23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7 HAZİRAN 2014 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 Ağrı’da Neler Oluyor? Sırrı Sakık, Ağrı Belediye Başkanlığı makamına oturur oturmaz yaptığı ilk iş, bağımsızlık savaşı komutanlarından Kazım Karabekir’in adını cadde ve mahalleden kaldırmak oldu. Sakık’a göre, “Kazım Karabekir gibilerin”, “katliamcı birileri”nin adı ve abideleri Ağrı’da olmayacakmış artık. Ağrı’da adı caddelere verilmiş olan “Kazım Karabekir gibiler”den kimler var? Atatürk var. Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım var, Fevzi Çakmak var. Bir de “o gibileri” anıştıran Cumhuriyet Caddesi var, 19 Mayıs Caddesi var. Öyle anlaşılıyor ki; Sırrı Sakık, bu adları Ağrı’dan kazıyacak... Niye? “Katliamcı”ymış bunlar. Katliamdan kastı da şu: Araştırmacı yazardiplomat Bilal Şimşir, iki ciltlik “Kürtçülük” adlı kitabında o dönemdeki gelişmeler ayrıntılarıyla anlatılır. Irkçıgerici, zorba feodal bey, adı üstünde “Şeyh” Sait, yabancıların kışkırtması ile çıkardığı isyanda başarılı olamayınca, ortaçağ kalıntıları, genç Cumhuriyete baş kaldırmak için başka fırsatlar kollarlar. Daha önce birçok isyanı kışkırttığı bilinen Kürt Teali Örgütü ile bağlantılı isimlerin yer aldığı ve İngilizler tarafından kurulan “Hoybun” adlı örgüt devreye girer. Hoybun adına Celadet Ali Bedirhan ile Taşnak örgütü adına Vahan Papazyan “bağımsız bir Kürdistan ve birleşik bir Ermenistan kurulması” için “ortak düşmana karşı (Türkiye Cumhuriyeti) savaşmaya devam etmeye” yönelik bir anlaşma imzalarlar. Bu anlaşmanın hemen ardından da 1930’da Hoybun, aşiret reisi Yeni Harbiye Marşı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, Başbakan’ın “Balyoz davası”nda “hulus ve saffeti”nden yararlanarak bir anlamda kendisini “kandırdığı”nı söyledi mi, söylemedi mi? CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, bu sözleri, Balyoz davasından içeride yatan üst düzey komutanlardan dinlediğini ve sürecin şöyle geliştiğini anlatıyor: “2011’de cezaevindeki komutanlarla yaptığımız görüşmede, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in kendilerine, ‘boşuna Genelkurmay Başkanı olmadığını, sert savunma yapmamaları gerektiğini, Başbakan ile görüşerek kendi yöntemleri ile mağduriyetleri gidereceği’ne dair söz verdiğini öğrenmiştik. Bu söz, tüm cezaevlerinde yatan subaylara aktarılmış. Onlar da Necdet Özel’in sözüne güvenmişler. Ancak Balyoz kararı ile o sözün tutulmadığı anlaşılınca Necdet Özel bu kez içerdeki komutanlara ‘Başbakan benim hulus ve saffetimden yararlandı’ iletisi göndermiş. Biz bütün bu gelişmeleri içeride tutsak kılınan üst düzey komutanlardan dinledik. Onlar tanıktır.” Bu durumda, Harbiye Marşı’nın “Yaşa var ol Harbiye, yıkılmaz satvetinle (ezici gücünle)” diye bilinen ilk dizesi, Genelkurmay Başkanlığı’nın emriyle çok yakında değişikliğe uğrayabilir: “Yaşa varol Harbiye, hulusi saffetinle (içten saflığınla)” Dertleşme İbrahim Ağa ile 1924’te Türk ordusundan firar ederek İngilizlere sığınan İhsan Nuri’ye uyduruk bir “paşalık” unvanı vererek Ağrı ayaklanmasını örgütler. İran’ın da desteği ile genişletilmeye çalışılan ayaklanma Türk ordusunca bastırılır. Bölücügerici koalisyonun ülkeyi vardırdığı noktaya bakar mısınız? Aydınlanmaya, uluslaşmaya, çağdaşlaşmaya karşı çıkan işbirlikçi, ağalar, beyler, şeyhler, şıhlar kahramandan sayılıyor artık. Şeyh Sait’in heykeli Diyarbakır’a dikilirken Atatürk’ün, Kazım Karabekir’in adı Ağrı’dan siliniyor... Hem de, onların kurduğu Cumhuriyet sayesinde Ağrı Belediye Başkanlığı’na seçilebilen “Şeyh Sait gibi” birinin “katliamcı” suçlamasıyla! Atatürk’ün adını verdiği, kurduğu, yaşam verdiği kurumlar ise, bu hançeri görmezden geliyor... Çok hüzün verici, çok! Bir dostum kim bilir ne zaman yazdığım bir yazıdan bir bölümü sosyal paylaşım sitesi Facebook’ta yayımlamış. Okuyunca hoşuma gitti, siz değerli okurlarımla paylaşmak istedim. HHH Doğduğumuz ev yıkılmışsa... Top oynadığımız arsalar, çiçek topladığımız bahçeler, tırmandığımız ağaçlar yoksa artık... Yaşadığımız sokakların, geçtiğimiz caddelerin, okuduğumuz okulların, maç izlediğimiz stadyumların adları değişmişse... Gittiğimiz sinemalar, tiyatrolar, alışveriş ettiğimiz dükkânlar, ilk içkimizi içtiğimiz meyhane, ilk dansımızı ettiğimiz kulüp kapanmışsa... Denize girdiğimiz plajlar, sandalımızı bağladığımız kayıkhaneler, vapura bindiğimiz iskeleler, geçtiğimiz köprüler yok olmuşsa… Bu büyümüş, azmanlaşmış, ucubeleşmiş kentte yaşamış olduklarımıza tanık gösterebileceğimiz hiçbir mekân kalmamışsa; o artık olmayan mekânlardan söz ettiğimizde ne söylediğimizi, nereyi anlattığımızı anlayan, bilen, o ayrıntıları paylaştığımız, paylaşabileceğimiz bir avuç insan da hızla tükeniyorsa, bizi bırakıp bir daha dönmemecesine gidiyorlarsa, nasıl baş edecektik bu silinmelerle? Sormaktan, konuşmaktan, anlatmaktan, yazmaktan başka bir yol var mıydı belleğimizi canlı tutabilmek için? HHH Bunaldığım bir dönemde yazmış olmalıyım bu satırları. Bugün de bunalıyorum, bunalırken de tek bunalanın ben olmadığını biliyorum. Bunalıyoruz… Gökçeada/İmroz’dayım. Önce sel, ardından da bir deprem felaketi yaşadı adamız. Sabah erkenden kendimi tepelere vurdum. Bir kayanın üzerinde durup denizi, karşıdaki Semadirek/ Samotraki Adası’nı seyrettim. Bir koyun anne dörtbeş aylık yavrusunu getirdi yanıma, başını okşadım kuzunun. Sonra eve dönüp bilgisayarımın başına oturdum. Düşündüm. Türkiye’de adına “siyaset” denen o çirkin oyun bizi tutsak etmiş. Yatıp kalkıp siyaset düşünüyoruz, siyaset konuşuyoruz, siyaset yazıyoruz. Hayat ise hızla kayıp gidiyor ayaklarımızın altından. Her şeye rağmen hayatın bize sunduğu öyle güzellikleri kaçırıyor, ıskalıyoruz ki… Bugün siyaset yazmayacağım. Çocukluğumun Taksim’ini düşüneceğim. Annemin beni elimden tutup götürdüğü coşkulu Cumhuriyet Bayramı, Ulusal Egemenlik Bayramı törenlerinin yapıldığı o ortası çiçekli alan, Sıraselviler ile Kazancı Yokuşu’nun buluştuğu noktada trafiği düzenleyen o her zaman güler yüzlü, sevecen, şişman polis amca gelecek gözlerimin önüne. Sonra Taksim Sineması’nın afişleri… Kristal Gazinosu’nun assolist Sevim Çağlayan’ı müjdeleyen kırmızı neon ışıkları… Biliyorum. Sonra bir anda tüm bunlar siliniverecek, yerini meydanın bugünkü görünümü alacak… Başbakan’ın özel eseri, ihtirasın betonlaşmış hali… Öfkeleneceğim… Tek tesellim, öfkenin kimi zaman insanın yaratıcı yanını tetikleyen bir duygu olduğunu biliyor olmam… Bakarsınız, ortaya güzel bir şey çıkar. Her şerde bir hayır vardır, derler ya, umut işte! CHP’nin kimi “iyi niyetli” yöneticilerine, yerel seçimler öncesi sormuştuk: “İçinizden bir tane bile CHP’li bulamadınız da, bir ülkücüyü mü Ankara’ya aday gösteriyorsunuz?” Büyük bir inanmışlıkla yanıtlamışlardı: “Mansur Yavaş değişti, CHP’li oldu.” Mansur Yavaş geçen hafta Hürriyet’in sorularını yanıtladı. Dedi ki: “Ben bir ülkücü olarak CHP’nin içindeyim.” Gerçekten epey değişmiş... Değişim Hiçbir Şey İnönü ailesinin damadı Mustafa Bilgehan, “Tanıkların Anılarıyla İsmet İnönü” kitabında, işadamı Vehbi Koç ile yapılan söyleşiye de yer vermiş. Vehbi Koç’un, İsmet İnönü’ye ilişkin bir saptaması, bugünkü hal ve gidiş açısından bir ders niteliğinde: “İsmet Paşa’yı tanıdığım günden itibaren ölünceye kadar ya da iktidarda bulunduğu sürece işlerim için en ufak bir şey istemedim. O da, kişisel hiçbir istekte bulunmadı. Hiçbir şey...” İlan Sosyal medyada gördüğümüz ilan “Ayakkabı Saklama ve Taşıma Hurcu” başlığını taşıyor: “Ayakkabı saklama ve taşımaya uygun tasarlanmış, su geçirmez hava alan kumaş yapısı sayesinde koku yapmaz. Şeffaf iç yüzü sayesinde içerisinde bulunan ayakkabılarınızı görmenizi sağlar. 14.90 TL” İlanın altında “Bakan çocuklarına ya da yüksek bürokrasiye herhangi bir indirim yapılıp yapılmayacağına” ilişkin bir dipnot göremedik. TÜSİAD Başkanı’nın İstifası Türkiye’ye Örnek Olsun SADIK ÇELİK KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr Başkanlığa seçildiği 2013 Ocak ayından bu yana geçen 1 buçuk senelik süre içinde hükümetle aralarında zaman zaman baş gösteren gerginlik dönemlerinde, hatta “vatan haini” olarak ilan edildiği zaman bile istifa etmeyi düşünmeyen TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz neden bugün istifa etti? Sahibi olduğu ve Başbakan’la yaşadığı gerginlikten sonra, sendikal meselelerin de işin içine girmesiyle tabiri caizse dört bir taraftan canına okunan SÜTAŞ ile ilgili yapılan suçlamalar ve iddialar üzerine kendi meselesi yüzünden TÜSİAD gibi bir kurumun yıpratıldığını düşünmüş Yılmaz. Haklı ya da haksız olsun, kendi bireysel mücadeleni, başında bulunduğun kurumu, sahip olduğun unvanları kendine siper ederek değil, aksine bu kurumları koruma bilinciyle kendini bunlardan bağımsız kılarak vermek gerektiğine inandığı için de istifa etmiş. Aynı anda hem mal ve hizmet hem de fikir ve görüş üretmek zordur bu ülkede. Üretim yaparken bir yandan da otoriteye karşı söz söyleme cesaretini gösterirseniz size gününüzü gösterebilirler. Zaten onurlu kalabilmek biraz da bedel ödemektir. Ülkemizde daha önce de iktidarlarla işadamları arasında yaşandığına şahit olduğumuz türden gerginlikler ile neticeleri ve bedelleridir bunlar. Ve Muharrem Yılmaz istifasıyla bu bedeli ödemiştir. Yılmaz, istifasının bizim gibi, iktidar sahibi kimselerin koltuklarını her ne sebeple olursa olsun bırakmak istemediği, istifa değil “istila” kültürünün yaygın olduğu bir topluma örnek olmasını arzu etmiş. Olur mu dersiniz? evre Günü ve çevreye gösterilen günü 5 Haziran, Dünya Çevre Günü’nde Evrensel gazetesinin “Çevreye Gününü Gösterdiler” şeklinde attığı manşet anlamlıydı. Zira bu seneki Çevre Günü’nü de yine ülkemizin dört bir yanından çeşitli çevre sorunları ve katliamlarıyla karşıladık. Geçen seneki tarihi Gezi olaylarıyla birlikte yükselen toplumsal duyarlılık seviyesi o günden sonra kendini en çok çevre olaylarında hissettiriyor. “Üç beş ağacı korumakla” başlayan ama o “üç beş ağacı korumaktan” çok daha fazlasına dönüşen Gezi olaylarının, birçok açıdan olduğu gibi insanları, Ç çevresel kıyımlara karşı da ciddi manada uyandırdığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bunun son örneğini Amasya’da yaşıyoruz. Hızırpaşa Mahallesi’ndeki Banklar Parkı’nın bulunduğu alana yapılmak istenen benzin istasyonu için ağaçların kesilmeye başlamasına mahalle halkı anında tepki gösteriyor. Parkta bulunan 160 ağacın 40’ının çok kısa süre içinde ve hunharca kesilmesi üzerine yurttaşlar alanı işgal edip parkta ağaç nöbeti başlatıyor. Kısa sürede oradaki duyarlı vatandaşa destek olmak için bir araya gelen sivil toplum kuruluşları ve derneklerle birlikte belediye başkanı da imar planının iptali için yargıya başvuracaklarını açıklıyor… Sonuç ne olur, şimdiden görmek zor fakat ekonomik çıkar ve rant uğruna görmezden gelinen kamu yararı ve bilinçsizce yapılan doğa katliamlarına karşı yükselen örgütlü tepkilerin süregiden bu vahşi düzeni bir parça da olsa sarsabildiğini görmek umut verici. Yine bu seneki Çevre Günü’nde öğreniyoruz ki bugün temel atma töreninin yapılması beklenen ve Kuzey Ormanları’nın halihazırda canına okuyan 3. havalimanı inşaatının alanında kalan 70 göletin suyu 3. köprü projesini aksatmamak için alelacele Karadeniz’e boşaltılıyormuş. Halbuki yaşanan kuraklık nedeniyle sürekli olarak su sıkıntısı alarmı verilirken bu türden doğal, potansiyel su kaynaklarındaki suların analizleri yapıldıktan sonra belirlenenlerin terfi istasyonları aracılığıyla Terkos Gölü’ne taşınarak yeniden kullanılabileceği ve bu yolla kuraklığın giderilmesine bir nebze olsun katkı sağlanabileceği belirtiliyor. Çevreyi korumak ve ondan yararlanmak her şeyden önce eldeki değerlerin bilincinde olup, biraz zahmete girerek de olsa onları doğru amaçlar için kullanmakla başlar. Yaşanan bu son örneklerin dışında Türkiye’de son yıllarda çevre için kayda değer manada tehdit oluşturan çok sayıda mevzuat değişikliği yapılıyor. Yazılı yönetmelikler üzerinde gerçekleştirilen ufak kelime oyunlarıyla milli parklarımız, ormanlarımız, sulak alanlarımız, insanlık adına sahip olduğumuz en önemli doğal hazinelerimiz, koruma statüleri değiştirilip, izinler genişletilerek yeni ve pek kârlı yatırımlar için elverişli alanlar haline getiriliyor. Yani tam anlamıyla doğaya günü gösteriliyor. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ “Karame 1 ke” adı da 2 verilen bir tür yaban örde 3 ği. 2/ Kesil 4 miş ekşi süt 5 ten yapılan 6 bir tür rakı... Mersin’in 7 Silifke ilçe 8 sinde antik 9 bir kent. 3/ Yaz yağmu1 2 3 4 5 6 7 8 9 ru... Sebze fide 1 B A B İ Y A R B si ve üzüm çubu 2 İ L V A K E T A ğu dikmek için ha 3 Ş A L zırlanan çukur. 4/ 4 R İ M E L K A A T M A Y A Halk dilinde ayB A D A S rana verilen ad... 5 E Ğ E T Çok yiyen, obur. 6 N A S R A N İ T E R İ Y E 5/ Düz döşenmiş 7 A K E T E bir tür parke... Bi 8 U M R E linç. 6/ Türk müzi 9 K O L Z A İ Ş ğinde bir makam. 7/ Sara nöbetinden hemen önce görülen belirtilerin tümü... Vasıta. 8/ Arjantin’in plaka imi... Nâzım Hikmet’in bir oyunu. 9/ Tarım bitkilerine ve orman ağaçlarına büyük zarar veren bir böcek... Kayısı, erik, zerdali gibi meyvelerin kurusu. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ordu ilinde, soğanları yemek yapmakta kullanılan çiğdeme verilen ad. 2/ İri taneli bezelye... Sınır nişanı. 3/ Kusma... “Bîbaht olanın bağına bir katresi düşmez / yerine dürr ü güher yağsa semadan” (Ziya Paşa). 4/ Bir renk... Cılız, zayıf. 5/ İlgi, ilişki... Notada durak işareti. 6/ Gaziantep’in bir ilçesi. 7/ İnsan bedeni çevresindeki manyetik alan... Kastamonu’nun bir ilçesi. 8/ Eski Mısır’da güneş tanrısı... Fazla bön, avanak. 9/ Kırgızların ünlü destanı... Bingöl ilinde bir şelale.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle