18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR ve GORUSLER 18 EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA TASARIM: AYNUR ÇOLAK KÜLTÜR SANAT Çarşamba 22 Nisan 2015 Bir ‘azman şehir’ DOĞAN HASOL Dr. Y. Müh. Mimar 1950’den bu yana yoğun bir şekilde süren iç göç, başıboş yerleşmeleri ve yapılaşmaları getirdi. Sanayileşme çağında iç göç normaldi, denetimsiz olunca gecekonduyu getirdi. Kötü etkilerine karşı alınabilecek önlem “planlama” olabilirdi. Planlamanın ülke, bölge ve şehirler çapında yapılmasıyla, göçün bilimsel, akılcı önlemlerle düzenlenmesi gerekirdi. Bu yapılmadı. Ülkedeki demokrasi krizi kentsel planlamaya ve mimarlığa da yansıyor. Tarihselkültürel birikimleri ve özgün kimlikleriyle bize miras kalan şehirlerimizi ne yazık ki koruyamadık. Nüfus patlaması ve dönüşüm Nüfus patlaması özellikle büyük şehirlerimizi çözümü güç sorunlarla karşı karşıya bıraktı. Şehirlerimiz, gecekondu ve kaçak yapılaşma furyasıyla gelişigüzel büyüdü. Siyasetçiler, planlama yolunda gerekli adımları atmadıkları gibi, oy deposu olarak gördükleri gecekonduları yüreklendirmekten geri kalmadılar. Bu, kentsel dönüşümün birinci evresiydi. Başlangıcı masum olarak görülebilecek gecekonduların 1980’den sonra, yine siyasal ödünlerle dört, beş katlı apartmanlara dönüşme süreci başladı. Bu da dönüşümün ikinci evresi oldu. Gelişmeler karşısında toplumumuz “çarpık kentleşme”den yakınmakla yetindi. Yüzde 7075’i kaçak yapılardan oluşan ve doğal, tarihsel, kültürel değerlerini ve özgün kimliklerini büyük ölçüde yitiren şehirlerimiz, bugün daha hızlı bir dönüşüm içinde. Bu kez yaşanan, yakın tarihimizdeki kentsel dönüşümlerin üçüncü evresidir. Dönüşüm, bir yandan eskinin biriktirdiği çarpık ve riskli yapıları ortadan kaldırma amaçlı olarak ele alınırken, bir yandan da toplumu gözetmeyen neoli İstanbul’un 2014 nüfusu 15 milyona çok yaklaştı ve 130 ülkenin nüfusunu geçti. Daha ne kadar, nereye kadar artacak? Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 20’sini toplayan İstanbul dev gibi sorunlarla, yaşanabilir bir şehir olmaktan gitgide uzaklaşıyor. Bu büyüme sürdürülebilir değildir. 2009 yılında onaylanan, sonra bir kenara itilen 1:100.000’lik Çevre Düzeni Planı, İstanbul’un 2023 nüfusunu 16 milyon olarak öngörmüştü. O rakama şimdiden yaklaşıldığı halde o planda olmayan büyük nüfuslu yeni yerleşmeler tasarlanıyor. Bir yandan da şehrin, ormanları ve su havzalarını yok edecek şekilde kuzeye yayılması kamu yatırımlarıyla teşvik ediliyor. İzmir Kitap Fuarı 20 yaşında . İzmir Kitap Fuarı 18 Nisan Cumartesi günü açıldı. TÜYAP ve Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliğiyle düzenlenen fuara 400 yayınevi ve sivil toplum kuruluşu katılıyor. 150 kültür etkinliği gerçekleştiriliyor ve yüzlerce yazar imza günlerinde okurlarla buluşuyor. Fuarın onur konuğu 60 kuşağından, çağdaş şiirin ustalarından Süreyya Berfe. 100. yaşını kutladığımız Aziz Nesin’in portre karikatürlerinden oluşan bir sergi ve “Yayıncısıyla, Okuru ve Yazarıyla İzmir Kitap Fuarı 20 Yaşında” sergisi de fuarda yer alıyor. Sergide yirmi yıl boyunca İzmir Kitap Fuarı’nın nasıl gelişip büyüdüğü fotoğraflar eşliğinde anlatılıyor. İzmir Kitap Fuarı 1996’da ilk kez kapılarını açtığında 125 yayınevi ve sivil toplum kuruluşu yer almış ve 127 bin kişi fuarı ziyaret etmiş. 2003’te 188 yayınevi ve 200 bin ziyaretçi sayısına ulaşılmış. 2010’da 303 yayınevi ve 254 bin ziyaretçi, 2014’te ise 405 yayınevi ve 407 bin ziyaretçi gelmiş. Bu rakamları vermemin sebebi fuarın nasıl hızlı bir gelişim gösterdiğini anımsatmak. İzmir, kitap okuma oranlarında Türkiye’nin üç büyük kentinden biri. Canlı bir kültür ve sanat yaşamı var. Ama kültür sanat yaşamı ne denli canlı olursa olsun her şehirde kitap fuarlarının ilgi görmesi, yaşaması mümkün olmuyor. Kent tüm bileşenleriyle sahip çıkmadı mı kitap fuarları yaşamıyor. İzmir, başta okurları olmak üzere kamu kuruluşlarıyla, basınıyla, şehrin ileri gelenlerinin ilgisi ile fuara sahip çıktı. İzmir Kitap Fuarı’nın her yıl daha çok büyüyüp gelişmesinde başta İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Konak Belediyesi olmak üzere İzmir belediyelerinin desteğinin de çok büyük payı var. Hafta sonu İzmir Kitap Fuarı’ndaydım. 25 derece hava sıcaklığına rağmen 20 Şehircilik ilkelerine uymayan planlamalar ve ayrıcalıklı imar durumları sonucu gökdelenleşme furyası oluştu. (REUTERS) beral anlayışla kent toprağının değerini vahşi ranta dönüştürme yolunda ilerliyor. Disiplin ve düzen yok Gelişmelere hâkim olması gereken plan düzeni ve disiplini yine yok. Biliyoruz ki plan, geleceği ve hedefleri belirlemek için hazırlanan en önemli stratejik belgedir; vizyon ve bilimsel yöntemle hazırlanır. Ne var ki, bölge planı, şehir planı yine göz ardı edilmekte... Gökdelenleşme Kentlerde, şehircilik ilkelerine uygun bütüncül planlama ye rine plan değişiklikleri ve noktasal kararlar, ayrıcalıklı imar durumları ve kayırmacı emsal uyarlamalarıyla çoğu kez yoğun ve yüksek yapılaşma söz konusu. AVM’leşme ve gökdelenleşme furyası bunun sonucudur. Günümüzde sanayi çağının yerini hizmetler ve bilişim çağı aldı. Durum değişebilirdi; olmadı. Kentleşme hâlâ yoğun biçimde sürüyor. Kentleşmeyi hiç değilse yavaşlatacak adımlar atılmazken, büyük şehirlerde nüfusu daha da artıracak türden yatırımlara yöneliniyor. Bu konuda en çarpıcı örnek İstanbul’dur. Bir “azman şehir” haline gelen l Vizyon ve hedeflere yönelik bölgesel ve kentsel strateji ve planlama yok gibi; olan planlar da uygulanmıyor. Kamuda, planlama yetkilerinde tam bir karmaşa var. l Kentsel tasarım anlayışı sıfır... l Doğal ve tarihsel çevrelerin ve mimari değerlerin korunması zayıf. l Kentsel dönüşüm, rantsal dönüşüme dönüşmüş durumda, l Kentler gelişigüzel dönüşüyor. Örneğin, azman kent haline getirilen İstanbul, plana göre değil, merkezi yönetim dayatmalı mega yatırımlarla yanlış ve anormal şekilde büyüyor. Ve yaşanmaz hale geliyor. Bütün bunlar şehirciliğin çözüm bekleyen öncelikli sorunları... Ülkedeki demokrasi krizi kentsel planlamaya ve mimarlığa da yansıyor. Mimarlık alanında da ciddi sorunlar var, onlara da başka bir yazıda değiniriz. Özetlersek Köprüsüz Istanbul Nasıl Olurdu? 1999 depreminden beri bir arpa boyu yol kat etmemiş devlet acaba yeni bir deprem olsa ne yapardı ne yapmazdı, bir düşünelim... Peki ya, Boğaziçi Köprüsü hiç olmasaydı... ERTUĞ UÇAR Mimar yine İzmirliler fuar salonlarını doldurdular. İmza günlerine ve panellere de çok büyük bir ilgi vardı. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı etkinlikleri ile bu ilgi daha artacak hafta sonu da doruk noktasına varacak. Ziyaretçi sayısının 450 bine ulaşacağını öngörebiliriz. İzmir’in yeni fuar alanı “Fuar İzmir” “Marble Uluslararası Doğaltaş ve Teknolojileri Fuarı”yla birlikte Gaziemir’de açıldı. “Fuar İzmir” 240 bin metrekarelik alanda 7 blok halinde inşa edilmiş. İzmir’in fuarlar ve kongreler kenti olma hedefine uygun bir yapı. Gelecek yıllarda İzmir Kitap Fuarı’nın da “Fuar İzmir”de yapılması öngörülüyor. Çağdaş ve her türlü gereksinime karşılık veren bir fuar alanında İzmir Kitap Fuarı’nı sürdürmek bence doğru bir karar. Ama bu geçişi yaparken acele etmemek gerek. Çünkü ihtisas fuarlarından farklı olarak İzmir Kitap Fuarı sadece sektör temsilcilerine yönelik değil 400 bin ziyaretçinin geldiği bir fuar. Önce halkın yeni fuar alanına alışması ve kolayca ulaşması sağlanmalı. Metro gibi çok sayıda yolcuyu sürekli taşıyabilen ulaşım araçları ile fuar alanına gidilebilmeli. En önemlisi de İzmir Kitap Fuarı’nın 20 yıl boyunca İzmir’in kalbi sayılan Kültür Park’ta yapıldığı ve bunun bir alışkanlık yarattığı göz önüne alınmalı. Ulaşımı kolaylaştıracak önlemler alınırken festivaller, konserler, gösteriler yapılarak “Fuar İzmir”e halkın ayağının alışması sağlanabilir. Yani İzmir Kitap Fuarı’nın “Fuar İzmir”e taşınması için birkaç yıllık bir geçiş dönemi planlanmalı. Fuara her zaman büyük destek veren İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun okurların, yazarların ve yayıncıların bu talebini dikkate alarak İzmir Kitap Fuarı’nı daha da büyüyüp gelişerek onlarca yıl daha yaşatacak planlamayı yapacağına inanıyorum. Fotoğraf: Uğur Demir 34. İSTAnBul FİlM FESTİvAlİ’nE ‘YAZIlI’ KAPAnIŞ B eklenen deprem Marmara’yı vurdu... ’99’dan bu yana ciddi hiçbir önlem almamış devlet yine çaresiz. Hazırlık yok, halk bu konuda eğitilmemiş, toplanma alanları ihaleyle satılmış, depreme hazırlık olarak ilan edilen kentsel dönüşüm yeni bir rant ekonomisi yaratmış. Cesetler ve Japonlar, köpekler ve kader. Değişen bir şey yok. Okullar, hastaneler yine ilk sırada. Ölüler gömüldü, enkaz kaldırıldı, ağıtlar yakıldı, deprem vergisi salındı. Ancak bu ülkenin ve obez şehri İstanbul’un odaklandığı başka bir dert var. Boğaziçi Köprüsü. Yıkılmadı ama araçların geçemeyeceği ölçüde hasar aldı. Dünyadan uzmanlar geldi. Konsültasyon yapıldı, tedavi açık: Köprü üç yıl kapalı. tersini yaptı; çocuğunun okulunu değiştirenler, işinden istifa edenler oldu. Kurs, eğitim, alışveriş için karşıya geçmeler azaldı. İnsanlar, şehri yönetenlerden çok daha hızlı davrandılar. Hayatta kalmak için bu yeni duruma uyum gösterdiler. Denizi kullandılar. Geçişler azaldı. Kıtalar İstanbul’un bu güzel köşesinde usulca kendi içine kapandı. bin bilete maloldu stanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) tarafından bu yıl 34. kez düzenlenen Uluslararası Film Festivali’nin kapanışı, vakıf tarafından yayımlanan bir mesajla resmen kamuoyuna duyuruldu. Mesajda bu yılki festivali, ikisi Anadolu yakasında olmak üzere sekiz salonda ve 455 seansta uzun ve kısa metrajlı olarak toplam 171 film üzerinden 130 bin sinemaseverin izlediğine dikkat çekildi. Geçen yılki rakamlara göre, toplam beş bin izleyici kaybeden festivale bu yıl, Bakur isimli belgeselin gösterimi sırasında ‘Bakur’ sansürü 5 İ İstanbul iki şehir mi? Zamanla herkes diğer kıtaya geçmek için oluşan trafiğin etkisi yok olduğunda hayatın nasıl değiştiğini fark etti. Bu felaketin aslında bir işaret olduğunu yazanlar oldu: İstanbul aslında iki şehirdir, dediler. Onu çirkinleştiren ve yaşanmaz yapan yekpare olmaya çabalamasıydı. Hayatlar tek tarafta planlandı, karşı turistik bir gezi noktası, vapurla yapılan bir hafta sonu kaçamağıydı artık. İki taraf da sakinleşti. İnsanlar müthiş bir hızla uyum gösterdikleri bu yeni durumun, köprüsüz bir İstanbul’un, belki de yegâne kurtuluş olduğunu anladı. Projeler ortaya atanlar oldu. E5’e park önerenler, ikinci köprü de kapatılsın diyenler. Karşı, ulaşılmaya çalışılan bir nefret nesnesi değil, zevk alınan bir yolculuk hedefi olacaktı. İstanbul iki şehir olacaktı. Olmadı. Olacağına inananlar şehirde yaşayanlarla şehri yönetenler, bu ülkedeki vatandaşlar ve yöneticiler arasındaki mesafeyi gözden kaçırmıştı. İnsanlar bu yeni durumla baş etmeye çalıştılar, hayatlarını yeniden düzenlediler, iki şehir olmanın tek şehir olmaya çalışmaktan daha akılcı olduğunu anladılar. pıldı. Heyetler dünyadaki başka köprülere geziler yaptı. Uzmanlar çağırıldı. Projeler hazırlandı. Maliyet konusu tüm ülkeye köprü vergisi koyulmasıyla aşıldı. İhale kanunundaki acil durum maddelerine dayanarak inşaat başkanın belirlediği şirketlerden oluşan bir konsorsiyuma verildi. Köprü üçüncü sene 29 Ekim’de değilse de dördüncü sene 23 Nisan’da hizmete açıldı. Halk, arabalarıyla köprüden geçmeye davet edildi. Sakinleşmiş caddelerde tekrar beliren araçların fren lambaları köprüye doğru kırmızı kuyruklar çizerken, sahilde toplanan kalabalıkların havai fişek ışıklarıyla rengârenk boyanmış yüzlerinde yeniden tek şehir olmanın hüznü okunuyordu. maruz kalınmış engeller üzerine, 33 yarışma filmi gösterimi ve ödül töreninin iptali damgasını vurmuş, birçok sanatçı ve STK sansüre karşı eylem ve açıklamalarda bulunmuştu. Bu olayın üzerine, pek çok festivalde aynı konuda kriz yaşandı. İKSV yetkilileri,dün akşamki basın açıklamalarında bu olay üzerinden şu mesajın altını çizdi: “Yıllardır sinemacıların dile getirdiği sorunların yeniden gündeme geldiği bu festivali fırsata çevirmenin, İstanbul Film Festivali ve Türkiye’de sinema adına en büyük kazanç olacağına inanıyoruz.” l Kültür Servisi Alternatif çözümler Sayılı gün geçer dedi başkan. Herkes birbirini suçladı. Gece programlarında günlerce çözüm tartışıldı. Hayat devam etmek zorunda tabii. Boğaziçi Köprüsü’nü kullanan insanlar alternatif aramaya başladı. Erken davrananlar işini evinin olduğu tarafa taşıdı veya Halk dinlenmedi Köprünün sadece yaya ve bisiklet trafiğine açılmasını istediler: İnisiyatif aldılar, dernekler kurdular, gösteriler yaptılar. Yöneticiler halkı dinlemedi. Bu projeleri deli saçması diye nitelendirdiler. Bildikleri tek şeyi yaptılar. Hasar raporları yazıldı. Ön maliyet çalışmaları ya ‘Bakur’ belgeselinin yönetmeni Ertuğrul Mavioğlu ile Çayan Demirel yönetiyor. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle