23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 26 Nisan 2015 EDİTÖR: MİNE ESEN TASARIM: BETÜL BERİŞE pazar yazıları 23 Ağlama, korkma... ATİNA AYŞE FERLİEL BAROUNOS Tektipleşmenin saçmalığına karşı nüktedan Müslümanlar A merika denilen ülkenin, devleti ve milleti ile bütünleşmiş yekpare bir toplum olduğunu düşünenler ile, ABD’nin yekpare bir toplum olmasını gerçekten isteyenler, komedyen Aasif Mandvi’nin ne yapmaya çalıştığını anlamak istemeyeceklerdir. Oyunculuk yaşamına uyduruk filmlerde, kendi deyimi ile birinci terörist, ikinci terörist gibi roller ile başlayan Mandvi, bugünlerde “Comedy Central” programında yıllardır hazırladığı skeçlerinden esinlenen bir mini seri hazırlamakla meşgul. Şimdilik sadece internet üstünden yayınlanan “Halal in the Family” (Aile boyu Helal) Müslüman Amerikalılar için çığır açıcı özellikler taşıyor. “B eni sırtımdan bıçaklayıp aldatanlara, Bilmelerini isterim ki ağlama zahmetine girmeyeceğim Ve tüm eski aşklara, Bilmelerini isterim ki ağlama zahmetine girmeyeceğim Ve beni kızgın zincirlerle tehdit edenlere, Bilmelerini isterim ki korkma zahmetine girmeyeceğim Gelsinler ve beni zirvede bulsunlar Bekliyorum onları ve korkma zahmetine girmeyeceğim” NEw yORk KUMRU TOKTAMIŞ Bu sözlerle haykırıyordu rap müzisyeni Pavlos Fissas, sahne adıyla Killah P, şarkılarından birinde. Faşizm karşıtı görüşleriyle tanınan sanatçı, mülteciler, göçmenler, ezilenler ve sömürülenlerin sesiydi adeta. Eylül 2013’te liman kenti Pire’nin Keratsini semtinde bıçaklanarak 34 yaşındayken cinayete kurban giden Pavlos, annesi Magda Fissa’nın ifadesiyle, müzisyen olmasının yanı sıra insan hakları ve özgürlük savunucusuydu. Aşırı sağcı Altın Şafak (Hrisi Avgi) yandaşı Yorgos Rupakias’ın, Pavlos Fissas’ın öldürüldüğü gece şüpheli olarak yakalanmasının ardından gözler neoNazi olduğu iddia edilen partiye çevrilmiş; Altın Şafak’ın lideri Nikos Mihaloliakos ile üst düzey yöneticileri ve birçok üyesi “suç örgütü kurmak ve yönetmek” suçlamalarıyla tutuklanarak Atina yakınlarındaki Koridallos cezaevine konulmuştu. Yunan yasalarına göre 18 ay olan yargılama öncesi tutukluluk süresinin dolmasının ardından, şartlı olarak geçen ay serbest bırakılan Mihaloliakos, milletvekili Yannis Lagos ve partinin Genel Başkan Yardımcısı Hristos Pappas’ın da aralarında bulunduğu 69 sanığın yargılandığı davanın görüşülmesine 20 Nisan’da başlandı. Ancak, Koridallos cezaevi kadınlar bölümünde düzenlenen özel bir salonda yapılan duruşmada sanıklardan birinin avukatı olmadığını söylemesinin ardından mahkeme heyeti, davaya 7 Mayıs’a kadar ara verilmesini kararlaştırdı. Heyetin, ayrıca, duruşma salonunun değiştirilmesine ilişkin talebi de değerlendirmesi bekleniyor. Altın Şafak partisi, Ekim 2009 genel seçimlerinde sadece yüzde 0.29 olan oy oranını, ekonomik kriz ve kemer sıkma politikalarına olan tepkilerin de etkisiyle Haziran 2012 seçimlerinde yüzde 6.9’a yükselterek, 300 üyeli Yunan Parlamentosu’nda 18 sandalye kazanmıştı. Parti, Ocak 2015’te yapılan erken genel seçimlerde aldığı yüzde 6.28 oy oranıyla da 17 milletvekili çıkardı. Altın Şafak, göçmen karşıtı ve aşırı milliyetçi söylemleriyle popülerliğini artırmış olsa da, Yunan halkının genelde ırkçı olmadığı, Action Aid adlı uluslararası sivil toplum örgütünün Şubat’ta yaptığı bir sosyal deneyde de vurgulandı. Atina merkezine yakın bir otobüs durağında iki aktörün katılımıyla 8 saat boyunca 22 defa tekrar edilen deneydeki mizansende, durağın sandalyesinde oturarak otobüs bekleyen Bangladeşli göçmen, kendisine ırkçı yorumlarla yaklaşarak yerinden kalkmasını isteyen Yunanlı vatandaş tarafından sözlü olarak taciz ediliyor ve otobüs bekleyen diğer insanların tepkileri kameraya alınıyor. Deneyde yer aldıklarının farkında olmayan 200’den fazla kişinin büyük bir bölümü tanık oldukları sahneye tepki gösterirken, azınlıkta kalan bir grup insan da duydukları konuşmaya ya duyarsız kalıyor, ya da ırkçı yorumlara katkıda bulunuyor. Action Aid, deneyin sonucunu “umut verici” olarak niteliyor. iamail2005@gmail.com İçimizdeki Müslüman... Bir dönem Kanada’da yayınlanan Little Mosque in the Prairie (Prairie’deki küçük cami) veya halen BBC’de yayınını sürdürmekte olan Citizen Khan (Vatandaş Khan) dizileri gibi, “Halal in the Family” de komedinin imkanları ile, Batı toplumlarında hiç de homojen olmayan bir azınlık grup olarak varlıklarını sürdürmekte olan müslümanları bir tehdit unsuru olarak değil de sıradanlıkla rı ile gösterebilmeyi hedefliyor. Amaç, “içimizdeki Müslüman”ların da “biz”den oldukları, “biz” olanlarla aynı gündelik dertleri, çabaları paylaşageldikleri üstüne mizah aracılığı ile kültürler arası tanışıklığı sağlayabilmek. Bu anlamda dizinin çok da özgün olmayıp, tam tersine kendinden önce gelen büyük bir ustayı izlemekte olduğunu, diziye konu olan ailenin soyadının Qu’osby olmasından anlıyoruz. Cosby Show 80’ler boyunca Amerikan toplumunu (ve belki de bütün beyaz Batı’yı) siyahların da sıradan ama vasat olmayan aileler halinde yaşadıkları yönünde eğitmişti. Bu sevilen komedi dizisi, görünürde birbirine zıt iki farklı popüler bakış ile eleştirilmişti. Irkçı beyazlar inatla, “Hadi canım sen de! Baba jinekolog, anne avukat siyah aile de olur muymuş?!” derken, ağırlığı olan kimi siyahlar ise “Kendimizi beyaz toplumuna kabul ettirmek için neden onlara benzemek, onların değerlerini benimsek zorundayız?!” itirazını yükseltmişlerdi. Benzer bir tartışma bugün çeşitli bi çimlerde, Batı’da yaşayan Müslümanlar çerçevesinde sürdürülmekte. Gerek ABD gerekse Avrupa, artık günümüzde Müslümanlar dünyalarının bir parçası olduğundan, bütün taraflar hem çoğulcu toplumdan hem de Müslümanlık’tan ne anlamak gerektiğinin can alıcı münazarası ve müzakeresi içindeler. İslamı veya toplumu illa ki tek tipleştirme ve yekpareleştirme çabası içinde olanların darlığı ve sığlığı gerek kimi Müslümanlarda gerekse kimi “ev sahibi” batılılarda sık sık göze çarpmakta. “How Does It Feel To Be the ProblemSorunun kendisi olmak nasıl hissettirir” gibi yayınları ile ABD’de yaşayan Müslüman ve Hıristiyan Arap gençlerin gündelik hayatta, okulda, sokakta, işyerinde, askerde var olma çabalarını sergileyen sevgili dostum Moustafa Bayoumi, önümüzdeki sonbaharda piyasaya çıkacak olan “Terörle Savaş Meydanından Haberler” alt başlıklı yeni kitabında MüslümanAmerikalı olmanın yaşam içinde absürt bir mekânda yer tutma anlamına geldiğini anlatıyor. Ahalinin haklarındaki önyargılı ve dahi art niyetli intiba ve kanaatlerine göre Müslüman kökenlilerin kâh ilginç ve egzo Korku, şüphe kültürü Altın Şafak yargıda tik, kâh tehlikeli ve zararlı; bazen kurban, bazen saldırgan genellemeleri ile algılandıkları için toplumda ve medyada ağır bir korku ve şüphe kültürü üretilmekte olduğunu söyleyor. Bayoumi, bu kültürün ısrarla Müslüman Amerikalıların tarihini göz ardı ederken bir yandan da günümüz toplumunda hak ve özgürlükleri giderek artan bir biçimde ihlal etmekte olduğunu hayatın içinden derlenmiş örneklerle gösteriyor. İsviçre doğumlu, Kanada’da yetişmiş bir Amerikalı öğretim görevlisi olan Bayoumi’nin sözünü ettiği kendi tenakuzlarının farkında olmayan tek tipleştirici absürtlük ile baş etmenin en etkin yolu nüktedanlık olsa gerek. İslamiyet pek de “kökü dışarda bir canavar” değil Amerikan toplumu için. Müslüman Amerikalılar da çoğunlukla sıradan ve hiç de vasat olmayan ailelerden oluşmakta. Her akşam televizyonlarında IŞİD vahşeti izleyen Amerikan toplumuna bu sıradanlığı aktarmak ve bu sıradan insanların gündelik hayatlarını güven içinde geçirmelerini sağlamak ise gerçekten çok yönlü çaba gerektiren bir mücadele alanı. İşte böyle bir ortamda Aasif Mandvi ve benzeri mizah ustalarının kilit bir rol oynamakta oldukları açık. İçerden dışardan ısrarla Müslümanları tek tipleştirme iddiasında olanlarla baş etmek kolay kolay altından kalkılabilecek bir hedef değil. Her eve mahsus takazalar üstünden daha önceleri korkulan, itilip dışlanan bir alt kültürün sıradanlığını, vakarını kaybetmeden ama nükte ve kahkaha ile Amerikan kültürüne iliştirebilmek konusunda televizyon dizilerinin her daim etkin olduğu ABD’de, bir zamanlar İtalyanların, İrlandalıların, Musevilerin, siyahların, eşcinsellerin geçtiği yollardan hemen hemen aynı araçları kullanarak geçme sırası şimdi de Müslümanlarda. Bütün bunlar, yekpare bir ABD Leviathan’ı ılımlı İslam yaratmaya çalıştığı için değil, ülkede yerleşmiş veya burada doğmuş büyümüş sıradan insanlar kendilerine yaşam alanı açabilmek, ayrımcılığa maruz kalmamak, aşağılanmadan, itilip kakılmadan çocuklarını yetiştirebilmek istedikleri için gündeme geliyor. Karşılarındaki, “Hadi canım sen de, Müslüman dediğin böyle mi olur?!” cehaletinin iki kutuplu hamasetine nükte ve mizah ile meydan okuyan Müslüman kökenli komedyenlerin sayısı ve görünürlüğü hızla artarken, Amerikan toplumu da kendisi ile bir kez daha yüzleşmiş oluyor. Bütün bunlar yaşandığı için toplum yenilenirken, Müslümanlar da kısmen değişmekte. Sonunda kazanan çok renklilik, kaybeden ise illaki elini attığı kültürü tek tipleştirmek için sığlaştırmak ve daraltmak isteyenler olacak. Ayrımcılık olmadan yaşam Ormandan gelen mutluluk “B ir balığı sıcak suya koyarsanız ölür. Su balığın yaşamını sürdürmesi için temeldir. Orang Rimba için de orman aynı şeydir. Belki orman dışında hayatta kalabilir ama o hayat yaşamaya değmez” diyordu bir Orang Rimba. “Orang” Endonezya dilinde kişi “Orang Rimba” ise Sumatra adası Jambi bölgesinde ormanın derinliklerinde yaşayan yerlilere verilen ad. Orang Rimba yaklaşık 30 kişilik gruplar halinde ormanda göçebe bir hayat sürer, hiçbir yerde kalıcı değildir. Hindistan cevizi ağacından yaptığı basit evinde yaşar. Orman her şeyidir, varlık nedeni olan kutsal bir hazinedir. Hayat döngüsü içinde ormandan gelip oraya geri dönüleceğine inanılır. Ormanda yıldızların altında korumasız bir şekilde uyumaları doğanın bir parçası olduklarına inandıkları içindir. cAkARTA GÜLSEREN TOZKOPARAN JORDAN Irkçılığa geçit yok ‘Mirasımız yok ediliyor’ Göçmen olmaları Melangun dedikleri güçlü bir gelenekten gelmektedir. Bir yakınları öldüğünde onu gömüp uzaklaşır, böylece acılarını arkada bırakır yeni hayata yönelirler. Bütün mutluluğu ormana bağlı olan Orang Rimba 1984’ten sonra yerinden yurdundan edilmeye başlandı. Hükü met kararıyla ormanlar yok edilip yerine Palmiye Ağacı yağı üretmek üzere dikimler yapılıyor, Orang Rimba’nın yaşam alanına tecavüz ediliyordu. Ormanları talan edilirken, nehirleri bitki ilaçlarıyla zehirleniyordu. Göç, artık gelenekten çok elzem hale gelmişti, acı olan göçecek yerin de gittikçe azalmasıydı! 2007’de çekilen bir belgeselde dertlerini dile getirip çözüm istediler: “Nüfus artıyor ama orman azalıyor, atalarımızın bize bıraktığı mirası yok etmelerini izlemekten başka elimizden bir şey gelmiyor.” “Biz olduğumuz gibi kalmak, kültürümüzü korumak istiyoruz. Aldıkları ormanın yerine bize bir yer göstersinler” diye feryat figan ettiler. Dertlerini yansıtan “Films4.org.forest ” belgeselini 2007’de Kuala Lumpur’daki bir konferansta, 28 ülkeden 500 kişi izledi ama değişen bir şey olmadı. Seslerini duymamak herkesin işine geliyordu. Ülke ekonomisine katkı diye yaşam alanlarından zorla dışarıya itiliyorlardı. Orman yıkımı sırasında kardeşinin mezarı yok edilen bir Orang Rima “Bunun cezası 500 loin cloths, hal buki yalnızca 60 tane verdiler” diyordu. Sözü edilen yalnızca mahrem yerlerini örten kıyafetten fazlası değildi. Ormanda başka birşeye ihtiyaç yoktu. Besin kaynağı olan meyvelerini veren ağaçlar da gözyaşlarına bakmadan kesiliyor, tazminat ödenmiyor, yer gösterilmiyordu. Palmiye yağı üreticilerinin gözünü para bürümüştü. “Bizi bırakın ağaca saygıları yok” diyorlardı. Geçtiğimiz günlerde Orang Rimba’dan yine kötü haber geldi. 13 kişi birden ölmüş, birçoğu hastaneye kaldırılmıştı. Besin yetersizliği, enfeksiyon, öksürük kol geziyordu. Artık tükenmişlerdi, bir yer gösterilse gidip yerleşecek, her şeye razı olacaklardı. Ölümler üzerine, Sosyal Güvenlik Bakanı Khofifah Indar Parawansa bölgeye ziyarete gitti. Kadın Bakan giderken yanında yiyecek içeceğin yanında sigara da götürmüş, kabile liderlerine dağıtmıştı.Bunu duyan Endonezya Tüketici Vakfı ve Sigara Karşıtı Eylemciler küplere bindi ve söylenmedik söz bırakmadı. Bakanın temel ekonomik ilkelerle çelişkili davrandığından başlayıp, 2012 yılında yürürlüğe giren tütün kontrolü kanununa aykırı davranmasına kadar birçok ayrıntıya yer verdiler. Bakandan hediye sigara... Hatta kanuna karşı geldiği için hakkında dava açmakla bile tehdit ettiler. Galiba, Bakanın kötü bir niyeti yoktu! Yalnızca yaşlı kabile liderlerine saygısından çam sakızı çoban armağanı niyetine en sevdikleri sigarayı götürdüm, diyordu! Her ne kadar yasayla güvence altına alınsa da, kimsenin sigara yasağına uyduğu yoktu zaten. Belediye otobüslerinde dahi sigara fosur fosurdu. Birkaç hafta önce gazetelerde 7 yaşındaki ilkokul çocuğunun nasıl sigara tiryakisi olduğu ve annesinden aldığı harçlığı gofret yerine sigaraya yatırdığı haberini de okumuştuk. Bakan Khofifah dava açma haberlerine pabuç bırakmadı, özür dilemedi, sigara hediyesini savunarak zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkıverdi. Mutlu oluyorlarsa bırakınız içsinler demiş, sigarayı dağıtmıştı! Sigara ortalığı dumana verdi Orang Rimba’nın asıl sorunu yine arada kaynadı. Unutulmayan ise hepi topu 1787 seçmeni olan orman insanının bölgesel seçimlerde oy vermeye hazırlanmasıydı. Seçim demişken Endonezya’daki toplam 200 Finlandiyalı geçen haftasonu elçilikte oy atarken Cakarta’da Türk sayısı 500’ü bulmadığı için sandık açılmıyor bizim oylar es geçiliyor. gjtozkoparan@hotmail.com C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle