28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET [email protected] 25 HAZİRAN 2014 ÇARŞAMBA 14 KÜLTÜR Darülbedayi’nin kuruluşunun 100. yılı İstanbul Şehir Tiyatroları’nca neden kutlanmıyor? Aktör dediğin nedir ki... FİLİZ TERZİ İstanbul’un En İyi 100 Lokantası Orta sınıfın güçlenmesi ve tabii tüketim alışkanlığının artması ile dışarıda daha çok yer, içer olduk. Damak zevkinin peşine düşenlerin sayısı arttı. İyi bir lezzet için gözünü kırpmadan büyük meblağlar ödeyecekler, çoğaldı. Türkiye’de 30 bin yeme, içme ve eğlenceye yönelik mekân bulunduğu bunların yarısının İstanbul’da olduğu İstanbul’daki 15 binden fazla mekânı her gece 350 bin kişinin doldurduğu söyleniyor. Bu kadar çok mekânın arasından en doğru yeri seçmek büyük bir sorun. Gazete eklerinden internet sitelerine, televizyon programlarına dek bu amaçla yapılan birçok yayın var. Ama bu yayınların ne kadarının reklam amaçlı olduğu, ne kadarının doğru yargılar taşıdığı tartışmalı. Her alanda olduğu gibi yemek ve lokanta değerlendirmelerinde de az sayıda ad güvenilirlikleri ile öne çıkıyor. Vedat Milor, en iyi yemeği nerede yiyebileceğimiz konusunda bu otoritelerden biri, belki de birincisi. Onun Milliyet’in Pazar Eki’ndeki yazılarından, NTV’deki “Tadı Damağımda” adlı programlarından öğrendikleri lokantaların peşine düşenlere sıkça rastlanmaya başladı. Lokantacılar da Vedat Milor’un mekânlarını ziyaret etmesiyle, değerlendirmesiyle övünür oldular. Hemen her gazetede benzerlerine rastladığımız lokanta tanıtıcı yazılardan oldukça farklı bir yaklaşımı var Vedat Milor’un. Öncelikle ağız tadının yerinde olduğunu, hangi yemeğin hangi malzeme ile nasıl yapılacağını bildiği belli. Bir lokantanın dekoruna, manzarasına, kimlerin müşterisi olduğundan önce yemeğinin kalitesine bakıyor. Fiyatla yemeğin kalitesinin uyuşup uyuşmadığını da değerlendiriyor. Vedat Milor’un bu bakış açısını “Türk Mutfağını zor günler bekliyor” cümlesi ile başlayan yeni kitabı “İstanbul 100 Lokanta”nın (NTV yay.) önsözünde de görüyoruz. Yapılan hataları şöyle sıralıyor; “Kısırlaştırılmış tohumlar, GDO’lu ürünler, tarımda dengesiz ve bilinçsizce kullanılan suni gübreler ve haşere ilaçları, merada otlatmanın tarihe karışması, hayvancılığın yozlaşması, denizlerde hayatın adeta tükenerek balık nesillerinin yok olması...” Verimi artırma ve modernleşme amacıyla yapıldığı söylenen bu uygulamalar yemeklerimizin tadını da kaçırıyor. “Hem sağlıksız hem de lezzetsiz besleniyoruz” diyor Vedat Milor. “Hem ucuz hem de iyi yemek sunmak kolay değil” diye de ekliyor. Vedat Milor, “İstanbul 100 Lokanta”da sokaktaki kelleci de var, Michelin adayı nadir lokanta da. Esnaf lokantalarından meyhanelere, dünya mutfağından balıkçılara uzanan yüz İstanbul lokantası yer alıyor kitapta. Ama uygun fiyatla lezzetli yemek yapanları arıyor Milor esas olarak. Kitaba bakıp yemek yapanı değil, geleneksel lezzetleri kolaya ve ucuza kaçmadan ustalarından öğrendiği gibi yapanların izini sürüyor. Onlara karşı daha muhabbetli. Onların yaşatılması gerektiğine inanıyor. Milor’un değerlendirdiği lokantalara baktığınızda İstanbul’un yemek kültürü haritasını da görmüş oluyorsunuz. Et ağırlıklı bir yemek kültürümüz var. Köfteciler, et lokantaları, dönerciler ve kebapçılar kitabın büyük bölümünü oluşturuyor. Esnaf lokantaları olmasa sebze yemeği bulamayacağız lokantalarda. Sanıldığının aksine iyi lokantaların çoğu “Suriçi” diye tabir edilen Fatih’te. Beyoğlu bölgesi de önemli bir merkez. Vedat Milor’un seçimiyle “İstanbul’un En İyi 100 Lokantası” arasına girmek kuşkusuz çok önemli. O lokantalar için hem övünme vesilesi hem de ağzının tadını bilen yeni müşteriler demek. En önemli tehlike de artan müşteri nedeniyle gereksiz fiyat artışları, şımarık davranışlar, servis ve kalitede düşüş. Kuşkusuz Vedat Milor, kitabın gelecek baskılarında bu gelişmeleri dikkate alacaktır. Vedat Milor’un “İstanbul 100 Lokanta”sı ağzının tadını bilenler için iyi bir başvuru kaynağı. Öneriyorum. Küçük Kemal ciğerlerinden rahatsızdı. Bir süre tedavi oluyor, toparlanınca yine koşuyordu Darülbedayi’ye. Seyircinin çok sevdiği bir aktördü çünkü. Zaten kaç aktör vardı ki o yıllarda? O gece oyunu zor bitirdi. Ertesi gün yüksek ateşte yattı. Muhsin Ertuğrul’a haber gönderdiler: “Kemal çok kötü, gelemeyecek.” Muhsin Bey not yazıp gönderdi. Kemal notu okudu. Zorlukla kalktı, kardeşinin deyimiyle “canını dişine takarak tiyatroya gitti, oynadı.” Şöyle yazıyordu notta: “Kemal, Moliére sahnede öldü. Sen Moliére’den küçük müsün?” Moliére hayranıydı Kemal. Onun gibi verem hastasıydı. Belki de kendini onunla özdeşleştirmişti kimbilir. O da sahnede veda etmek istemişti hayata. “Yarın gece oynama, diyemedik Muvahhit’e.” Vasfi Rıza Zobu böyle anlatıyor Ahmet Muvahhit’in son günlerini. “Kırılacağından, üzülüp perişan olacağından korktuk. O korkuttu bizi böyle bir teklifte bulunmaya. Ertesi gün hali ve halimiz bir facia içinde geçti. Tıkandı, konuşamadı. Onun laflarını da ben söyledim. O sade koluma girmiş, benimle beraber yürümeye çalışıyordu.” Maalesef ikisi de evlerinde hayata veda ettiler. 9 sene arayla. 35 yaşındayken. Metin, elinde havlu, kuliste bekliyordu. Annesi tembihlemişti. Babası gelir gelmez terini silecek, sırtındaki havluyu değiştirecekti. Geldi babası. Ağrıdan kıvranıyordu. Metin havlusunu değiştirirken, babasının acıdan yaşaran gözlerine baktı. Ailece istemiyorlardı artık sahneye çıkmasını. Ama seyirci “Hâzım oynuyor mu?” diye sorup, öyle bilet alıyordu. Bir gece sedye ve doktorla getirdiler Hâzım’ı. İğnesini oldu. Nevin Akkaya, o ağrıdan kıvranan adamın, zıplayarak piyanonun tepesine atlamasını, boksör rolünde seyirciyi kahkahaya boğmasını hiç unutamadı. Hâzım Körmükçü vefat ettiğinde 46 yaşındaydı. Atatürk’ten sonraki en kalabalık cenaze onundu. Tabutu İstiklal Caddesi’nden Zincirlikuyu’ya eller üzerinde taşındı. “Avradımı şanoda görmüş gibi fena oluyorum! Hepinizi mahvederim!” Merkez memuru hiddetten titriyordu. Onu kapıda lafa tutan Celal Sahir ve Hüseyin Suat’tan alacaktı nerdeyse hırsını. İkinci gece de yakalayamadılar Afife’yi. Makine dairesinden kaçtı. Üçüncü gece çember içine aldılar tiyatroyu. Afife kıl payı kurtuldu ellerinden. Tıpkı Muvahhit gibi… u İstanbul Şehir Tiyatroları’nın temelini oluşturan Darülbedayi 100 yıl önce bugün kurulmuştu. Küçük Kemal, Hazım Körmükçü, Ahmet Muvahhit, Afife Jale tiyatromuza yalnızca gönüllerini değil, hayatlarını vermişlerdi. Başka ülkede olsaydı, ‘Bizim 100 yaşında tiyatromuz var!’ diye yer gök inlerdi... Hâzım Körmükçü Hâzım... Afife... Memleket meselesi! Sanatçılar tek tek eksiliyor, yerine yenileri zor yetişiyordu. Aktörlük parasızlık demekti, aktörlük zor bir hayat demekti, kimse çocuğunun sanatçı olmasını istemiyordu. Okul temsillerini seyrediyordu Muhsin Ertuğrul. Uzun boylu, yetenekli bir genç gördü. “Ailesiyle konuşun, tiyatroya kazandıralım” dedi. Çok dil döktüler gencin annesine. Bu sonu belirsiz mesleğe vermek isteme Kemal Küçü Polis düdüklerinin eşliğinde koşarken, kalbi deli gibi atıyordu. Yakalasalardı ne yaparlardı? Ölüm geldi aklına. Yakaladılar nihayet. Ölümden beterdi duydukları. “Dinini, milliyetini, namusunu unutarak sahneye çıkıp oyun oynayan sen misin?!” Hakaretler, hakaretler, hakaretler.. Afife, başı dik ağladı. Yılmadı, ertesi hafta tekrar çıktı sahneye, tekrar karakola çektiler, tekrar çıktı, tekrar çektiler. Tam 4 sene… Ailesi reddetti onu. Yıllar sonra ablası, Prof. Özdemir Nutku’ya “Ne bilelim, oyuncu oldu denince, o… oldu sandık” diyecekti. Afife, kendi isteğiyle akıl hastanesinde öldü. Akıl hastası olduğundan değil, orası ne de olsa “hastane” olduğu için. Sahneye çıkan ilk Türk kadınına Darülaceze’de ölmek yakışmazdı çünkü. 39 yaşındaydı. Ahmet Muvahhit, eşi Bedia Muvahhit ve oğulları Sina. şındaki “Güzellikler Evi”ne davet edilirdi. Yaşayan emekli sanatçılar sahnede onurlandırılır. Yaşamayanlar saygıyla, sevgiyle, alkışlarla gökyüzünü inleterek anılırdı. Sahi neden kutlanmıyor bu yıl? En azından 1964’te, Muhsin Bey’in 50. yılı kutladığı gibi bir oyunla kutlanamaz mıydı? Darülbedayi’nin kuruluşundan ilginç anılar anlatmak isterdim size. Mesela eşek sırtında gittikleri turnede eşkıyaya yakalanıp, oyun oynayarak kurtuluşlarını; hayatın felç olduğu bir kış günü, bilet almış 3 seAfife Jale yirci için Muhsin Ertuğrul, Galip Arcan ve Behzat Butak’ın kayıkdi oğlunu. Okuyup, iyi bir la Boğaz’ı nasıl geçtiğini (yüzlerce semesleği olsun istiyordu. yirciyi kapıdan döndürenlere selam olMuhsin Bey’e durumu ansun); ilk tiyatro sponsorumuz Muhallelattıklarında, her şeyi özetbici Fazıl’ı, emaye tabaklardan yaptıklaleyen o cümleyi söyledi: rı spot ışıkları, sırtlarında taşıdıkları de“Söyleyin annesine, bu korları vb. bir memleket meselesi!” Ama kutlanmıyor ya bu yıl, boynu bü70 yıl sonra bu anıyı anlakük ya Darülbedayi’nin. Sanki dünyatırken, Fuat İşhan’ın gözlenın en nadide sanat kurumlarından biri gururla ışıldıyordu. ri değilmiş de sıradan bir kurummuş gi5 Haziran 1914 bi, bu ülkede tiyatro adına ne varsa onun ocağından çıkmamış gibi önemsenmeEfendim, başta söyleyeceyen, gün be gün boşalan ama yenilenmeğimizi sona sakladık. Dünyayen kadrolarıyla zayıflayıp küçülen, geda 100 yaşını bitirebilmiş birkaç tiyatrodan birine sahibiz, bilmem farkında mıy leceği belirsiz... Buruk ya Darülbedayi. Aklıma, tiyatroya yalnızca gönülledınız? Alışveriş torbalarının üzerinde rini değil, hayatlarını da verenler geldi. okumuşsunuzdur belki. Darülbedayi 100 yaşındayken bile lütfeDarülbedayi tam 100 yıl önce bugün dip hatırlanmıyorlarsa, boşuna ölmüşler kuruldu. Başka bir ülkede olsaydı yedemektir. ri göğü inletirlerdi “Bizim 100 yaşınModern usullerle onları yâd etmek da bir tiyatromuz var!” diye. Haftalarca kutlama yapılır, festivaller düzenlenir, için, bu akşam saat 21.00 #niceyüzyıllaradarülbedayi. dünyanın bütün tiyatroseverleri, 100 yak 2 Sanat ‘barış’a odaklanacak 4. Uluslararası Çanakkale Bienali 27 Eylül2 Kasım tarihleri arasında gerçekleşecek Toplantıda konuşan Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, Çanakkale’nin tarih boyunca savaşlarla anıldığını, 1. Dünya Savaşı’nın 100. yılında, savaşın yok ediciliğine karşı Çanakkale’nin “barışın ve özgürlüklerin kenti” olarak anılmasını istediklerini belirtti. Bienale Lübnan, Rusya, Fransa, İtalya, Almanya, Ermenistan, Avusturya, Slovenya, Romanya, Kültür Servisi 4. UluslaKanada, Hırvatistan, Sırbistan, İrrarası Çanakkale Bienali 27 landa, Filistin, Macaristan, HollanEylül2 Kasım tarihleri arasında, ABD, Yunanistan, Bosna Herda gerçekleştirilecek. Bienalsek ve Türkiye’den sanatçılar katıde, 1. Dünya Savaşı’nın 100. lacak. Bienale katılacak sanatçılayılı nedeniyle “Savaşın soÇanakkaleye Doğru Yola Çıkış nunu yalnız ölüler görmüş (19152012) Yerleştirme. Komet. rın isimleri ise daha sonra açıklanacak. Bienalde, katılacak ülkeletür” teması kullanılacak ve rin Türkiye’deki temsilciliklerinin bienal “19142014: 1. Dünyanı sıra ulusal ve uluslararası kurumlarla sergiya Savaşı’nın 100. Yılı” kavramsal çerçevesi üstünden yapılandırılacak. Bienalde, savaşa taraf ol ler, bilgibelge etkinlikleri, farklı sanat dallarında gösterimler ve paralel sergiler düzenlenecek. muş veya savaştan etkilenmiş ülkelerden sanatçı4. Uluslararası Çanakkale Bienali’nin düzenlelar, savaşın etkilerine çağdaş görsel sanatlar yoneceği mekânlar ise Eski Ermeni Kilisesi, Korfluyla odaklanacak. mann Kütüphanesi, Er Hamamı (Seramik MüBienalin genel sanat yönetmeni Beral Madra, zesi), Çinemlik Kalesi, Arkeoloji Müzesi, Yahuönceki gün İstanbul’da düzenlenen basın toplandi (Palamut) Depoları gibi kentin tarihi ve anlamtısında, Çanakkale Bienali’nin başlangıcından bu lı mekânları ile Çarşı Caddesi, kordon ve iskeyana Çanakkale’yi Akdeniz havzası, Avrupa ve le bölgesi, Halk Bahçesi gibi kamusal alanlar olaOrtadoğu’nun kesişim noktasında çağdaş sanatın rak belirlendi. izlenmesi, üretilmesi ve algılanması için uluslaraGenel sanat yönetmenliğini Beral Madra’nın rası bir merkeze dönüştürmeyi hedeflediğini ifaüstlendiği, Çanakkale Belediyesi’nin ana destekde etti. Madra, 1. Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümüne denk gelen bienalin barış kültürü vizyonuy çi olduğu Uluslararası Çanakkale Bienali’ni, Çanakkale Bienali İnisiyatifi (CABININ) adlı sivil la ulusal ve uluslararası bağlamda görünür ve dutoplum girişimi düzenliyor. yulur olmayı hedeflediğini belirtti. FESTİVAL 519 TEMMUZ TARİHLERİ ARASINDA Ramazanla gelen caz Kültür Servisi Bu yıl beşinci kez düzenlenen Ramazanda Caz konserleri 519 Temmuz tarihleri arasında takip edilebilir. Festival, müzik dünyamıza yeni bir soluk getiren Karsu’nun 5 Temmuz akşamı vereceği konserle başlayacak. 15 Temmuz akşamı, klasik Küba ezgilerini cazla yorumlayan Omar Sosa Quarteto Afrocubano’ya ev sahipliği yapacak festivalde, 17 Temmuz akşamı ise, efsanevi davulcu Omar Hakim’in ve Grammy ödüllü Rachel Z.’in kurduğu The Trio of Oz konser verecek. Ramazanda Caz; 19 Temmuz Cumartesi akşamı Norveç cazının usta isimleri Håkon Kornstad (saksafon), Ingebrigt Håker Flaten (kontrabas) ve Jon Christensen’den (davul) oluşan trionun konseri ile kapanışını yapacak. Zorlu Center PSM’de gerçekleşecek bu konserler saat 21.00’de başlayacak. Festivalin tek açık hava konseri ise 12 Temmuz Cumartesi akşamı kapılarını ilk defa müzikseverlere açacak olan Fransa Sarayı’nın bahçesinde, Pierre Blanchard Gypsy Jazz Quintet konseri ile gerçekleşecek. Konserde, Pierre Blanchard (keman), Samson Schmitt (gitar), Philippe “Doudou” Cuillerier (gitar ve vokal), Ludovic Beier (akordeon) ve Antonio Licusati (kontrabas) sahnede olacak. Dileyenler için iftar saatinde ücretli açık büfe servisi olacak. Kapılar 20.00’da açılacak, konser 21.30’da başlayacak. u Genel sanat yönetmenliğini Beral Madra’nın üstlendiği bienal, savaşın etkilerine çağdaş görsel sanatlar üzerinden yaklaşacak. 1. Dünya Savaşı’nın 100. yılına denk gelen bienal, barış kültürü vizyonunu benimseyecek. ‘RÜZGÂRIN HATIRALARI’ Özcan Alper’den yeni film Kültür Servisi “Sonbahar” ve “Gelecek Uzun Sürer” filmleriyle yurtiçi ve yurtdışında pek çok ödül alan Özcan Alper, üçüncü filmi “Rüzgârın Hatıraları”nın çekimlerine başlıyor. Yarın başlayacak çekimler, Batum’un yanı sıra Borçka, Şavşat ve Hopa’da yapılacak. Filmde Onur Saylak, Sofya Khandamirova, Mustafa Uğurlu, Ebru Özkan, Murat Daltaban, Menderes Samancılar ve Tuba Büyüküstün rol alacak. Türkiye, Almanya, Fransa ve Gürcistan ortak yapımı olan “Rüzgârın Hatıraları” filmi senaryo aşamasında Cannes Film Festivali kapsamında düzenlenen L’Atelier Cinefondation’a seçilmişti. Karsu Tuba Büyüküstün
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle