12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Perşembe 9 Temmuz 2015 yEryUZU SofrALArı TASARIM: ÇAĞLA SEVİNDİK Ramazan .. .. Derleyen TAYFUn ATAY 17 Pense, hidayete yeter mi? Allah’ın yeryüzündeki işaretleri fantastik şekilde hep arandı. Ama ‘pense’, bir hayli komik kaçıyor G eçen gün bir TV kanalında iftar programına katılan misafirler, bir penseyi Allah’ın varlığının ispatı olarak göstermişler. Konuyla ilgili haber, “Allah diyen pense!” başlığıyla geçiyor. Penseyi bilmem ama haberi okuyanlar kesinlikle “Allah” diyordur!.. Bu tür haberler ara sıra çıkar; bal kovanındaki, meyvelerdeki, taşlardaki, ağaçlardaki, çiçeklerdeki bazı figür ve şekiller, SüREyyA SU Allah’ın yarattığı şeylere attığı imza olarak gösterilir ve Allah’ın varlığının ispatı sayılır. Mesela Sızıntı dergisi böyle haberlere çokça yer vermiştir. Bir yandan, evrim teorisini çürütme savıyla bilim, teolojinin hizmetine sokulurken, diğer yandan da doğadaki nesnelerde Allah’ın ayetlerini (işaret) okumak üzere “göstergebilim” seferber edilir. FAYDALI BİLGİLER Totemizme ilişkin Durkheim’ın dışında, farklı görüşler ortaya atanlar arasında Freud üzerinde de durulabilir. Freud, totemizmi insanlığın sürü yaşamından toplum (Dün, sayfamızı Öykü Ay’la gerçekleştiryaşamına geçiş sürecinde ortaya çıkan diğimiz çok önemli röportaja tahsis ederek efsanevî bir trajedinin (“Ödip Karmaşası”) ara verdiğimiz köşemize kaldığımız yersonucu olarak değerlendirir. Bu “fantasden devam ediyoruz.) tik” kurama göre, başlangıçta “sürü” içinntropolog Tylor’a göre dinin başlandeki tüm dişileri kendine saklayıp büyügıcında animizm, yani ruhlara yen oğullarını dışarı atan güçlü, vahşi inanç var demiştik. Sosyolog Durkve kıskanç bir baba vardı. Bir gün dışaheim için de dinin başlangıcında torı atılmış oğullar, güç birliği yapıp batemizm, yani kutsala inanç var. Anbayı katletti ve yedi. Ama sonra da suçcak Durkheim’ın kutsaldan muradı, luluk duygusu içinde, öldürdükle“toplum”. ri babanın yerine koyacak bir “to“Totem”, bir insan topluluğunun, tem” yarattılar. Dolayısıyla totem, kendisinden türediğine inandısuç ve öldürme duygusundan kurğı ve bu inanç doğrultusunda beltulma yolunda simgesel anlamda li beklenti ve yükümlülükler içeriyeniden yüceltilen “baba”dır!.. sinde olduğu varlık. Sözcük, Kuzey Freud, tanrı kavramına giden Amerika yerlilerinden Algonkin’leyolun böyle açıldığını ileri sürin bir boyu Ojibwa’ların dilinden rer. Bu bakımdan onun için de digeliyor. Akraba, aile işareti ve nin kökeninde totemizm var ama koruyucu ruh anlamlarını taşıDurkheim’den farklı olarak totem, makta. Ototeman ifadesi, “O, betoplumun kendini yüceltme aracı nim akrabamdır” demek. değil. İnsanlık tarihinde sürüden Daha çok hayvan türlerinden topluma geçişte dönüm noktası totem tutulmakla birlikte bitkiler oluşturan suç eyleminin günahını veya yağmur, rüzgâr, fırtına, gökbastırmaya yönelik bir katledilekuşağı gibi doğa olayları yahut ni yüceltme aracı (B. Morris, “Antdağ, nehir, göl gibi yeryüzü parropological Studies of Religion”, çaları da totem olabiliyor. Tapınılan totem, 1990: 159160). Totemizmi dinin başlangıcı saaslında topluFransız antropolog Léviyan Durkheim, Avustralya yerlimun kendisidir. Strauss’un kuramsal önermelelerinin totemik inançlarına ilişrinde mitlerin yanı sıra totemizkin verilerden hareketle totemde me de ağırlık verdiğini önceki gün belirtkarşılık bulan “kutsal”ın, toplumun kendimiştik. LéviStrauss için totemizm, doğasi olduğunu öne sürdü. Bir totem etrafında kültür ikiliğinin arabulucusu olan bir “ilayin yapan insanlar, aslında kendi toplumke”. Totemik inanç sistemi aracılığıyla insallıklarına güveni; birlik, beraberlik ve sanlar, bir toplum/kültür oluşturarak kop sürekliliklerine inancı ifade etmekteydi. tukları doğa ile tekrar bağ kuruyorlar. Dolayısıyla tapınılan totem (ki Durkheim Bu, aslında insan ile doğanın tek vücut bunun tanrı için de söz konusu olduğunu olduğu düşüncesinin bir ifadesi. düşünür), aslında toplumun simgesel dışaYarın: DOĞA VE DUA vurumundan başka bir şey değildir. ToTEMİZM A Bir televizyon kanalında iftar programı ‘Allah diyen pense’ tartışmasıyla şenlendi. siplinidir. Fakat kelama ait meseleler halkın anlayışına zor geldiği için, fantastik ispat yoluna gidilir. Bu iftar programında da böyle bir fantastik ispat yoluna gidilmiş. Konuklar, bir gün banyoda tamir edilmesi gereken musluk hikâyesiyle sohbete giriyorlar. Gücükuvveti gayet yerinde olan adam penseyi alıp banyoya gitmiş. Çok uğraşmış ama musluğu sökememiş. Adam musluğu sökemeyince banyodan çıkmış. Evde bir de emekleyen bir bebek var. Adam banyoya geri geldiğinde ne görsün?! Musluk sökülmüş, pense de yerdeki bebeğin elinde. O musluğu bebeğin sökmesi mümkün olmadığına göre, ilahi bir güçten başkası bunu yapmış olamaz. İşte Allah’ın varlığına bir delil! “Hâlâ inanmayanların kalpleri taş olmuş” dedirten türden!.. bilir. Bu örnekteki gibi fantezinin sınırlarını zorlayan bir hikâyeden hidayet beklemek ise hiç mümkün değildir. Çünkü bir dine inanan kişilerle inanmayan kişiler bütünüyle farklı “dil oyunları” oynamaktadırlar. Yani inananla inanmayan bütünüyle farklı düzlemlerde düşünmektedir. İnanan ve inanmayan arasındaki fark, evrene başka pencerelerden bakmaktan kaynaklanır. Wittgenstein’ın dil felsefesi, bizi bu farklılık bilincine götürecek argümanlar içeriyor ama onu okumak da zahmetli iş. Yine de Allah’ın varlığını ispat için penseden başka şeyler sunmak lazım. En azından ikna edici olmasa da tartışılabilir olsun. Yoksa bazıları için ibretlik gelen, başkaları için komik geliyor işte... Dindar dil oyunları İftar programının sunucusu da bir yandan gülerek, “Ağlamamak için kendimi zor tutuyorum” diyor, ama ben yine de bu insanların samimiyetine ve naifliğine tebessümle bakmaktan yanayım. Bu hikâyenin Allah’ın varlığını ispat konusunda ne kadar yeterli olduğunu sorgulayacak değilim. İnsanlar inandıkları şeyin gerçekliğini ispat etmek isterler, ama bu ispat çabası, rasyonel argümanlar da getirse, genellikle kişinin sadece kendisini tatmin edebilecek bir sonuç verir. Şüphemiz varsa azalır veya gider, inancımız güçlenir. Ama aynı delil, başkaları için de ikna edici gelmeye Allah’ın yeryüzündeki işaretleri artık doğada veya evrende değil, endüstriyel ürünlerde de aranıyor. Programa katılan konukların başka sohbet videolarında “Ekmeği yapan bir fırıncı varsa, seni de yaratan bir Allah var” gibi önermelerle Allah’ın varlığını ispata çalışıyorlar. Buna, “Kelam’ın bayağılaşması” diyebiliriz. Kelam, bir yönüyle Allah inancını İslam kaynaklarına göre ve rasyonel yöntemlerle temellendirip savunmaya çalışan bir ilahiyat di Kelam’ın bayağılaşması Türk mutfağı yeniliklere kapalı kalamaz, ama… SOFRA SOHBETLERİ bu “amatör aşçılık” çabamda, ilham eleneksel mutfağımızın “yekaynağım Erzurum Tortum’daki bir niden dizayn” edilmesi yolungezide ilk kez yediğim sahanda pesda çağrılara epeydir tanık oluyotilli, cevizli yumurta olmuştu. Peki, ruz. “Türk mutfağı evlerde pek güklâsik yemeklerimiz örneğin, molezel yapılıyor, korunuyor. Yaratıcı deküler biyoloji tekniklerine göre yeformasyon restoran düzeyinde gerArtun niden yorumlanamaz mı? Sonuçta, çekleştirilmeli. Mutfağımız böylelikÜnsal her şey midemizde karışıyor, önemle modernleşir, yükselir” deniyor. li olan estetik bir sunum ve damağıPeygamberimizin “Zaman sana mızın lezzetlenmesi değil mi? uymazsa sen zamana uy” öğüdünü, sözünü Olur, bal gibi olur. Dünyaca ünlü yarahiç unutmam. Gelgelelim, geleneksel Türk tıcı şef Ferran Adrià’nın El Bulli lokanmutfağının hâlihazırda en büyük sorunun tasının “moleküler mutfağında” pişen leunutulmak, unutulmayan yemeklerinin koziz ve pahalı yemeklerden tatmak için runmasında ise yeterince titiz davranmaBarselona’ya gidenler de olmuştu memmak, aşçı sıkıntısı, ayrıca sunum fukaralıleketimizde. Bunda yadırganacak bir şey ğından kaynaklandığı görüşündeyim. Olanca zenginliğine karşın, Türk mutfağında ge yok. Lakin İstanbul’a dönersek, kimi “yenilikçi” aşçılarımızın bize, aynı malzemenel bir yozlaşma, gerileme ve tıkanmadan lerden ama teknolojiyle “deforme” ederek söz edilebilir, evlerimizde dahi... sunduğu bir tabağın, söz gelimi klasik zeyOnu bu dar boğazdan çıkarmanın yolu, tinyağlı enginarlı baklaya has estetik ve öncelikle iyi yetişmiş, bilgili, yetenekli aşçılezzet inceliklerinin yerini dolduracağından ların çoğalmasından geçiyor. Ancak, yaratıemin değilim. Tutuculuk buysa, evet tutucılığa da önem verilmez ise, mutfağımız yicuyum, zira konumuz dünya mutfağı değil, ne duraklayacak ve kekelemeye başlayaulusal mutfağımız. caktır. Ama nasıl bir yenilik ve yaratıcılık? Sevgili Hıncal Dostum; önce klâsik tekGeçen gün, arkadaşlarla haftalık olağan nik ve lezzetler korunsun, modernleşöğle yemeğinde yine buluştuk. Her zamantirmeye, yeniliklere daha vakit var deki gibi, Rasim Özkanca’nın “ince” mutfağımek istemiyorum!.. Domates dolması ve nın eseri yemekler arasında, önümüze dehünkârbeğendi, 19. yüzyıl sonu İstanbul’unğişik bir zeytinyağlı enginar geldi; üzerine da içinden yaratıcılık fışkıran birer yenibir kaşık bulgur konarak dereotuyla pişirillikti, şimdi ise klâsik... Günümüzde de, Simiş. Sunum kusursuz, tadı nefis. Yine de, mit Sarayı alkışladığım bir yaratıcılık örnekadim dostum Hıncal, “Şahane bir enginar ğidir. Özünde, susamlı, pekmezli bildik İsdolması olmuş!” deyince, huyum kurusun, tanbul simidi yatar; sadece yapım teknolokarşı çıktım. “Enginar dolması, körpe engijisi ve arzı günün ticari koşullarına uydurulnar başının yaprakları koparılmadan içine muştur. Bu yüzden de Londra, Abu Dabi vepirinçli harcı konarak pişirilmez mi?” Bana ya New York’ta rahatlıkla yarışabilmektedir “Amma da tutucusun!” dedi. Bense, “TutuTürk simidi. Önemli olan, hem kültürel hazicu değilim. Yediğimiz bu lezzetli enginar ginemize daha iyi sahip çıkılması hem de yabi oldukça, her türlü yaratıcılık ve yeniliğe şayabilmesi için kaçınılmaz ve gerekli olan açığım. Ama bu güzel ve benim için ‘yeni’ tedrici yenilenme kapısının açık tutulması. yemekte herhangi bir oymadoldurma işleHer iki yaklaşım birbirini tamamlar. Yereli mi yok; bulgurlu zeytinyağlı enginar dense korumadan, küresel olunamaz! teknik olarak daha uygun düşerdi” dedim. Klasik mutfağımız için de durum aynı. KıHıncal’dan el cevap: “Sen tutucusun!” Gerçekten tutucu muyum, kestiremiyosacası, yerellikten küreselliğe geçiş, belrum. Birkaç yıl öncesinde, Malatya’da ikram li kalıplardan sıyrılma, hayal gücü, yaraedilen günkurusu kayısıları küçük parçalara tıcılık çaba ve azmi; elbette “günü koklaayırıp bir sahanda tane karabiberle zeytinyan”, ama her şeyden önce, bilgi donanımı yağında çevirdikten sonra, bir tavada çırpılve deneyim gerektiren bir meydan okumaymış yumurtayla omlet yaptığımda, önce gala başarılabilir. Çünkü aşçılık gerçek ve evripsemiş, ama tadınca beğenmişlerdi. Oysa rensel bir sanattır. G İran’da Kadir ‘Geceleri’ başladı amazan’ın 19’uncu günü itibarıyla İran’da birer aralıklı üç günlük Kadir Gecesi R törenleri başladı. Kur’anı Kerim’in indirildiği gece olan Kadir Gecesi’nin Ramazan ayı içinde ve ayın son 7 ya da 10 gününden biri olduğu bilinmekle birlikte tam olarak hangi gün olduğu konusunda netlik yok. En çok mutabık olunan 27’nci günün gecesi. Ancak Şii dünyada Kadir Gecesi, Hz. Ali’nin yaralandığı Ramazan’ın 19’uncu ve öldüğü 21’inci günleri ile birlikte ayın 23’üncü günü gecesi, yani birer gün aralıklı üç gece (19, 21 ve 23’üncü geceler) olarak anılıyor. rahmi Koç hatırasındaki ramazanları anlattı ençliğinde huzurla geçirdiği Ramazanları hasretle anan Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi M. Koç eski Ramazan ve bayramlara dair hatırasında kalanları Bizden Haberler dergisine anlattı. n Küçüklüğümüzde erkekler 13, kızlar 15 yaşında iken oruç tutmaya başladık. Ama ilk başlarda bu oruçları günü ikiye bölerek tutardık. Sabahtan öğleye kadar bir kısmını, öğlen hafif bir şeyler yer, öğleden sonra akşama kadar da orucun ikinci faslını tutardık. Akşam iftardan sonra da cebimize para konurdu. Birkaç sene sonra tam oruç tutmaya başladım. Ev halkının hemen hemen hepsi oruç Eskiden gösterişli iftarlar yoktu G tutardı. Erkekler muhakkak teravih namazına giderlerdi. Kadir gecelerinde ise Peygamber efendimizin Sakalı Şerif’ine gider, hepimiz sıraya girer, onu öperdik. Ramazanda fakirlere para verilir, imkânı dar yoksullara da erzak gönderilirdi. Gösterişli iftarlar yoktu n Çocukluğumuzda akrabai taallukat birer iftar verirdi. Bir hafta, bilemediniz 10 günde bu biterdi. İftariyeler umumiyetle evden yapılırdı. Öyle şaşalı ve gösterişli iftarlar yoktu. Belediyenin devasa çadırlar kurarak iftar verdiklerini hiç hatırlamıyorum. Önceleri çalışanlarımıza iftar veriyor duk, şirketler, fabrikalar çoğalınca her iş yerinden temsilciler gelmeye başladı. n Eski ramazanlarda bekçi düdükleri ve davulcularla sahura kalkmak, sonra da zamanın geldiğini ezan sesinden duymak hafızamda kalan güzel hatıralar. O zamanlarda oruç tutanlar ve tutmayanlar bir arada mesut ve bahtiyar olarak Ramazanı geçirirlerdi. Şimdi televizyonlarda ulemaya veya hocalara oruçla ilgili öyle sualler soruyorlar ki, buna da hayret ediyorum. Mesela; ‘Yemek pişirirken yanlışlıkla yemeğin tadına bakarsam orucum bozulur mu?’, ‘Dişimi fırçalarsam orucum bozulur mu?’, ‘Kan verirsem oruç bozu lur mu?’ gibi... Bizim zamanımızda mamafih televizyon yoktu ama basında böyle sorular sorulmazdı. Rahmi Koç C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle