06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 AĞUSTOS 2014 PAZAR 6 Sevgili, Umberto Eco 20. yüzyılın en dikkate değer yapıtlarından olan, “Gülün Adı” adlı romanında, 1327 yılında Melk Manastırı’nda yedi gün içinde işlenen yedi cinayet kurgusuyla, fevkalade ustaca bir polisiye örgüsü içinde bütün bir dönemi ve zihniyetini anlatır. Sonunda esrarengiz cinayetlerin sırrı anlaşılır. Kör kütüphaneci Jorge, Aristo’nun “gülme” ile ilgili metninin okunmasını engellemek için işlemiştir tüm cinayetleri ve çıkarmıştır eşsiz kütüphanesiyle birlikte bütün manastırı kül eden yangını... “Gülmek neden tehlikeli ve kötü olsun ki” sorusunun bağnaz kafadaki yanıtı açıktır: Çünkü gülmek korkuyu öldürür. Korku olmadan da inanç olmaz. Çünkü şeytan korkusu olmasa Tanrı’ya da ihtiyaç duyulmaz. Evet, yüzyıllardır bağnaz kafanın gülmeye karşı olmasının nedeni budur işte. Çünkü gülmek, korkuya meydan okuma, baskıya başkaldırmadır. Çünkü gülmek, özgürleştiricidir. Öyle ise korku ve sinmişlik düzeninin sürmesi için engellenmelidir gülmek. Devrime teşebbüsle eşanlamlı olan kahkaha, zinhar yasaklanmalıdır. Hele hele, korkutulmuşluk, sindirilmişlik HABERLER Ağlamak Gülmek kervanında başı çekmesi gereken kadın hiç gülmemeli, kahkaha ise maazallah atmamalıdır. HHH Tahmin etmişsindir, kadının kahkaha atmasının iffetiyle bağdaşmadığını söyleyen Bülent Arınç yüzünden geldi aklıma Umberto Eco. Umberto Eco nasıl çağımızın yüz aklarından biriyse, Arınç da toplumumuzun çağdaş utanç vesilelerinden biri. Kadının iffetinin bekçiliğini erkeğin eline teslim eden bir toplum, çağımızda kolektif bir utanca müstahaktır. Ağlamak ile gülmek Batı ile Doğu’nun ayırt edici niteliklerinin başında geliyorlar. Bu gerçeğin farkına 1979 Mart’ında İran’da vardım. Humeyni daha ülkeye yeni dönmüştü. İran’ın nereye gideceği henüz belli değildi ya da bizler öyle sanıyorduk. Tahran yakınında oturan Mussadık’ın torunu sosyal demokrat Metin Daftari’yi ziyarete gitmiştim. Arabadan inip, şark şatosuna benzer yapıya yürürken, bir çukura düşmüş kamyoneti çıkarmaya çalışan insanları gördüm. Bağırış çağırış, itiraz, gülme, sövme gırla! Arabayı çıkarmak için sarf ettikleri çabanın on kat üstündeydi, çıkardıkları şamata. Sanki memleketimden insan manzaraları. O an aynı kamyoneti kurtarma operasyonu bir Batı ülkesinde olsaydı, bu kadar gürültü çıkmazdı diye düşündüm. Güldüm! Ama şeytan dürtmüştü bir kere, düşüncem oradan oraya uçuşmaya başladı. HHH Doğu’yla Batı toplumları arasındaki büyük farklardan biri de, sevinçler ile yasların ifade şekilleri, gülme ile ağlama arasındaki kolektiflik konumlarındaydı. Doğu toplumlarında, insanların sevinçlerini alenen dışa vurmaları ayıptır, ama kederlerini, yaslarını ilan etmelerinde beis yoktur. Hele hele kadınlar için. Batılı ise sevincini aşikâr eder, çevresiyle paylaşır, ama yasını abartarak dışa vurmayı ayıp sayar kendi “mehabbeti” (saygınlığı) içinde kimseye fazla fark ettirmeden yaşar. Yani Doğu’da kahkaha gizlidir, ağlama aşikâr, sevinç tekildir, yas kolektif. Batı’da ise kahkaha aşikârdır, gözyaşı gizli, sevinç kolektiftir, yas ise tekil. Bunlar acaba bir âlemde yaşamda sevincin esas, öbüründe ise yasın esas olmasından mı kaynaklanıyor dersin? Ama herkesin önünde salya sümük ağlayıp dövünmesi ayıp bulunmayan kadının alenen kahkaha atmasının iffetsizlik olarak nitelenmesinin utanç verici olduğu kesin. Bununla ne demek isteniyor? Kadının hep korkutulması, sinmesi, baş eğmesi gereken ikinci sınıf bir yaratık olduğu mu? Kadına kahkahayı çok görenler, kadının korkudan kurtulmasına, kadının özgür olmasına karşı olan, özgürlük ve neşe değil, baskı ve korkudan yana olanlardır. İffetsizlik diyerek kadının kahkahasına karşı çıkanlarla özgürlük olmaz. Kadının özgür olamayacağı bir toplumun da umudu olamaz. Evet Sevgili, onlar özgürlüğün ve umudun da düşmanıdırlar! Erdoğan Başbuğ H. Avcı Hanefi Avcı, Edirne’deki başarılı gümrük operasyonu siyasilerin zülfü yâresine dokununca Eskişehir’e atanır. Emniyet örgütü içinde yaşadıkları, Emniyet’in genel “fıtrat”ına uygun değil. Yıllardır gördükleri, çözdükleri onu şaşkına çeviriyor. Emniyet İstihbarat Başkanlığı, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) dairelerinde alışılmadık olaylar oluyor. Başkanlarına, İstanbulAnkara şube başkanlarına kumpas üzerine kumpaslar kuruluyor. Kimisi özel yetkili savcıların eline düşürülüyor, içeri atılıyor, asılsız ihbar mektupları devrede, daire başkanlarının yardımcıları casus olarak kullanılıyor.. binbir yalan ve tuzak... Ve cemaat 200820092010’da, devletin ve ülkenin bu en önemli istihbarat ve operasyon kurumlarını yönetmeye başlıyor... Hanefi Avcı, elinde bütün bu cemaat yapısını ve yasadışı durumları anlatan dilekçe ve raporlarını, İçişleri Bakanı’na, Adalet Bakanı’na kadar, götürmediği “en üst yetkili mercii” kalmamış... Dahası, o zaman Müsteşar Efkan Ala aracılığıyla Başbakan’a bile iletiyor durumu. Ama her şey Başbakan’da kilitleniyor: Soruşturmaya izin yok. Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı da Cemaatten biri.. Dilekçesi bakanlık tarafından iade ediliyor... Yıl 2010. Ve bu görevdeyken kitabını yazar bitirir... Avcı iddialarıyla, gördükleriyle sahipsiz ortada bırakılır iktidarca, cemaatin av sahasına... Ve cemaat yapısı da Avcı’nın işini bitirir. Odatv davası… Devrimci Karargâh örgütü davası... Üst üste tutuklama kararları... Paçasını ancak bugünlerde kurtarabilmiştir, iktidar vaaayy paralel yapı kumpas kuruyor orduya ve devlete karşı demeye başladıktan sonra... Yani 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonundan sonra... Cemaatin RTE ile iktidar kavgasına tutuşmasından.. ele geçirdiği pozisyonlarıyla iktidarın karıştığı yolsuzluk ve rüşvet olaylarını bir bir ortaya sermesinden.. Erdoğan’ın da karşı tetiği çekmesinden, topla tüfekle cemaatin karargâhlarına girimesinden sonra... HHH Peki neden? Bilmiyor muydu durumu, biliyordu... Başbakan ama o sıralarda baş müttefiki ile birlikte kotardıkları Silivri davalarının başsavcılığını yapıyordu. Hem orduyu hem muhalefeti derdest etmekle uğraşıyordu. Beraber yola çıkmışlardı ve müttefikinin “üstün yetenekleri” olmadan bu işleri kotaramayacağını görüyordu... Bu nedenle Hanefi Avcı henüz onun için “erken öten horoz”du sadece, başını cemaat kesebilirdi. Hatta Başbakan, “Haliç’te Yaşayan Simonlar” kitabının yayımlandığı 2010’da, Avcı’nın yaptığı cemaat ifşaatlarını soran gazetecilere şöyle diyecekti: Bana gelmedi, ama gelseydi bile ilgilenmezdim... HHH İçeride bulunduğu sürece suçsuzluğunu haykıran, belgeler ortaya koyan Avcı’nın sesine kulak tıkayan, cemaate “paralel” propaganda ateşi altında Avcı’yı kötüleyen muktedirin gazetelerinin ve yazarlarının, bu kez Avcı ile söyleşi yapmak için hapishaneye üşüştüklerini görecektik ve çıktıktan sonra da Avcı’nın kapısını aşındırdıklarını... İnsan utanır mi diyelim, yoksa ülkemize özgü bir medya trajedisi mi!.. HHH Bir başka trajik olay da eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ile Başbakan’ın karşılıklı paslaşmalarında geçti. Geçen hafta ilgiyle okudum.. Başbuğ, Hürriyet’te yayımlanan demecinde “görevdeyken cemaat yapılanmasıyla ilgili Başbakan Erdoğan’a bir liste verdim ve bu listenin başında, şimdi gözaltında olan istihbarattan sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer vardı” dedi. Başbakan da bu sözleri doğrulayacak ve şöyle diyecekti: “İlker Paşa görevde olduğu sürede bana söylediği bir sözü vardı. Onu da ben burada söyleyeyim: Bugün bize, yarın size!” Yıl kaç? 2010 olsa gerek. 2010’un 30 Ağustosu’nda Başbuğ’un görevi biteceğine göre... Başbuğ, cemaatçi yapıya ilişkin isim listesi verdiğinde, RTE ne yaptı? Koca bir hiç... Alıp cebine mi koydu, yoksa buruşturup en yakın çöpe mi attı?.. HHH İlginçtir ki, Hanefi Avcı da tam o sıralarda yani Başbuğ’un cemaatçi listeyi verdiği sıralarda, bütün devleti ve ilgili bakanlıkları alarma geçirmeye çalışıyor ve durumu Başbakan’a bile iletiyordu. Ama verdiği dilekçeler Başbakanlık’ta durduruluyor, işleme konmuyordu. Dolayısıyla Avcı’ya kulak tıkayan Başbakan, tabii ki Başbuğ’a da kulak tıkayacaktı! Avcı’nın başının 2010’da cemaat tarafından kesilmesine ses çıkarmayan Başbakan, Başbuğ’un da 2012’de bile içeriye atılmasına sessiz kalacaktı... HHH Çünkü RTE’ye göre süreç bitmemişti henüz. Sadece, utangaç cılız sesini duyacaktık: Tutuksuz yargılanabilirdi! Başbuğ’un 2012’de tutuklanmasından önce, cemaatin 2012 Şubatı’nda MİT üzerinden Başbakan’ı hedef alan operasyonu bile yapılmıştı! RTE, o zaman Cemaati karşısına almaya yanaşmıyordu, daha doğrusu korkuyordu bile denebilir. Bu kısa suskunluk sürecin siyasi öyküsü aslında araştırılmaya değerdir. Çünkü karanlık bir durum söz konusu. HHH İlker Başbuğ, Ali Fuat Yılmazer’in “Başbuğ’un tutuklanmasından Başbakan’ın haberi vardı” sözlerine ise inanmıyorum yanıtı veriyor aynı söyleşide. Başbuğ bunu nezaketen söylemiş olabilir. Ama olaylar, “işin fıtratı”, Başbakan’ın tutuklamadan haberdar olması gerektiğini söylüyor… Ordudan, bir de Genelkurmay Başkanı’nın içeriye atılmasında, hepsinin sonsuz ve ortak menfaatı vardı ve ordu üzerinde süren operasyonu tamamlayıcı nitelikteydi! HHH Yukarıdaki yazıyı, tamamlamaya çalıştığım cemaatiktidar çatışması kitabının sonlarından aldım... Reklaaaam! Yani… Gönüllü müşahitlerin seçimi izlemelerine engel olunuyor. Oy zarfları yarı şeffaf Yurtdışında şaibeli seçim MELTEM YILMAZ 40 bin seçmenden 4 bini oy kullandı Dış Haberler Servisi Avustralya’da cumhurbaşkanı seçiminin ikinci gününde oy verme işlemi sona ererken oy kullananların oranı yüzde 10 mertebesinde kaldı. Avustralya’da başkent Canberra, Sidney ve Melbourne kentlerinde kurulan oy verme merkezlerinde, 31 Temmuz2 Ağustos’ta 4255 Türk vatandaşı oy kullandı. Avustralya’da yaklaşık 40 bin civarında seçmen bulunuyor. Bağımsız sivil gönüllülerin bir araya gelerek şeffaf bir seçim için oluşturduğu “Gurbetin Oyları” platformunun tespitlerine göre randevu saatinde sandık başına gelen çok sayıda seçmene oy kullandırılmadı. En çok Türk nüfusunun yaşadığı Almanya’da gönüllü müşahitlerin, yasal kartlarına rağmen seçimi gözlemlemelerine keyfi bir şekilde izin verilmedi. Oy zarflarının yarı şeffaf olması nedeniyle seçmenin hangi aday için oy kullandığı zarf açılmadan belli oldu. Gurbetin Oyları Platformu, Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde yurtdışındaki sandıklarda tespit ettiği notları ve usulsüzlükleri ortaya koydu. YSK’nin uygulamaya koyduğu randevu sistemi ile ilgili günler öncesinden gelen şikâyetler olduğunu dile getiren platform üyeleri, bu şikâyetlerden en önemlisinin, YSK’den randevu almış olan birçok seçmene, seçtikleri zamandan ayrı bir zaman verilmesi veya çifte zaman ataması yapılması olduğuna dikkat çekti. Platformun tespitlerine göre seçim günü sahadaki gönüllü müşahitler birçok mağduriyete tanık oldu. Randevu saatinde sandık başına gelen çok sayıda seçmene oy kullandırılmadı. Platform aksaklıkları şöyle sıraladı: l Randevu zamanlarında YSK’nin sisteminin yanlış atamalar yapması üzerine birçok yerde yüzde 30’a varan oranlarda seçmen geri çevrildi ve oy kullanamadı. l Özellikle Berlin ve Essen’de gönüllü müşahitlerin, yasal müşahit kartları yanlarında olmasına rağmen seçimi gözlemlemek üzere sandık alanına girişlerine keyfi bir uygulama ile izin verilmedi. l Almanya’da bazı bölgelerde tutanakların kapılara asılması konusundaki ısrarlar sonuçsuz kaldı. l Oy zarflarının yarı şeffaf olması yüzünden çoğu zarfta seçmenin hangi aday için oy kullandığı zarf açılmadan belli oluyor. Bu, seçimin adil ve şeffaflığına büyük darbe vurabilecek bir etken olarak dikkat çekiyor. CHP ŞEFFAF ZARF İÇİN YSK’YE BAŞVURACAK AYŞE SAYIN ANKARA Cumhurbaşkanlığı seçimi için bulundukları ülkelerde oy kullanmaya devam eden yurtdışı seçmenin oy pusulalarının konulduğu zarfların “şeffaf” olduğu ve hangi aday için oy kullanıldığının görüldüğü iddiası CHP’ye harekete geçirdi. CHP Genel Sekreteri Gürsel Tekin, hafta başında konuyla ilgili Yüksek Seçim Kurulu’na başvuruda bulunacaklarını bildirdi. Yüksek Seçim Kurulu’nun yurtdışı seçmen için bastırdığı oy pusulalarının konulduğu zarfların, 12 Eylül darbesi sonrasındaki anayasa referandumundaki gibi “şeffaf” olduğu yönündeki iddiası seçimlerin güvenilirliğine gölge düşürdü. CHP Genel Sekreteri Gürsel Tekin, konunun medyaya yansıması üzerine araştırma başlattıklarını ve ilk iş olarak da YSK’ye başvuracakların ifade etti. “Şeffaf zarf” uygulamasının kabul edilemez olduğunu belirten Tekin, “Bu kediye ciğer teslim etmeye benzer. YSK ile görüşeceğiz, bilgi isteyeceğiz. Eğer iddialar doğruysa, o zaman oy pusulalarını zarfa koymaya gerek yok, millet göstere göstere oy kullansın, bunu kabul etmeyiz” dedi. l Metin Külünk’ten başkonsolasa tehdit ‘Bunun hesabını Ankara’da sorarım’ Haber Merkezi AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk, seçim sandığında yaşanan bir gerginliğin ardından Türkiye’nin Essen Başkonsolosu Şule Özkaya’ya “Ankara’ya döndüğümde bunun hesabını sorarım” dedi. Almanya’nın Essen ve Münster başkonsolosluklarının görev alanında yaşayan Türk vatandaşları için kurulan seçim bölgesindeki sandıkta, engelli bir vatandaşa oy kullandırılmaması sonucu ağlaması ve sonrasında yaşanan özür krizinin ardından, AKP Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Külünk ve Türkiye’nin Essen Başkonsolosu Şule Özkaya arasında büyük gerginlik yaşandı. Olayın kendisine bildirilmesinin ardından Özkaya’yla görüştüğünü belirten Külünk, sandık sorumlusunun aileden özür dilemesi gerektiğini söylediğini ifade etti. Külünk, “ ‘Bu çocuğu ağlatanı ağlatırım. Sizi de uyarıyorum. Essen Başkonsolosluğu’ndan çok şikâyet geliyor, işinizi doğru yapın. Vatandaşa doğru muamele yapın... Doğru muamele yapmazsanız Ankara’da bunun hesabını sorarım’ dedim” diye konuştu. Külünk, Yüksek Seçim Kurulu’nu (YSK) yurtdışı seçimlerde başarısız bir yönetim sergilemekle itham etmişti. Külünk, YSK’nin randevu inadının arkasında artık kötü niyet aradığını ifade etmişti. Başbakan Erdoğan’ın İzmir mitingi öncesi protesto gösterisi yapan (TGB) Türkiye Gençlik Birliği üyelerinden 10 kişi gözaltına alındı. (DHA) Erdoğan seçim meydanlarındaki geleneğini bozmadı Yine ayrımcı dil!.. COŞKUN YAMAN BALIKESİR/İZİMİR Cumhurbaşkanı adayı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan İzmir’de CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve HDP’nin cumhurbaşkanı adayı, Selahattin Demirtaş’ın etnik ve mezhep kökenleri üzerinden bir konuşma yaptı. Erdoğan “Kılıçdaroğlu sen Alevi olabilirsin. Bunu açık açık söyleyebilirsin. Ben de Sünniyim. Ben de bunu açık açık söylüyorum. Milleti aldatmaya gerek yok” dedi. Demirtaş için de “Kendisi Zaza ama benim Kürt kardeşlerimi aldatıyor” dedi. Erdoğan seçim gezileri kapsamında önce Balıkesir’e ardından da İzmir’e gitti. Kılıçdaroğlu’na Balıkesir’de İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısına yönelik tepkisini sürdürerek “Ey ABD, ey Avrupa sen de konuşuyordun. ABD, Avrupa şimdi neredesin? Çünkü bu başka bir türlü ittifak. Şimdi bir tane askerleri esir alındı diye İsrail feryat ediyor. Seninki can da öbürküler patlıcan mı ya. Patlıcan mı?” diye sordu. Balıkesir’de partililere seslenen Erdoğan, açıklamaları sırasında yaşanan teknik arıza nedeniyle mitinge iki kez kısa süreli ara verildi. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına sessiz kalan ABD ve Avrupa ülkelerine yüklendi. Erdoğan, “Bizim polisimiz İstanbul Taksim’de cam çerçeve kıran sokaktaki insanlara saldıran vandallara biber gazı ve tazyikli suyla karşılık verdiğinde Batılı medya ayağa kalkıp günlerce bunu konuşuyordu. Ey ABD, ey Avrupa sen de konuşuyordun. ABD, Avrupa şimdi neredesin? Çünkü bu başka bir türlü ittifak. Şimdi bir tane askerleri esir alındı diye İsrail feryat ediyor. Sen onu konuşuyorsun da 1500 şehidin hesabını kim verecek?” diye konuştu. Erdoğan mitingde cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nun İstiklal Marşı ile ilgili söylediği sözlerin yer aldığı videoyu vatandaşlara izletti. İhsanoğlu’a yine “çakma” diye seslendi. Mitinge katılmak için Balıkesir’e geçen Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce’nin yol güvenliğini alan polislerle, Bandırma Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü’nde çalışan işçiler arasında yol verme kavgası çıktı. Bir polis memuru aracın ayağından geçmesi sonucu yaralanınca, ekipler 7 işçiyi gözaltına aldı. İzmir’de de Erdoğan’ı protesto eden 12 TGB üyesi yaka paça gözaltına alındı l Mehmet Bekaroğlu: Hedef yapılıyoruz ‘Sorumlusu Erdoğan ve Ala’ Haber Merkezi Siyasetçi Mehmet Bekaroğlu, Twitter hesabı üzerinden yaptığı açıklamada kendisi gibi iktidara teslim olmayan ve bağımsız duruş sergileyen isimlerin afişe edilip hedef yapıldığını söyledi. Bekaroğlu, “Buradan ilan ediyorum; eğer bu isimlerden birine bir zarar gelirse sorumlusu İçişleri Ala, Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve Başbakan’dır. Evet tehdittir. Ülkemizde cirit atan katillere hedef göstermektir” dedi. Sosyal medya üzerinden “Boykot et, Okuma, Dinlekme Paylaşma! Müslümanlara Çağrı ” başlığıyla bir afiş paylaşıldı. Aralarında Bekaroğlu, Cihan Aktaş, Fehim Taştekin, Ali Bulaç, İhsan Eliaçık ve Mazlum Der’in de bulunduğu 20 kişi ve derneğin İsrail’in Gazze operasyonunun istismar ettiği savunuldu. “Bu şahıs ve kurumlara fırsat vermeyeceğiz” denilen afişle ilgili açıklama yapan Bekaroğlu, “Evet tehdittir. Ülkemizde cirit atan katillere hedef göstermektir” dedi. Hayatının hiçbir döneminde bu tür tehditlere pabuç bırakmadığını, doğru bildiğinin söylemeye devam edeceğini vurgulayan Bekaroğlu, şunları yazdı: “Dikkat edilirse hedef gösterilen insanların tamamı; başta Suriye ve Irak olmak üzere bölgemizdeki kardeş kavgasına karşı çıkmaktadırlar. Burada ismi geçen insanların bir başka özelliği de hükümete memur olmamaları, bağımsız duruşlarını korumalarıdır.Bir daha tekrar ediyorum; bu bir hedef göstermedir.” İşçiler gözaltına alındı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle