28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAyLAR ve GORUSLER 18 EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA TASARIM: BARIŞ AKTAŞ KÜLTÜR SANAT Perşembe 2 Nisan 2015 Vergi Adaleti Sağlanabilecek mi? Doç. Dr. FARUK GÜÇLÜ smanlı’dan günümüze vergi sisteminde yüzlerce değişiklik yapılmasına rağmen bir türlü vergi adaletinin sağlanamadığı görülmektedir. Osmanlı’da yaşanan pek çok iç isyan ve iç göçler vergi adaletsizliğinden kaynaklanmıştır. Sık sık seçim dönemlerinde gündeme gelen vergi afları ile de vergi adaleti sağlanmak bir yana sistemi daha sıkıntılı hale getirildiği görülmektedir. Cumhuriyet rejiminden hoşlanmayanlar aslında Osmanlı Devleti’nde var olan “Yol vergisi” uygulamalarını, Aşar vergisi uygulamalarını,1940’lı yıllarda uygulanan Varlık vergisi uygulamalarını konu ederek Cumhuriyetin kurucularını sık sık suçlamaktadırlar. Oysa Osmanlı Devleti 600 yıllık yaşam süresi boyunca vergi adaletini sağlayamamıştır. Patrona Halil İsyanı, Celali İsyanları, Kalenderiler ayaklanması, Baba Zünnun ayaklanması vb. ayaklanmalar adil olmayan vergi uygulamalarını gerekçe gösterenlerce çıkarılmıştır. İlk vergi affı da 1906 tarihli olup Yol Vergisi yükümlülerinin affını içermektedir. Aşar Vergisi Osmanlı döneminde yoğun bir biçimde uygulanan adaletsizliği dillere destan olan ve Cumhuriyet döneminde kaldırılan bir vergi türüdür. Varlık vergisi ise Osmanlı döneminde onlarca uygulaması olan bir tür servet vergisidir. O OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE VERGİ SİSTEMİNDE YÜZLERCE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA RAĞMEN BİR TÜRLÜ VERGİ ADALETİNİN SAĞLANAMADIĞI GÖRÜLMEKTEDİR. İlk vergi isyanı Osmanlı’dan kalan romanlara, şiirlere, türkülere yansıyan “aşarcı korkusu”ne yazık ki Cumhuriyet döneminde yerini vergi barışına bırakmamıştır. 9602013 yılları arasında 32 kez af çıktığı halde vergi barışının sağlanamadığı görülmektedir. Af yasası kapsamında 2003’te 8 katrilyon, 2011 yılında ise 20 milyar lira tahsilat yapılmıştı. Ancak vergi barışının ve vergi adaletinin sağlandığını söyleyebilmek mümkün değildir. O halde çözümler aflar da değil adil bir vergi sistemi kurulmasındadır. Çözüm af değil! nan vergilerin yerli yerinde kullanıldığına inanmasıdır. Aksi halde vergi toplanması ve vergi barışının sağlanması olası değildir. Günümüz Türkiye’sinde halkın büyük çoğunluğu verginin yerli yerinde kullanılmadığı, verginin adil olmadığı inancındadır. Buna bir de adil olmayan vergi sistemi eklendiğinde devletin vergi toplamasında zorlanması doğal bir sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır. O halde gelir idaresi topladığı verginin nerelerde harcandığını bütçe dönemlerinde halka açıklamalıdır. 1985 yılında vergi sistemimize giren KDV uygulaması vergide adaletsizliğin simgesi haline gelmiştir. Yasal oranı yüzde 10 olan ve Bakanlar Kurulu’na oranları değiştirme yetkisi veren KDV kanunu defalarca değiştirilmiş ve daha adaletsiz hale getirilmiştir. Zira ekmek ve kitaptan yüzde 8 KDV alınırken pırlantadan yüzde 0 KDV alınması açıklanması mümkün bir durum değildir. Yasalar kişilere göre değil toplumun çoğunluğunun ihtiyaçlarına göre düzenlenmek durumundadır. KDV kanunu mal ve hizmet satışlarında KDV uygulamasını öngörmektedir. Yasayı uygulayanlar paranın yoğun sirküle edildiği bankacılık ve sigortacılık sektörünü neden KDV dışı bırakmışlardır? Yine kambiyo işlemlerinin KDV dışı bırakılması açıklanabilecek bir durum değildir. BSMV ve kambiyo vergisi uygulaması hem oransal olarak düşük belirlenmiş hem de bu sektörlerin neden KDV dışı bırakıldığını açıklamak için yeterli gerekçe değildir. Ülkemizde en yoğun vergi kaçağının KDV ile ilgili olduğunu düşündüğümüzde yine karşımıza vergi adaletsizliği çıkmaktadır. En yoğun rantın ve gelirin olduğu, banka, sigorta, borsa ve döviz değişim sektörünü KDV dışı bırakan vergi idaresi ciddi bir vergi adaletsizliği oluşturduğunun acaba bilincinde midir? Bu nedenle acilen KDV oranının yasada yer alan ödenebilir olan yüzde 10 oranına çekilmesi temel tüketim mallarının KDV oranının yüzde 1 ile sınırlanması, bunun dışında yer alan banka, sigorta, döviz ve borsa işlemlerinin KDV’ye tabi tutulması kaçınılmaz olmuştur. Bizi Karanlığa Kim Gömdü? izi karanlığa kim gömdü? Bu soruya verilebilecek sayısız yanıt var... Twitter’daki çok eğlenceli yanıtlardan Enerji Bakanı Yıldız’ın birbirinden anlamsız ve çelişkili açıklamalarına geniş bir yelpazeye yayılan seçenekleriniz var... Ülke karanlığa gömüldükten saatler sonra, önce “talep arttı böyle oldu” , daha sonra da “terör mü, siber saldırı mı, teknik arıza mı araştırıyoruz” sözleri aczi, zavallılığı ortaya koyuyordu... Onlar araştıradursun.... Biz kabul edelim: Her alanda geriye giden bir Türkiye var artık! Bizi karanlığa kim mi gömdü? Bizi, biz kendimiz karanlığa gömdük... Yaptığımız seçimlerle karanlığı seçtik. Cehalete prim vererek seçtik karanlığı... Açın bakın: Tüm araştırmalar, yap boz tahtasına dönen eğitim sistemimizde fen, matematik, sosyal bilimler ve Türkçede ne denli gerilediğimizi ortaya koyuyor! Cumhuriyet ve laiklik ilkelerini feda etme lüksümüz olduğunu sanarak seçtik karanlığı.. Hırsızlığa, yolsuzluğa, talana ve yalana gözlerimizi kapayarak seçtik karanlığı... “Geçmiş” deyince kin ve intikamı; “gelecek” deyince sadece bir sonraki seçim tarihini hedefleyerek... “Yetmez ama evet” diye diye gericiliği yücelterek... Askeri darbelere karşı çıkıp sivil darbelere boyun eğerek... Önceki gün karanlığı daha da koyulaştırdı adliyedeki terör eylemi. Adaletin olmadığı ülkede sözüm ona kendi adaletini getirmek isteyenlerin terörü... Bu şiddet eylemi kime yaradı? Benim yanıtım: Demokrasiyi, düşünce ve ifade özgürlüğünü, özgürlükleri, faşizan yöntemlerle her gün biraz daha baskı altına almaya çalışan iktidara yaradı. İçim kan ağlıyor: Sadece, B Cehaletin zaferi Berkin Elvan konusunda en çok ilerleme kaydeden savcının öldürülmesine değil... Aynı zamanda gaz kapsülüyle vurulduktan sonra can çekiştiği yüzlerce dehşet dolu günde hepimizin çocuğu olan, kara gözleri her daim gülen 15 yaşındaki o güzelim çocuğun tertemiz adının bu olaya karıştırılmış olmasına... Gezi Direnişi’ndeki sloganlar içinde en gerçek olanı şuydu: “Göze göz, herkesi kör eder.” ... Berkin Elvan’ın babası bunu ilk bilendi... Bunu hiç ama hiç bilmeyeni, ben söylemeyeyim. Siz nasılsa anlarsınız... Seçime kadar “körleşmemiz” için her yola başvuracaklarından hiç kuşkunuz olmasın. Sakın oyuna gelmeyin. Çözüm önerisi Vergide barışın sağlanabilmesinde birinci koşul halkın topla Vergileri yerinde kullanmak KDV uygulaması Ne Zaman Burjuva Olacaklar? Prof. Dr. EROL KÖKTÜRK entleşmenin tarihi kökleri neolitik devrime, sonrası uygarlıklara, Mezopotamya’ya, Mısır’a, Antik Yunan’a dayansa da bugünkü anlamda kentleşme, sanayi devriminin türevi olarak nitelenir. Feodalite sonrası yeni toplum biçiminin önemli aktörleri olan burjuvazi ile kentleşme arasında bu nedenle bir ilişki ortaya çıkar. Sanayi devrimi sonrası kurulan kentlerde, bir bölümü önceki uygarlıkların kalıtı olan kentsel ve kültürel varlıklar, genellikle korunmuştur. Yeni kentleşme, eski kentleri içeriden kemiren bir süreç olarak değil, onlarla yan yana olmaya çalışan mekânlar olarak gelişmiştir. Bugün Londra, Paris, Roma, Floransa, Barselona, Münih, Brugges, Bologna vb kentler turizm patlaması yaşıyorsa, yeni kent dokularıyla değil, eski kent dokularıyla cazibe merkezleri olmaktadırlar. Bu nedenle bu ülkelerin kentlerinde, yalnızca solcular, sosyalistler, sosyal demokratlar, çevreciler, kent ve sanat tarihçileri değil, burjuva sınıfı da eski dokuyu yok sayacak, kenti kimliksizleştirecek yatırımlara girişilmemesini savunur; niyetlenenlere de izin verilmemesi için uğraşır. Ayrıksı durumlar kuşkusuz söz konusu olabilir. Ama sanırım bizim ülkemizdeki burjuvazinin kentsel ve kültürel varlıklara, doğal varlıklara karşı duyarsızlığı gelişmiş ülkelerdekinin çok üzerindedir. Ne demek mi istiyorum? Elimizde İstanbul gibi bir değer var... Bugünkü durumuna bakın. Kentin bugünkü durumu, yalnızca belediyelerin, hükümetin üzerine yıkılacak bir sorumsuzluk mudur? Bu yönetim birimlerinin daha beter düşünceleri de olabilir. Sorun, düşüncelerin yaşama geçirilebiliyor, karşısında ise K ÜLKEMİZDEKİ BURJUVAZİNİN KENTSEL VE KÜLTÜREL VARLIKLARA, DOĞAL VARLIKLARA KARŞI DUYARSIZLIĞI GELİŞMİŞ ÜLKELERDEKİNİN ÇOK ÜZERİNDEDİR. gayrimenkule dayalı bir ekonominin somutlandığı alan olduğu için. Bu büyüme sürecinde sanki İstanbul Türkiye’nin yükünü taşımaya koşullanırken mekânlarının kullanımındaki süreç, artık kentsel vahşet ve katliam noktasında gelmiştir. Herkes biliyor... Hepimiz buradayız. Görüyoruz ve yaşıyoruz. 16:9, Zorlu, Hüseyin Avni Paşa Korusu üzerinde oynanan oyunlar, Validebağ, Gezi, Koç Üniversitesi... Bu tür imar vahşetlerinin tek sorumlusu var olan erk olabilir mi? Kentleşmenin yaratıcısı sanayileşmenin başat sınıfı olan burjuvazi nerede sahi? Onların örgütlerinin İstanbul’un yağması karşısındaki duruşları ne? Yoksa bizim sanayicilerimiz halen feodal değerlerle mi sanayicilik yapıyor? Kuşkusuz burjuva sınıfının tüm niteliklerini taşıyan sanayicilerimiz var. Ama bugün sahnede başrol oynayanları ben burjuva olarak göremiyorum. Onlara “Boğaza beton dökün” deseler, dökecekler çünkü... Şiddetin zaferi Burjuvalar nerede? Adliyedeki polis operasyonu da “Başarı” diye nitelendi ya! Pes! Tıpkı Gezi protestolarında olduğu gibi burada da polis destan yazdı. Utanç verici bir destan! 236 sanıklı Balyoz davasında, tüm sanıklar beraat etti. Hani bu davanın sorumluları? Savcı rolünü üstlenen gazeteciler, politikacılar, televizyon yorumcuları?.. Hep unutuyorum: Sahi onlar kandırılmış zavallılardı! Peki cezaevinde ölen Albay Murat Özdenalp, polisler evine baskın yaptığında intihar eden Yarbay Ali Tatar’a nasıl anlatacaklar kandırıldıklarını? İstifa mı dediniz? Sorumluluk mu? Özür mü? Vicdan mı? Yaşanan acılar karşısında, hayatın felç olmasına, hayatların sönmesine karşı bir damlacık empati mi? Güldürmeyin beni! Japon mühendis gibi olmalarından vazgeçtim, insan olsunlar yeter! Ülkemde son on yıldır cehaletin zaferine, şiddetin zaferine, onursuzluğun zaferine tanıklık ediyoruz. Bunları, cehaleti, şiddeti ve onursuzluğu gerilettiğimiz gün bu ülkeyi kimse karanlığa gömemez! Onursuzluğun zaferi Cazibe merkezleri İstanbul’da imar sorununun sorumlusu sadece belediyeler değil, gerçek burjuvazinin olmayışıdır. (AP) gerçek burjuva tavırlar takınılamıyor olmasındadır. Acaba, Alman burjuvazisi Münih’te Marien Meydanı’na, Englischer Garten’a; İngiliz burjuvazisi Victoria Park’a, Trafalgar Meydanı’na; İtalyan burjuvazisi Roma’daki Pietro, Floransa’daki Signoria meydanına abuk sabuk yatırımlar, AVM, rezidans vs yapmayı aklının ucundan geçirebilir mi? Ya da Amerikan sermaye sınıfı Central Park’a benzin istasyonu yapmayı düşünür mü? Kenti betonlaştıracak, eski kenti gölgede bırakacak, kentin kimliğiyle örtüşmeyen bir yapıyı, dilediği yere yapmayı isteyebilir mi? Bu yönde bir plan değişikliğini gerçekleştirebilir mi? Plan değişikliği yalnızca meclis üyelerinin parmak çoğunluğuna bağlı olabilir mi? Çünkü AB ülkelerinin şehircilikten ve mekânsal gelişmeden sorumlu bakanlarının 2007 yılında altına imza attıkları Leipzig Şartı’nda tanımlanan “Avrupa Kenti”nin en temel oluşum nedeni yurttaş katılımıdır, meclis çoğunluğu değil. Ülkemizin bütün kentleri önemlidir. Anadolu topraklarında her kentimizde geçmiş uygarlıkların izlerine rastlamak olanaklıdır. Ama ben yine de İstanbul üzerinde odaklanacağım, Kentli olmayı bilmek Peki, Batı burjuvazisi? Bizdeki burjuvazi Ve İstanbul... Kentin en güzel değerlerinden Kız Kulesi. Sermaye sınıfının dininin imanının para olduğunu biliyorum. Azıcık Marksizm öğrenmiş biri olarak, kapitalizmin temelinin emek sömürüsüne dayandığını ama günümüzde bunun kent sömürüsüyle boyutlandığını da görüyoruz. Ama ben yine de burjuva sınıfına diyorum ki, bu kentler için, kıyılar için siz de sorumluluk duysanız... Bir kere de “Bu alanı kent adına korumak gerek. Buraya yatırım yapılmaz” deseniz... Yeri geldiğinde bir kısmınızın belirttiği, “kentli olmayı” önce siz becerseniz... Örnek olsanız, model olsanız... Bu ülkenin aydınları, çağdaş insanları, sorumlu insanları, solcuları, sosyal demokratları, sosyalistleri, öğrencileri, gençleri kentlerine sahip çıkarken, bu yolda canlarını yitirirken, sakat kalırken, sizlerin temsilcilerinden de destek iletileri gelse... Siz de tavrınızı koysanız... O zaman burjuvazi olacaksınız... O zaman ancak feodalizmi arkanızda bırakacaksınız... Sinemada başka bir deneyim kbank Sanat, 10 24 Nisan tarihlerinde “Sinemada Görme Biçimleri” adı altında yeni bir atölye çalışmasına ev sahipliği yapıyor. Yalçın Savuran’ın moderatörlüğünde gerçekleştirilecek atölye çalışmasında, farklı yönetmenlerin farklı zaman dilimlerinde ürettikleri filmlerden alınmış fragmanlar, parça bütün arasındaki ilişki gözardı edilmeden ele alınarak incelenecek. Akbank Sanat “Sinemeda Görme Biçimleri” atölyesinin evsahibi. A Gerçekleştirilecek görüntü okumaları, görüntüye dair iz düşümlerle izleyiciyi edilgen konumdan etkin konuma geçirmeyi amaçlayan, farklı okuma ve görme biçimleriyle bilinç, bilinç akışı, bilinç dışı alanlarda da gezinerek bambaşka bir yolculuğa çıkaracak atölye çalışması, sinema dünyasından ya da farklı disiplinlerden konukların katılımıyla zenginleşecek. l Kültür Servisi C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle