23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 HAZİRAN 2014 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Uygarlığa Özlem... Bu hazin gidişe son vermek için kişiliği ve aldığı sonuçlarla dünyanın hayran olduğu en büyük toplum mühendisi Atatürk’ün karakter ve öğütlerini siyasetçilerin seçiminde halka anlatmak, aydınların en öncelikli görevi olmalıdır. U Prof. Dr. V. DOĞAN SORGUÇ ygarlık, insanlığın dünya tarihi boyunca ulaşmaya çalıştığı en değerli yaşam biçimidir. Bu deyim, insanların içinde bulundukları çağın tüm maddi (konfor) ve manevi (kültürel, hukuksal, yönetsel, sanatsal vs.) olanaklarından tam yararlanmaları anlamındadır. Konu, insan ve toplumdaki üst ve alt beyin işlevleri bağlamında düşünüldüğünde “çağdaş uygarlık”, her düzeyde (çağdaş) eğitimin eseri olmaktadır. ( V. D. Sorguç “Cehaletin PsikoPatalojisi”, Cumhuriyet Gazetesi 21.06.2012). Bu çeçevede, üst beynin sol lob diye adlandırılan kısmı mantıksal (sayısal ve sistemsel) işlevlerin, sağ lob ise tümleşik sosyal, insancıl ve sanatsal işlevlerin merkezi olması nedeniyle her iki alanın birlikte geliştirilmesi, toplumsal uzlaşma ve başarı açısından kaçınılmaz niteliktedir. Bu husus, ortaöğretimde “Genel Kültür” adı altında felsefe, yazın, tarih ve matematik dersleri ile bunların öğretmen kalitesini gündeme getirmektedir. Bunlara ilaveten insan, okul dışı (aile, yakın çevre) ve sonrası (sanayi, hizmetler) yaşam deneyimleriyle zenginleşerek çevresine değer katmakta, böylece toplumun çağdaş uygarlık düzeyinde bir yaşam sürmesine olanak sağlamaktadır. Ayrıca, insanın “yaşama bakışı ve davranışı” biçiminde tanımlanan kültür, en az üç kuşak boyu sürdüğü oranda, refleksif davranışların kaynağı, alt beyinde değişim ve gelişime yol açmaktadır. Böylece bir toplumda uygarlık, çağdaş üst ve alt beyin işlevleriyle ortaya çıkan “kültür”ün bir ürünü olmaktadır. İnsanlığın evrensel hazinesi niteliğinde olan “Çağdaş Uygarlık”, herkesin kullanımına açık olmakla birlikte, bu varlığın büyütülmesine katkıda bulunmayan toplumlara, gelişmiş ülkeler saygı duymamakta, hatta onları “insanlık için gereksiz” görerek yok edilmelerini dahi “mubah” saymaktadırlar. Nitekim Rus Çarı Nikolay ve İngiliz Başbakanı, 1. Dünya Savaşı sonunda Türklerin, Anadolu’dan Asya’ya sürülmesini istemeleri; Hitler rejiminin 2. Dünya Savaşı’nda, Roman vatandaşlarını gaz odalarında yok etmesi; ABD’nin de azgelişmiş ülkelere karşı ezeli yaptırımları (Bkz. W. Blum, “Rogue State–Haydut Devlet” eseri) karşısında Atatürk’ün “Medeniyet (...) ona bigâne kalanları yok eder” uyarısı bulunmaktadır. ağdaş kültür yoksunu toplumlar Nitekim, halen çağdaş kültür yoksunu toplumlar, para (bütçe), zaman (plan, program) ve mekân (yerleşim, şehircilik) bilmediklerinden ABD, geliştirdiği disiplinlerarası toplum mühendisliği yöntemleriyle bunları önce ödeyemeyecekleri ölçüde borçlandırmakta; (Bkz. J. Perkins’in “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” eseri); ardından “Küreselleşme” ve “Özelleştir Ç me” alalamasıyla tüm varlıklarını elden çıkarttırmakta; buna koşut, medyanın satın alınması ardından “Vesayetin Kırılması” ve “Demokrasi” kampanyalarıyla işbirlikçiler, mevcut anayasa hükümlerine göre (yeminlerle) iktidara getirilmektedir. Alt beyin özellikleri (dinci, ayrılıkçı ve ırkçı) açısından seçilerek oluşturulan iktidar ve muhalefetle biçimlendirilen siyasi yapı, anayasa ve kurumlarını kendine göre değiştirmekte; böylece objektif görevini yapamaz hale getirilen yargı, bürokrasi, ordu ve denetim kurumlarının yanı sıra topyekun savrulan kadrolarla ülkede korku, kargaşa ve güvensizlik yaratılmakta; durum, “mülkün temeli” olan adaletin ve devletin varlığını tehdit etmektedir. Toplum mühendisliğinin eseri bu dönüşüm, “silahsız işgal” sayılmakta ve ABD’ye silahlı müdahaleden (Yugoslavya, Irak) daha ucuza geldiğini düşündürmektedir. İnsan yönünden, üst beyinleri çağdaş eğitimle gelişmeyen ve alt beyinsel içgüdüleri ile yaşayan insan ve toplumlarda doğal olarak korku, kendini koruma ve neslini sürdürme çabası egemen olmakta ve üst beyin denetiminden yoksun olan “tarım kültürü”, insan ve toplumlarında para hırsı, rüşvet, seks ve ataerkil davranış tüm ilişkileri belirlemektedir. Ayrıca, üst beyinlerde çağdaş eğitimin sağladığı mantık ve kavramlardan yoksun insanlar danışma, anlaşma ve uzlaşmayı beceremediklerinden küfür, kavga ve cinayetler ile sorunlarını çözmeye çalışmaktadırlar. Kendileri, aynı nedenlerle ortak çıkar konusu kurallara uymazlar. Sanata, bilime, insan eserlerine değer ver(e) mezler; dolayısıyla hümanist değillerdir. Bu insanlar, “ne yaşayanlarının, ne de ölülerinin kıymetini bilirler”; var olanı geliştirmek yerine yıkıp yapmayı, hatta hazır almayı yeğlerler; üretime, planla ma ve organizasyona, işbölümüne, işbirliğine, ortak çıkar bilincine ve (toplumsal) hiyerarşiye yabancıdırlar; alım satım (rant) ile geçinirler; çağdaş yaşamın gerekleriyle kendi âdet ve gelenekleri arasında kaldıkça, çeşitli derecede çift kişilik (şizofreni) arazı gösterir; çağdaş insan ve toplum karşısında aşağılık kompleksi, biat, içine kapanma (gettolaşma), kin ve intikam hisleri ile dolu, acımasız olurlar. Her türlü mantık oyunu, hile ve yalana başvurarak yaptıklarının doğruluğunu savunurlar. Envanter değerlendirme ve uygulamalarıyla ABD toplum mühendisliğinin dünyadaki en başarılı örneği kuşkusuz Türkiye’dir (Bkz. V. D. Sorguç, “ABD Toplum Mühendisliğinin Türkiye Operasyonu” Cumhuriyet Gazetesi 15.11.2012). Türkiye halen, yüzyılların felaketleri sonucu Atatürk önderliğinde kurulan çağdaş kültür altyapıları (Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, üniversite özerkliği, eğitim birliği, laiklik, Köy Enstitüleri) ile yargı ve güven kaynağı ordusunun moralini yitirmiş; Irak’tan başlayarak içeriye sokulan çeteler, manipüle edilen ayrılıkçı unsurlar ve “Osmanlıcılık” sloganlarıyla Cumhuriyeti yitirme ötesinde, ülkenin parçalanma tehlikesi karşısında kalmıştır. Bugün, toplum kalkınmasının önkoşulu olan “tam bağımsızlık” ve “çağdaş uygarlık özlemi” ortadan kalkmış, bunu kalıcı kılmak amacıyla, vatan ve Cumhuriyetin geleceği gençlerin beyni, dinsel eğitimle dondurulmaya başlanmıştır. Bu kaosta, gelecekten umudunu kesen (genç) insanlarımız bir an önce uygar ülkelere (başta ABD), iş ve doğum fırsatlarıyla gidip yerleşmeye çalışmaktadırlar. Bu hazin gidişe son vermek için kişiliği ve aldığı sonuçlarla dünyanın hayran olduğu en büyük toplum mühendisi Atatürk’ün karakter ve öğütlerini siyasetçilerin seçiminde halka anlatmak, aydınların en öncelikli görevi olmalıdır. Bu konunun orta vadede, ödünsüz bir çağdaş eğitim ve sanayileşmeden geçtiği daima vurgulanmalı; aynı kapsamda kadınerkek ilişkilerinde TAO öğretisi ön plana çıkarılmalı ve “tam istihdam” eksiğini gösteren istatistiklere öncelik verilmelidir ( V.D. Sorguç TÜBİTAK MAG ÖE 3 Rap.). Aynı bağlamda, büyük Atatürk’ün ölümü ve “Demokrasi” serüveni ardından Türkiye’nin bugün geldiği nokta, yukarıdaki açıklamalar ışığında ayrıntılı bir belgesel eserle dünya kamuoyu ve geri kalmış ülkelere ibret için (İngilizce) duyurulmalıdır. Bu çerçevede, Başbakan danışmanı olduğu ifade edilen Ankara’daki 35 kişilik ABD ekibinin statü, nitelik ve etkinliği açıklanmalıdır. Türk toplumunun Atatürk’ün bıraktığı yerden yoluna devam etmesi için tekrar ayağa kalkması doğrultusunda, aydınımızın çabasına en büyük destek, çağdaş kültür (felsefe) eserleri olduğu açıktır. Bu bağlamda 25. yayın yılını idrak eden “İnsancıl” dergisinin değerli yayıncıları Sayın Berrin Taş ve Sayın Cengiz Gündoğdu’nun seçkin kişiliklerinde dergiyi ve tüm felsefeci yazarlarımızı içtenlikle kutluyor, etkinliklerinin daima sağlık ve mutlulukla sürmesini, felsefenin yaşamımızda hak ettiği yeri almasını diliyorum. “Uygarlığa Öz lem” duymadan ve kendini tanımadan siyasete girip iktidara gelenlerin, ülkeyle birlikte cehennem ateşinde “cayır cayır” yanacaklarını tarih daima kanıtlamıştır (Hitler). İstanbul’a Taşınan Türkiye HÜSEYİN ATABAŞ Şair, Yazar Anadolu yoksulluktan, işsizlikten, yoksunluklardan inlerken büyük sanayi yatırımları hâlâ, kapısında bir büyük depremin beklediği İstanbul’a ve onun çevresi olan Marmara Bölgesi’ne yapılıyor. İş bulmak, karnını doyurmak isteyenler umarsız oraya koşarken birileri İstanbul’a Avrupa’nın en yüksek binasını yapmakla, ülkenin başbakanı da İstanbul için düşündüğü “çılgın” tasarımlarla övünüyor, İstanbul’a bir İstanbul daha eklemekten söz ediyor. Ama açlar karınlarını doyuramıyor, yoksunluklarına umar bulunamıyor... İstanbul’a yapılan bu yığılmanın gereği gibi gösterilerek de finans kuruluşları, birkaç yıldır birer ikişer İstanbul’a taşınıyor. Önce İş Bankası Genel Müdürlüğü İstanbul’a taşınarak ivme kazanan bu süreç, günümüzde Merkez Bankası ile öteki devlet bankalarını toptan İstanbul’a taşıma girişimleriyle yeni ivmelerle sürüyor. Oysa bize göre bu taşıma işinin amacı ekonomik değil, siyasaldır. Değil mi ki iletişim çağı olan günümüzde, bilgisayarın küçük bir kasabaya döndürdüğü dünyada uzaklık ve iletişim güçlüğü nedeniyle ekonomik işlerin aksaması söz konusu olamaz. Bize göre bu hesapsız kitapsız yığma/yığılma; bağımsızlık, demokrasi, laiklik ilkeleri üzerine kurulmuş olan Cumhuriyet yönetim anlayışını, nedense içine sindiremeyenlerin, öncelikle Cumhuriyetin başkenti Ankara’dan hınçlarını alma operasyonudur. Yani ümmetçiliğin savunucuları, başkent Ankara’da ne varsa, kendi yükü kendine yetmiyormuş gibi, ümmetçi Osmanlı’nın başkenti İstanbul’a taşıyorlar Türkiye’yi anlayacağınız. Birilerinin verdiği bu kararı da herhangi başka bir kimsenin değil, hiç kimsenin ya da hiçbir bir kurumun değiştirmesi/durdurması söz konusu değildir. Çünkü onların demokrasi anlayışlarının emir/komuta düzeneği bağlamında sömürü düzeni üzerine yapılandırılmış olması bunu gerektiriyor!.. Onların maşası olan birisi ise bu konuya; “Merkez Bankası, Ziraat Bankası, Vakıfbank ve Halkbank genel müdürlükleri bütünüyle İstanbul’a taşınacaktır” diyerek son noktayı yıllar önce koymuş bulunuyordu. Her şey bir yana; İstanbul bu yükü çeker mi, çekmez mi? Neyse, bunu da varsın Kasımpaşalılar düşünsün, diyemiyor insan!.. Bu ülkeyi yönetenlerin; eğer bir değer yargıları, azıcık bir yurtseverlik anlayışları varsa, İstanbul’u daha fazla yüklemeleri, doldurmaları değil, onun üzerindeki yükü azaltmaları gerekmez mi? Bu gidişle İstanbul gerçekten yaşanmaz değil, yaşanılamayan bir yer oldu, daha da olacak. O zaman, bütün Türkiye’yi sırtında taşıyan bu kültür ve tarih kenti, sanat kenti, turizm ve eğlence kenti, eğitim ve bilim kenti, bankacılık ve finans kenti, spor ve hoşgörü kenti yok olacak... İstanbul’un yok olması ise tüm bir ülkenin, bu ülkenin büyük ölçüde zarar görmesi sonucunu getirir diye düşünmüyor mu kimse? Tek tük elbette yazıp söyleyenler var. Ancak o söylenenlerin yapılabilmesi için; kafasından kısa erimli tüm çıkar hesapları ile çağdaş olana nefretini kafasından silmiş olan yurtsever yöneticilere gereksinim vardır. Böyle bir devrimi gerçekleştirmek için mangal gibi bir yüreğe de gereksinim var kuşkusuz. ‘Bu dünyada durumu idare edeyim de gerisi ne olursa olsun’ diye düşünenlerle bu iş olmaz. Hele “Allah’ın dediği olur” diye düşünenlerle hiç olmaz. Çok gariptir, böyleleri Tanrı’nın insanlara niçin akıl verdiğini de hiç düşünmüyorlar!.. Oysa görünen odur ki, bugün İstanbul’un en temel ihtiyacı, aranan çözüm ters göçtür; bu da İstanbul’a yapılan çılgın yatırımları Anadolu’ya yönlendirmekle olur. Dünyanın içine düştüğü ekonomik kriz üzerine; “Ekonomimiz güçlü, bize hiçbir şey olmaz”, en fazla “teğet geçer” diyenler nasıl oluyor da İstanbul’un bu yükle ayakta kalamayacağını düşünemiyor, hayret doğrusu!.. On beş milyon nüfuslu bir kentten, yani Türkiye’nin beşte birinden söz ediyoruz, Edip Cansever’in ünlü “Masa da Masaymış Ha” şiirindeki masa da değil İstanbul oysa: “Adam masaya / Aklında olup bitenleri koydu / Ne yapmak istiyordu hayatta / İşte onu koydu / Kimi seviyordu kimi sevmiyordu / Adam masaya onları da koydu / (…) Masa da masaymış ha... / Bana mısın demedi bu kadar yüke / Bir iki sallandı durdu / Adam ha babam koyuyordu.” Birtakım aklı evveller de, İstanbul bu yükü taşır mı diye düşünmeden ellerine ne geçerse ha babam dolduruyorlar İstanbul’a: Üçüncü köprü, üçüncü havaalanı, ikinci boğaz... Oysa İstanbul bu yükü öyle bir iki sallanmayla atlatacak gibi görünmüyor; bir sallandı mı Türkiye batarmış, kimsenin umurunda değil. Ankara İstanbul’a, hatta tüm Türkiye İstanbul’a taşınırken bunun hesabını yapmıyorlar. Bu yığılmanın oluşturacağı sakıncalar umurlarında değil onların; çünkü amaçları ekonomik değil siyasaldır ki “yıkmadan yapılmaz!” diye düşünerek, İstanbul’u yeniden, şeriat yasalarıyla yönetilen Yeni Osmanlı’nın payitahtı yapmak istiyorlar. ‘Osmanlıcılık’ sloganları İstanbul’un yükü azaltılmalı Amaç ekonomik değil siyasal Son söz:
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle