05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 ŞUBAT 2014 CUMA 2 HABERLER Hal ve Gidişe Çare? Safsata ve Ciddiyet SON haftalar boyunca telekulak haberleri, yasadışı dinleme olayları, suçlamalar, iftiralar, yalanlamalar, doğrulamalar ve bunlar üzerine sürdürülen konuşmalarla röportajlar yüzünden ne kadar nefes tüketildiği, kaç sayfa haber yazılıp sütun oldurulduğu, kısacası nasıl zaman, emek harcandığı şöyle bir hesap edilip saate ve paraya dönüştürülse ortaya çıkacak ulusal zararı düşünebiliyor musunuz? İşte safsata buna derler. Uzun bir kış biterken Türkiye baharı böyle mi karşılamalıydı? Düşünecek başka konular, söylenecek başka sözler yok muydu? Böyle bir başıboşluk, savrukluk, adamsendecilik olur mu? Herhalde keyif kaçırmak, mendeburluk, meymenetsizlik etmek için geçmiyor zihinden bu tür düşüncelerle duygular. Ülkenin güzelliğini, insanlarının potansiyelini düşününce ister istemez biraz gayret, hedef, plan, program, disiplin falan olsa daha neler yapılmaz ki demeden durabilir misiniz? ktidar, telekulak ıvır zıvırlarıyla uğraşacağına yatırım tasarımlarıyla, bölgesel kalkınma düzenlemeleriyle, parasız yükseköğretim, ileri teknoloji hedefleriyle halk yığınlarının karşısına ve yer yer kentlerde bunlar tartışılsa, kaynayan, ileriye fırlamak için sabırsızlanan bir Anadolu yaratılsa fena mı olur? Başbakan yeni atılımların müjdecisi olsa, ana muhalefet de durgun ve donuk kalabalıkları coşturup daha canlı, istekli bir toplum yaratmak için uğraşsa... Safsatanın yerini ciddi bir kalkınma felsefesinin alacağı bir Türkiye şaşırtıcı harikalar yaratabilir. iraz hayalci sayıklamaları andıran bu çeşit düşünceler, aslında yavaş yavaş alışmaya başladığımız silik, mecalsiz ve ufuksuz bir toplum olmaktan sıyrılmayı sağlayacak yeniliklerin özleminden kaynaklanıyor olabilir. Hiç kuşkusuz, ilerlemekten daha çok geriye gidiş izlenimi veren bir siyasal sürecin içinde çırpınan Türkiye’nin fantezilere değilse bile en azından ciddi ve sarsıcı uyarılara muhtaç olduğu açıkça görülmektedir. Yerinde saymak ya da çürüyüp eriyip gitmek, köklü bir tarihle parlak bir devrimin ürünü olan bu Cumhuriyetin akıbeti olmamalıdır. Cumhuriyet ve devrim ilkelerinden milim sapmamak, gelecek için daima güvencedir. Halk, kendisini ‘yutmak’ isteyen kapitalizmi ve onu ‘mahvetmek’ niyetindeki emperyalizmi reddetme yaratılışındadır. Mayasındaki cevher, ödünsüz ve gerçekçi yaklaşımlarla yeniden ortaya çıkarılabilir. Ertuğrul KAZANCI Eğitimci/Hukukçu E İ B ğer bu ulus, Cumhuriyet ve devrim değerlerine saygılıysa, ülkedeki yönetsel felaketi demokratik iradesiyle önlemelidir. Önümüzdeki yerel ve genel seçimler, önemli ve aşamalı fırsatlardır. Emperyalizme karşıt, özgürlükçü ve halktan yana sosyoekonomik bir anlayışın her kademede siyasal iktidar olması, acil toplumsal gerektir. Sade yurttaşların mutsuz ve umutsuz olmaları için yeterli nedenlerin var olduğu ortamdayız. İktidar katlarıyla birlikte anılan yargıya intikal etmiş veya edememiş yolsuzluk savları kol gezmektedir. Hukukun üstünlüğüne yönelik özensizlikler ‘ayyuka’ çıkarak devlet güveni sarsılmıştır. Yürütme erki, yasama ve yargıya egemendir. Ceberut siyasal yönetim, Türkiye’yi tümüyle tutsak etmiştir. Cumhuriyeti kuran “Kemalist” devrim, ret ve inkâr edilmektedir. Akıl, bilim ve çağcıllıktan nasibini almamış, adaletsiz ve antidemokratik totaliterliğe yol alınmaktadır. Kamu mallarını yok ederek, çılgın piyasa ekonomisi eşliğinde çokuluslu şirketlere açık pazar olan bir ülke konumundayız. Vatan şairi Nâzım Hikmet, “Cümle kokuşmuşluğun at oynattığı bir dönemde, yaşamdan zevk alabilmek ancak zayıfların bahtiyarlığıdır. Esas olan; sürünmeden, el etek öpmeden insana yakışır şekilde onurla yaşamaktır” der. O halde susmak, sinmek ve kabullenmek mi yoksa uyuyanı, boyun eğeni aydınlatmak mı gerekir? Yakın tarihin deneyimlerine göz atılarak, Cumhuriyetle başlayan süreç dikkatle ele alınmalıdır. Bu süreçte 1923’lerin 600 yıllık saltanat geçmişiyle iç içe olan halk vardır. Osmanlı döneminde doğup büyüyerek bağnaz ve kaderci geleneklerle yoğrulan halk, İrdeleme köklü bir devrimin tanığıdır. Kimisi için “Kemalist” ideolojiye uyum sağlamak güç olmuştur.“Terakkiperver Cumhuriyet” ve “Serbest” Partiler, 1925 ve 1930’lar da işte bu güçlükten yararlanma uğraşısı sergilemişlerdir. “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu” çıkarma girişimine karşı çıkanlar, 1945’lerde CHP’den koparak Demokrat Parti’yi kurmuşlardır. Kırsal kesimde yüzde 65 oranında yaşayan toprağa muhtaç köylü, feodaliteyi savunanları 14 Mayıs 1950’de iktidar yapmıştır. Terakkipervercilerin tüzüğüne 1925’te konan “dini inanca saygılıyız” şeklindeki vurguysa, DP’nin de istismar önceliğidir. Atatürkçü çizginin sanki “dine az saygılı olduğu” dillendirilerek politik yergi olarak kullanılmıştır. 10 yıllık iktidarında toprak reformunu ağzına bile almayan DP’nin ilk hükümet kararı olarak aldığı Arapça ezan, halk için yeterli sayılmıştır. “19231950 dönemini kapsayan senelerde ülkeye tek çivi çakılmadığına” ilişkin gerçek dışı sav, ortalığı sarmıştır. Ama 27 yıllık ekonomik kalkınma hızının yüzde 9 oranındaki göstergesi alabildiğine göz ardı edilmiştir. Hacıbayram Camii vaazlarında, “27 yıl, kâfirlerden daha kâfirdir” gibi pervasızlıklara olanak verilmiştir. Kurtuluş Savaşı’nda yakılan ibadet yerlerini onaran rejimin, “kâfirlikle” nitelenen o iktidar olduğu unutturulmaya çalışılmıştır. 1954 yılı genel seçiminde 502 milletvekili çıkaran DP, karşısında 31 rakamlı ana muhalefet bulmuştur. Eski Başbakan Günaltay, “Parti dağılıyor, dini deyimlere ve liberal iktisada yanaşalım” deyince İnönü’den ilkeli bir yanıt almıştır: “Ben din istismarının daniskasını bilirim, ama sonu gelmez. Halkçıdevletçi ekonomiden de şaşmam.” İnönü’nün ödünsüz tutumu, parti içinde kimilerini hoşnut etmemiştir. Ama sadece 3 yıl sonra 26 Ekim 1957 erken genel seçiminde DPCHP arası oy farkı yüzde 22.25’ten yüzde 6.26 oranına düşmüştür. İnönü, yüzde 42 oranını aşan oy ve 183 parlamenterle halkça desteklenmiştir. Halk, yaşı gereği yaşamında yer etmiş tutucu eğilimlere değil, ilericitoplumcu anlayışa yeniden sahip çıkmıştır. Kıyaslama ve bilinçle 27 yıllık geçmiş sürecin uygulamalarına omuz vermiştir. 1961 genel seçiminde CHP artık birinci partidir. Eğer 27 Mayıs olmasaydı CHP’nin çoğunluk iktidarı da gerçekleşecekti. CHP’nin 1977’de yeniden yükselen yüzde 42 oy göstergesi; “toprak işleyenin, su kullananındır” gibi halkçı yaklaşımlara bağlıdır. Ama yıllar sonra bu oranı yakalayan Ecevit, yöneldiği ödünsel siyasetlerin yanlışlığında yüzde 2’lere düşmüştür. Cumhuriyet ve devrim ilkelerinden milim sapmamak, gelecek için daima güvencedir. Halk, kendisini ‘yutmak’ isteyen kapitalizmi ve onu ‘mahvetmek’ niyetindeki emperyalizmi reddetme yaratılışındadır. Mayasındaki cevher, ödünsüz ve gerçekçi yaklaşımlarla yeniden ortaya çıkarılabilir. Kurtuluş ve kuruluş yıllarında kanıtlanan budur. Toprak reformunu gündeme getirmek, sosyal devlet güvencesine kitleyi inandırmak gereklidir. Piyasa ekonomisi yerine halkçıdevletçi uygulamalar esas alınmalıdır. Ulusal coşkuları pekiştiren siyasal ve sosyal bilinç temel olmalıdır. 30 Mart 2014 yerel seçiminde AKP’nin gerilemesi, sonun bir başlangıcı olacaktır. Gelecek iyi değerlendirilmeli ve geçmişten dersler çıkarılmalıdır. Bilinmelidir ki, 1957’de İnönü öncülüğünde gündeme gelen muhalefet güç birliğine olanak sağlansaydı, iktidar daha o yıl değişirdi. Çünkü DP yüzde 48’de kalmış, karşıt ulusal irade yüzde 52 oranında temsile ulaşmıştı. Önümüzdeki yerel seçim tablosuna göre işin bu yönde gereği yapılmalı ve mevcut siyasal iktidardan Türkiye kurtulmalıdır. Halkı aldatan, bilim dışı, çıkarcı, bireyci ve zümreci siyasetleri etkisiz kılacak, ilericitoplumcu demokratik bir set çekilmelidir. Çünkü ülke ve ulus artık “hayatmemat” koşullarındadır. Zamanlama Manidar! Demokratik siyasetin ve seçimlerin bazı gelenekleri vardır: İktidarlar seçimlerden kısa bir zaman önce zam yapmazlar, toplumun geniş kesimlerini tedirgin edecek, olumsuz etkilere yol açacak yasalar çıkarmaz, bu tür uygulamaları devreye sokmazlar. HHH AKP iktidarı ise tam yerel seçim öncesi, üç çok tartışmalı yasayı gündeme getirdi, yüzlerce polisin, kritik yerlerdeki polis müdürlerinin, önemli görevlerdeki savcıların, bazı yargıçların yerlerini değiştirdi, sonradan iptal edilen bir mahkeme kararıyla, Ankara ile İstanbul’un önemli semtlerinde herkesin şüpheli sayılarak aranmasını gerçekleştirdi ve medyaya baskısını televizyondaki altyazılara müdahaleye kadar vardırdı. HHH Türkiye’nin hem siyasal rejimine hem de hukuk sistemine karşı hükümler içeren bu üç yasa çok önemli: Milli İstihbarat Teşkilatı yasası, MİT’e Başbakan’a bağlı bir dokunulmazlık veriyor ve böylece hukuk sistemimizin dışına çıkıyor ve ayrıca “bu yasaya aykırı olan başka yasaların hükümleri uygulanmaz” diyerek 12 Eylül 1980 askeri darbe döneminde getirilen yaklaşımı tekrarlıyor. İnternet yasası, sanal âlem, sosyal medya veya dijital medya dediğimiz haberleşme ve etkileşim alanını hükümetin denetimi altına alıyor. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yasası, anayasamızdaki “yargının bağımsızlığı” ve “kuvvetler ayrımı” ilkelerini bile ihlal ederek HSYK’yi, dolayısıyla yargıyı, hükümetin emrine veriyor. HHH Neden tam seçim öncesi, geniş kitleleri tedirgin edecek yasalar ve uygulamalar yapılarak riske giriliyor? Bu sorunun birinci yanıtı, yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ile ilgili mevcut konjonktür ile verilebilir: AKP ile Cemaat arasındaki ittifak bozulmuş, yolsuzluk ve rüşvet iddiaları, dinleme kayıtları, savcı iddianameleri havada uçuşmaya başlamıştır. AKP buna karşı kendini savunmak için bu yasaları ve uygulamaları alelacele, seçim öncesi de olsa, gündeme getirmiştir. Elbette “cemaatle savaş”, “paralel yapı” sloganları altında bütün bu rüşvet ve yolsuzluk iddiaları da örtbas edilmek istenmektedir. Sorunun ikinci yanıtı ise, daha da büyük bir tehlikeye işaret etmektedir: AKP, demokratik rejime, temel hak ve özgürlüklere, anayasal yapıya aykırı hükümler taşıyan bu yasalar ve baskı uygulamaları ile serbest ve şeffaf seçim ortamını bozmakta, önümüzdeki seçimleri şaibeli hale getirmektedir. HHH Türkiye büyük bir türbülansa giriyor, bakalım buradan nasıl çıkacak? Neler yapılmalı? Sonuç Rant Üzerine Kurulmuş Şehircilik ERTUĞRUL CANDAŞ K Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası Genel Başkanı Çekmeköy İELEV Özel Lisesi Tanıtım Günleri entlerimiz, özellikle metropol kentlerimiz, insanlar için maalesef yaşanılmaz hale gelmiştir. Birden çok nedeni olmakla birlikte, kentlerimizin bu halde olmasının en temel nedeni, kentsel arazinin, belli bazı kesimler için rant amaçlı, köşe dönme aracı olarak görülmesi ve bu sorunu çözecek önlemlerin, bugün dahi, alınamamış olmasıdır. Kentleşme için gerekli olan tesisleri ve hizmetleri gerçekleştirmek için öncelikle kentsel araziye gereksinim vardır. Bu arazileri elinde bulunduranlar ki bunlar genellikle varlıklı kesimlerdir, planlama ve planların uygulanması süreçlerinde çok etkili olurlar. Bu etkinin bir sonucu olarak kentlerimiz, kentsel gereksinimlere göre değil de daha çok kentsel araziyi elinde bulunduranların öznel taleplerine göre şekillenmiştir. Artık pek çok çevrede açıkça paylaşılan bu olgu, modern kentlerin kurulmasının önündeki en büyük engeldir. Denilebilir ki, şehircilik anlayışımız, salt kent rantı üzerine kurulmuştur. Bu gerçek ortada iken, kentlerimizi modern kentler olarak yeniden oluşturmamız hayalden öteye gitmeyecektir. Asıl felaket ise gelecek kuşaklara bırakılacak bu kö tü mirasın düzeltilmesinin zorluğu, belki de olanaksızlığıdır. İşte bu nedenle, ülkemizdeki kentsel dönüşüm süreci çok iyi değerlendirilmeli, eski yanlışları tekrarlayan uygulamalar bir daha yapılmamalıdır. Ancak günümüzde kentsel dönüşüm ya da yenileme olarak adlandırılan çoğu uygulama, daha çok Hazine’ye ait boş veya az yapılaşmış işgalli alanlara el atmanın, yüksek yoğunluklu, sosyal amacı belirsiz yerleşim yerleri oluşturmanın bir aracına dönüşmüştür. Oysa ki, kentsel dönüşüm çalışmaları, aceleye getirilmeden, yapıların yıkılıp yapılmasına indirgenmeden, kentsel mekânların ekonomik, toplumsal, fiziksel ve çevresel koşullarının kamu yararı öncelikli, insan odaklı düşünülerek bütüncül iyileştirmesini amaçlamalıdır. İşte bu nedenle, kentsel dönüşüm konusu, öncelikle sürdürülebilir bir “Mülkiyet Dönüşümü”nü de gerçekleştirecek, evrensel düzeyde kentsel yaşamın altyapısını oluşturacak, teknik, hukuksal, ekonomik ve sosyal boyutlarıyla detaylı bir biçimde ele alınması gereken bir konudur. Aksi halde, eski yanlışlarımızı “kentsel dönüşüm” adı altında tekrarlayarak kentlerimizi daha da yaşanılmaz hale getireceğiz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle