27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 HAZİRAN 2014 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ [email protected] 11 500 sanayi kuruluşunun toplam borçlanması, 2013’te 2012’ye göre yüzde 25.4 artmış görünüyor Sanayici borç batağında Gizemli şirketler sıçradı İSO tarafından her yıl yapılan 500 büyük Sanayi Kuruluşu Araştırması’na göre ortaya çıkan tablo özetle şöyle; 4Şirketlerin özkaynak ve aktif varlık toplamlarındaki artış iç açıcı değil. 2013’te 500 büyük şirketin özkaynak artışı yüzde 6.1’de kalarak, diğer büyüme rakamları yanında düşük artış gösterdi. 4 Borçlar yüzde 25.4 artışla 238 milyar TL’ye ulaştı. 4 500 büyük, toplam 6 milyar TL faiz ödedi. Rakam, bir önceki yıla göre yüzde 32.7 arttı. 4 Net satışlar yüzde 7.4 artırarak 454 milyar 990 milyon TL’ye çıktı. 4 Şirketler, geçen yıl faaliyet karları olan 36.5 milyar TL’nin 19 milyar TL’sini finansman gideri olarak kaybetti. 4Türkiye’nin en kârlı dört şirketinden üçü kamudan geldi. 4 En çok ihracat yapan ilk 10’da ilk sırayı 4 milyar 118 milyon dolarla Tüpraş alırken, ilk dört şirketin üçü otomotiv şirketleri oldu. 4 Sanayi büyümesi ekonomik büyümenin gerisinde kaldı. Buna göre 2012’de yüzde 2.1, 2013’te yüzde 4 olan ekonomik büyümeye karşılık imalat sanayindeki büyüme sırasıyla yüzde 1.7 ve 3.8 düzeyinde kaldı. 4 İSO 500’e, isminin açıklanmasını istemeyen şirketler damga vurdu. Geçen yıl en çok sıçramayı yapan ilk on şirketten 7’si adının açıklanmasını istemedi. 4 Sıralamada en fazla gerileyen şirket 198. sıradan 425. sıraya inen Anadolu Cam Sanayii oldu. 4 2013’te listeye önceki yıl yer almayan 61 şirket dahil olurken, geçen yıl 224 şirket sıralamada yükseldi, 13 şirketin sıralamadaki yeri değişmedi. Listeye yeni giren şirketlerin 14 ismini açıklamak istemedi. 4 Listesede dikkat çekici sıçramalardan birini 301 işçinin yaşamını yitirdiği Soma Madencilik yaptı. Soma Madencilik, 34 sıra yükseldi. Soma Madencilik’in cirosu 338 milyon 048 bin 668 lira oldu. u İSO Başkanı Erdal Bahçıvan, sanayicinin kur ve faize yenildiğini belirtti. Sanayi şirketlerinin geçen yıl esas faaliyetlerinden elde ettikleri kârlarının yarısı finansman giderlerini karşıladı. Ekonomi Servisi İstanbul Sanayi Odası (İSO) Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan, 500 Büyük Sanayi Kuruluşu’nun temel tablolarına bakıldığında, sanayicinin kur baskısı ve faizler nedeniyle finansman baskısına yenilmiş gözüktüğünü söyledi. Araştırma sonuçları Türkiye’nin dev şirketlerinin borç/özkaynak oranı son 10 yılın zirvesine çıkarak yüzde 132.4 yükseldiğine işaret ederken, ilk 500 içinde bilançosunu zararla kapatan şirket sayısı 63’ten 129’a çıktı. Bahçıvan “2008 global krizinde yaşanan olağanüstü koşulları saymazsak son 10 yıldır bu kadar yüksek zarar eden şirket sayısına ilk kez rastlıyoErdal Bahçıvan ruz” dedi. Şirketler, u Türkiye’nin en büyük şirketi 39.7 milyar lira ciro ile Tüpraş oldu; 9.7 milyar lira ile Ford Otosan ikinci, 9.2 milyar lira ile Elektrik Üretim AŞ üçüncü. 2013 yılında faaliyet kârları olan 36.5 milyar TL’nin yarıdan fazlası olan 19 milyar TL’yi finansman gideri olarak kaybetti. Buna bağlı olarak 2013 yılı dönem kârları da bir önceki yıla göre yarı yarıya düşerek yüzde 4.9’a geriledi. 500 büyük şirketin toplam borçları da bir önceki yıla göre yüzde 25 artarak 238 milyar TL’ye ulaştı. 500 Büyük Sanayi Kuruluşu’nun 2013 yılı kârlılığına bakıldığında, yılı kârlı kapatan şirketlerin sayısının önceki yıla göre önemli ölçüde azaldığını dile getiren Bahçıvan, “2013 yılında 500 büyük kapsamındaki kuruluşlarda kâr edenlerin sayısı 437’den 371’e geriledi. Zarar eden kuruluşların sayısı da 63’ten 129’a çıktı. 2008 global krizinde yaşanan olağanüstü koşulları saymazsak son 10 yıldır bu kadar yüksek zarar eden şirket sayısına ilk kez rastlıyoruz” diye konuştu. Erdal Bahçıvan, gelen sorular üzerine de Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın Kapitalizm ve Küresel Krizin Maliyetleri İktisat bilimi “potansiyel üretim düzeyini” bir ülkede verili sermaye, emek ve diğer doğal kaynakların tam istihdam düzeyinde kullanılarak, enflasyon baskısı yaratmayacak olası en yüksek çıktı elde edilebilecek miktar olarak tanımlıyor. Bu tanım, kuşkusuz, ulaşılmak istenen “ideal” bir üretim düzeyi; ve tanımın içine sadece “iktisadi” öğeler değil, teknolojik ve kurumsal düzenlemelerin etkinliği de girmekte. Tarihi veriler, potansiyel büyüme hızının ABD ekonomisinde 20. yüzyıl boyunca ortalama yüzde 2.1’lik bir artış içinde olduğunu hesaplamaktaydı. Ta ki 2008 krizi patlak verene değin. HHH Küresel kapitalizmin “merkez” ekonomilerine ait güncel veriler 2007’den bu yana ilk defa bir bütün olarak pozitif büyüme içine girebileceğini işaret ediyor. ABD’de istihdam düzeyi yedi yıllık aradan sonra geçen mayıs ayında ilk kez 2007 düzeyini yakaladı. İngiltere’nin de 2008 üretim düzeyini içinde bulunduğumuz yılın sonuna doğru elde edeceği ve küresel krizin “kötü bir kâbus” anısı olarak artık geride kalacağı öne sürülmeye başlandı. Ancak, 2008 sonrası yaşananlar krizin sadece gelip geçici, konjonktürel bir iş çevriminden ibaret olmadığını; küresel kapitalizmin işleyiş ve yönetişim dinamiklerinin yapısal olarak tahrip edilmiş olduğunu belgeliyor. Kriz boyunca söz konusu kayıpların sadece yıllık üretim ve istihdam daralmalarıyla sınırlı olmadığını, kayıpların potansiyel üretim eğilimlerini de derinden etkilediği anlaşılıyor. İngiltere’de yayımlanan The Economist dergisinin aktardığı verilere göre potansiyel üretim trendi ABD’de yüzde 4.7; İngiltere’de yüzde 11 düzeyinde çökmüş durumda. Potansiyel üretim trendindeki tahribat Yunanistan, İspanya ve İrlanda gibi Avrupa’nın çevre ülkelerinde ise yüzde 20’yi aşıyor. Bir bütün olarak bakıldığında kapitalizmin “merkez” kuzeyindeki potansiyelin ortalama yüzde 8.4 tahrip edilmiş olduğu hesaplanmakta. Dolayısıyla, söz konusu kayıpların sadece günlük bazda gelip geçici maliyetleri değil, küresel ekonominin potansiyel üretim trendlerinin tahrip edilmiş olduğu yapısal nitelikli sorunları da içermekte olduğu anlaşılıyor. Krizin etkilerinin iktisadi süreçlerle sınırlı kalmayıp, uluslararası güvenlik ve siyaset dengelerini de yerinden oynatarak uzun süreli bir büyük durgunluk şeklinde tezahür etmesi de bu gözlemleri doğruluyor. HHH Krizin ardında yatan en önemli etkenin spekülatif finans sermayesinin reel ekonomiden bağımsız, kendi başına bir güç haline dönüşmesi ve son derece kısa vadeli, aşırı akışkan parazit yapısından kaynaklanmakta olduğu sıkça dile getirilmekte. Finans dünyasının spekülatif ve kısa dönemci rantiyertipi birikim kararlarının sürdürülemez balonlar, köpükler yarattığı ve kapitalist pazarlarda dengesizliklerin ana nedenini oluşturduğu biliniyor. Dolayısıyla, finans sermayesinin dizginlenmesi ve yeniden rasyonalleştirilmesi sayesinde kapitalizmin daha akılcı ve adaletli bir düzene kavuşacağı inancı yaşatılmakta. Ancak söz konusu savlar finans dünyasının söz konusu spekülatif tahribatının bilinmesine karşın, reel üretici sermaye diye adlandırılan sermaye gruplarının niçin bu tahribatı engelleyici ve finans akımlarını düzenleyici politikaları benimsemediğini açıklamakta yetersiz kalıyor. Reel üretici sanayi sermaye grupları neden finans dünyasının akıldışı, israf dolu spekülatif tahribatına karşı önlemler geliştirmekten aciz kalıyor? Bu sorunun yanıtı, aslında “üretici sanayi sermayesi” ile “spekülatif, parazitik finans sermayesi” gibi bir ayırımın yanıltıcı ve yapay bir tasvir olduğundan geçiyor. Gerçek şu ki, 20 yüzyılın son çeyreğinden başlayarak dünya kapitalist sisteminde gözlenen dönüşümler, finansallaşma sürecinin aslında kapitalist sistemin zorunlu bir dönüşümünü nitelendirmekte olduğunu ve reel üretici sanayi sektörlerinde kâr oranlarındaki azalışların finansal rant oyunları ile takviye edilmesinin doğal bir sonucu olduğunu belgeliyor. Küresel sermayenin 1970’lerin ikinci yarısından itibaren kuralsızlaştırma, serbestleştirme, özelleştirme saldırılarıyla başlatılan karşı saldırısı, ülkemizin de yer aldığı çevre ülkelerinde imar rantları, taşeronlaştırmalar ve giderek askeri iç çatışmaları da körükleyerek küresel artık değere el koymanın araçları olarak işletiliyor. Dolayısıyla, bu akıldışı sistem “üretici” sanayisi, rantiyer finansal akımları ve uluslararası savaş sanayisi ile birlikte bir bütün olarak kapitalist sistemin ana parçalarını oluşturuyor. Üretim potansiyellerini tahrip eden küresel büyük durgunluk süreci spekülatif finansallaşması, taşeronlaştırması ve savaş konjonktürleriyle bir bütün olarak kapitalizmin genel adıdır. Ve bu yüzden de günümüzde kapitalizm dünya ekonomisini artık savaş konjonktürü olmadan idare edemez konumdadır. Zarar edenler arttı (TCMB) işini gayet iyi yaptığını belirterek “TCMB’nin bugün de Türkiye içindeki ve dışındaki tüm dengeleri, dünya finans piyasalarındaki dengeleri gözetecek bir karar alacağını düşünüyoruz. Genel ortalamanın beklentisi civarında bir faiz indirimi olacağını öngörüyoruz” dedi. Beymen’in Erbil’den gelen çalışanları dönmeye başladı OLCAY BÜYÜKTAŞ Beymen, yılın ilk 5 ayında seçim, siyasi ve ekonomik gerginliklere rağmen yüzde 37 büyüdü. 8 ayda 700 bin kişiyi ağırlayan en büyük mağazası Beymen Zorlu’da bu yıl 150 milyon lira ciro hedefleyen Beymen; New York, Miami, Milano, Berlin, Şanghay gibi moda merkezlerinde mağaza açma teklifleri aldı. Artık modanın beşiği olan yerlerden teklif aldıklarını belirten Beymen Genel Müdürü Elif Çapçı, “Büyük havuzda olmak başka. Açık ara lider olduğumuz Türk pazarı şu anda daha cazip ve ana odağımız olmaya devam edecek. Teklifu IŞİD gerginliği leri de değerlendiriyoruz” dedi. üzerine Beymen’in Beymen’in dünyaca ünlü moda markalarıyla stratejik orErbil mağazasındaki Türk taklıklarına devam edeceğini personelinin tatil için ülkeye kaydeden Çapçı, aralarında getirildiğini anlatan Elif Çapçı, Dior, Dolce&Gabbana, Emilio Pucci, Saint Laurent, Stel“Güvenlik sorunu olmayınca la Mc Cartney, Tory Burch, çalışanlar yavaş yavaş Valentino’nun olduğu butik sadönmeye başladı” dedi. yısının 17’ye ulaştığını anlattı. Yurdışında Kahire ve Erbil’de mağazaları bulunduğunu hatırlatan Çapçı, olayların hızlanması üzerine Erbil’deki personeli tatil için Türkiye’ye getirdiklerini, Erbil’deki durumun tehlike arz etmemesi üzerine çalışanların yavaş yavaş dönmeye başladığını ancak işlerin Kahire’de daha sıkıntılı olduğunu söyledi. İstanbul’un alışverişte yabancılar için tercih haline geldiğini ve bunun İstinye Park, Nişantaşı ve Zorlu Center Beymen mağazalarının satışlarına bire bir yansıdığına değinen Çapçı, “Nişantaşı, İstinye Park ve Zorlu Center’da yabancı turiste satışlar toplam cironun yüzde 20’sini oluştururken, ithal markalı butiklerde yüzde 40’ına yaklaşıyor. Beymen’de sepet ortalaması 900 TL, yabancıların sepet ortalaması 1.400 TL. En fazla alışverişi Azeriler yapıyor. Araplar, Ruslar ve Türki cumhuriyetlerin vatandaşları Azerileri takip ediyor. Bu yıl turist cirolarında büyüme yüzde 60’ın üzerinde” diye konuştu. Çapçı, geçen yıl 553 milyon lira olan cironun bu yıl 800 milyon liraya ulaşmasını öngördüklerini kaydetti. Turist ciroları yüksek Erbil iyi, Kahire sıkıntılı Beymen’in 2016’da yeni bir konsepti hayata geçireceğini de anlatan Çapçı’nın verdiği bilgiye göre, Kod adı Phoenix Beymen.com’un da büyük ilgi gördüğünü anlatan olan proje Selfridges ve La Rinacente Elif Çapçı, sitenin son bir yıldaki ziyaretçi sayısının üst yöneticiliğini yapan Vittorio Radice 3 milyonu aştığını dile getirdi. Eticaret sitesi Bey ile birlikte geliştirildi. İsmi Cem Boyner men.com, yatırım ve geliştirmeler sayesinde, son seçti ama mağazanın adı farklı olacak. 15 bin metrekare büyüklüğünde, geniş bir yılda yüzde 126 ciro artışı yakaladı. Beymen. com’un cirosu, mağazaların cirosunun yüzde 5’ine kitlelere hitap edecek proje için lokasyon çalışmaları sürüyor. yaklaşıyor. Hedef bu oranı yüzde 15’e çıkarmak. Yeni marka yolda Erpiliç Genel Müdür Yardımcısı Süleyman Öztürk, Ortadoğu’da beyaz et ihracatında en büyük pazara sahip Irak’ta, IŞİD’in işgal ettiği bölgelere ihracat yapamamaları nedeniyle üretimde kısıtlamaya gideceklerini söyledi. Öztürk, “Irak’a 220 bin tona yakın ihracat yapıyoruz. Şu an Güney Irak’taki Musul, Kerkük ve Bağdat’ta problem var. Problemli bölgelere de 220 bin tonun yüzde 35’i kadarını yani 6070 bin tonunu ihraç ediyorduk” dedi. IŞİD piliç eti ihracatını vurdu Nazmiye K. 30’lu yaşlarının başında. Anadolu’nun bir köyünden evlenerek İstanbul’a geldi. Kocası hiçbir işte fazla tutunamadığı için mecburen çalışmaya başladı. Biliyorsunuz Türkiye’de ortalama eğitim seviyesi 5 yıl. Bizim Nazmiye de işte tam bu ortalamanın içinde. İlkokul mezunu bir kadın ne iş yapar? Konfeksiyonda ya da hizmet sektöründe çalışır ya da evlere temizliğe çocuk ya da yaşlı bakımına gider. Nazmiye şanslıydı. Bir restoranda iş buldu. Bulaşıkçılık yaptı uzun yıllar. Zeki, hırslı ve çalışkan bir kadın, şeflerine kendini sevdirdi ve hamur yapım bölümüne geçti. Küçük yaşta bir oğlu var Nazmiye’nin. Oturduğu semtte bir kadın ile anlaşmış, aylık ücret karşılığı oğluna o bakıyor. Tabii bir de işsiz kocasına. Üstelik kocasının borçlarını da ödüyor mecburen, eve icra gelip de eşyalardan olmasınlar diye. Tüm zorluklarına karşın çalışıyor olmaktan son derece memnun. “Başka türlü bu kıskacı kırmam mümkün değil” diyor... Bunları niye anlattım durup dururken? Çünkü geçen hafta Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu Türkonfed’in ikincisini açıkladığı “İş Dünyasında Kadın” raporunun açıklandığı toplantıya katıldım. Raporları hazırlayan akademisyen kadrosundan Prof. Dr. Kadriye Bakırcı ve Doç. Dr. Hakan Kadın İstihdamı: Yalanlar ve Gerçekler Yılmaz’ın sunumlarını dinledim. Hayli çarpıcı bulguları var. İsterseniz önce onları özetleyeyim. Kadının iş dünyasındaki yerini incelediği ilk raporu 2007 yılında kamuoyu ile paylaşmıştı Türkonfed. İkinci rapor 2006 ve 2012 yılları arasında 6 yıllık dönemi karşılaştırıyor. 6 yılda sadece 2 milyon kadın istihdama katılabilmiş. TÜİK verilerine göre 2006 yılında yüzde 23.6 olan kadın istihdamı 2014’te yüzde 29.5’a çıktı. 5.9 puanlık artışını AKP iktidarı büyük müjdeli haber olarak açıklamıştı ama kazın ayağı hiç de öyle değil. Türkonfed’in çalışmasına göre bu 2 milyonluk artışın 450 bini hükümetçe yapılan düzenlemelerle evlerinde yaşlılara ve engellilere baktığı için para kazanan kadınlar. Net asgari ücrete eşit bir para kazanıyorlar. Yani 848 lira civarında. Hükümet yaşlı ve engelli bakan kadınlara yönelik son derece olumlu bir adım atmış ancak arkasını getirmemiş. Zira bu kadınların sosyal güvenceleri yok. Devlet ücret ödüyor ama SGK kapsamına almıyor. Yani, devlet 450 bin kadını “kayıt dışı” hatta “kaçak işçi” statüsünde çalıştırmış oluyor. Türkonfed Başkanı Süleyman Onatça bu durumu, “Kamu bir nevi sosyal güvencesiz istihdam yaratmış oluyor. Oysa bu hizmetin kurumsallaştırılması ve bu hizmeti yerine getiren kadınlarımızın sosyal güvenceye kavuşturulması gerekmektedir” diye tanımladı. 2 milyon yeni kadın istihdamının 450 bini böyle. Peki, geriye kalanı? 600 bini tarım sektöründen kaynaklanmış. AKP bu kadınların tarımda çalışmasını kayda geçirmiş ama onların da yaklaşık yüzde 96’sı kayıt dışı. Yani hâlâ ücretsiz tarım işçisi olarak çalışıyorlar. Hatırlarsınız. Bundan bir iki yıl önce AKP yeni istihdam teşvik paketini açıklamıştı. Bu pakete göre kadın işçi çalıştıran işyerlerinde kadınların primleri 4 yıl boyunca devlet tarafından üstlenilecekti. Türkonfed’in raporuna göre bu teşvikten sadece 110 bin kadın yararlanabilmiş. Sayının bu denli düşük olmasının nedeni bürokratik işlemlerin karmaşıklığı ve uzunluğu... 300 bine yakın kadın İşkur’un meslek kurslarını bitirerek işe başlamış. Ve 500 bini ise üniversiteyi bitirip işe başlayanlar. Özetleyecek olursak, 6 yılda 2 milyon yeni istihdamın neredeyse yarısı AKP’nin rakamlarla oynaması ile gerçekleşti. Gerçekten kadın istihdamını artıracak politikaların hemen hiçbiri uygulamaya alınmadı. Zaten pek istendiği de söylenemez. Doç. Yılmaz sunumunun “Ne gerçekleşmedi?” başlıklı bölümünde, “Kreş ve gündüzlü bakımevleri sayısı yeterince artmadı. Bakım sigortası kurulmadı. Aile yardımları sigortası kurulmadı” diyerek durumu açıklıyor. Nazmiye, bu ülkenin kadın gerçeği içinde sadece tek bir örnek. Farklı koşullarda büyümüş ve yetişmiş olsaydı bugün ya bir şirketin üst pozisyonlarında çalışıyor olurdu ya da kendi işini kurardı. Yine de şanslı bir yandan çünkü zeki, azimli ve sınırlarını zorluyor. İkinci bir çocuk doğurmanın iş yaşamının sonu olacağını çok iyi biliyor ve oğlunun doğru dürüst bir meslek sahibi olması için her şeyi yapacağını söylüyor. Peki, ya diğerleri? Fitch, 3 Türk bankasının notunu revize etti n LONDRA (AA) Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, Türkiye İş Bankası, Türkiye Garanti Bankası ve Akbank’ın kredi notunu “BBB”den “BBB”ye çektiğini açıkladı. Açıklamada, bankalara ilişkin değerlendirmenin uzun vadeli döviz ve yerel para cinsinden kredi notları ile ilgili olduğu belirtildi. Fitch, gerekçe olarak ise “kredilerdeki ani artıştan kaynaklanan riskleri ve yüksek dış borç seviyesini” gösterdi, finansal ölçütlerde son yıllarda ılımlı bir bozulmanın görüldüğüne işaret etti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle