29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 ARALIK 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA HABERLER 7 Barajın AKP açısından başka bir önemi daha var. Erdoğan’ın yönlendirmesi altındaki iktidarın artan otoriterleşme eğilimleri sadece muhalifler değil, AKP içinde farklı düşüncedeki siyasetçiler üzerinde de baskı oluşturuyor. AKP içinde bir kesim uzun süredir sessizliğini koruyor. Başta yolsuzluk ve dış politika olmak üzere bazı alanlarda parti yönetiminden farklı düşünen bu kesimleri cendere içinde tutmayı sağlayan en önemli enstrüman da yine seçim barajı. Çünkü AKP içinde rahatsız olanların partiden ayrılıp kendi siyasi oluşumlarını kurmalarının önündeki en büyük engel yüzde 10 barajı. Baraj bu seviyede kaldığı müddetçe yeni parti kurmak isteyenlerin buna cesaret etmeleri neredeyse imkânsız hale geliyor. Baraj tartışmalarında AKP’nin tutumunu değerlendirirken bu unsuru da göz önünde bulundurmakta büyük fayda var. Barajın Arkasındakiler Yüzde 10 seçim barajı 12 Eylül’ün mirası. O dönem niçin konmuş? Seçimde farklı ve muhalif eğilimler Meclis dışı kalsın, otoriter yasal anayasal düzeni sürdürecek mümkünse tek parti iktidarları sandıktan çıksın diye. Üzerinden 30 küsur yıl geçmesine karşın varlığını korumakta olan seçim barajının en güçlü savunucusunun kim olduğu geçen hafta ortaya çıktı. Anayasa Mahkemesi, Meclis’te temsil imkânı bulamayan partilerin bireysel başvurularını gündemine aldığını açıklayınca, ilk bağıran iktidar partisi oldu. Barajın arkasından ses veren AKP, yüzde 10 seçim çıtasını açıkça ve çok sıkı biçimde savundu. Hatta bu yüksek barajın, seçme ve seçilme hakkı ve dolayısıyla demokrasinin önündeki temel engel olduğuna yönelik görüş açıklayanları da hedef almakta tereddüt etmedi. Bununla da kalmadı AKP. Yüksek mahkemenin başvuruları gündemine almasının arkasında, “kendi iktidarına karşı planlar hazırlayan çevrelerin yeni bir oyunu” olduğu paranoyasını bile ortaya atabildi. Ve Anayasa Mahkemesi’ni ve başkanını “Seçimler üzerinden hükümete karşı darbe girişiminde bulunmakla” suçlayabildi. Cumhurbaşkanlığı görevini bir parti lideri gibi yürütmekte olan Erdoğan ile “partisi” AKP’ye göre, Gezi protestoları ve 17 Aralık soruşturmalarında hükümeti düşürmeyi başaramayanlar, şimdi bunu seçim barajını kaldırarak ya da düşürerek gerçekleştirmeyi planlıyorlar. HHH AKP’den gelen bu katı baraj savunması, iktidarın girdiği ruh halini göstermesi açısından oldukça dikkat çekici. Bir süredir, en hafif eleştiriyi dahi iktidarına tehdit olarak algılayıp yasaklamaya girişen AKP, yaşanan baraj tartışmasında da, varlığını ancak yüzde 10 seçim barajının arkasına gizlenerek sürdürebildiğini itiraf etmiş oldu. AKP baraja sarılmakta kendince haksız sayılmaz. Çünkü yüzde 10 barajının kendisine sağladığı olağanüstü avantajlar var ortada. Şöyle ki, AKP tek başına iktidara gelişini tamamen yüzde 10 seçim barajına borçlu. 2002 seçimlerinde Meclis’e girebilen iki partiden AKP yüzde 34, CHP ise yüzde 19 oy almıştı. Seçmenin yüzde 47’sinin iradesinin Meclis dışı kaldığı seçimde, AKP de tek başına iktidar olmuştu. O günden bugüne baraj sayesinde her seçimde aldığı oy oranının çok üzerinde milletvekiline sahip olmayı sürdürdü. Özellikle yolsuzluk konusunda toplumdaki rahatsızlığın zirveye tırmandığı bu dönemde AKP, seçim barajının arkasına saklanmak dışında şansı kalmadığını çok iyi görüyor. HHH ‘Kaçak ocağı başkası üstlendi’ Yurt Haberleri Servisi Soma’da 301, Ermenek’te 18 madencinin yaşamını yitirdiği iş cinayetlerine karşın, madenlerde ölümler sürüyor. Osmaniye’de önceki gece krom madeninde 1 işçinin öldüğü, 1 işçinin yaralandığı iş cinayetinin ardından, dün sabah da Zonguldak’ın Kilimli ilçesinde kaçak maden ocağında meydana gelen göçükte 1 işçi öldü. Zonguldak’ın Kilimli ilçesinde Dağbaca mevkisinde kaçak işletilen kömür ocağında dün sabaha karşı meydana gelen göçükte Volkan Kurtoğlu, yığınların altında kaldı. Yaşamını yitiren Kurtoğlu’nun cenazesi, yeraltından çıkarılarak Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı. Ağabey Enver Kurtoğlu, “Kardeşim çalıştığı inşaat firmasından parasını alamadığı için iki ay önce bir arkadaşının kaçak ocağında işbaşı yapmıştı. Bir kardeşim daha çaresizlikten kaçak ocakta çalışıyor” diye konuştu. Kurtoğlu, ocak sahibi olduğu iddiasıyla karakola götürülen Tolga B’nin ise maden işletmediğini öğrendiklerini söyledi. Kurtoğlu, “Neden bu işi üstlendiğini anlamadık. Ocağın gerçek sahibinin başkası olduğunu öğrendik. O kişiden şikâyetçi olacağız” dedi Osmaniye’nin Aykar köyünde önceki gece 1 işçinin ölümü, 1 işçinin de yaralanmasıyla sonuçlanan göçükle ilgili başlatılan soruşturma kapsamında, maden savcılık kararıyla mühürlendi. Maden sahibi Murat Kandemir ise mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Zonguldak’ın Kilimli ilçesinde kaçak işletilen maden ocağında bir işçi öldü Bu da Geçer Ya Huu... Kimilerini gazeteci olarak izledim, kimilerine de meslek örgütü temsilcisi olarak katıldım. Düzenlenen geniş katılımlı toplantıların adı “şura” sözcüğü ile bitiyorsa amaç, ilim ağırlıklı, tutucu ve gerici yaklaşımların yeğlendiği bir sonuca ulaşmaktır. “Kurultay” sözcüğü ile bitiyorsa bilim ağırlıklı, ilerici ve devrimci önerilerin dile getirilip kabul gördüğü bir amaç güdülmektedir. Bir ara, özellikle sosyal güvenlik ve çalışma ile kamu kurumlarının “Danışma Kurulu” toplanırdı. Arapçası varken Türkçesi de ne oluyormuş diye dışlayıverdiler. Bu tür toplantılarda, bakanın ya da ilgili genel müdürlerin istediklerinin dışında karar almanın olasılığı yok denecek kadar azdır. Yan kurulların hazırladıkları raporlar karar metnine dönüştürülürken ilgili bürokratlar öyle sözcükler seçer, öyle tümceler kurarlar ki raporlar bile havada kalabilir. Hele istekler cumhurbaşkanı ve eğitimin onursal yöneticiliğini üstlenmiş oğlu tarafından dile getirilmişse hiçbir yandan kaçarı, göçeri olamaz. HHH Kısa bir süre önce sonuçlanan Milli Eğitim (!) Şurası’nda da aynı yöntem uygulandı. Kesintisiz 12 yıllık zorunlu eğitim yerine üç ayrı parçalı 4+4+4 formülü ile özetlenen sürecin amacı bilindiği gibi dinci eğitime ağırlık vermenin yolunu açmaktı. İmam hatiplerin orta bölümünü açtıktan sonra işler kolaylaşmıştı. Artık altını ve üstünü doldurmak kalıyordu. Son şura ile bu beklentiler de karşılandı, hatta “Osmanlıca” dersinin konulmasını öngören ve kimilerini çok sevindiren tavsiye de eğitimin yönünü çizmiş oldu. Kimi yorumlara bakarsanız, 1928’deki Harf Devrimi ile geçmişinden koparılan (!) Türk çocukları özüne dönecek, kitaplıklarda duran Arap harfli kitapları sular seller gibi okuyup öğrenerek, dünyanın yuvarlaklığını bulan, Amerikan anakarasını keşfeden ümmet büyüklerinin yolundan gidip yeni başarılara imza atacaklardı. HHH Osmanlı İmparatorluğu çöküş sürecindeyken, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki alanda okuma yazma bilen kadın oranı yüzde 3, erkek oranı da yüzde 5’lerdeydi. 2008 yılında Anadolu Ajansı muhabirinin derlediği bilgiye göre, ilk nüfus sayımının yapıldığı 1927’de nüfusumuz 14 milyon, okuryazarlık oranı da yüzde 11’di. Harf Devrimi sonrasında 1935’te yüzde 20.4 ve 1950’de yüzde 33.6’ya, 1960’ta yüzde 39.5’e, 2008 yılında da yüzde 85.71’e ulaştı. Sayılara bakınca özünden koparılmanın, iddiaların aksine aşağılık bir yutturmaca olduğu görülüyor. Madem çok değerli eserler vardı niye onları Türk harfleri ile basmayıp gençleri bu bilgilerden yoksun bıraktınız! Eğitimi medreseleştirmek için yalan dolana gereksiniminiz yok ki. “Güç bende” böbürlenmesini yaşama geçirip Osmanlı’yı canlandırmak elinizin altında. Hem ülkeyi böylece daha kolay batırabilirsiniz. HHH Hem Osmanlı’dan yanalar hem de Osmanlı seçkinlerine kafa tutuyorlar. Arap harfli güzel yazı sanatının kimi seçme eserleri, evlerin duvarlarını süslemeyi sürdürüyor. En tanınan ve bilinenlerinden ikisini anımsatayım. Birincisi “Bu da geçer ya huu” diye Türkçeleştirilen Farsça dize. İkincisi de “Şerefül mekân, bilmekin.” Yani “mekânın büyüklüğü oturanındandır” özlü sözü. O yüzdendir ki, Ankara’nın Çankayası’ndaki sıradan bağ evi Atatürk oturduğu için şerefliydi, büyüktü... KaçAk Saray tartışmaları sonunda oturanın da ağzından “itibar” sağlayan bir mekâna dönüştürüldü. Osmanlı seçkininin ünlü sözü de “Şerefül mekin, bil mekân”a dönüşmüş oldu. Elimizde kala kala “Bu da geçer ya huu” kaldı. Kıymetini iyi bilelim... Haberlerimizin Arkasındayız AKP barajın arkasında, biz de haberlerimizin. Cumhuriyet, 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonları ile, sonrasında yargı ve Meclis süreçlerinde yaşananları, halkın bilgi sahibi olması için sayfalarında en detaylı biçimde aktarmaya çok büyük gayret gösteriyor. Ancak AKP iktidarı bağımsız ve objektif haberciliği koyduğu yasakların yanı sıra, doğrudan tekzipler ve açtığı davalarla engellemek istiyor. Bu girişimlerinin bir uzantısı olarak hafta sonu 25 Aralık yolsuzluk operasyonuna ilişkin yayınlarımızla ilgili beş cevap ve düzeltme metni yayımlamak zorunda kaldık. Hukuki zorunluluk nedeniyle bunu yaparken, tüm haberlerimizin arkasında durduğumuzu güçlü biçimde vurguladık. Bundan sonra da okurlarımızın desteğiyle yasaklara, tekziplere, davalara aldırmadan, kimin hışmını üzerimize çekersek çekelim gerçekleri ve doğruları ısrarla yayımlamayı sürdüreceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın. O maden sahibi serbest Arcayürek Yeniden Adada Türk basın tarihinin usta kalemi Cüneyt Arcayürek’in, Kenan Evren ve darbe yönetimini masallaştırarak anlattığı KUDETA (1985) ve Turgut Özal dönemini anlattığı KUDETA 2 (1987) yazı dizileri yayımlandıkları tarihlerde büyük yankı yaratmıştı. Cüneyt Ağabey ilk diziden 29 yıl sonra Kudeta Adası’na üçüncü düşsel seyahatini yaptı. Bu kez adanın “yeni” sakinlerini yazdı: ON’lar. Arcayürek’in kalemi, Kamil Masaracı’nın çizgileriyle Big Chief ve “ON’lar”ın öykülerini bugünden itibaren beğeninize sunuyoruz. Aziz Torun’un yalısı önünde eylem İstanbul Haber Servisi Halkın Mühendis Mimarları ve Devrimci İşçi Hareketi, Mecidiyeköy’deki Torunlar İnşaat’ta 6 Eylül günü 32. kattan düşerek yere çakılan ve feci şekilde can veren 10 işçi için adalet istemiyle Aziz Torun’un yalısı önünde eylem yaptı. Kandilli’deki Clifton yalısı önünde dün öğlen saatlerinde toplanan Halkın Mühendis Mimarları ve Devrimci İşçi Hareketi’nden bir grup, “İş kazası değil, katliam. 10 işçinin katili Torunlar’dan hesap soracağız”, “Kan parası değil, adalet istiyoruz” yazılı pankart ve dövizler taşıyarak slogan attı. Burada yapılan açıklamada 10 işçinin yaşamını yitirdiği olayla ilgili savcılığın takipsizlik kararı verdiği anımsatılarak “Aziz Torun ve tüm kan emici patronların lüks içinde yaşadığı yalılar, onlarca kattan aşağı yere çakılan ve paramparça olan işçilerin cesetleri üzerinde yükselirken, bizler ise analarımızın öfkesiyle halkın adalet talebiyle günü geldiğinde, teklif ettiğiniz o kan paralarını size yedirecek, yalılarınızı ve rezidanslarınızı başınıza yıkacağız” denildi. (Fotoğraf: ALİ AÇAR) Okurlardan kısa kısa Nâzım’ın değil Bulmaca köşesini hazırlayan Sayın Sedat Yaşayan’ın özel mail kutusu olmadığı için buraya yazıyorum. Zaman zaman sorulan bulmaca sorularından biri şudur: “Saraylar saltanatlar çöker/ ... susar bir gün (Nâzım Hikmet)” Söz konusu sorunun noktalı yere konulacak sözcük olduğu anlaşılmıştır herhalde. Soruda bir sorun yok. Ve de bu soru sık sık bulmacada aynı şekilde çıkar. Ancak bu dizelerin sahibi büyük şairimiz N. Hikmet değil, bir başka değerli şairimiz Adnan Yücel’dir. Yıllar önce kaybettiğimiz direniş ve umudun şairi Adnan Yücel’in anısına bunun özellikle belirtilmesini rica ediyorum. Hatice Eroğlu Akdoğan Yayın İlkeleri üzerine Bir Cumhuriyet okuru olarak yayın ilkeleri üzerindeki görüşlerimi yazmayı bir hak ve görev sayıyorum. Okurlar, Cumhuriyet yazar ve çalışanları kadar, gazetenin yaşamsal bir unsurudur. Düşünce özgürlüğü, yalnız bir eylem ve örgütlenme hakkı değil, ifade hakkını ve özgürlüğünü kullanma sorumluluğudur. Kamu Yararı, toplum hayatındaki yolsuzluk ve haksızlıkların aydınlatılması yanında, örnek atılımların, gelişmelerin izlenip özendirilmesi olarak anlaşılmalıdır. Gerçekler, gerçek mi, gerçekten? Küreselleşen dünya, gerçeklik değerinin tek değil çoğul olduğu gerçeğini bir kez daha doğruladı. Habercilikte gerçeği ararken yorumlarda gerçeklerin çeşitliliğine saygı gösterilmeli. Birlik içinde çeşitlilik gerçeği: Çeşitliliği korumayan ya da teke indirgeyen güçler ve güçlüler, birliği böler ve parçalar. Aydınlanma çağının bütünleyici ilkesi, Çeşitlilik içinde birliktir. Bu ilke, haberyorum ayrımıyla sınırlı bir ölçüde sağlanabiliyor. Olay ve olguların doğruluk ve gerçekliği, gerçek kavramında toplanıp birbirine karıştığı için, zamanmekâna direnen gerçeklere, bazen “hakk”tan türetilmiş “hakikat” demek ihtiyacını duyuyoruz. Özen gösterilecek evrensel ilkelerin korunması, dünyanın büyük gazeteleri, okurların görüşlerine geniş yer veriyorlar. Cumhuriyet, dilimizin doğru ve güzel kullanılmasına da özen göstermelidir. Basın ve fikir özgürlüğü, yalnız köşe yazarlarına bırakılmayacak kadar önem öncelik kazanmış bulunuyor. Görsel medya yönetimleri, izleyicilerden aldıkları “binlerce” iletiyi açıklamıyor. Oysa, demokrasiler Pulitzer İlkesi uyarınca, basın özgürlüğü ile birlikte gelişiyor... Ombudsmanlık hakemlik / hâkimlik değil okurlara sağduyu ve sorumluluk kazandıran yaygın bir eğitim, hakîmlik (bilgelik) kurumudur. Okurların görüşleri her zaman her konuda haklı olmayabilir ama dikkate alınmalıdır. Filozoflar, doğru ile yanlış bilgisinin tek olduğu görüşünü savunuyor. Her doğruda yanlışlar, her yanlışta doğrular var gerçeğini savunan bir yazar son yıllarda Nobel Barış Ödülü kazanmıştır. Cumhuriyet, savaşa karşı olmakla yetinmemeli, ötekileştirmeye karşı “barış eğitimi”ni savunmalıdır. Cumhuriyet yazarları ve yazıları birlik içinde çeşitlilik ilkesinin örnek ve özendiren savunucuları olmalıdır. Demokratik Cumhuriyetin Savunulması, hiçbir kurum veya kişinin tekelinde değildir, olmamalıdır. Realite karşılığı gerçeklik, kişisel inançlardır. İnsan bilimciler Realite İdeal farkının hemen her toplumda her zaman var olduğunu gösterdiler. Öyle ki, En iyi, iyinin düşmanıdır ama ehveni şer yolculuğu da seçeneklerin en kötüsü olabilir. Günümüzde çoğu yazarın dilinde bir ortak akıl özlemi ve söylemi var. Ama tek bir başarılı örneği bilinmiyor. Temel kişiliğimizi ve dünya görüşümüzü değiştiremediğimize göre, zaman zaman kendi inançlarımızı aşıp ötekileri anlamaya çalışmalıyız. Özetle, Cumhuriyet Gazetesi’nin Yayın ve Yayım İlkeleri uygulamasında, okurlara daha geniş yer verilmesini öneriyor; çoksesli demokrasinin bir kurumu olan Okur Temsilciliği, okur katılımını özendirip pekiştirmeli diyorum. Bozkurt Güvenç Gerçek Tekziple Sıvanmaz Okurlarımız cumartesi günü Cumhuriyet’te 5 ayrı “düzeltmetekzip” metni gördüler. Gazetenin bu düzeltme metinlerini yasa gereği yayımlamak zorunda olduğunu da biliyorlar. Bu durum Cumhuriyet’e ve genel olarak medyaya baskının hangi boyutlara ulaştığının da kanıtıdır. Tekzip kurumunun kötüye kullanımı Cumhuriyet’in açıklamasında da belirtildiği gibi artık zirveye çıkmış durumda. Gazetenin açıklamasında baskı rakamlarla da ortaya konuldu. Şöyledir: “İktidarın, 17 Aralık soruşturması sonrası yargıya yaptığı akıl almaz müdahalelerden sonra, basın ahlak esaslarına, gazetecilik hak ve sorumluluk ilkelerine bağlılığın, yargıçlar yönünden pek bir anlam taşımadığı görülmektedir. 16 Haziran’da sulh ceza mahkemeleri kapatılarak, yerlerine yeni yargıçlarla yeni yetkilere sahip sulh ceza hâkimliklerinin kurulmasından sonra, kararlarda adeta patlama yaşanıyor. Bu tarihten günümüze kadar geçen yaklaşık 6 aylık sürede sadece İstanbul Adliyesi’nden verilen cevap ve düzeltme kararının sayısı 13’ü buldu. Bunlara ek olarak da aynı hâkimlikler tarafından gazetemizin internet yayını aleyhine de 17 adet erişimin engellenmesi kararı verildi. Bu 30 karara yaptığımız itirazların tek biri dahi kabul edilmedi.” Cumhuriyet açıklamasında tekzip kararlarında hiçbir hukuksal gerekçeye yer verilmediğine de dikkat çekildi. Okurlarımızdan daha yayının mürekkebi kurumadan gazetenin tutumunu onaylayan, destekleyen, yüreklendiren iletilerin yağdığını da belirtmeliyim. Yalnızca bir örneğini burada bulacaksınız. Ayrıca gazetenin kısa bir süre önce yayımladığı yayın ilkelerini dikkatle okuyanlar da biliyorlar ki, Cumhuriyet gazetesi haberde gerçeğin sıkı takipçisidir. Saydamlığa özel bir önem veren gazete bu nedenle Yayın İlkeleri’ni yayımlamış ve kendi iç denetimini yapabilmek için okurlarıyla kurduğu ilişkiden güç alan Ombudsmanlık kurumunu oluşturmuştur. Kısacası gazetenin yayımlamak zorunda kaldığı tekzip metinleri değil, haberleri gerçeği yansıtıyor. Ne diyordu atalarımız “gerçek tekziple sıvanmaz.” Öyle değil miydi yoksa. Futbol yazan kadın yazar Okur köşesine ağırlık vermeniz bizi sevindirdi. Sesimiz oluyorsunuz. Son dönemde gazetede gözle görülür bir hareketlilik var. Başlıklarınız iddialı ve farklılık yaratıyor. Böyle devam edin lütfen. Benim spor ile ilgili bir iki saptamam var. Eskisi gibi Fenerbahçelilik yapmadığınız için teşekkür ederiz. Artık Beşiktaşlı ve Galatasaraylı yazarları okuyabiliyoruz. 3 Temmuz’da resmen Fenerbahçelilik yapmıştınız. Bu gazetenin Beşiktaş, Trabzon ve Galatasaraylı okurları üzülüyordu. Yeni yazarlarınız içinde Gülengül Altınsay çok iyi bir tercih. Türkiye’deki futbolu bilen tek kadın yazarı okumak için Cumhuriyet alan arkadaşlarım var. Basketbol ve voleybola biraz daha fazla yer vermek gerek sanırım. İyi günler dileklerimle. Doğuş Kartal ‘Vicdan ve Adalet Nöbeti’nin 36’ncısı gerçekleştirildi Biz gerçekleri biliyoruz 28 yıllık öğretmen, 30 yıllık Cumhuriyet okuruyum. Evime Cumhuriyet’in girmediği günü eksik sayarım. Gazetemin bunalımlı dönemlerine de tanıklık ettim; haksızlığa, hukuksuzluğa, talana, yolsuzluğa karşı nasıl savaşım verdiğini de gördüm. Ne yalan söyleyeyim, yönetsel değişiklikle birlikte yayın politikasında sapmalar yaşanacağı kanısına kapıldım ve kaygılandım. Evet, değişiklik yaşanmıştı ama bu olumlu yönde idi. Haberin mutfağında olanları artık daha iyi tanıyabiliyorduk. Yayın politikası dostun, düşmanın anlayacağı biçimde ortaya konmuştu. Yasaklamalara aldırılmayarak halkın bilgilendirmesi ve aydınlatılması kararlılığından ödün verilmemişti. Bir kez daha gazetemle gurur duydum. Cevap ve düzeltme hakkı mı?.. Ne kadar mahkeme kararı gönderirlerse göndersinler, biz her şeyi biliyoruz zaten. İsmet Demirbaş İlk Kültür Bakanı kim? Okurumuz Aydın Akça soruyor. Murat Bardakçı ile konukları televizyonda ilk kültür bakanımızın rahmetli Halman değil, Abidin Özmen olduğunu söylüyorlar. Gazetenin Kültür sayfasındaysa Halman yazıyor. Hangisi doğru? İlk Kültür Bakanı Talat Sait Halman’dır. Zeynel Abidin Özmen 9 Temmuz 1934 11 Haziran 1935 tarihleri arasında Maarif Vekilliği (Milli Eğitim Bakanlığı) yapmıştı. İstanbul Haber Servisi Adalet Arayan İşçi Aileleri “Vicdan ve Adalet Nöbeti”nin 36’ncısını gerçekleştirdi. Çıkarılan yasaların yetersiz olduğunu belirten aileler, sorumluların yargılanması talebini bir kez daha yineledi. Adalet Arayan İşçi Aileleri dün öğlen Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelerek “Türkiye’de her gün 5 ila 8 işçi hayatını kaybediyor. Vicdanınız yok mu?”, “Fıtrat değil cinayet”, “Çalışırken ölmek istemiyoruz”, “Kaza değil cinayet” yazılı pankart ve dövizler açtı. Van depreminde hayatını kaybeden gazeteci Cem Emir’in kardeşi Sinem Emir aileler adına yaptığı açıklamada, iş cinayetlerinin son bulması için mücadele etmelerine rağmen işçi ölümlerinin bitmediğini ve kasım ayında 123 işçinin daha yaşamını yitirdiğini söyledi. Her hafta bir gazetecinin ailelerle yaptığı röportaja bu hafta İMC TV spikeri Soner Şimşek katıldı. Ailelerin eylemine CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu da destek verdi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle