göz önüne alınacak şu veya bu yoldaki beklentileri vini yerine getirmeyen bir yargı olursa, uzun erimli olacağı an ne cevap verecek bir üretkenlik yı, kamuoyu önünde tartışmak laşılan bir hukuk mücadelesin içinde hareket ediyor. Parlamen ve onu kendi dilimizle itham et de kullanılacak dilin, klasik bir ter demokrasinin en önemli de mek, hak ve adalet adına, özgür savunma dilinden farklı, tarihe netim ayağı olan ve bu görevini lükler adına, tarihe not düşmek not düşecek şekilde, itham edici gereği gibi yerine getir(e)meyen adına, gelecek kuşaklara karşı ve suçlayıcı bir karaktere sahip yargının, bu sistemin işleyişinde duyduğumuz sorumluluk adına, olması gereğine işaret etmek. giderilmesi zor arızalara sebep boynumuzun borcudur. Fehriye Erdal’a 30 yıl hapis cezası Belçika’da mahkeme heyeti firari olan Sabancı suikastı faillerinden Fehriye Erdal’ı 30 ağır hapis cezasına çarptırılmasına karar verdi. Terör örgütü üyeliği suçundan vereceği kararı ise 2 Ocak tarihinde gerekçeli kararla birlikte açıklayacağı öğrenildi. NTV’de yer alan habere göre, Erdal’ın Türkiye’de işlediği suçlardan Belçika’da yargılanmasına başlandı. Brugge Mahkemesi’nde görülen davaya, firari DHKPC’li katılmadı. Kendi avukatı Paul Bekaert davadan çekildiği ve baro tarafından atanacak herhangi bir avukata da vekâlet veremediği için DHKPC’li Erdal’ı duruşmada hiç kimse savunmadı. Duruşmada, savcı Erdal hakkında Türkiye’de işlediği cinayet suçlarından dolayı 30 yıl ağırlaştırılmış hapis, 15 yıl da ek güvenlik tedbiri istedi. İddianamenin okunmasının ardından hâkim, karar verilmesi için duruşmayı 2 Ocak’a erteledi. Değiştirilen Belçika terör kanunları, suçun tarihinden sonra yürürlüğe girdiği için terörden yargılanamayan Erdal’ın ceza alması durumunda, Interpol tarafından kırmızı bültenle aranmasına başlanacak. Dava süreci İşadamı Sabancı ile Toyotasa Genel Müdürü Haluk Görgün ve sekreter Nilgün Hasefe, 9 Ocak 1996’da DHKPC’liler tarafından İstanbul Sabancı Center’da öldürüldü. Cinayetin Fehriye Erdal, İsmail Akkol ve Mustafa Duyar tarafından işlendiği tespit edildi. Duyar yakalanıp hapse atıldı ve 1999 yılında hapishanedeki bir isyan sırasında öldürüldü. Erdal ve Akkol ise kaçmayı başardı. Yunanistan’da yargılanıp serbest bırakılan Akkol, ocak ayında Türkiye’ye yasadışı yollardan girince yakalandı. Erdal ise, 1999 yılında Belçika’nın Knokke kentinde kaldığı apartmanda yangın çıkması sonucunda sahte pasaportla yakalanıp yargılandı. Bir yıla yakın cezaevinde kaldıktan sonra ev hapsine alınan Erdal, Mart 2006’da firar etti. Eylül 2007’de Türkiye’de işlediği suçlardan dolayı yargılanması kararı verilse de daha sonra bu karar bozuldu. Sabancı ailesinin başvurusu üzerine süreç yeniden başladı. 25 Mayıs’ta Türkiye’de işlediği 3 cinayet suçundan Belçika’da yeniden yargılanmasına karar verilen terör örgütü DHKPC üyesi Fehriye Erdal’ın Belçikalı avukatı Paul Bekaert davadan geri çekildi. Karara itiraz edilmesi ve avukat bulunması için verilen sürelerin dolmasının ardından ilk duruşma tarihi 5 Aralık olarak belirlenmişti. l Haber Merkezi Nüfus cüzdanımı ve ehliyetimi kaybettim. Hükümsüzdür. HÜSEYİN ATMACA C MY B