23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 23 Ağustos 2015 analiz TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN 16 4 UZMAN, CUMHURİYET İÇİN 4 ANA DAMARI YAZDI KP, bugün kendi toplumunun yarısından fazlasına karA şı neredeyse cihat ilan etme noktasına gelmiş bir “kültik” şahsiyette tecessüm etmekte sadece. Parti’nin kurumsal kimliği yok. Onun kuruluşuna en çok emek veren isimler dahi saf dışı. Yıllarca kamuoyunda Parti’nin sözcülüğünü üstlenmiş olanlar suspus. Kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Hükümette en yetkili pozisyonlara yakın isimler dahi Parti’nin kendisinde tecessüm ettiği şahsiyetin durumuna dair endişelerini “dost sohbetleri”nde ifade ediyor. Ama ancak Parti ile irtibatı kopmuş olanlar durumun vahametine ilişkin net bir şeyler söyleyebiliyor: “Erdoğan’a onun düşündüğünden farklı bir şey söyleyen dayağı yer” diyen Dengir Mir Mehmet Fırat gibi… Ülkede on yılda yüzde 50 oy çıkaran siyasi hareket, son birkaç yılda toplumun yüzde 50’den fazlasını zıvanadan çıkaran bir çizgiye savruldu. 13 yıllık iktidarda gelinen nokta, demokratikleşme umudundan dinbaz bir tek adam rejimine savrulma olarak tarihe geçecek. Süreci satır başlarıyla hatırlayalım! AKP’nin evveli İslamizm’di, ahiri “postİslamizm”dir. O, Milli Görüş hareketinin 28 Şubat (1997) sonrasında mutasyona uğramasıyla ortaya çıktı. Bir bakıma “28 Şubat” onun dölyatağı sayılabilir. Ama onu esas etkinleştiren kanımca “11 Eylül” (2001) hadisesidir. Dünya Ticaret Merkezi’ne El Kaide saldırısı sonrası başta ABD olmak üzere küresel kapitalizme yön verenler, İslâm dünyasından kapitalizmi “lanet” değil “nimet” sayan dost unsurlar bulup küreselleşmenin “İslâmcılığı” da içselleştirmesini sağlamak istediler. Bu arayışlardan Gülen Cemaati ile de ittifak içerisinde bir liberal (“ılımlı”) İslâm hareketi olarak AKP çık AKP’nin senaryosu Bir ‘intihar kültü’ olma yolunda AKP HDP’ye yarıyor Bu ülkede on yılda yüzde 50 oy çıkaran bir siyasi hareket, sadece birkaç yılda ülkenin yüzde 50’den fazlasını zıvanadan çıkardı. Gelinen nokta, demokratikleşme umudundan dinbaz bir tek adam rejimine savrulma olarak tarihe geçecek. ömleğinin ilk düğmesini yanlış ilikleyen Erdoğan’ın G AKP’si, sonunda hiç istemediği TAYFUN ATAY vos’taki “One Minute” hadisesine kadar sürülebilir. Aslında “One Minute”, sonun başlangıcıdır. Bir “kült”ün patlayışına orada tanık olduk. Hastalıklı bir özgüvenin, iktidar zehirlenmesinin, akıl tutulmasının yükselişi ondan sonra başladı. Tek adam rejimine azmedişin tohumları o zaman atıldı. Tabii ki bu azmi besleyen başka şeyler de oldu. Batılı “oryantalist” önyargılara takıntılı ve onlar karşısında savunmacı bir (“oksidentalist”) refleksle şekillenen “derinlik”li dışpolitik stratejiler… Yanı başımızda patlayan Suriye iç savaşında belirleyici olma hülyaları… Aynı doğrultuda, dışarıya panİslamist vurgulu bir Osmanlıcılık taslarken içeride laik toplumsal birikimle ters düşme… Bunlardan beslenen ve laik toplum kesimlerini boğan dinbaz politik girişimlerle patlayan Gezi olayları… Hepsi, “kült”ü çok daha gözü kara noktalara götürdü. Ve Müslümanlıkla sekülerliğin buluşabileceğine dair bir umut sanılan hareket, dinbaz ve selefimeşrep bir diktatörlüğün payandası olmaya evrildi. O yüzden artık AKP diye demokratik parlamenter sistemin vazgeçilmez unsuru bir partiden değil, bir kült hareketten söz etmek uygun olur. Hatta 7 Haziran seçimlerinden bu yana olup bitenlere bakıldığında onu Batı’da bir dönem dehşet saçan örnekleriyle hatırladığımız türden bir “intihar kültü” olarak tanımlamak bile çok yanlış olmaz. tı. Onun, “kapitalizmi helal sayan” postİslamist anlayışla bir bakıma Erbakan’dan Turgut Özal’ın çizgisine yön değişimini temsil ettiği de söylenebilir. O yüzden 28 Şubat’ta Erbakan ve partisinin başına gelen on yıl sonra 27 Nisan’da (2007) AKP’nin başına gelmedi. Yine o yüzden “vesayet”le hesaplaşma sürecinde Cemaat’le “paralel” ve kurunun yanında yaşları da yakmaktan geri durulmadan hoyratça yol alındı. Ve yine o yüzden rövanşist bir itkiyle, eski mağdurlukları yeni mağrurluklara meze kılarak devletçi laikliğin hıncı, laik sivil toplumdan alınmaya kalkışıldı. Bu süreç, yani özgürlük ve demokrasi “havari”liğinden baskıcı bir totaliter gerçekliğe yol alış 2011 sonrasında kristalleşse de bunun izleri daha geriye, Da bir yere vardı; “Terör örgütü uzantısı” HDP ile ortak seçim hükümeti kurmak... İlk düğmeyi yanlış iliklemişti, çünkü... Erdoğan, 7 Haziran seçimleri öncesinde AKP’nin oy kaybının nedeni olarak “çözüm süreci”ni gördü ve “müzakere masası”nı daha kurulmadan dağıttı. Bugün baktığımız noktadan çok daha net görünüyor ki, Erdoğan oy kaybına yanlış teşhis koymuştu. Asıl oy kaybı 17/25 Aralık operasyonlarında ifadesini bulan rüşvetten, yolsuzluktan, hırsızlıktan kaynaklanıyormuş. Erdoğan’ın AKP’si ikinci düğmeyi de yanlış iliklemişti, çünkü... Türkiye’yi 1990’lı yılların şiddet ortamına götürerek, PKK’yi çatışmalı ortama çekerek, HDP’yi kriminalize ederek iki fayda ummuştu. Birincisi AKP’nin oylarını arttırmak, ikincisi de HDP’yi yüzde 10 barajının altına itmek. Ama şu anda aldığı sonuçlara göre ne kendi oyları artıyor, ne de HDP’nin oyları düşüyor. Erdoğan’ın AKP’si üçüncü düğmeyi de yanlış iliğe taktı, çünkü... Bir an önce erken seçime gitme telaşıyla atılan “nafile turlardan” bir koalisyon çıkartmamaya çalıştılar. Sonunda AKP, bizzat Erdoğan’ın “Terör örgütünün uzantısı” diye nitelediği HDP ile ortak hükümet kurarak seçime gitme “tehlikesi”yle yüz yüze kaldı. Bağımsız kuruluşların da, AKP’nin de, CHP’nin özellikle de çatışmalı ortamın tırmandırıldığı 24 Temmuz’dan sonra yaptırdığı kamuoyu yoklamalarının büyük bölümü aynı sonucu veriyor. Birincisi, AKP’nin oylarında artış yok, hatta bazı anketlere göre düşme bile var. İkincisi, HDP’yi kriminalize etme çalışmaları tutmadı çünkü HDP seçim hükümetinde yer almak için sonuna kadar direnecek. Parti yönetimi, “İsterse bizden kimin bakan olacağını Erdoğan seçsin. Partimizi PKK ile ilişkili gösterme noktasından HDP’den bakan seçme noktasına gelir” görüşünde. CELAL BAŞLANGIÇ “Partimin kararına bakarım.” Zaten HDP lideri Demirtaş da seçim hükümeti masasından kalkmamaya çok kararlı: “Bize oy veren 6 milyon insanın üç bakanlık hakkı vardır. Bizim bu hükümette olmamız lazım. HDP meşru değildir diyenler için.” Sonuçta, AKP’nin tavrı ne olursa olsun, HDP seçim hükümetinde yer almak için sonuna kadar direnecek. Parti merkez yönetiminin görüşü “Bu icraat hükümeti değil, sonuçta seçim hükümeti. Kimin bakan olacağı önemli değil. Bunun için bizim kendi içimizde ‘o olur, bu olmaz’ diye tartışma yapmamamız lazım. Değil Davutoğlu, isterse bizden kimin bakan olacağını Erdoğan seçsin. Böylece partimizi PKK ile ‘inorganik’ ilişkili gösterme noktasından, HDP’den bakan seçme noktasına gelir” yönünde. Ancak HDP Genel Merkezi’nde dün bile süren bir beklenti vardı: “HDP’nin hükümete girmemesi için AKP, MHP’yi ikna edecek.” Erdoğan bir daha hükümet kurma görevini Davutoğlu’na verecek. MHP’nin 25 milletvekilini Meclis’e sokmaması da AKP azınlık hükümetinin yolunu açacak. Eğer bu akşama kadar böyle bir operasyon gerçekleşmezse, sonuç olarak çatışmalı bir ortamla HDP’yi “gayrimeşru” bir alana itmek isteyen, “Terör örgütünün uzantısı” diyen Erdoğan, almak zorunda kalacağı “erken seçim” kararıyla AKP’nin ortak hükümet kurmasını sağlayarak HDP’nin meşruluğuna meşruluk katacak. HDP’nin oyları kendini koruyor, bazılarına göre de artıyor. Bölgede, AKP’de kalan son “Kürt oyları”nın da HDP’ye doğru kaydığını gösteren ciddi sonuçlar var. Daha önce “çözüm süreci” nedeniyle AKP’ye oy veren özellikle “orta sınıf kentli Kürtler”in de HDP’ye yöneldiği görülüyor. İşte düştüğü bu durum karşısında Erdoğan’ın AKP’sinin elin de tek seçenek kalıyor: HDP’yi seçim hükümetinden kaçırtmak. Bunun için “HDP’nin bakanlarını biz seçeriz” diyorlar, bazı vekillere HDP Genel Merkezi’nin iradesi dışında “bakanlık havucu”nu göstermeye kalkıyorlar. Ancak bundan da sonuç almaları çok kolay görünmüyor. Kulislerde adı “AKP’nin seçeceği HDP’li bakan” olarak geçen Gaziantep Milletvekili Celal Doğan’ın da tavrı net: HP ve MHP, Davutoğlu’nun “beni koalisyonda HDP C (ve aslında iktidarda Erdoğan) Oyunu kuranlar ve Hızlandırılmış seçim oyunda kalanlar takvimi CHP’yi zorlar Önümüzdeki seçimde seçmenin önemli bir kısmı seçim sonrasına göre karar üretecek. Sağ seçmen, eğer tek başına iktidar görmüyorsa (ki şimdilik görünmüyor) “sağ koalisyonun terkibi” üzerine düşünmeye zorlanacak. HP, 7 Haziran seçimi sonC rası süreçte yaşananları ve CHP’nin bu süreçte göster ile yalnız bırakmayın” şeklindeki son yardım çağrısına olumlu cevap vermediler. Zaten, Erdoğan da, YSK’yi bile beklemeden “1 Kasım’da seçime gidiyoruz” diyerek konuyu kapattı. Sonuç olarak, hâlâ bazı spekülasyonlar gündemde olsa da on hafta sonra seçime gidiyoruz gibi görünüyor. En azından şimdilik açık ve görünür olan bu... Büyük bir ittifakla kabul ediliyor ki, bu tablo Erdoğan’ın 8 Haziran itibarıyla kurduğu (veya yürürlüğe soktuğu) oyun planının doğal sonucuydu. Ve yine yaygın bir kabulle, Erdoğan’ın bu oyun planını herkese kabul ettirdiği, kimsenin bu oyunu bozacak hamle üretemediği söyleniyor. Erdoğan’ın “ben rejimi değiştirdim siz kitabına uydurun” mealindeki çıkışıyla yeniden kendi konumunu “referandum” konusu yapması ve “buzdolabındaki çözüm süreci” söylemini “şehit kanıyla toprak yoğurmaya devam” sınırına taşıması seçimin ana başlıklarını da onun vereceğini gösteriyor. Peki, seçime Erdoğan’ın kurduğu oyunla gitmek kimi nasıl etkileyecek? KEMAL CAN sini kabul etmeyerek, Erdoğan’ın oyununun içinde kalmaya gönüllü oldu. Son tahlilde, kaşınmaya başlanan ve daha da tırmandırılacak milliyetçi reflekslerin karşısında bir pozisyon alması zaten neredeyse imkânsızdı. İlk bakışta (ve hâlâ bazı yorumcularca) “siyasi intihar” gibi görünen bu hal, yukarıda sıraladığımız ilk emareler değişmezse MHP’nin durumunu korumasını sağlayan “bir imkân” da üretebilir. AKP’nin her milliyetçi kışkırtmasını el büyüterek karşılayan (hatta işi, sıkıyönetim isteme sınırına kadar taşıyan), Erdoğan’ı hedef alanından çıkartmayarak üzerine çekmeyi başaran MHP, seçim sürecinde yeniden avantajlı bir “bekleme pozisyonuna” dönebilir. Çatışma sertleştiğinde geçmişe dönük “biz dedik dinlemediler”, gerilim düşürüldüğünde de geleceğe dönük “biz olmazsak ihanet ederler” diyerek pozisyon alabilir. Önümüzdeki seçimde seçmenin önemli bir kısmı seçim sonrasına göre karar üretecek. Sağ seçmen, eğer tek başına iktidar görmüyorsa (ki şimdilik görünmüyor) “sağ koalisyonun terkibi” üzerine düşünmeye zorlanacak. AKP tarafından da çok kullanılan MHP’nin eriyeceği vurgusu, bir aşamada (özellikle HDP’nin gerisine düşme riski karşısında) savunmacı bir refleks üretebilir. Erdoğan’ın pozisyonu için ikinci kez referandumuna zorlanan sağ seçmenin vereceği reaksiyondan da kimse tam emin olamaz. diği tavrı seçim kampanyasının önemli bir malzemesi yapmayı planlıyor. Parti yönetimi CHP’nin yönetmeye hazır olduğunu, sorumluluktan kaçmadığını, ülkenin huzuru için uzlaşmaya hazır olduğunu gösterdiğine ve bunun ciddi bir siyasi sermaye oluşturduğuna inanıyor. Hükümetin aslen AKP’nin isteksizliği yüzünden kurulamadığının kamuoyuna iyi aktarılabildiği görülüyor. Dolayısıyla bu hususlar CHP’nin yeni seçim kampanyasında öne çıkan mesajlar olacak. Yeni seçimde CHP’nin somut önerilerinde büyük bir değişiklik beklenmiyor. Kılıçdaroğlu, 7 Haziran seçim beyannamesinin güncellenmesi görevini bundan önceki seçimlerde olduğu gibi Prof. Dr. Sencer Ayata’ya verdi. Yeni seçim kampanyasında 7 Haziran seçiminde olduğu gibi ekonomik söylemin, bölüşüm politikalarının ön planda olması bekleniyor. Merkez Yönetim Kurulu’nda (MYK) yapılan değerlendirmelerde ilk oy kullanan genç seçmenler arasında CHP’nin oyunun az olduğu tespiti yapıldığı ve özellikle bu kesime yönelik söylemlerin geliştirilmesi gerektiğinin vurgulandığı belirtiliyor. Bu kapsamda Selin Sayek Böke gençlik istihdamına yönelik projeler üzerinde çalışıyor. Bir yandan ekonomik söylem yeni çalışmalar ile desteklenirken parti yöneticileri Türkiye’nin gündeminin doğrudan ekonomi konuşmayı zorlaştıracağının farkındalar. Her gün şehit cenazeleri gelirken emekliye ikramiye gibi vaatleri duyurmanın zorlaşacağı biliniyor. Buna karşı da Kürt sorunu ve terör Hükümetin aslen AKP’nin isteksizliği yüzünden kurulamadığının kamuoyuna iyi aktarılabildiği görülüyor. Dolayısıyla bu hususlar CHP’nin yeni seçim kampanyasında öne çıkan mesajlar olacak. MEHMET KARLI larda ön seçim yapılmasına karşı oldukları biliniyor. Gerçekten de içine girilecek hızlandırılmış seçim takvimi CHP’yi zor durumda bırakacak. Seçimin 1 Kasım’da olması halinde YSK’nin ön seçimlerin 8 Eylül’de yaptıracağı tahmin ediliyor. Seçim takvimi 31 Ağustos’ta başlarsa, bu durumda tüm adaylık başvurularının alınması, önseçim pusulalarının hazırlanması, kampanya yapılması gibi bir sürecin bir haftaya sıkışması gerekecektir ki bu da kimseye makul gözükmüyor. Dolayısıyla CHP’nin hukukçuları önseçim yapmadan listelerin nasıl hazırlanabileceği konusu üzerinde çalışıyorlar. Öne çıkan görüşlerden bir tanesi tüzükteki mevcut düzenlemenin olağan durumlar için olduğu, içinde bulunulan siyasi durumun istisnai olduğu, sadece bu tarz istisnai durumlara yönelik olarak tüzüğün verdiği yetkiye dayanarak bir yönetmelik çıkarılabileceği. Yönetmeliklerin nihai onay makamı PM olduğu için bu konu bugünkü toplantıda konuşulabilir. Eğer YSK bu çözümü kabul etmezse CHP bir tüzük değişikliği kurultayı toplamayı dahi düşünebilir. Lakin hızlandırılmış seçim takvimi bu konuda da CHP’yi zorlayabilir. Kurultay’ın toplanması için geçecek sürede YSK önseçim yapılmasını talep edebilir. Bu risklerle nasıl uğraşılacağının iyi hesaplanması gerekiyor. Seçimde CHP söylemi Oyuna ilk katılandı Oyunun kurucusu olmak, oyunun galibi olmanın garantisi değil. Bunun en taze örneği, 7 Haziran seçim sonuçları. Ayrıca bazen oyunu bozmak değil, oyunda kalmak veya oyunu kabul etmek daha iyi sonuç getirebiliyor. Bakınız; “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışıyla, Erdoğan’ı kurduğu oyunun içinde karşılayan HDP’nin aldığı sonuç. Buna karşılık, oyunu başka alanda kurmak için hayli emek harcayan CHP’nin çok önemli bir atak yapamaması da karşı örnek. Evet, şimdi de Erdoğan’ın kurduğu oyun bozulamadı. Ancak ilk göstergeler Erdoğan’ın bu oyundan beklediği sonucu almasının pek kolay olmadığı yönünde. Yayımlanan anketlerde, AKP’nin ciddi bir oy artışı sağlayamadığına, asker cenazelerindeki tepkinin de yer yer ve giderek AKP ve Erdoğan’a dönmeye başladığına ilişkin işaretler var. HDP’ye giden emanet oyların eriyip, muhafazakâr Kürtlerin geri geleceği, milliyetçi oyların, “MHP’ye ne gerek var” diyerek AKP etrafında toplanacağı ve “biz yüzde 52 ile seçtiğimiz Cumhurbaşkanı’na bağlıyız” diyecek sağ blok oyların yeniden konsolide olacağı bir tablo garanti değil. Anketler bu hesabın Kürt tarafının beklendiği gibi işlemediğini gösteriyor. Ancak öteki taraf da ters dönebilir. MHP, hayli tepki almasına rağmen CHP’nin “karşı blok” öneri sorununun sınıfsal yanına yapılacak vurgu vasıtası ile iki konudaki söylemlerin birleştirilmesi düşünülüyor. Hem şehit olanın hem PKK’ye katılanların düşük gelirli ailelerin çocukları olduğu, 18 bin lirası olanın askerlikten kurtulduğu gibi söylemlerin yanı sıra, Türkiye eğer bir ekonomik krize girmeyecekse bunun ancak toplumsal huzuru sağlamakla olabileceği, bunu da ancak CHP’nin yapabileceği ön plana çıkarılması beklenen argümanlar. Son olarak örgütlerin büyük merakla takip ettiği konu da tekrar önseçim olup olmayacağı. CHP Tüzüğü ön seçim yapılmasını zorunlu tutuyor. Lakin, Kılıçdaroğlu dahil birçok genel merkez yöneticisinin bu olağanüstü şart Önseçim olacak mı? C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle