23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 TEMMUZ 2014 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Diktaya ve Kamu Malı Talanına Hayır! Muhalefetin ortak adayının seçilmesi kritik bir önem taşımaktadır ve bu nedenle de ortak adayın hâlâ içerden tartışılması artık tamamen anlamsızdır. Dünya görüşümüze uygun aday varlığıyokluğu tartışması kimseyi sandıktan uzak tutmamalıdır. Bugün bunun yeri değildir. Dikta Girişimleri Halkın oyları ile ilk defa seçilecek cumhurbaşkanı parlamenter sistemden ayrılarak, başkanlık sistemine geçileceği sözünü vermiş ve çoğunluk oylarını almış ise bu normal bir seçimi aşıp bir plebisit sayılabileceğinden sonuçta sivil dikta girişimine yarayacaktır. MÜŞÜR KAYACANPOLAT 1 Askeri Dikta: 12 Eylül diktası işbaşı yaparken halkın oy desteğine gereksinimi yoktu. Silahlı güçlerin emir komuta zinciri içinde silahlı müdahalesi iktidarı ele geçirmeye yetmişti. Diktabaşı Kenan Evren’in medyada her gün tekrar ettiği müdahale gerekçesi karşı koyması beklenen işçi ve emekçi sınıflarını yıldırmak ve gelecek günler için halkın desteğini yanına alacak propaganda yüklüydü. İşçi sınıfının siyasal ve sendikal birliği gerçekleştirilemediği için askeri darbe girişimlerine anladıkları dilde cevaplar verilemiyordu. İşçi sınıfı ve emekçilerin haklı talep ve ihtiyaçları toplumsal hoşnutsuzlukları tetikliyordu. Sosyal muhalefet güçlerinin sokağı kullanarak talep ve ihtiyaçlarını dile getirmesi ve sistemi kendi meşreplerince sorgulaması birilerini düşündürüyordu. Tekelci sermaye güçlerinin yaşadığı siyasalekonomik kriz “burjuva demokratik” yöntemlerle de çözülemiyordu. Çünkü hâkim gerici sınıflar koalisyonunun işçi sınıfı ve emekçilerine verecek tavizleri yoktu. Askeri darbeleri tekelci sermayenin desteklediği bir süreçte Kenan Evren türünden birisinin öne çıkarılması ilginçtir. Onun teorik, ideolojik, politik, kültürel “yetenekleri” herkesçe biliniyordu. Kenan Evren’i dinleyenler, faşistfaşizan teori ve pratikleriyle, söylemleriyle iktidar gücüne sahip olmanın heyecanı ve acemiliği ile gülmekten kendini alamıyordu. Sultanahmet Adliyesi koridorlarında eski Adalet bakanlarından Av. Sahir Kurutluoğlu, Kırşehir’de söylenen bir sözü tekrar ederek bu gülmeyi mizahla karışık olarak şöyle yorumlamıştı. Nitekim çeşitli demagojileriyle, lafazanlıklarıyla ve de gülerek askeri müdahaleyi gerçekleştiren Kenan Evren ve ekibi önlerinde en büyük engel oluşturan halktan, emektenemekçiden yana tüm sivil politikacıları, partileri, sendikaları, kitle örgütlerini, mesleki kuruluşları, ileridevrimci öğrencileri ve aydınları en ağır şekilde toplu halde cezalandırmışlar, işkenceye tabi tutmuşlar, katletmişler, idam cezası vererek cezalarını infaz etmişlerdir. Mevcut, yasal ve anayasal düzenlemeler elvermediğinde ise keyfifiili infaz yöntemlerini gerçekleştirmişlerdir. Yasama, yürütme ve yargı erkini tek elde tuttukları için diledikleri yasayı çıkarmışlar, diledikleri şekilde uygulamışlardır Bir yandan tekelci sermaye güçlerini, diğer yandan kara gerici, ırkçı ve milliyetçi akımları yanına alarak, halkın oylarını istedikleri zamanda istedikleri oranda elde edebilmişler. Emperyalistkapitalist sistem ve NATO güçleri de onun bu uygulamalarını desteklemiştir. Gerici yasal ve anayasal düzenlemelerde kendilerini ölünceye kadar güvence altına almışlardır. AKP iktidarının “darbecileri yargılama” olayı göstermelik bir durumdur. Neden sonra biçimsel ve bu yaşta uygulanamayacak bir ceza ile cezalandırılmaları kuşkusuz kaybettiklerimizi ve gidenleri geri getirmeyecektir. 2 Sivil Dikta Girişimi: Sivil diktanın oluşumunda ön koşul silahlı güçlerin doğrudan veya dolaylı olarak müdahale olanağının kalmamış olmasıdır. Halk ağzıyla söylenecekse, “bir mahallede başka bir kabadayının kalmadığının” tespitidir. Sivil diktanın ileride kendine bağlı silahlı kolluk gücü (milis) oluşturması da kaçınılmazdır. Beyaz kefenler giyerek karşılama üniformalı törenlere kolayca dönüşebilir. Sivil diktanın asıl dayanağı ise henüz sosyal/sınıfsal kurtuluşlarının bilincinde ve örgütlü olmayan halkın diniman gücüne dayalı büyük oy desteğidir. İşçi sınıfı ve emekçilerin kara gerici, ırkçı, milliyetçi akımların etkisinde olması hem düşündürücüdür, hem de bu olgu onların suçu değil, işçi sınıfının siyasal ve sendikal birliğini gerçekleştiremeyen, iktidar projesi olmayan, yerel, ulusal, sınıfsal ve evrensel diyalektik birliği ve kurtuluşu gözetemeyen ve de adına layık bir Sınıf Partisi’nin henüz oluşturulamayışıdır. Hiçbir inandırıcılığı dahi olmayan biçimsel olarak demokrasinin yaygın uygulanması adı altında aslında, seçimde elde edilen çoğunluk oyunun bir plebisit sonucu gibi. Sivil dikta için boyu posu yerinde olan, ağzı laf yapan, bu iş için çok istekli, yakınları ve etrafındakiler tarafından hararetle desteklenen ve coşku ile alkışlanan bir adayın bulunması ön şarttır. Partisinde hiçbir kimsenin itiraz etmeyeceği bu aday, öncelikle itiraz edecekleri tasfiye ederek, susturarak tek adamı haline gelmiş olmalıdır. Ayrıca hukuka asla bağlı kalmayacağını göstermek için (şarlatan) ilan etmelidir. 3 Cumhurbaşkanı Seçimi: Halkın oyları ile ilk defa seçilecek cumhurbaşkanı parlamenter sistemden ayrılarak, başkanlık sistemine geçileceği sözünü vermiş ve çoğunluk oylarını almış ise bu normal bir seçimi aşıp bir plebisit sayılabileceğinden sonuçta sivil dikta girişimine yarayacaktır. İslam ülkelerinde asker ve sivil diktalar tasfiye edilerek demokratik bir yönetime kavuşabilmek için evlatlarını kurban verirken, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaş sonu yenilgisi sürecinde büyük fedakârlıklarla doğmuş, Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Genç Türkiye Cumhuriyeti’ni asker veya sivil bir diktaya dönüştürmek öyle kolay olmayacaktır. Komşumuz Irak’a ABD emperyalizminin nasıl bir “demokrasi” getirdiği ortada. Irak’ın ABDAB destekli iktidardaki güçleri sonuçta Baas milliyetçisi diktatör Saddam’ı kendisi tasfiye edemediğinden, dış müdahaleye maruz kalmıştır. Irak maddimanevi, kültürel, yeraltı ve üstü varlığını Yakın ve Ortadoğu’da tahkimatını gerçekleştiren emperyalistkapitalist güçlere vermiştir. Yıllardan beri bir buçuk milyon insanını kaybetmiştir. Hâlâ nasıl yönetileceği ve kaç parçaya bölüneceği belli değildir. Bölge halkları Araplar, Kürtler, Farslar, Türkmenler, Hıristiyanlar birbirine karşı düşmanca tavırlara sürüklenmiştir. Sonuçta, sivil diktaya destek olan halklar çağımızda bunun bedelini evlatlarını kurban vererek ödüyorlar... Cumhurbaşkanlığı seçiminde kullanılan oylar sivil dikta girişimini önlemelidir. Halkımızı uyarıyorum. C Prof. Dr. OĞUZ OYAN / CHP İzmir Milletvekili umhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesinin, parlamenter sistemle uyuşmayacağı başından beri belliydi. Buna zamanında uyarılar ve itirazlar yapıldı. Yeterli olmadı. RTE’nin ihtirasları dizginlenemedi. Şimdi görünen çıplak gerçeklik şu: Eğer muhalefetin ortak adayı seçilirse, parlamenter sistem korunmuş olacak. Belki GülErdoğan uyumu kadar bir uyum beklenmeyebilir. Ama bu ülkede SezerErdoğan dönemi de yaşandı ve anayasa dışına çıkışları dizginlemek gibi demokrasi açısından hayırhah sonuçları oldu. İkinci durum RTE’nin seçimi kazanmasıdır. Burada da iki olasılık var. Birincide RTE’nin eski partisi üzerindeki tahakkümü genel seçimlerden sonra (sonuç ne olursa olsun) zayıflar, mutemet başbakan formülü akamete uğrar ve hiyerarşinin tepesinde çatışmalı ama yasama/yürütme esaslı bir dengeye dönüşü içeren bir yapı kurulur. İkinci olasılıkta ise RTE, AKP parti mekanizmasını tamamen denetiminde tutar, yetkilerini anayasanın 104. maddesinin son fıkrasına göre yasalar yoluyla genişletmeye gider ve eğer genel seçimleri de kazanabilirse anayasada başkanlık rejimine gidecek yolları zorlar. Bu ikinci olasılık bir kâbus senaryosudur ve Türkiye’yi sadece melez bir başkanlık sistemine götürmekle kalmaz, din eksenli bir otokratik yapının kurulmasını içerir. Otokrasi, demokrasinin zıddıdır ve bunun adı Türkiye’de, Batı tarzı laik bir faşizmden ziyade Ortadoğu tarzı bir teokratik faşizm olacaktır. Şimdi, böyle bir durumda, muhalefetin ortak adayının seçilmesi kritik bir önem taşımaktadır ve bu nedenle de ortak adayın hâlâ içerden tartışılması artık tamamen anlamsızdır. Dünya görüşümüze uygun aday varlığıyokluğu tartışması kimseyi sandıktan uzak tutmamalıdır. Bugün bunun yeri değildir. Gelecekte tartışılmasına da bir engel yok. Bugün meseleye şöyle bakmayı da tercih edebiliriz: Eğer eski düzende parlamento içinden cumhurbaşkanı seçimi yapılıyor olsaydı, RTE’den başkası çıkar mıydı? Diğer partilerin ilk turlarda simgesel adayları olabilirdi ama sonuç değişmezdi. Bu seçime de her partinin kendi adayını çıkarmasıyla gidilebilir, oyların ikinci turda uygun aday üzerinde birleşmesine oynanabilirdi kuşkusuz. Ama çok parçalı aday yapısında seçimin ikinci tura kalması bile epey uzak bir olasılık olurdu. Kaldı ki, kalsaydı bile, iki turlu seçim pratiğini cumhuriyetçi damarı kuvvetli bir eksende sürdüren Fransa benzeri bir oy kaymasını CHP ile MHP arasında sağlamak o kadar kolay olmazdı. Peki, aday belirlenmeden önce kamuoyunun “ortak aday çıkarın” baskısını iki önemli muhalefet partisinin yok sayması mümkün olabilir miydi? Yok sayılsaydı, o zaman “ortak aday çıkarılsaydı bu seçimler alınabilirdi” eleştirileri öne çıkmayacak mıydı? Sonuçta tarihsel bir uzlaşma yapılmıştır. Her uzlaşma bir seçiştir. Seçişi mükemmel bulmayabiliriz; ama unutmayalım, mükemmeli ararken iyiden de yoksun kalınabilirdi. Şimdiki mesele, Tayyip diktasına geçit verilip verilmeyeceğidir. Şimdi ortak aday çıkaran partilere düşen görev, ilan ettikleri aday için bir çalışma seferberliği başlatmaktır. Çünkü: Bir, RTE’nin bugüne kadarki icraatı, onun nereye yöneldiğini gözümüze sokacak kadar açıktır. Bu, diktayla karışık bir talan düzenidir. Kimsenin can ve mal güvenliğinin olmadığı, ifa Tarihsel uzlaşma de özgürlüğünün ve özel yaşam mahremiyetinin güvencede olamayacağı, vergimizin hesabının sorulamayacağı, toplumsal hak ve varlıkların, doğal ve kentsel varlıkların korunamayacağı bir düzeni vaat ediyor RTE kafası. Kentsel dönüşümün yasal düzenlemelerine ve ucu görünen talan uygulamalarına bakmak bile yeterli. İki, RTE, dört bakanıyla birlikte Başbakanlık’tan istifa etmiş olması gereken bir sima. Oysa orada kalıp delil karartmakla meşgul. Cumhurbaşkanlığına aday olma meşruiyetine sahip değil. Oluyorsa bunun nedenini toplumsal ve yargısal denetimin iflas etmesinde aramalı. “Az gelişmiş demokrasi”nin yapı taşlarının güçsüzlüğünde aramalı. Fezlekeleri bile Meclis’ten kaçıran bir anlayış cumhurbaşkanlığına taşınır mı? Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’nun temsil ettiği dürüstlük ve siyasi etik, dikkate alınmayacak kadar sıradanlaşıp ucuzladı mı günümüz Türkiyesi’nde? RTE’nin bu değerlerin tam aksi kutbuna yerleşiyor olması bu kadar önemsiz ve tâli mi? Üç, Türkiye’yi Ortadoğu’nun mezhep ve etnisite kavgaları batağına saplayan ve kendi mezhepçi anlayışıyla daha da büyük maceralara sürüklemekten çekinmeyeceğini gösteren birini siyasetin tepesinde tutup tutmamak arasında kayıtsız kalınabilir mi? Gün, sorumluluk günüdür. Herkes görev başına, herkes sandık başına! Sİ ZİN İÇİN BİRİKTİRİYORUZ BU SEFER DE ÖDÜLLERİ Akbank dünyanın en prestijli kuruluşlarından kazandığı birçok büyük ödüle bir yenisini daha ekledi. Euromoney tarafından bu sene de "Türkiye'nin En İyi Bankası" ödülüne layık görüldü. Bu başarıyı borçlu olduğumuz siz değerli müşterilerimize sonsuz teşekkürler. Euromoney Türkiye'nin En İyi Bankası
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle