04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 TEMMUZ 2014 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 1 0 Ağustos 2014’te yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili tartışmalarda sandık güvenliği yani seçmen iradesinin sandığa girip giremeyeceği, girse bile sandıktan çıkıp çıkamayacağı konusu hemen hiç ele alınmıyor. Oysa kısa süre önce yapılan yerel seçimlere, sandığa güveni sarsacak boyutlarda yapılan seçim hileleri damgasını vurdu. Yazılı ve görsel basına yansıyan ve ülkenin hemen her köşesine yayılan seçim hileleri seçimlerin güvenliği konusunda büyük kaygılar yarattı. Seçimlerin güvenliği kaygılarından yola çıkan siyasetçi ve akademisyenlerden oluşmuş bir grup 2013 Haziran ayında dürüst ve adil bir seçim süreci için Temiz Seçim Platformu adı altında çalışmalara başlamıştı. Platformun seçim hileleri konusunda yaptığı ayrıntılı çalışmalar ne yazık ki seçim hilelerinin önlenmesine yetmedi. Öte yandan yerel seçimlerde yapılan hileler hakkında bir ay önce ABD’nin ünlü düşünce kuruluşlarından Partiler Üstü Politika Merkezi (Bipartisan Policy Center) önemli bir rapor yayımladı. ABD’nin önceki Türkiye büyükelçilerinden Morton Abromovitz ve Eric Edelman imzasını taşıyan Gölgeler ve Kuşkular (Shadows and Doubts) adlı rapor 30 Mart yerel seçimlerinin ayrıntılı analizini yapmış. Belgelere dayanarak hazırlanan raporda, yapılan hileler nedeniyle 2014 yerel seçimlerine büyük gölge düştü Cumhurbaşkanlığı Seçiminde İsrail’in Nükleer Sandık Güvenliğinin Önemi! Silahları Seçim hileleri ve seçmen iradesine müdahale olasılığı Cumhurbaşkanlığı seçiminde de seçmen iradesinin üzerinde Demoklesin Kılıcı gibi sallanmakta. Özellikle Tayyip Erdoğan’ın aday olmasına rağmen Başbakanlık görevinden ayrılmamasının bir önemli nedeni de ileri düzeyde politize olmuş YSK’yi bu seçimde de kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isteği olabilir. Prof. Dr. MEHMET TOMANBAY 22. Dönem Ankara Milletvekili ğü belirtiliyor. Raporun sonuçlarını şöyle özetlemek olanaklı: Yerel seçimler sırasında ülke çapında hileler yapıldı. Hileler hem oy kullanılırken hem de oy sayımında yapıldı. Oy sayımı esnasında 21 ilde elektrik kesintisi yaşandı. Geçersiz oy oranı 2011 seçiminde yüzde 2.22 iken bu seçimde yüzde 4.19’a çıktı. CHP’nin az farkla kaybettiği illerde geçersiz oy oranları AKP’nin seçim kazandığı illere göre iki, üç kat fazla oldu. Özellikle Ankara’da sonuç değiştirecek kadar çok sayıda mühürsüz ve imzasız sayım tutanağı geçerli kabul edildi. Mühürlü ve imzalı 2.443.106 oyda Melih Gökçek yüzde 43.71 iken Mansur Yavaş yüzde 45.46 ile önde idi. Buna karşın yasaya rağmen geçerli kabul edilen mühürsüz ve imzasız 713.556 oyda Gökçek yüzde 48.87, Yavaş ise yüzde 38.37. Mühürsüz ve imzasız tutanaklar sayesinde seçimi Melih Gökçek kazandı. YSK sadece AKP’nin itirazlarını kabul etti. YSK sözde özerk ancak ileri düzeyde politize olmuş. Raporun vardığı en önemli sonuç ise seçim hilelerinin bireysel değil, merkezi planlama ile yapılıyor olması. Raporda seçim güvenliğinin olmadığı gerçeğinden yola çıkılarak Cumhurbaşkanlığı seçiminde Türkiye’nin uluslararası gözlemci davet etmesini öneriyor. Ancak bu konuda da kaygılandırıcı gelişmeler var. Şöyle ki: Türkiye uluslararası gözlemci davet etmeyle ilgili Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) 1990 tarihli Kopenhag Belgesini imzalamış ve aynı kuruluşun 1999 İstanbul Zirvesi’nde de seçimlere gözlemci davet etmeyi taahhüt etmiş. Türkiye AGİT üyesi olarak bu taahhüt gereği 2002, 2007 ve 2011 seçimlerine gözlemci davet etmiş. Ancak 2014 yerel seçiminde Avrupa Birliği’nin uluslararası gözlemciye büyük gereksinim olduğunu bildiren mektubuna rağmen davette bulunmamış. Aynı tavır Cumhurbaşkanlığı seçimi için de sürmekte. Halen uluslararası gözlemci davet edilmedi. Anlaşılacağı üzere seçim hileleri ve seçmen iradesine müdahale olasılığı Cumhurbaşkanlığı seçiminde de seçmen iradesinin üzerinde Demoklesin Kılıcı gibi sallanmakta. Özellikle Tayyip Erdoğan’ın aday olmasına rağmen Başbakanlık görevinden ayrılmamasının bir önemli nedeni de ileri düzeyde politize olmuş YSK’yi bu seçimde de kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isteği olabilir. Prof. Dr. TÜRKKAYA ATAÖV Uluslararası gözlemci Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’nu ortak aday gösteren CHP ve MHP’nin siyasi girişimlerinin başarısı seçim ve sandık güvenliği konusunda alacakları ortak önlemlere bağlıdır. Merkezi ve planlı seçim hilelerinin yapıldığı iddialarının uluslararası boyutlara ulaştığı ülkemizde Sayın İhsanoğlu’nu destekleyen partilerin seçim ve sandık güvenliği konusunda atacakları ciddi adımlar ve uluslararası gözlemcilerin daveti konusunda yaratacakları kamuoyu baskısının önemi ortadadır. Temiz ve güvenilir bir seçim ortamı yaratılmadan yapılacak seçimde seçilecek cumhurbaşkanı herkesin cumhurbaşkanı olamayacak ve hep tartışılacaktır. Böyle bir cumhurbaşkanından da ülkeye yarar gelmeyecektir. Ortak önlem alınmalı CHP İktidara Nasıl Yürümeli? T Ö. İSKENDER ÖZTURANLI ürkiye’de, CHP ve sol için en büyük tuzak, seçmenin geleneksel olarak sağa meylediyor olduğu iddiasıdır. İşin kötüsü bu dogma ile baş başa kalındığında ortada artık bir siyasal program üretme gereği kalmıyor. Türkiye’deki sola tepeden inmeci yaftasıyla vurulan bu damga, iktidar çevresindeki türedi aydınların geliştirdiği bir sahte retorik. Herkesi de etkiliyor. Oysa dönüştürücü, kendine güvenen bir parti örgütünün, kendisi ve toplum üstüne düşünce üreterek, toplumun damarındaki değişimi yakalama, onu ülke adına bir ivme haline getirme gücü olabilir. Bu tür çalışmalarla beslenmeyen, örgütlerin yaşayan siyasal öneriler yerine, varolan yapıyı düzenleyici taktiklerden başka çareleri de kalmıyor. Böylece, hep asal destekçilerinin, tatminkâr ama aldatıcı merkezine mahkum oluyorlar. Günümüzde, sol olarak düşünme, yaşama ve siyaset etme; 19. yüzyıl teorilerinin tekrarından ibaret değil. Sistemin tıkandığı bu noktada adaletsiz, eşitsiz yapıların gelir servet dağılımındaki dengeyi allak bullak ettiği, Thomas Piketty’nin kitabında (“Capital in the 21 Century”) gösterdiği gibi süratle 1800’lerin, acımasız kapitalist şartlarına döndüğü bir döneme giriyoruz. Sol, bu kapanamayacak mesafelerdeki büyük yoksullukları, artık üretmeyen adaletsiz zenginliklerin derin yarılmasında vazgeçilmez. CHP için de sisteme alternatif, denenmiş tüm modellerin ötesinde, adil dönüşüm politikaları üretebilmek bir iktidar yürüyüşü ve kalıcılığı için olmazsa olmaz koşuldur. Hayli zamandır, CHP üzerine sahici analizlere ihtiyacımız vardı. Bu boşluğu, CHP PM Üyesi, Milletvekili, Prof. Hurşit Güneş’in, Doğan Kitap tarafından yayımlanan, “Adalet Çağrısı, CHP İçin Sosyal Demokrasi Seçeneği” adlı çarpıcı kitabı dolduruyor. Solun, ana kavramlarına; gelir dağılımına, yoksulluğa, adalet arayışına, özgürlüğe, temel değerlerine atıfta bulunan tartışan, tartışmaya çağıran bir çalışma. Umarım kitap, sosyal demokratları, yoksulluk, fırsat eşitliği, sosyal adalet, özgürlük gibi konulardaki uzun ve “dogmatik uykulardan” uyandırmak için bir vesile olur. Prof. Güneş, bugüne dek, aşılamamış iki ana paradokstan yola çıkıyor; CHP sol bir parti olarak nasıl oluyor da yoksullardan, göç coğrafyalarından, varoşlardan, Kürtlerden, ezilen kesimlerden oy alamıyor ama varlıklı, seçkin kesimlerin, düzeni koruma adına kaygılı kesimlerin partisi oluyor, üstelik 70’lerde tersi olurken... Örneğin Beşiktaş ilçesi ile Zeytinburnu ilçesini 70’lerden bu yana kıyasladığımızda, ikisi de sol oyların yüksek olduğu ilçeler iken 80’lerin sonundan itibaren Beşiktaş’ta oylar 65’lere çıkarken Zeytinburnu’nda 27’lere geriliyor. Bu çok dramatik. Güneş’in deyimiyle “CHP’nin başarması gereken, temelde aydınların sorun ve ihtiyaçlarından çok, geniş toplum kesimlerinin farklı ‘adalet’ taleplerini temel alan politikaları ve Türkiye’ye özgü bir sosyal demokrat siyaseti oluşturmasıdır.” Burada çok temel bir kırılma söz konusu; “Aydınların görece geçim sıkıntısı çekmediği, rejim kaygısı içinde olduğu bir düzende sürekli bu kaygıya tutsak olmak CHP’yi kitlelerin partisi olmaktan alıkoyuyor.” Yani CHP önce kitlelerin partisi olacak sonra iktidara gelecek, son 12 yılın gösterdiği gibi tersi olmuyor, olamıyor. Hakkaniyet ve adalet adına risk alabilen politikalar üretilmezse, hep asal destekçilerin endişeleri ile baş başa kalınacak. İkincisi, CHP tabanı ile kitlelerin değerleri arasındaki normatif paradoks. İlk kez, bu kitapla, inanç ekseni için, Batı solunda olduğu gibi bireysel ve toplumsal özgürlüklerin şartsız savunulması önerilmekte. Geleneklerin yaşanmasına, son dönemde giderek artan kimlik siyasetine özgürlükler çerçevesinde sahip çıkmak. Ama bu apayrı bir yazı konusu. Bugün AKP her iki durum için bir adalet ve özgürlük projesi yerine bir “teselli sistematiği” uyguluyor, ötesi yok. Oysa, kitabın da iddia ettiği gibi, adalet ve özgürlük adına yeni programları güçlü bir şekilde ortaya koymak gerekiyor. Böyle olursa ancak “teselli”nin eksiklikleri görülecek. Sosyo kültürel bu yarılmayı aşarak siyasete yeni eksenler sunmak gerekiyor. Sosyal demokratlar için acilen çalışılması gereken mesele bu. AKP ancak böyle geride bırakılabilir. İsrail’in nükleer silâhları var. “İran’da ve Irak’ta nükleer bomba var mı?” diye endişeli ABD Ortadoğu’daki jandarması İsrail’in bu yanını sorgulamıyor. Sorgulasa, Symington ve Glenn kurallarına göre, ona her türlü yardımı kesmesi gerek. İsrail de o yardımsız yaşayamaz; ABD’deki Yahudi lobisi de Vaşington yönetiminin başına işler açar. Sonuç: Gitgide ırkçı bir devlet olan İsrail nükleer gücünü ABD korumasıyla hangarlarda saklar, ama üstükapalı ‘gerekirse kullanırım’ tehdidinden yararlanır. Gazze’de olanlar daha da büyürse, sarmallı olaylar dünyanın sonu olabilir. Yahudi kökenli (asıl adı Avram) Noam Chomsky bir kitabında “ABD İsrail’e baskı yapacak olursa, vahşi ve deli bir devlet olup çıkar, ne yapacağı belli olmaz!” diyor. “Nükleer bombalı İsrail” yüzyılın en uzun saklanan gizlerinden biridir, ama bu konuda çok yayın var. İki İsrailli gazetecinin (A. DorOn ve E. Teicher) “Bizden Sonra Kimse Hayatta Kalmaz” başlıklı kitapları İsrail atom bombasını anlatıyordu; sansür izin vermeyince basılamadı. Gerçek şu ki, İsrail’de sayıları gittikçe artan, Hiroşima’ya atılanlardan çok daha güçlü ve son teknolojiye uygun nükleer silâh deposu ve onları çok uzağa bile fırlatabilecek Jericho adlı füzeler var. İsrail beş büyük devletten sonra nükleer güç olan altıncı devlettir. Ülke öylesine ufak ve dar ki, küçük bir sızıntı bile tüm çevreyi berbat eder. Nükleer program 1948’de Necev Çölü’nde (ilk Cumhurbaşkanı ve ünlü bilimci C. Weizmann’ın öncülüğüyle) başladı, Prof. Israel Dostrovsky’nin hızlandırması ve ilk başta Fransızların desteğiyle sürdü. S.K. Crosbie bu ilişkiyi “Sessiz İttifak” başlıklı kitabında iyi anlatır. (Nazilerin yaptığı gibi,) 22 ton “ağır su”yu Norveç’ten sağlayıp İsrail’e aktaran ve Dimono reaktörü için ilk plütonyumu veren Fransızlardı. Gazze’de olanlar Bu gizli ilişkiyi 1958’de daha da büyürse, nasıl durdurduğunu Ge sarmallı olaylar neral De Gaulle anı kidünyanın sonu tabında anlatır. O sırada, ABD de elli beş İsrail olabilir. Yahudi liye nükleer eğitim ve kökenli (asıl adı riyordu. CIA ilk olarak Avram) Noam 1960’da İsrail’in çölde Chomsky bir atom bombası yaptığıkitabında “ABD nı bildirdi. cehennemi Ortadoğu Varoşlardan oy yok Başbakan G. Meir 1969’da Nixon’la görüştüğünde ona “atom bombamız var!” demişti. Denetlemeler de durdu. CIA Başkanı R. Helms de ilk kez 1970’de İsrail’in nükleer bombası olduğunu resmen açıkladı. 1973 Savaşında az daha kullanılıyordu. Ama ABD askeri yardımı azalmadı, arttı. Suriye’de (eşimle birlikte) yeraltı karargâhında görüştüğüm Gen. Y. ElYunis Arap askerinin Golan Tepeleri’ne girerken, savaşa ABD uçaklarının katıldığını ve “talihin ters döndüğünü” söylemişti. İsrail füzeleri hangarlardan çıkarılıp hazırlanmıştı. Ankara’da bir paşamıza Yunis’in sözünü aktardığımda, uçaklarımızın çok yüksekten çektikleri fotoğrafların Altıncı Filo gemilerinde ABD uçaklarının hızla İsrail bayrağına boyandığını saptadıklarını söylemişti. Sovyet SCUD füzeleri de 15 Ekimde Boğazlarımızdan geçip Mısır’a yollanmışlardı. 1973 Savaşının bu olayları İsrail’in nükleer silâhlarından sıkışınca son dakikada yararlanacağını gösteriyor. R. E. Harkavy bir kitabında (1977) Orta Doğu’nun ne denli cehennem olabileceğini yazıyor. İsrail’in Dimono’yla bağlantılı 1968, 1974 ve 1976 saldırılarına ABD’den hiçbir kınama bile gelmedi. İsrail Saddam Hussain’in 70 megavatlık Osirak nükleer reaktörünü de yerle bir etti. İsrail Mandelaöncesi ırkçı Güney Afrika’yla da yakın ilişkideydi. Hint Okyanusu kıyılarında birlikte bomba testleri yaptıkları bilinir. Uzakta Avustralya’da kuzular bile ışın etkisi altında can vermişlerdi. İsrail’in nükleer gücü hem saklanır hem tartışılırken, önemli bir olay var: 1986’da Dimono’da nükleer teknisyen olarak yıllarca çalışmış olan Fas Yahudisi M. Vanunu çektiği fotoğrafları “London Times”a verip İsrail’in gizli nükleer gücünü açığa vurdu. MOSSAD görevlisi (“Sindi” takma adlı) bir hanım, kadınlığını kullanarak, Vanunu’yu Roma’ya sürükleyip istihbaratçı dostlarına devretti, Vanunu yargılanıp 24 Mart 1988’de casusluk ve ihanetten 18 yıla hüküm giydi. (Bu olayın bir azınlık yorumu da bunun bir İsrail tezgâhı olduğu ve başkalarını korkutmayı amaçladığıdır.) Gene de, S. Aronson’un bir İsrail yayınında yazdığı gibi, Arapİsrail çatışmasının nükleer boyutu da var. İsrail’e baskı yapacak olursa, vahşi ve deli bir devlet olup çıkar, ne yapacağı belli olmaz!” diyor. Bomba testleri Özgürlüklerin savunulması
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle