29 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cuma 30 Ekim 2015 12 Seçime İstanbul’un nabzını tutmak Suriye’de çatışmaya mı sürükleniyoruz? eçimler yüzünden Suriye ile ilgili önemli uluslararası gelişmeleri göremiyoruz. Bu arada Başbakan Davutoğlu’nun Fırat’ın batısına geçmeye çalışan PYD güçlerinin TSK tarafından engellendiğini açıklaması manşetlik bir haberdi, ama gereken ilgiyi görmedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da önceki gün, Saray’a yakın kanalların ortak yayınında, “PYD Fırat’ı geçmek istedi. Askerimiz hemen anında hava harekâtıyla işi bitirdi. Bu bir uyarıdır” diye konuşmuş. On gün kadar önce gerçekleştiği söylenen bu müdahalenin dış basında da fazla irdelenmemesi manidar ve beraberinde bazı soru işaretleri getiriyor. Konunun şifresi belki de bu açıklamaların seçim ortamında yapılmış olmasında yatıyor. Bu sözlerin ne anlama geldiğini göreceğiz fakat kesin olan husus Türkiye’yi de yakından ilgilendiren Suriye ile ilgili gelişmelerin hızla ilerliyor olmasıdır. Sonunda İran da üstelik ABD tarafındanViyana’da dışişleri bakanları düzeyinde yapılan Suriye konferansına davet edildi. Bu gelişme, Rusya liderliğindeki Esad yanlısı cephenin krize çözüm arayışlarında elini daha da güçlendirmesi anlamına geliyor. Suriye’de inisiyatifin zaten bu cepheye geçtiğini söylemek yanlış olmaz. Nitekim ABD liderliğindeki cephenin Suriye’deki öncelikler konusunda adım adım Moskova’nın pozisyonuna yaklaşmakta olduğu açıkça görülüyor. Türkiye’nin Suriye’nin geleceği, PYD ve IŞİD konularında gerçekten nerede durduğu veya duramadığı önümüzdeki dönemde zorunlu olarak netleşecektir. Meclis’in ve kamuoyunun da gelişmeler konusunda çok iyi bilgilendirilmesi gerekecek, zira hükümet Türkiye’yi yeni ve tehlikeli açmazlara sürüklüyor olabilir. ABD Savunma Bakanı Ashton Carter’ın Senato Dış İlişkileri Komitesi’nde yaptığı açıklamalar son günlerin önemli bir diğer çıkışı oldu. Bunlar, Washington’un IŞİD’e karşı sahada çarpışan “yerel müttefiklerine” destek amacıyla Suriye’ye asker gönderebileceğini gösteriyor. Bunun gerçekleşmesi Türkiye’nin başı daha fazla ağrıtacaktır, zira ABD, “yerel müttefiklerinden” söz ederken başta PYD’yi kastediyor. Rusya’nın PYD’ye karşı olmadığını, hatta bu grup ile siyasi ve askeri temaslar kurduğunu anımsamakta da yarar var. Erdoğan, Suriye’nin kuzeyindeki gelişmelerden söz ederken şunu da söylemiş: “Batı destekli bir terör ile mücadele diyoruz. Kolektif hareket etmektedirler, hükümet olarak kararlı bir şekilde mücadele ediyoruz. Operasyonlar kararlı bir şekilde devam edecek.” Bu sözlerden, Ankara’nın terör örgütü olarak gördüğü PYD’ye “kolektif olarak destek veren Batı’yı” da gerekirse askeri olarak karşısına almaya hazır olduğu anlaşılıyor. Fakat bunun ikna edici bir çıkış olması mümkün değil. İncirlik’ten Ankara’nın izniyle kalkan ABD’ye ait insanlı ve insansız uçaklar, IŞİD ile mücadelesinde PYD’ye destek veriyorlar. Bunu önceki gün CNN’de de açıkça gördük. PYD’nin askeri kanadı olan YPG’nin komutanlarından birinin elinde IŞİD mevzilerinin koordinatlarını anında bu uçaklara ileten bir aygıt vardı. Muhabir, “Bunu kim verdi?” sorusuna yanıt alamadı, ama kimin verdiğini anlamak için komutanın suratındaki tebessümü görmek yeterliydi. Özetle Ankara, PYD konusunda gerçekten kararlı ise önce İncirlik’in kullanılmasını durdurmalı, yoksa kamuoyunun gözünde ikna edici olamaz. Ancak bunu mevcut konjonktürde yapabilecek durumda değil, zira yaparsa Suriye konusunda iyice yalnız kalacaktır. Türkiye’nin ne yapacağını ve bunları yaparken başarılı olup olmayacağını ilgi, merak ve en önemlisi kaygı ile izleyeceğiz. Kaygı duymamak ise elde değil, zira hatalı politikalar yüzünden bu krize nasıl göz göre göre bulaştırıldığımız ortada. Başta yapılan stratejik hatalar şimdi taktik adımlarla düzeltilmeye çalışılıyor ama bunun hiç de kolay olmadığı görülecektir. gün kaldı 3 EDİTÖR: CAN DOKER TASARIM: İLKNUR FİLİZ haber 13 7 Haziran’dan bir eksik ya da bir fazla... Bazı bölgelerde sonuncuyla bir önceki arasındaki fark kıl payı, yarış son 3 sıradaki adaylar üzerinden yürüyecek Bir örnekle aktaralım: . Bölgede: AKP’den Haydar Ali Yıldırım ve Markar Eseyan’ı, CHP’den Didem Engin ve Mustafa Sarıgül’ü, HDP’den Şerife Erbay ve Zahit Mutlu’yu, MHP’den Mehmet Kılıç ve Mehmet Aslan’ı 1 Kasım’dan sonra milletvekili olarak göreceğiz ya da görmeyeceğiz... İstanbul izlenimleri Aydın Engin endim ettim kendim buldum. Cumhuriyet seçim öncesi bölgelerin nabzını tutuyor ya, bana da “Abi Akdeniz bölgesini sana yüklesek” dediler. Hemen atlayıp “Tamam” desene avanak. İstanbul’a yağmur basmışken, kara bulutlar kaplamışken Antalya’da, Mersin’de Akdenizin köpükleriyle oynaşıp, Adana’da sahici kebapları mideye indirip, sonra da “Tuttum Akdeniz’in nabzını” diye bir şeyler çırpıştırsana... Belim ağrıyordu. Hâlâ da ağrıyor. Mazeret olarak onu öne sürdüm. Merhametli davrandılar. “Tamam abi başka bir arkadaşı yolla İstanbul’un nabzını tutuyorum diye kentte dolanıyorum, kenti bilmem ama benim nabız epey yükseldi rız” dediler. Ben Cumhuriyet yönetiminin gösterdiği bu şefkatten mutluyken “Bir cigara versene” dercesine rahat, “Abi o belinle o kentten o kente koşma sen. İstanbul’da kal. İstanbul’un nabzını tutuverirsin. Tamam di mi abi”. Her şeyi reddedemezsin ki. Yazıişlerinin çevirdiği bu dolabı zorunlu olarak yutmuş göründüm. O günden beri İstanbul’un nabzını tutuyorum diye deli dana gibi kentte dolanıyorum. İstanbul’u bilmem ama benim nabız epey yükseldi... HHH Seçim önceleri gazetelerin nabız tutma merakına bir türlü ayak uyduramadım. Acemilik günlerimde de, şimdi de... Bir yerlere gidip, sahiden nabız tutup, “Şu parti şu kadar, bu parti bu kadar milletvekili çıkaracak” gibi yazılar döktüren meslektaşlarımı her S K zaman kıskançlıkla izledim. Haydi mesela Kırklareli’ne, Çanakkale’ye, Çankırı’ya, Bayburt’a gitsen, avuç içi kadar kentler. Nabız tutar, en azından tutmuş gibi yaparsın. Peki, Türkiye’nin neredeyse dört birinin yaşadığı şu İstanbul’un, şu ucu bucağı olmayan kent azmanının nabzını nasıl tutarsın? Olan bana oldu. Neredeyse iki haftadır siyasi partilerin kahve, düğün salonu, dernek lokali toplantılarını izliyorum. Ev ziyaretlerine davetsiz misafir olarak katılmaya çabalıyorum. Bazen kapının önünde kalsam da yılmıyorum. Dernek ziyaretlerini kaçırmıyorum. Böylece İstanbul’da ne kadar çok “köy derneği” olduğunu hayretle öğrendim. Düşünün, Ordu ilinin köy dernekleri önce bir federasyon olmuşlar, ardından da konfederasyon kurmuşlar. HHH Sonuç: Mitinglerin seçimler için asla güvenilir bir gösterge olmadığını çok yıllar önce Demirel’den öğrenmiştim. Mitinglere zaten o partiye oy verecekler geliyor. O yüzden Yenikapı’daki AKP mitinginden de, MHP mitinginden de sonuçlar çıkarmak anlamlı değil. CHP ile HDP zaten miting yapmıyorlar. Sayısız kahve toplantısını, ev ziyaretini, dernek lokali buluşmalarını filan eksiksiz izlemek içinse aylar lazım. Bazı gözlemleri, o gözlemler sırasında kaydettiğim matrak ama anlamlı yorumları sizlerle paylaşacağım. Bir de ordan burdan derlediğim bazı notları... Peki, 1 Kasım seçiminde İstanbul’da nasıl bir sonuç çıkacak? Valla, 1 Kasım gecesi televizyonları iyi izleyin, ertesi sabah Cumhuriyet’i satır satır okuyun. Seçimin kesin sonuçlarını kolayca öğrenirsiniz... 1 Ev ziyaretleri kahve toplantıları Farklı bir seçim ı as y kampan Seçim kampanyası için İstanbul’da sadece iki parti miting yaptı: MHP ve AKP. Ama CHP ve HDP direkt seçmene inmeyi tercih etti Kasım seçim kampanyası için İstanbul’da sadece iki parti miting yaptı: MHP ve AKP. MHP’nin mitingi 10 Ekim Ankara cankırımının hemen ardına denk geliyordu. MHP’liler “Biz bu koşullarda bile, insanların miting filan için bir araya gelmekten çok korktukları günlerde dahi Yenikapı’da dev katılımlı bir miting düzenlenebileceğini kanıtladık. Bu başka partilerin seçmenlerine de cesaret verdi. Ama asıl MHP İstanbul örgütü ve tabanı o mitingle ihtiyacı olan morali depoladı” diyorlar. AKP’nin Erdoğan’sız ve Davutoğlu’lu Yenikapı mitingi ise bir gövde gösterisinden öteye geçmedi. Bu, parti üyeleri için de böyle. Hatta o miting için “Hem parasal kaynaklarımızı, hem örgütü epey zorlamak zorunda kaldık” deniyor ve bu çekinmeden dillendiriliyor. CHP ve HDP ise malum miting yapmadan salon toplantıları, dernek ve ev ziyaretlerine ağırlık verdiler. Gözden kaçmamıştır, partilerin tümü de otobüs, minibüs gibi araçların tepesine kondurulmuş güçlü hoparlörlerle müzik çalmak gibi “ses kirliliği” ve kentin alanlarını, cadde ve sokaklarını plastik bayrak ve flamalarla doldurup “görsel kirlilik” yaratan yöntemlerden uzak durdular. Arada bir müzik çalarak geçen araçlar, partilerin İstanbul il örgütlerinin etkinliğinden çok milletvekili adaylarının liste delip yukarıya doğru tırmanma umutları yüzünden dolaşıyor ve sayıları pek az. Bunun ötesinde partilerin İstanbul’daki seçim çalışmaları bir anlamda birbirleriyle benzerlik gösteriyor. Siyaseti gülümsetmek CHP, ANADOLU YAKASI’NDA MUHTARLARLA İLK GÖRÜŞMESİNİ GERÇEKLEŞTİRDİ stanbul’da 10 milyon 318 bin 67 seçmen toplam 88 milletvekili seçecek. Türkiye seçmeninin yüzde 17.3’ü İstanbul’da oturuyor. Bu bağlamda İstanbul, Türkiye’nin siyasal aynası. Peki, sonuç ne olacak? Sonuç önceden tahmin edilebilir mi ? Aylar öncesinden başlayan ve bugün de süren seçim anketleri hep aynı şeyi söyledi: “7 Haziran seçimlerinin sonucu hemen hemen aynen tekrarlanacak.” Buradaki “hemen hemen” vurgusu önemli. İstanbul’daki seçim yarışı işte bu “hemen hemen” üstüne yürüdü. 7 Haziran’dan bir fark olacaksa, bu İstanbul’un üç seçim bölgesinde de 7 Haziran’da “son üç sırayı” alan milletve İ . Bölgede: AKP’den Hasan Sert ve Hüseyin Yayman’ı, CHP’den Ali Özcan, Yakup Akkaya’yı, HDP’den Serpil Kemalbay ve Abdullah Alagöz’ü, MHP’den ise Uygar Selçuk Aktan ve Ahmet Turgut’u 1 Kasım’dan sora milletvekili olarak göreceğiz ya da görmeyeceğiz. 2 3 . Bölgede: AKP’den Mehmet Metiner ve Halis Dalkılıç’ı, CHP’den Sibel Erdemir ve Seyhan Erdoğdu’yu, HDP’den Ayşe Berktay ve Abdülhalim Daş’ı, MHP’den Arzu Erdem, Fuat Çakıroğlu ve Mehmet Müftüoğlu’nu 1 Kasım’dan sonra milletvekili olarak göreceğiz ya da görmeyeceğiz... killeri arasında olacak. Bazı bölgelerde sonuncuyla bir önceki arasındaki fark kılpayı. Bazılarında biraz daha büyük. Ama kapanmaz farklar değil. Örneğin 1. bölgede 31 milletvekilliğinden 14’ünü AKP, 11’ini CHP aldı. HDP ile MHP de üçer milletvekilliği ile yetindiler. Eğer CHP 1022 oy fazla alsaydı. AKP 13, CHP 12 milletvekili çıkaracaktı. Diğer iki bölgede de durum çok farklı değil. Örneğin 3. bölgede CHP 1802 oy daha fazla alsaydı 9 değil 10 milletvekili çıkaracak, 5 milletvekili çıkaran HDP ise 4 milletvekili ile yetinecekti... Bunlar aşılmaz farklar değil ve bütün (evet bütün) partiler de bu farklar üstüne oynuyorlar. AKP’de seçim hesaplarında uzman kabul edilen bir il yöneticisi şöyle dedi: Herkes AKP’nin İstanbul’daki oy oranı yüzde kaç sorusuna cevap arıyor. 7 Haziran oranları belli. Birinci bölgede yüzde 43.5, ikinci bölgede yüzde 45.6 ve üçüncü bölgede yüzde 42.5 oy aldı. Ortalaması yüzde 43.8. Ancak aynı oranı korusak dahi bölgelerde alacağımız oylardaki farklar yüzünden ya da sayesinde birkaç milletvekili kaybedebilir ya da kazanabiliriz. Bu ince hesaplara uzman olmayanların aklı ermeyebilir (benim ermiyor). Ancak yarışın son üç sıradaki milletvekilleri üstünden yürüyeceğini belli. Halkın seviyesine inmek... ağdat Caddesi’ndeyiz. Ama o bildiğiniz Bağdat Caddesi değil. Orada lüks kafeler var ve bir bardak çay 7.5 lira. Burada kahvehaneler var ve çay 75 kuruş. Orada restoranlar sıram sıram, burada aşevleri ve dürüm dönerciler var... Bilinenden çok ama çok daha uzak olan görkemli Bağdat Caddesi’nin görkemli bölümünü bitirip, Kartal Maltepe’deki alçakgönüllü kesimindeyiz. Kardelen Düğün Salonu’nda CHP’nin düzenlediği “Anadolu yakası 1. Muhtarlar buluşması”nı izleyeceğim. Erdoğan’ın Saray’daki muhtarlar toplantılarına zarif ve sevimli bir nazire... Toplantı 10’da başlayacak. Disiplinli gazeteci saat tam dokuzda Kardelen Düğün Salonu’na girdi. Kimseler yok. Birkaç genç CHP’li sahneyi düzenlemeye çabalıyor, o kadar. Ben bakınırken salonun diplerinden, böyle salonlara özgü “giydirilmiş iskemlelerin” çevrelediği masalardan birinde tek başına oturan, kır saçlı, 50 yaş üstü biri seslendi: Gazeteci, Halk Partililer için daha çok erken. Gel otur, çay içelim... Canıma minnet, çöktüm masaya... Bir yerin muhtarı değilmiş: Azayım ben aza. 12 senedir ihtiyar heyeti azasıyım. 32 senedir de Halk Partiliyim... Bakalım bu Halk Partisi’nin adam olduğunu görmeye ömrüm yetecek mi? Niye bu kötümserlik? Niye böyle? Niye iyimser olayım ki? Seçim propagandası zamanı ya, parti biraz hareketlendi. Kadıköy’den şık şıkırdım partili hanımlar geliyor bizim oraya... Sizin orası? Başıbüyük’tenim ben. Hani E5’in üstü. Gelenler de E5’in altı öyle mi ? Aynen. Ev ziyareti için gelip beni buluyorlar. Beni de çileden çıkarıyorlar? Niye? Yoksa çantalarından galoş çıkarıp evlere öyle mi giriyorlar? Sen de eskide kalmışın ha... O yıllar evvelinin lafı. Kalmadı artık öyleleri... İşte o şık şıkırdım hanımlar yine geldiler. İçlerinden biri, bakımlı, sarışın, güzel. Kırkına ya varmış ya varmak üzere... “Bana bak muhtar” dedi. Hani askerdeyken üsteğmene yarbayım deriz, o da yutup kasılır ya, benim aza olduğumu biliyor ama “Bak muhtar” diyor. Baktım. “Halkın seviyesine inmek lazım. Bu çok önemli” dedi. Bir lahavle çekip yutkundum. O tınmadı. “Halkın seviyesine inemezsek iktidar yüzü göremeyiz” dedi. Bir lahavle daha çektim. Ama kadın üçüncü defa “Halkın seviyesine inmek şart muhtar, anladın mı” deyince patladım. “Ulan hanımefendi, dedim, sen nerede duruyorsun da nereye iniyorsun Allah aşkına” dedim. N’aptı? Hiiiç... Öyle bön bön baktı... Bak bey, bu parti Kılıçdaroğlu ile biraz kımıldadı. Halk Partisi’nin halkın partisi demek olduğunu anladı. Ama değişmek öyle zor ki. Ağır ağır olacak. O yüzden ömrüm vefa ederse dedim ya... Sohbetin tadına doyulmazdı ama salon dolmuştu ve önce ilçe yöneticileri, sonra il yöneticileri, ardından da Murat Karayalçın, Akif Hamzaçebi gibi ağır toplar gelince mecburen bitirdik. Ama tadı damağımda kaldı... B 1 Kartal Maltepe’de CHP’nin düzenlediği ‘Anadolu Yakası 1. Muhtarlar Buluşması’na konuk oldum. Murat Karayalçın kürsüden seslendi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Saray’daki muhtarlar toplantılarına zarif ve sevimli bir nazire... Ayağının tozuyla Kandil’den Gelmiş... eriköy’ün derinlerinde, mezarlığın arkasında, Yay Meydanı’nın oradaki sokaklardan birinde, Hizanlılar kahvesindeyiz. HDP’nin kahve toplantısını izleyeceğim. Burası Hizanlılar kahvesi. İleride bir tane daha Hizanlılar kahvesi var. Onun da yakınında bir Pervarililer kahvesi. KürtTürk karışık kahvelerde gençler Kürtçe konuşunca kavga filan çıkıyormuş, o yüzden Kürt Kürt’e oturacakları kahveleri çare görüp açmışlar. Konuşmacı olarak üç milletvekili adayı var. Zahit Mutlu, Musa Değirmenci, Kurtuluş Sunal. Önce Zahit Mutlu konuştu. Uzun ve etkili. Biraz Kürtçe, epey Türkçe. Ardından Musa Değirmenci söz aldı. Son olarak da Kurtuluş Sunal konuştu. Heyecanlarına bakınca içimden “Bunlar herhalde aday listesinde ilk üç sıradalar” diye düşündüm. F çağrı a y u ş m o HDP: K DPde kahve toplantılarına, ev ziyaretlerine öncelik ve ağırlık veren bir parti. Ancak HDP’de diğerlerinde rastlamadığım, gözlemediğim bir özellik var. Pek çok kahvede konuşmacılar ünlü, TV’lere filan çıkan HDP’lilerden değil, listede seçilemeyecek sıralarda yer alan milletvekili adaylarından oluşuyor. Bunu önce rastlantı olduğunu düşündüm. Ama kahve ziyaretleri arttıkça hemen hemen hiç değişiklik olmadı. Güngören’in derinliklerinde depo benzeri bir dükkândaki HDP toplantısında konuşmacılardan bi H DEMOS’TAN SÜREÇ RAPORU: emokrasi, Barış ve Alternatif Politikalar Araştırma Merkezi (DEMOS) Diyarbakır’da aralarında PKK’nin gençlik kolu olarak bilinen YDGH üyelerinin de yer aldığı çok sayıda kişi ve kuruluşla yaptığı görüşmelerden sonra ‘Diyalogdan Çatışmaya Çözüm Süreci’ başlıklı bir rapor hazırladı. Raporda çözüm masasının yeniden kurulması halinde, “HDP’nin daha fazla sorumluluk alması, Batı’daki Türkiye kamuoyunun da masaya dahil edilmesi”ni de içeren bir dizi öneri yer aldı. Raporda müzakere masasının tekrar kurulması halinde atılması gereken adımlara ilişkin öneriler şöyle sıralandı: l Her adıma yasal güvence sağlanmalı. Taraflar masaya gizli ajandalarla oturmamalı. l Sürece özellikle batıda Türkiye kamuoyu da dâhil edilmeli. l HDP daha fazla sorumluluk almalı. l Uluslararası bağlayıcılığı olan bir heyet, garantör olarak dâhil edilmeli. l KEMAL GÖKTAŞ / ANKARA HDP daha fazla sorumluluk almalı D ktivist a n o y il m AKP: 1 enikapı mitingini bir yana bırakırsak AKP il örgütü bütün ağırlığını ev ziyaretlerine vermiş durumda. Bir il yöneticisi, İstanbul’da sayıları 1 milyon 650 bine yaklaşan parti üyelerinin 1 milyonunu seçim çalışmasında ev ziyaretleri için aktifleştirdiklerini vurguyla ve biraz da övünerek belirtti. 10 milyon dolayında seçmenin bulunduğu İstanbul’da 1 milyon partili aktivist epey abartı olarak görünüyor. Ancak AKP’li yönetici bu rakamda ısrarlı. Ev ziyaretleri için hareketlendirilmiş AKP’li üye sayısı kaç olursa olsun, AKP’nin seçim çalışmasında asıl ağırlığı ev ziyaretlerine verdiği açıkça gözlenebiliyor. Bu üç seçim bölgesi için de geçerli. Ama hemen bütün partilerin paylaştığı “Dananın kuyruğu 3. bölgede kopacak” yargısı AKP’nin ev ziyaret ri bir imamdı. İnanılmaz bir konuşma yeteneği vardı. Kürtçe ve Türkçeyi akıcı konuşuyor, söylediklerini Kuran’dan, öteki kutsal kitaplardan alıntılar yaparak güçlendiriyordu. Bir fırsat bulup sordum: Kaçıncı sıradan adaysınız siz? Onaltıncı... E seçilemeyeceksin demektir. Evet. Ama ben ruhumda birinci sıradayım... HDP’nin seçim kampanyasında dikkati çeken bir başka nokta, kendi deyimleriyle “mütedeyyin Kürt seç menlere” büyük önem vermelerinde. Adeta kampanyayı o seçmenlere yöneltmiş gibiler. Bunda “Öteki Kürtler nasıl olsa bizi seçiyor. Biz AKP’ye yakın duran ve şimdi ondan kopan Kürtleri kazanmayı hedefliyoruz” ön kabulünün payı epey yüksek. HDP kampanyası üstüne son bir gözlem notu: Toplantılara katılan her seçmene kendilerinin oy vermesinin yetmeyeceğini, mutlaka komşuları, çevreleri ile sıkı ilişki kurup HDP’ye oy kazandırmalarını çok vurgulu olarak belirtiyorlar. Bakalım bu ilginç yöntem(ler) ne kadar etkili olacak? Yanılmışım. Yanımda oturan, orta yaşı geride bırakmış Mutkili Kürt’e danıştım. Zahit Mutlu 5. sırada. Zor ama çok küçük bir olasılıkla belki seçilebilir. Musa Değirmenci ise 18. sırada. Seçilmek için hiçbir şansı yok. Kurtuluş Sunal daha da umutsuz. 24. sırada. Ancak hiçbirinin umurunda değil. Sanki yarın seçilip öbür gün Meclis’e yerlerini alacaklarmış gibi heyecanlı konuşuyorlar. Herhalde bu sadece HDP’de rastlanabilecek bir özellik. Neyse... İkinci söz alan Musa Değirmenci kısa konuştu. Bir yıl öncesine kadar “Milli Görüş” saflarındaymış. “Şimdi yuvama geldim Artık yuvamdayım” dedi. Son söz Kurtuluş Sunal’daydı. Haklı savaşlar, haksız savaşlar edebiyatından girdi, halkların kaderini tayin hakkına geçti, oradan Kobane destanına sıçradı... Yanımdaki Mutkili pek keyifli ve pek sevimli güldü: Hele şu yiğide bak sen efendi... Duyan da Kandil’in dağından yeni inmiş, ayağının tozuyla Feriköy’ün kahvesine gelmiş sanacak... Kendimi tutamadım yüksek sesle güldüm. Sanırım “Bu gazeteciye de ne oluyor böyle, durup dururken kendi kendine gülmekler filan” diye düşünenler çıkmıştır... akın tarihin en başa bela sorusunu zamanında bu gazete sordu: “Tehlikenin farkında mısınız?” Cevap tereddütsüz verildi. “Yoo, hiç diiliz.” Bu net ve açık soruya verilen “kendinden emin” cevabın üzerine inşa edilmiş fütursuz politikaların pençesinde, o günlerden bugünlere tepe taklak olarak geldik. Tehlike çanları artık sadece belli bir kesim için çalmıyor, ülke tehlikenin dibine topyekun vuruyor. Fişi çekilen televizyonların, kalemi elinden alınan gazetecilerin, yasalarla çocuk oyuncağı gibi oynayan iktidarın karşısında kalakalıyoruz. Cumhuriyetin tüm kazanımlarını tek tek yıkan ve Cumhuriyetle birlikte kaldırılan ne varsa yerine geri koymayı marifet sayan bir adamın, diktatörlüğe adım adım tırmanışını naklen izliyoruz. Rejim, bugüne kadar defalarca askeri darbe yedi. Her seferinde derinden sarsıldı ama hiçbir zaman bugün olduğu kadar iyileştirilmesi güç yaralar almadı. Cumhuriyetin dayanıklılığı ve halkın sabrı ilk kez sivil bir darbe kalkışmasıyla zorlanıyor. Padişahlık hayalleri kuran bir adam, ülkenin zaaflarından basamaklar yapıp vardığı makama yerleşmiş, rejime ait ne varsa tekme tokat girişiyor. Sarhoş diyor, tariz diyor, taciz diyor, istiskal diyor, vals diyor... Bir yandan da ellerini gökyüzüne açmış yalvarıyor: “Tanrım beni başkan yarat!” Bir ihtiras, istek, tutku, arzu hezeyanı içinde... Dilinin kemiği yok, aklına gelen her şeyi söylüyor. Söylediklerinin saçmalığından zerre kadar gocunmuyor. Tek derdi basını susturmak ve en saf olanlardan seçtiği seçmenini kandırmak. Söylediklerinin inandırıcı olması için tüm muhalifleri sindirmesi ve medyada taş üzerinde taş bırakmaması lazım. Tek tek girişiyor herkese... Önce en yakınından başlıyor. Sonra “Sıra size de gelecek” diye diğerlerine parmak sallıyor. Kendisinin bir saray yaptırdığından, oğlunun gemicikleri olduğundan, karısının yurtdışında dükkânlar kapattırıp alışveriş yaptığından bahsedilmesi umurunda değil. Yakında herkes susacak bir o konuşacak. Tüm gazeteler onun olacak, tüm ekranlar onun, tüm gazeteciler onun olacak. Yazıp çizen, konuşup düşünen kim varsa hepsini ya sindirecek ya da ele geçirecek. Biz, geride kalan azınlıklar aramızda fısıldaşacağız. Üç beş yazar sansürlü internet sitelerinde kalem oynatacak. Kıyı kasabalara, köşe semtlere sıkıştırılan endişeli halkın sesi tamamen kısılacak. Biz tarihin karanlıklarında kaybolacağız; o yeni bir ülkede geçmişin ihtişamıyla parıldayacak. O da kendi medyası ve kendi hırslarıyla... Meşrebince İslami bir devrim yapacak. Hayali bu. Hayal edemediğiyse şu: Biz tuhaf bir halkız, her koşulda dans etmeyi severiz ve ne olduğunu tam olarak bilmesek bile vals yapamadığımız bir devrime, devrim demeyiz. ‘Tanrım beni başkan yarat’ Y Fotoğraflar: VEDAT ARIK Bir tuhaf MHP adayı dı Mehmet Aslan. Genç, yakışıklı. Neresinden bakarsan bak, “Su katılmamış bir beyaz Türk” dersin. İstanbul 2. bölgeden MHP milletvekili adayı. 5. sırada. Yani seçilmesi çok zor. Ama çok küçük de olsa bir ihtimal var. Gençler onu dizi oyuncusu olarak tanıyor. Oysa Paris’te Sorbon Üniversitesi’ni bitirmiş, Amerika’ya geçip Boston Üniversitesi’ne devam etmiş, eğitimli bir delikanlı. Onunla bir TV programında tanıştım. İzlemekte zorlandığım MHP İstanbul seçim çalışmaları için ona başvurdum. Beni kendi seçim çalışmasına davet etti. Üniversitelere gidip öğrencilerle konuşuyormuş. Bir MHP’li aday ve üniversite gençleri. Özel seçilmiş ve MHP açısından kurtarılmış bölge benzeri bir üniversite değilse benim gözümde kavga dövüş kaçınılmaz. Bir de “Yarın Boğaziçi Üniversitesi’ne gidiyorum, gelin isterseniz” demesin mi? Gitmek farz oldu ve gittim de... Ben kimileri propaganda yapacak, kimileri güvenliği sağlayacak 3040 kişilik bir MHP’li grup bekliyorum ve Mehmet Aslan’a telefonda Boğaziçi Üniversitesi’nin hangi salonunda toplanılacağını soruyorum. Teras Kafe’ye gel abi. Gelince beni görürsün zaten. A Y lerine de yansımış. Bu bölgede Yeşilköy, Bakırköy, Ataköy gibi yüksek gelir grubuna giren kesimler dışında “eski ve yeni gecekondu semtleri”nde evler partililer arasında bölüştürülmüş ve düzenli “ziyaret raporu” alınıyor. “Bize kapısını kapatmayan bütün evlere gidilecek” diyorlar... Bağcılar’da, evine AKP’lilerin ziyarete geldikleri bir nalbur, Halil İbrahim Göçerli anlatıyor: “Bir erkek ve üç kadın geldiler. Benim haberim yoktu ama gündüzden kadınlardan biri gelip ziyaret için izin istemiş. Bizimki de olur demiş. Öyle AKP için oy istemediler. Ben zaten daha baştan, atadan, dededen CHP’li olduğumuzu söylemiştim. Biliyorlarmış öyle olduğumu. Daha çok dürüstlükten, haktan, adaletten, dine bağlılıktan bahsettiler. Ben de ev sahibi olarak yakışık almayacağından yolsuzluklardan, hırsızlıklardan söz etmedim. Bu ziyaretin bende bir tesiri olmadı. Olmaz zaten. Ama doğrusu gelenler efendi insanlardı...” kökeni in n e m ç e CHP: S HP’de ev ziyaretlerinden çok hemşeri ve köy derneklerinde ve bazen de kahvelerde yapılan toplantılar ağırlık taşıyor. En küçük ve ücra kahveye bile il başkanı Murat Karayalçın ve adı ünü duyulmuş milletvekili adaylarının katılması istendiği için sıkıntı yaşandığı oluyor(muş). Hemşeri dernekleri CHP’nin İstanbul siyasetinde oldum bittim etkili ve önemli örgütler. Özellikle Sivas, Mesudiye, Erzincan, Çorum kökenli seçmenler CHP’nin seçim çalışmasında öncelikli. 1. bölge için CHP’liler arasında asıl çalışılması gereken “E5’in üstü” diye tanımlanan ve yoksul kesimlerin yaşadığı gibi semtler, mahalleler varken partililerin “E5’in altı” gibi “zaten CHP’li yani zaten C kazanılmış” semtlerde çalışmayı yeğlemeleri eleştirilere yol açıyor. Güngören, Küçükçekmece, Bağcılar gibi semtlerde CHP’lilerin çalışmalarına ilişkin soruları en az yedi sekiz esnaf hemen hemen aynı cümlelerle cevapladıları: “Onlar bu semtlere gelmezler bey. Onları Ataköy, Bakırköy, Yeşilyurt, Yeşilköy, Ataşehir gibi semtlerde ara sen”. Son konuştuğum küçük esnaf grubundan biri önce anlamadığım bir espri de yaptı. “Karıştırıp Başakşehir’de arama ama”. Sonra da gülüştüler. Anlamamıştım. Biri biraz duraksadıktan sora açıkladı: “Başakşehir AKP’nin zengin takımının ikinci eşleri içindir”... Dedikoducu erkeklerin söylediği gerçeği ne kadar yansıtıyor bilemem. Ama ben ayrılırken hâlâ gülüyorlardı... üngören’de HDP’nin bir kahve toplantısı. İki milletvekili adayı var. 2. sırada Garo Paylan, 16. sırada Zeki Korkmaz. Zeki Korkmaz bir imam. Bir Şafii imam. Mesleğinin hakkını fazlasıyla veriyor. İnanılmaz bir konuşma yeteneği. Düz konuşmada iç kafiyeleri hünerle kullanıyor, kutsal kitaplardan etkili örnekler veriyor, dini bütün Kürtleri HDP’ye kazanmak için konuştukça konuşuyor. Ancak konuşmasına Kürtçe başladı. Anlama İngilizce mi bekliyordun? G dığım ama şiirli bir tını verdiği için anlamadan da keyifle dinlediğim Kürtçe ile uzun uzun bir şeyler söyledi. İyi güzel de bir şey anlamıyorum. Yanımdaki orta yaşlı Kürt’e dönüp dönüp sordum: Bu hep böyle mi konuşacak? Ne gibi hocam? E bu Kürtçe konuşuyor. Sen İngilizce mi bekliyordun? “Kapa çeneni gazeteci ve sabret” bundan daha zarif ve güzel nasıl söylenebilirdi acep? Sora sora Teras Kafe’yi buldum. Güney kampusun diplerinde, Boğaz’a bakan bir açık hava kahvesi. Kızlı erkekli Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri aralarında sohbet kaynatıyor, kâğıt bardaklarda çay kahve içip, öğrenciliğin göstergelerinden birine sadık kalıp sarma sigara içiyorlar. Kimi kitap okuyor, kimi kucağına kampus kedilerinden birini yatırmış Boğaz’ı seyrediyor. Öyle 3040 kişilik bir MHP grubu ve bir toplantı salonu filan yok ortada. Sonra Mehmet Aslan’ı gördüm. Hepsi akranı gibi görünen beş altı öğrenciyle bir banka oturmuş sohbet ediyor. Yanlarına çöktüm. Sahiden sohbet ediyorlar. O soruyor gençler cevap veriyor, gençler soruyor, o cevaplıyor. Ama ses yükselmeden bağırıp çağırmadan sohbet ediyorlar. Bir süre sonra o sohbet bitti. Beş altı adım ötedeki bir başka gruba geçildi. Gayet yalın bir tanıtım: Merhaba arkadaşlar. Benim adım Mehmet Aslan. MHP İstanbul milletvekili adayıyım. Sohbet etmek, sizlerin düşüncelerini öğrenmek, kendi düşüncelerimi anlatmak için geldim... Bu kadar. Kızlı erkekli öğrencilerde şaşkınlık belirtisi filan yok. Sanki her gün bir MHP adayı buraya geliyor ve sohbet ediyorlar gibi. Ben hâlâ “Bunlar eskiden tanışıyorlar da bana hava mı basıyorlar” gibisinden fesat düşüncelerdeyim. Sahiden fesatmışım. Çünkü bu gruptakilerden genç kadınla oğlanlardan biri sıkı HDP’li çıktı. Mehmet Aslan’a “Türkiye’nin en önemli sorunu Kürt sorunu ve siz Kürtleri yok sayıyorsunuz, düşman görüyorsunuz” diye sıkıştırdılar. O sakin sakin cevapladı. İkna edemedi. Ama patırtı gürültü olmadan sohbet ettiler. Sonra bir başka bankta bir başka grup, sonra bir başka grup daha... Ayrılırken Mehmet Aslan’a sordum: MHP’de senin gibi kaç Mehmet Aslan var? Mesela üniversitelere böyle tek başına gelen ve sakin sakin sohbet eden? Kısa yalın ve doğru cevap verdi: Hiç yok. Ne yazık ki galiba ben tekim... C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle