19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 TEMMUZ 2014 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Gazze Kıyımının Gerisindekiler İ Prof. Dr. TÜRKKAYA ATAÖV 2) Hamas’la rakibi Fatah 23 Nisan’da anlaştılar. Bu ikisinin bundan sonraki ortak kurtuluş savaşımı Gazze ile Batı Yakası’nı birleştirebilir ve İsrail’in ‘böl ve hükmet’ siyasetini zorlaştırır. 3) Batı kamuoyunun bir bölümü İsrail’in bu oyunlarını bir ölçüde fark etti ve bu ülkeye (BDS kısaltmasıyla anılan) boykot ve yaptırım kampanyası açtı. 4) İran’ın ABD ve ötekilerle bir nükleer programda anlaşma olasılığı artık var. Petrol zengini İran bu teknolojiyle İsrail’in üstünlüğünü tahttan indirebilir. Netanyahu’nun Hamas füzelerinin ardında İran’ı ileri sürmesinin nedeni budur. 5) İsrail “iki devlet” çözümünü uygulamamak için, her geçen gün uzun duvar, tel örgüler, kontrol kuleleri, yeni Yahudi yerleşmeleri, büyüyen parklar, yeraltı kazıları ve geniş otoyollarıyla kendi toprağını büyütmekte, Filistinlilerle anlaşmayı süresiz askıya almaya çalışmaktadır. İsrail’in hedefi tarihsel Filistin toprakları üstünde yalnız tek bir Yahudi devleti kurmak ve onun sınırlarıyla etki alanlarını gitgide genişletmektir. Bu etki alanının içinde Irak ve Güneydoğu Anadolu petrolleriyle DicleFırat suları olabilir. İsrail’in Lübnan’a birkaç kez saldırısının bir nedeni de Litani Nehri’nin sularından yararlanmaktı. Gerçek nedenler bunlarsa da Gazze’de ateşkes hemen olmalıdır. ABD laf ebeliğiyle İsrail’e daha zaman tanımak istiyor. Konu sınırların değil, İsrail’in bölgedeki üstünlüğünün güvenliğidir. Ne var ki ateşkes de çözüm değildir. Temel sorun İsrail’in Filistin topraklarını işgal etmiş olmasıdır. Yoksa bu kıyımlar daha çok yinelenir. Dünya kamuoyunun bunları anlaması gerekir. srail’in yığınsal Filistinli kıyımı birkaç yılda bir yinelenen bir alışkanlık oldu. Yakın geçmişte 20082009 ile 2012 kıyımları var. 1948’den önceki Deir Yasin kıyımı gibi tek yanlı kanlı saldırıları şimdilik bir yana koyalım. Şu anda öldürülen Filistinliler 226’yı buldu; dördü deniz kıyısında kumda oynayan çocuklar. Yaralılar en az 1.300. Ölen İsrailli belki bir, belki hiç yok. Oranlar geçmişte de sürekli böyleydi. İsrail durmadan Hamas’ı suçluyor. Ölü bulunan üç İsrail delikanlısının (hiçbir kanıta dayanmayarak) geçen 12 Haziran’da kaçırılışı ve öldürülüşünden de. Hamas bu suçlamayı reddetti ama dünya medyası bu kötü olayı dengesiz yansıttı. Oysa 15 Mayıs’ta İsrail askerleri silahsız iki Filistinli çocuğu öldürmüş, üçüncüyü de yaralamışlardı. Zaten son dört yıl içinde bu yoldan 6.876 Filistinliyi öldürmüşlerdi ki, bunun 1.523’ü çocuktu. Aynı sürede 129 İsrail çocuğu öldürüldü. Batı Avrupa medyası gerçeğin bir yanını gizleyerek bugünkü şiddete yanlış tanılar koyuyor. 2 Temmuz’da yakılıp öldürülen Filistinli çocuğun katilleri de Filistin toprağına yasadışı yollardan yerleşmekte olan Yahudi göçmenler olabilir. Bu olay Filistinlilerin kızgın tepkilerine yol açınca, İsrail yoğun füze saldırılarına başladı. Gazze kıyımının gerçek nedenleri ise başkadır. Şöyle ki: 1) Sözde “güvenlik gereği” aldatmacası nükleer silahları da bulunan İsrail’in Ortadoğu’da büyük askeri güç olduğunu bir daha kanıtlamaktır. Bölgede başkası ondan güçlü olamaz. Ayrıca sanki Yahudiler Tanrı tarafından “seçilmiş halk”tır. Gazze Ve Türkiye Beklenen oldu: İsrail, “Arap Baharı’nın” sonuçlarından biri olan IŞİD’in yarattığı kargaşadan da yararlanıp kara harekâtına başladı; katliam yayılıyor! HHH İsrailArap mücadelesinin tırmandığı 1970’ler ve 80’ler Soğuk Savaş yıllarıdır... Asya’da ve Ortadoğu’da, ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki nüfuz çatışması bütün hızıyla sürmektedir. Bu çerçevede, ABD, Afganistan’da, Sovyet işgaline karşı El Kaide’yi kurar ve FKÖ’nün sistemle uzlaşma eğilimleri üzerine filizlenen HAMAS’a, terörist örgütleri bölerek zayıflatmak için, göz yumar. Sovyetler yıkılıp, Soğuk Savaş bittikten sonra, amaçsız kalan İslam kökenli antikomünist silahlı örgütler, Arapİsrail çatışmasını amaç edinir ve ABD’yi düşman beller... HHH Aslında ABD de Ortadoğu’daki bu çatışmadan ve İsrailArap sorununun bir çıban başı haline gelmesinden bir ölçüde rahatsızdır, çünkü İsrail’in güvenliği tehdit altındadır... Sorunu çözmek için pek çok çaba harcanır... Camp David anlaşması ve benzeri süreçlerle Filistin Devleti kurulur... Ama gerek Filistin Devleti, gerekse bölge bir türlü istikrara kavuşamaz. Ayrıca, 11 Eylül saldırısından sonra, radikal silahlı siyasal İslama karşı (artık büyük bir yanlış olduğu anlaşılan) “Ilımlı İslam” modeli ortaya atılır ve “Arap Baharı” başlatılır... Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da artık kaos egemendir! HHH Bu kaos içinde güçlenen HAMAS, Gazze’de seçimleri kazanır ve seçimleri kazanmış bir iktidar olarak şeriat da ilan eder... Böylece Filistinliler, artık ılımlı hale gelmiş olan FKÖ denetimindeki Batı Şeria ile radikal HAMAS denetimindeki Gazze olarak resmen ikiye bölünür. Bütün bu tarihe, İsrail’in varlığını tanımayı reddeden İran’ı, İsrail’i yeryüzünden silmeye yeminli cihatçıları, İsrail’in arkasında duran ABD’yi ve Batı’yı, “Arap Baharını”, yeni Kürt oluşumunu ve petrolü ekleyelim... Sorunun çözümü artık iyice zorlaşmıştır! HHH Ne yazık ki Türkiye, ErdoğanDavutoğlu ikilisinin yanlış, hayalperest ve mezhepçi, üstelik de sertlik yanlısı aşırı politikalarıyla, hem Suriye’de, hem Irak ve Kuzey Irak’ta, hem de Filistin ve İsrail çatışmasında, yani tüm Ortadoğu’da çıkmaza saplanmıştır. HHH Ama ne olursa olsun bu katliam derhal durdurulmalıdır! Türkiye, bugün içine düştüğü çıkmazda ne yapabilir? Irak’ta Türkmenler katledilirken, konsolosluk görevlilerimiz rehin alınırken ne yaptıysa onu yapabilir ancak... Yazıklar olsun! M ‘Samsun’a Çıkmak!..’ Demokratikleşme ve özgürleşme savaşımında nice acılar çektin Ankara. Nice kızlarının, oğullarının çarmıha gerili çığlıkları silinmedi sesinden. Nice gencinin ip altındaki gülüşüdür gülüşün. Panzerler çiğnedi öğrencilerinin kitaplarını. Tanklar ezdi bağımsızlık türkülerini. Ekmek ve gül, anne ve sevgili, sürüklendi senin çağdaş bulvarlarında. MUZAFFER İLHAN ERDOST TİHAK / Türkiye İnsan Hakları Kurumu Başkanı “Şeraat” ayaklanacak, Hendek, Bolu, Gerede, Yozgat, Yenihan, Zile’de, Kongracılara silah çekecek, Kürt Teali Cemiyeti başkanının önderliğinde, Ümraniye, Zara, Hafik Kürtleri ayaklandırılacaktı. Batısından güneyine, doğusundan kuzeyine, yurdumuz, bir de bu ayaklanmaların ateşinde yanacaktı. Dün, laik Cumhuriyetin konağında, şeyhleri, mollaları ağırlayanlar, “Asıl biz vardık” diyorlardı Kurtuluş Savaşı’nda. Doğrudur. Gazi Mustafa Kemal, Söylev’inde, “Doğrudur, onlar da vardı!” diyor ve anlatıyor: “İzmit Mutasarrıfı Çerkez İbrahim İstanbul’dan Adapazarı’na gelmiş, halka padişahın selamını getirmiş, yüz elli lira aylıkla gönüllü yazmaya başlamıştı.” Doğrudur, gönüllü yazanlar da katıldı Kurtuluş Savaşı’na. Meclis’in açıldığı gün, yani 23 Nisan 1920’de, isyanı, Hendek’ten Düzce’ye, Düzce’den Adapazarı’na yayarak katıldılar Kurtuluş Savaşı’na. Tümen Komutanı Mahmut Bey’i pusuya düşürerek Kurmay Başkanı Sami Bey’i şehit ederek katıldılar. Kurtuluş Savaşı’nın yorgun ordusunu, Yirmi Dördüncü Tümeni tutsak alarak tüfeklerini, toplarını, ağırlıklarını yağmalayarak katıldılar Kurtuluş Savaşı’na. Ulus şaşkın, çaresizdi. Ulus yorgundu, soluklanamıyordu. Yurt, içten ve dıştan açılan ateşin, yakılan ateşin yangınında eriyor, çözülüyor, dağılıyor ve tükeniyordu. Mustafa Kemal Paşa, karargâhıyla birlikte, Samsun’dan Anadolu’nun damarlarına ince bir ışık olmuş akıyordu. “Kardeşlik, eşitlik, özgürlük” bilincinden damıttığı ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık ateşiydi tutuşturduğu ateş. Osmanlı hükümetine karşı, padişaha ve halifeye karşı, yurdu işgal etmiş düşmana karşı, ayaklanmalara karşı, yobaz ve haine karşı, coğrafya olarak Rumeli’yle Anadolu’yu, ulus olarak batısıyla doğusunu, halkını birleştiriyor, bütünleştiriyordu. İsyan ateşleri birer birer söndürüldü. Yurdumuz, birerikişer arındı düşmandan? İçerdeki hainden, dışardaki düşmandan. Mustafa Kemal Atatürk, kendisini Samsun’a getiren gemide sezdiği ve “ulusal sır” gibi vicdanında sakladığı ulusun özlemini, Cumhuriyetin temelini oluşturacaktı. Göklerimizde dalgalanacak bayrak, halifenin ve hilafetin değil, bağımsızlığın, özgürlüğün, laikliğin “Cumhuriyet bayrağı” olacaktı. O bize, yol olarak aklı gösterdi. Yaşamda en gerçek olan yolu, bilimi gösterdi. Onun içindir ki, bizim yolumuz aklın yoludur, bilimin yoludur. Tarikatların yolu değildir bizim yolumuz. Şeyhlerin, mollaların yolu değildir bu yol. Atatürk, Ankara’yı ilkin tarih sayfalarında tanıdığını söyler. Bu sayfalarda, Anadolu beylikleri yanında bir de Ankara’da “Ahi Cumhuriyeti”nin kurulmuş olduğunu okur. Ankara’ya ilk ayak bastığı gün de aradan geçen yüzyıllara karşın, Ankaralıların cumhuriyet geleneğinin hâlâ devam ettiğini görecektir. “Cumhuriyet”in evinde olmanın güveniyle kucaklar, kendisini kucaklayan Ankara’yı. Kuşku yok ki, eski “cumhuriyet”, “ahi cumhuriyeti” de padişahın, sultanların, şeyhlerin cumhuriyeti değildi. Üretenlerin, emeğiyle yaşayanların, loncaların, kısacası emekçi halkın cumhuriyetiydi. Kuşku yok ki, onun cumhuriyeti de şeyhlerin, dervişlerin, mollaların cumhuriyeti değildi. Olmadı mı, olmayacak mı? Cumhuriyetin başkentidir Ankara, laik Cumhuriyetin başkenti. Bağımsızlığımızın, özgürlüğümüzün başkenti Ankara’dır. Yıllarca önce (8 Nisan 1995’te) burada yayınlanan bir yazımın son tümceleriyle bitireyim: Demokratikleşme ve özgürleşme savaşımında nice acılar çektin Ankara. Nice kızlarının, oğullarının çarmıha gerili çığlıkları silinmedi sesinden. Nice gencinin ip altındaki gülüşüdür gülüşün. Panzerler çiğnedi öğrencilerinin kitaplarını. Tanklar ezdi bağımsızlık türkülerini. Ekmek ve gül, anne ve sevgili, sürüklendi senin çağdaş bulvarlarında. Ama gericiliğin karanlığına, faşizme, darağaçlarına yenilmedin. Zorbalığa, baskıya yenik düşmedin. Susmadın, çığlıklandın en gür sesinle özgürlüğü. Alanlarda, işkencede, hücrede, darağacında. Not: On yıl kadar önce yazmışım. “Ankara: Ahi Cumhuriyetinden Laik Cumhuriyete” başlığıyla. Bir konuşma metni olarak. Bu konuşma yapılmadı, metin de dosyalar arasında kalmış. Bugün de güncel. Okurla paylaşmak istedim. ustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da ayak bastığı za man Samsun’a, İtilaf donanmaları İstanbul’da, Yunan ordusu İzmir’deydi. Urfa, Maraş, Antep, Adana, emperyalist düşmanın, İngiliz ve Fransızın işgali altındaydı. Samsun’da, Merzifon’da, Antalya’da, Konya’da işgal ordusu, ulusal direnişin üstüne silahını çatmıştı. Mavri Mira, Pontus, Kürt Teali, Tealii İslam, İtilaf ve Hürriyet, Sulh ve Selamet, İngiliz Muhipleri, ayrı ayrı cemiyetler olarak, yurdu içten içe paylaşma planları yapıyordu. Yurdu işgal etmiş İngilizlerin koruyuculuğu ardında olanlar ile Amerikan mandası özleyenler, hilafeti ve padişahı kurtarmak isteyenlerle el eleydi. Ordu dağıtılmış ve dağıtılmaktaydı. Silahları alınmış ve alınmaktaydı. “Hanedanı Hükümdarı”, milli mücadelenin aman vermez, “biaman” düşmanı olmuştu. Onursuz ve korkak bir hükümet vardı İstanbul’da. Ulus yorgun ve bitkindi. Çaresizdi. Kan ağlıyordu. “Manzarayı umumiye böyleydi efendiler.” Düşman dört bir yandan yurdu kuşatıp Ankara’ya yürürken İngiliz kuşatması altında “Padişahı Şahaneleri”nin emriyle, Düzce’de
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle